• tanıdığım en özel köpeğin ismi. hikayesi ise aynen şöyledir;

    iki sene önceydi, ben mısır çarşısından alışveriş yapmış ve akabinde,hemen yanındaki çay bahçelerinden birisinde çay içiyordum. birisinin bana baktığını hissettim ve kafamı kaldırıp karşıma baktığımda işte o'nu gördüm... o hayatımda gördüğüm en göz alıcı kızıllıktaki bir golden retrieverdı. hemen oradaki çınar ağacının dibinde oturuyor ve bana bakıyordu. yanına gittim, tostumu ikram etmek istedim ancak bu son derece mağruru bir bakışla bana baktı sonra da gözlerini benden kaçırdı. çaycıya köpeğin kendisinin olup olmadığını sordum. zira boynunda tasma yoktu. hayır dedi. 2 gün önce biri bıraktı ve geri gelmedi, yeni doğum yapmış belli, isterseniz siz alın götürün, biz bakamıyoruz dedi.

    ne yapmam gerektiğini bilemediğim için golden ı olan bir arkadaşımı aradım. bana onlar sokakta yapamaz, hemen al, eve götür, ben de geliyorum dedi. bir koşu tahtakale'ye gittim, tasma aldım, köpeğe bağladım, çaycıya, sahibinin geri gelme olasılığına karşı telefonumu bıraktım ve caddeye yürümeye başladık. tasmaya son derece alışıktı, kuyruk sallayarak benimle geldi. taksi çevirdim, ve bu sanki her gün taksiye binermiş gibi hemen atlayıp, arkada yere oturdu. ve eve geldik...neredeyse bir litre su içti, makarna haşladım. hepsini yedi ve koltuğun üzerine çıkıp uyumaya başladı.

    birkaç saat sonra arkadaşlarım geldi. ilk iş köpüşü yıkadık. halinden gayet memnun gözüküyor ve yaptığımız hiçbir şeye itiraz etmiyordu. daha sonra da arabayla, cihangir deki bir veterinere götürdük. veteriner köpeğin aşağı yukarı 3 yaşında, son derece bakımlı ve sağlıklı bir köpek olduğunu, ancak en fazla bir ay önce doğum yapmış olduğunu söyledi. çalınmış olma ihtimali çok yüksekti, kurduğumuz sayısız komplo teorilerinden en inandırıcı olanı ise hamileyken çalınıp, doğurtturulduğu, yavrularının henüz bir aylıkken çiçek pazarında ucuza satıldığı, kendisinin ise yaşından dolayı sokağa bırakıldığı teorisi idi.

    veterinerden çıktıktan sonra köpekle beraber gittiğimiz bir cafe de çaresizlik içinde otururken, yan masadaki derya baykal köpekle ilgilendi, sevdi, hikayesini dinledi ve bana, hürriyet i bir arayayım, birilerini gönderip haber yapsınlar, belki sahibini buluruz dedi. ve ertesi sabah için gazetecilerle randevu alınmış bir halde adını bile bilmediğim yeni köpeğimle evime geri döndüm.

    eve geldiğimde, sanki 40 yıllık köpeğimmiş gibi davranan dünyalar güzeli bir köpekle başbaşaydım. nereye gitsem benimle geliyor, yalnız kalmak istemiyordu. belli ki terk edilme korkusu içine işlemişti. ve ilk geceyi salondaki koltukta koyun koyuna geçirdik.

    ertesi sabah gazeteciler geldiler, köpeğin bir sürü fotoğrafını çektiler, detayları aldılar ve 2 gün sonra da hürriyet'in cumartesi ekine kapak yaptılar. inanamamıştım. içimi sahibinin mutlaka bulunacağına karşı büyük bir umut kaplamıştı. hatta haberin boyutunu kıskanan babam, ben kaybolsam beni kimse böyle aramaz diye neredeyse bana küsüyordu. ancak hürriyet şöyle bir hata yaptı, haberin sonuna benim ev ve cep telefonlarımı yayınladı.

    neticesinde ise günlerce hatta aylarca telefonlar susmadı. en az 30 kişi köpeğin kendi köpeği olduğunu iddia etti, ismi nedir diyince ya hiçbir şey diyemediler, ya da verdikleri kafadan atma isme köpek tepki vermedi. arayanlar arasında çocuğunun psikolojik problemleri olduğu için köpek isteyenler, köpeği öldüğü için ve ölen köpekleri buna benzediği için arayanlar, sadece ne kadar iyi bir insansınız allah sizden razı olsun diyenler, ya da merak ettik sahibini buldunuz mu diye iş edinip günde 5 kere düzenli arayanlar vardı. ama gerçek sahibi yoktu. aradan 2 ay geçti. telefonlar susmuyor ama sahibini bulamıyorduk. çok sık evden uzakta kaldığım için beni bakmam imkansızdı ve gittikçe birbirimize bağlandığımızı fark edip, ne yapacağımı bilemediğim bir anda, çok yakın bir arkadaşım ben istiyorum dedi. ve köpüşü kuzguncuk ‘a götürdük. arkadaşımın o zamanlar 5 yaşında olan kızı ada köpeğe baktı ve ismi çilek olsun dedi. ve öyle oldu.

    çilek son 2 yıldır kışlarını kuzguncuk ‘ta yazlarını ise assos‘ta geçiren, hatta arada oyuncu olan arkadaşımla birlikte bilumum setleri gezen çok ama çok mutlu bir köpek. arada sırada, aradan iki yıl geçmesine rağmen hala terk edilme tedirginliğini, endişesini gözlerinde görmek insanın kalbini acıtıyor. ama bu endişeli bakışları ona dokunduğunuz anda yerini mutluluğa bırakıyor. çilek ‘in daha önce nerede yaşadığını, sahiplerinin kimler olduğunu, onlardan nasıl ayrı düştüğünü, gerçek ismini ve yavrularının başlarına neler geldiğini, sağ olup olmadıklarını asla öğrenemeyeceğiz. zaten artık o kadar da önemli değil.
  • yaygın kanının aksine hormon uygulaması yapılamayan bir meyvedir. çilek pistillerin birleşiminden oluşan sahte bir meyvedir, zor döllenir, "çekirdeği" içinde değildir ve bu yapısından dolayı hormon uygulamasından meyvenin kendisi değil ancak yaprak ve sapları etkilenir. haliyle üreticiler de boşlu boşuna böyle bir uygulama yapmamaktadır, zira işe yaramayacağını bildiği halde meyveye hormon yüklemesi yapmak için hem zengin hem de sosyopat olmak gibi bir gereklilik bulunur ki bu durumun çilek üreticileri ile kesişim kümesi de haliyle çok kalabalık değil.

    eskiden karşılaştığımız çileklerden daha büyük meyvelerin tüketime sunulmasının nedeniyse, yetiştirilen çilek türleri ve türlerin karakteristik özelliğiyle ilgilidir. ülkemizde özellikle üç iri çilek türü yetiştirilir. california kökenli chantler ve camarosa (en yaygını budur) ve israilden temin edilen dorit 216. şekli bozuk olaran çileklerin bir bölümü türlerden kaynaklansa da, önemli bir bölümü yetiştirme hataları ile ilgilidir (kötü sulama, kötü havalandırmadan dolayı başarısız döllenme, zamanında hasat edilmemesi vs)

    yıllardır süregelen hormon iddiaları ise, ithalat isteği sonucu (tohum değil, meyvenin kendisi için) oluşturulan kasıtlı bir ekonomik komplo olarak başlamış, vatandaşımın cehaleti ve dedikodu severliği, boş konuşma merakı ile birleşince yaygın bir inanca dönüşmüştür. çilek üreticileri de yıllardır buna isyan eder, davalar açar, basın açıklamaları, eylemler festivaller düzenler ama basında bir türlü sesini duyuramaz ve biz şehir insanları da "aman şekerim bunlar hep hormonlu, tadı da yok zaten" mavrasına devam ederiz.

    uzun lafın kısası yiyiniz, yediriniz efendim; hormonlu çilek bir şehir efsanesidir.
  • an itibariyle tadı bir kağıt parçasına, kokusu da tahtaya benzeyen yiyecek. yakında bok yiycez amk.
  • yediğiniz, çilek diye bildiğiniz meyveyi bir de kendiniz bir saksıda yetiştirip yiyin. bakalım önceden yediğiniz çilek miymiş. yaşadığım çağdan tiksiniyorum. ne koyuyorsunuz, ne yapıyorsunuz yediklerimize?
  • çekirdeklerini içine değil dışına koyan bir meyve. ahahahahahaha ilahi çilek, hiç oraya çekirdek konur mu!
  • glisemik indeksi düşüktür.
    bırak böceği, ayı çıksa bile yerim.
  • öğrenildiğinde ufku iki katına çıkartan şeyler kadar olmasa da; çileğin aslında hormon kabul etmediğini, nisan ayında çilek yiyor olmanın gelişen teknoloji ile birlikte seralarda oluşturulan yapay yaz havası ile gerçekleştirildiğini, abuk sabuk boyutlarda olanların aslında çileğin bir çeşidi olduğunu, şu zamanda olmasa da mevsiminde tezgaha düşen çileği pazarın hangi köşesinde satıldığını koklayarak bulabilecek kadar güzel koktuğunu ve haftasonu itibariyle kilosunun 4 lira olduğunu biliyor muydunuz?
  • cennetin bir kokusu varsa eğer, aynen böyle kokmalı diye düşündüğüm meyve.
  • çilek sevimli bir kız çocuğudur. ergenlik döneminde biraz kirazın gölgesi altında kalmıştır ama kiraza göre daha sevimli, daha sosyal, daha bıcır bıcır bir meyvedir. biraz üzülür tombikliğine çilek ama kıskanmaz da kirazı. şekerdir çünkü, iyi niyetlidir çilek.
  • “cennette yenilen meyvelerin dünyadaki eşlerinden 40 kat daha lezzetli olacagı” inancının kabulü durumda hurilere tercih edebilecegim meyve.
hesabın var mı? giriş yap