• 90'lı yılların ikinci yarısında, güneyinde kalan köylerinin aşağı yukarı bütün ilkokul bahçelerine ve mezarlıklarına çam fidanı diktiğim ilçedir. diyarbakır'a bağlı bu ilçenin güneyindeki toprakları şanlıurfa karacadağ dağının eteklerine kadar uzanır. güneydeki bu koyu renkli ve çok sert kayalardan oluşan volkanik arazide yaşayanlar genellikle küçükbaş hayvancılık işiyle uğraşırlar ve/veya pirinç, nohut ve mercimek yetiştirirler. peynir yaparken sütü kaynatmadıklarından, çiğ sütten bulaşan brucella hastalığı yaygındır bu bölgede. bu arazide yürümek çok zordur, bir tuhaftır, özellikle kışın ulaşımı zordur. az ötenizi göremezsiniz.

    hizbullah terör örgütünün kaçırdığı insanları sorguladığı, domuz bağı yöntemiyle öldürdüğü yer altındaki işkence odaları hep bu volkanik arazi içindedir. yaygın olarak görülen ağaç türü meşe'dir. bu bölge içinde yer alan köylerin bir kısmında evlerde tuvalet bulunmaz. karacadağ'a doğru yaklaştıkça sınırlı sayıdaki bazı köylerde genel tuvalet de bulunmaz, köy hayatında yoktur yani tuvalet! nasıl yani diye sorarsınız kendi kendinize. sonra evlerin arka taraflarında insan dışkılarını görünce, gerçek tüm çıplaklığıyla gözünüzün önüne gelir. bu arada bu karacadağ eteklerine yakın köylerdeki köylü kadınların hemen hepsi kara çarşaf giyer. hemen muhtar ile diyaloğa girer, niye tuvalet olmadığını sorarsınız. "yoktur" der muhtar, ısrarla sorsanız da başka bir cevap alamazsınız. onca muhabbetten anladığım "kültürün böyle gerektirdiğidir."

    hanımlarını tepeden tırnağa kara çarşaf ile örterek islamiyeti, müslümanlığı yaşayan, ya da daha doğru bir tanımla yaşadığını sanan bu köylüler, temizlik imandan gelir sözünden habersiz gibidirler, bu sözün özüne riayet eder gibi değildirler. tamam, bölge ihmal edilmiştir, pek hizmet gelmemiştir, köylü eğitilmemiştir ama ne olursa olsun, insanın kendi evinin içine ya da dışına bir tuvalet yapmasının devletin politikasıyla ne alakası olabilir ki? temiz olmak ve bu amaçla yakın çevrede gerekli düzenlemeyi yapmak ancak içgüsel bir davranış olabilir.

    orada yaşadığım süre boyunca köy muhtarlarına, evlerinin içine ya da dışına mutlaka bir tuvalet yapmaları gerektiğini, bunun sağlıklı insanlar için bir zorunluluk olduğunu, bu konuda köylüyü bilinçlendirmelerini, yazın o diyarbakır güneşinin altında kavrulmamaları için de köy içine ve tarlalarının kıyılarına da ağaç dikmeleri gerektiğini defalarca anlattımsa da nihayetinde bir sonuç alamadım, olmadı anlayacağınız. belki bunu anlamakta ve burada şu an bunu anlatmakta zorluk çeksem de anladığım kadarıyla tuvalet yoktu toplum yaşamlarında, kültürel yapılarında böyle bir şeye gerek duymamışlardı. atadan böyle görmüşlerdi. olsun da istemiyorlardı, yapmacık gibi geliyordu bu onlara. aşağılamak için söylemiyorum bunları. çok samimiyim, samimiyetimi anlayacağınızı umut ediyorum.

    baktım tuvalet işi olmayacak, dedim ki; peki o zaman ağaç dikelim buralara. bunu çok benimsediler allah için. yalnız sadece etrafları taş ve beton duvarlarla çevrili köy mezarlıklarına ve okul bahçelerine dikebildik. keçi denilen ve yokluktan her türlü yeşilliği yiyen mendebur hayvanın giremediği alanlar sadece burasıydı çünkü!

    bilen bilir; diyarbakır - mardin karayolu üzerinde çınar'dan çıkınca mardin'e doğru giderken hemen sonra yolun sağında devlet su işleri'nin göksu deresi üzerine kurduğu göksu sulama barajı ve bu barajın oluşturduğu suni göl bulunur. görevliler tarafından baraj içinde, bir de fidanlık kurulmuştur. işte bu fidanlıktan aldığım binlerce çam ağacı fidanını diktik biz bu anlattığım köylerin mezarlık ve okul bahçelerine. gerçi köylü arkadaşlarımızın yaşlı olanlarının hemen hepsi de çam fidanlarını hep vefat etmiş ana - babalarının baş ucuna dikmek istediyse de artık ağaçlar büyüyünce birbirine girmesin diye mesafeyi ayarladık mecburen. vesselam bu fidan dikme işi bitince koyun kesip çok güzel bir pilavla kutlama bile yaptılar, sağolsunlar bizi de çağırdılar. ağaçların kuruma ihtimaline karşılık, muhtarı ve köylüleri kuran ı kerim üzerine yemin bile ettirdim. özellikle önümüzdeki gelecek beş yıl yaz ayları süresince fidanları sulamazlar ise kuruyacaklarını da söyledim ama artık o yıl oradan ayrıldığım için ne oldu bilmiyorum.
    inşallah kurumamışlardır.
  • benim için sadece bir erkek çocuğu adıydı. artık benim oğlumun, canımın parçasının adı.
    bir yokmuş, bir varmış.
    gökten üç elma düşmüş ama bu hikayenin sonu değil başlangıcıymış.
    bir kadını anne, bir erkeği baba yapmış ama hepsinden önemlisi, bir insan en çok ne kadar sevilebilir sorusunun cevabıymış. ömrü uzun, sağlıklı olsun, çınar ağacı gibi kök salıp, her türlü fırtınadan sağ çıksın, ömrümün çınarı olsun, ömrüm çınar' ın olsun.
  • oğlumun ismi.
    (bkz: pek yakında)

    o şimdi bebek!
  • oğlum, canım, ömrümü hayat yapan ciğerparem!
    o her gün büyüyor. ben her gün onunla biraz daha çocuk oluyorum. bugün aynada gördüm, gözlerimin etrafında kırışıklar belirginleşmiş iyiden iyiye. birkaç hafta önce ellerime bakarken yaş aldığımı gördüm de ne oldu?
    yaşlanmaktan korkardım, hayatın geçip gidiyor oluşunu ürkütebilirdi beni, o olmasaydı. çınar'ım... onun dallarına tutundum.
    çocukken hep piknik yapmaya gittiğimiz yerde bir çınar ağacı vardı. ona tırmanırdım, salıncak kurardım, yapraklarının arasından sızıp gözlerimi kamaştıran güneş ışığıyla oynardım. şimdi hep çınar'ımlayım, yeni bir hayat, yeni hayaller. ve hepsi çok güzel.

    (2002'den bu yana, bazen ara versem de yazmaya devam ettiğim ekşi sözlük'teki 10.000'inci entry'mi müsaadenizle oğlum çınar'a adıyorum.)
  • bir erkek adi.. en azindan bi kiz cikip "adim cinar" diyene kadar..
  • hep bir erkek adi olarak düşünmüştüm.. taa ki olağanca yanaklari, sempatik gülümsemesi ve dahi gülen çekik gözleriyle pat dadanak hayatimin içine girene kadar. " çinar" umarim bu ismi telaffuz etmeye uzun yillar devam ederim.zira çok sevdim.

    5. yıl editi : 5 yıldır telaffuz ettiğim ve ömrümün sonuna dek edeceğim biricik eşimin adıdır. nice yıllara sevdiğim.
  • dostum. dün akşam ellerinden birini verdi bana. gövdesine yaslanmıştım uzun zaman sonra. sohbet etmeye çalıştım biraz. fakat kafam çok dağınıktı bir türlü odaklanamadım bir konuya.. halimi fark etmiş olacak ki tam kalkıp adım atmaya başladığım esnada ellerinden birini yumuşakça önüme bıraktı. hiç ikiletmedim hemen aldım yerden. kitap arasına da koymadım, özgürce kurusun istiyorum. tarifi pek mümkün olmayan bir kokusu var. eğer bir çınar ağacı varsa etrafınızda, dost olun onunla. tahmininizden daha çok yanınızda olduğunu anlayacaksınız.
  • her ağaç türü ayrı bir karakter gibi. çınar ise gördüğüm ağaçların arasında en bilge olanı. çok bilen az konuşan hep gülümseyen bilgeler gibi. nasıl bir babacan tavrı var tarifi mümkün değil..
  • son 5 yıldır özellikle erkek çocukları için fazla tercih edilen bir isim olmuştur. zamanında moda olan ama sonra sıradan olmaya mahkum isimlerden olacak olması üzücüdür.
  • sulak yerlerde yetismeyi tercih eden, buyuk yaprakli, meyvesiz agac.. en azindan bu gecelik..
hesabın var mı? giriş yap