• bunu alıp yiyen taocudur, dombilidir, kendini bilmezdir.

    o kadar bağırıp duruyor millet eğer çinekop yemeye devam edersek lüfer kalmayacak denizde diye. sen balığı daha üreme fırsatı bulamadan yersen gelecek sene daha az çinekop, daha az lüfer yersin.

    "o zaman tutmasınlar, yasaklasınlar"

    pazardan daha kuvvetli bir denetim mekanizması daha yoktur. her kuralı delecek bir çakal, her kuralı eğecek bükecek kendine yontacak bir lobi bulunur ama pazarın gücü karşısında durulamaz. sen yemezsen fiyatı düşer, balıkçı satmak istemez, balıkçı satmak istemeyince de balıkçı teknesi daha az yakalar. ağını ona göre atar, rotasını ona göre belirler.

    lezzet bakımından en başarılı balıklardan birisidir çinekop ama 12-15 santimlik çinekopları yemek ile 3 günlük kuzuyu kesip yemek aynı şeydir.

    yok yani balık büyüyünce kartlayıp kösele tadına gelse yine anlayacağım. bir iki ay daha bekledin mi lüfer oluyor bu meret. lüfer yesen ölür müsün?

    çinekoplar da çiftlikten gelmeye başladığında istediğin kadar yersin çinekop. kuzu yediğimiz gibi. o zamana kadar çinekop yeme evladım. yeme ki denizi de karayı kurutup yok ettiğimiz gibi çöle çevirmeyelim
  • insanlardan balıkçıdan alıp yemezlerse balıkçıların tutmayı bırakacakları zannı hasıl olmuş. keşke gerçekten de böyle olsa ama maalesef değil. değirmenin dönmesi lazım arkadaşlar. böyle bir şey mümkün değil ama hepimiz bir anda çinekopu yemeyi bıraksak bile takımlar bu balığı tutmaya devam ederler. çünkü balık sadece sofralarda tüketilmek üzere avlanan bir ürün değil. takımın başındaki reis (denizin dilinden anlayan gerçek balıkçıları ayıralım) radarda üzerine ağ sarılacak kalabalıklıktaki balığı gördü mü bakmaz sarar. sonra bunların geçerli boyları ya doğrudan manava verilir ya da halde mezate çıkarılır. kalanlar da balık unu ya da gübre olmak üzere fabrikalara yollanır. o balık unu dediğin de nedir bilir misin? denizlerimizin içine eden kıyı çiftliklerinde (bizim değimimizle balık havuzlarının) yetiştirilen balıklara yem hazırlamakta kullanılır. 5 kilogram hamsiden elde edilen yemle bir levreğe 1 kilogram ağırlık kazandırabilirsin. bahsi geçen levrek ve çupralar da avrupa'ya ihraç edilir. sadece %10'luk bir bölümü iç tüketime sunulur. kısacası kendi denizimizin balığını tüketmek pahasına, kendi denizimizi kirleterek avrupalı doyuruyoruz.

    kısacası her şeyi devletten beklemeyelim: check. kendi kapımızın önünü süpürelim: check. ama bu işte öyle değil maalesef. sen bireysel olarak almasan da adam çinekopu, kıraçeyi, ispendeki, çingene palamudunu kısacası tüm ince balıkları satacak yer bulacak. barbunun yasal ağ gözü 17'yken adamlar 12'ye kadar düşmüşler. uzatma ağlarını su ürünleri topluyor diye çakaralmaz takmak yerine gps'le pinliyorlar. işin en salak yanı da devletin denetim mekanizması. malumunuz çaparicilere yasak yok. av yasağı olan zamanda sürekli denizdeyim. gırgırlar denizden çekiliyor ama ortalık uzatmacılara kalıyor. av yasağı zamanında neredeyse hiç denetim görmeyen şahsım. yasak kalkınca botun vızır vızır gezdiğini görüp kahroluyor.

    devletin alabileceği 50 tane denetim yolu var. ancak bu işere ayağına deniz suyu değmemiş dört beş bürokratla bir iki siyasetçi baktığı için yeni mekanizmalar geliştirilemiyor. en basiti balıkçıya sübvansiyonlu kota uygulaması yaparsın. balığın boyutuna hiç bakmana gerek kalmaz. dersin ki şu boy tekne ayda şu kadarın üzerine çıkmazsa şu kadar sübvansiyon veriyorum. tekneler büyür, tekne sayısı azalır, denetim rahatlar. adam en düşük tonajdan en yüksek meblağı almak isteyeceği için büyük boyutlu balığın peşine düşer. ya da daha radikal bir japon yöntemi var. bölge balıkçılığı. belli bir boyutun üzerindeki tekneyi iç sulara almazsın. vitaminsiz titanik gibi gezen gırgır teknelerini açık deniz balıkçılığına sevk edersin. iç sularda kalan balıkçıları da belli koordinata hapsedersin. yani dersin ki sen şu 30 millik kıyı hattında 40 kulaç derinliğe kadar avlanabilirsin. her bir balıkçıya ve tekneye ruhsatname verirsin. ömür boyu bu balıkçı bu hattın dışında iç su avcılığı yapamaz. o bölgeyi kullanmak zorunda kalan balıkçı da kendi sahasını hem balığın tükenmesine karşı hem de diğer bölgelerden gelebilecek balıkçılara karşı korur. bunun gibi daha bir milyon tane önlem alınabilir. ama tekrar söylüyorum maalesef tüketicinin bu konudaki yapabilecekleri sınırlıdır ve son noktada bir işe yaramaz.

    denizdeki sorunun bir başka boyutu da deniz bilmez kapitalistlerin, tefecilerin denizcileri ele geçirmiş olmasından kaynakların. o gördüğünüz takımların hepsi borç içinde. en basit çevirme ağı (ki bu torba ağların uzunlupu ortalama 4 km'dir) 60.000 lira. balık tespit etmek için kullanılan cihazlar çeyrek milyon liraya kadar çıkabiliyor. sırf bir teknenin yıllık bakımında kullanılan boya masrafı dudak uçuklatır. yüzlerce beygirlik motorları hareket ettiren mazot ucuz olsa ne yazar. bir takımda 15 ila 20 tayfa çalışır. maaş alır, yer içer. daha da yazılacak çok masraf kalemi var ya meramımızı anlattık sanırım. tekne sahibi tüm masraflarını sezon başında birilerinden borç alır. sezon boyunca bu borcunu, borcun faizini çıkarmak ve dahası kar elde etmek durumundadır. tüm bunlara rağmen her yıl yeni yeni tekneler suya indirilir. biz çinekop yemezsek eminim bu adamlar tutmayı bırakırlar.
  • ey bu aklı veren balıkçı baba. yani çinekop iken avlayalim da baska ülkeler lüfer olarak yemesin ha?

    korkma hacı, hayvan buradan atlantiğe çıkmıyor ki dev japon veya norveç balıkçı filolari anasını bellesin.

    senin ülkeden başka iç denize kıyı olan neredeyse tüm ülkeler sürdürebilir avcılık diye bi'şey yapıyorlar.

    sensin saroz'da dinamitlenmedik alan bırakmayan, sensin troll ile denizin anasını ağlatan, yavru büyük dinlemeyen.

    sonra 5 kilometre otendeki yunan adalarinda adamlar spin oltayla, shore jigging ile kıyıdan 5 kiloluk sinaritleri, mercanları çeker, sen de mal mal bakar şaşarsın "lan deniz aynı deniz, arada en fazla yüzülecek kadar mesafe var nasıl oluyor bu iş ?" deyu.

    oralara turist olarak gidip donenler de anlatır; "30 euroya dört kişilik masa donattık, balığa deniz ürününe doyduk, halbuki türkiye karşıda görünüyor, inanılmaz" deyu.

    sen avlama kardeşim, o lüfer olunca gitmez bi'yere, gitse de soyu tukenmediğinden döner gelir mevsiminde marmara'sına.

    kim ne derse desin satın almayın gençler, bakın 3-4 sene önce satılmayan çinekopları kamyonlarca çöpe atıyorlardı, az daha marmara lüferi bitiyordu.

    bu meret marmaraya ait, büyümesini burada gerçekleştirince bile farklı fiyattan satılan, lezzetini buradan alan değerli ve endemik bir tür sayılır.

    açın balık hali'nin sitesini bakın çanakkale lüferi ayrı fiyattır marmara lüferi ayrı.

    yoksa dünyada nesli tükenecek değil, atlantikte babaları var, amerikalılar baya bir oltacılığını yaparlar.
    (bkz: bluefish)

    mevzu ve özel olan marmara lüferinin istikbalidir, yapmayın.

    not; lüferi alan bana bi'danışsın, ev için basit, sade, içinde ıvır zıvır olmayan (lüfere konmaz zaten) kokusuz bir tarif vereyim dua etsin.
  • yıllar önce slow food akımı türkiye ekibi bir çalışma başlattı. hatta bir ekip kurdular tamamı lüfere sevdalı. isimleri lüfer koruma timi idi. biliyorsunuz lüferin soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya. e akıllarda doğal bir soru oluşuyor; biz bu balıkları daha evvel yiyorduk şimdi bu çinekop yeme sarıkanat yeme de neyin nesi?

    neyin şusu bi tanem; bu lüfer dediğimiz boğazın kralı karadeniz’de açar gözlerini henüz 3 cm’dir. ismi de pomotomus saltatrixdir. efendime söyleyeyim, bu balık henüz defne yaprağı iken bile hamsilerin peşinde koşacak kadar cesaretlidir, onlarla beslenir. samsun, sinop derken zonguldak geçer, düzceye varır. bizim defne yaprağı çinekop olur bile. heyecanlı bir vaziyette memleketine varır artık boğaza... boğazda bu sefer takılır istavritlerin peşine. yağlanır güzelleşir olur sana sarıkanat. artık adından da anlaşılacağı üzere uçan kaçan sarıkanattan sorulur. dişleri jilet gibi keskin kuvvetli çenesi, boğazın akıntısı derken daha da boy atar güzelleşir parlak pullarıyla olur size lüfer. tam anlamıyla boğazın kralı...kefali kapar, zarganayı yutar gören kaçar ondan. iyice yağlanır ballanır, boğazdan marmara’ya geçer onun adı artık kofanadır.derken çanakkale’ye selam çakar ardından ege’ye varır. balık çiftliklerinin gözü pek koruyucusudur kaçan ondan kurtulamaz, ispendekleri leblebi gibi yutar. artık adı sırtıkaradır.

    şimdi... doğumundan ölümüne hayatının her evresinde farklı bir ismi olmuş, denizin en güzeli bu lüfer yok olmakla yüz yüze... işte lüfer koruma timi bu farkındalığı yaratmaya çalıştı. eskiden çinekop, sarıkanat rahatlıkla yenirdi çünkü boldu. bugün ise çinekopu yaşatmak avlamaktan daha kıymetli.
    o yüzden 28 cm altındaki lüferleri alma, yeme, engel ol*
  • kadıköy balık çarşısındaki her balıkçıda satılan yavru balık. yasak olmasına rağmen. şikayet ettiğinizde ise kapı numarasına kadar açık adres istiyorlar. no:5 falan demeden şikayeti kabul etmiyorlar. yani kadıköy balık çarşısında "ali balık" adlı dükkanda satılıyor demek bile yetmiyor. bugün kapı numaralarına bakmaya gittim. yazmıyor ki. illa alışveriş yapıp fişin üstünden adres kollamak lazım. bir de ödüllendirecez adamları. istisnasız hepsi satıyor kardeşim. biraz şerefiniz varsa gider cezasını kesersiniz.
  • lüferin bebek halidir, satışı bu denli kifayetsizce devam ederse torun tombalağımız lüferi ancak harun yahyanın fosil sergilerinde görebileceklerdir. satışını gören, tezgahta rastlayıp 20cmden küçük olduğunu tespit edenin arayıp 174ü şikayet etmesi, tezgahtarla ağız dalaşına girmesi, insanlık görevidir.
    https://www.facebook.com/…3108555737&type=1&theater
  • gözü dönmüş ticari balıkçılar tarafından, gırgırlar ve troller ile anası bellenen tür. gerçi bütün türler için geçerli bu. palamutlar daha vanozken, çingene palamutu iken talan ederler. asıl palamut olacağı zamanda taşşaklarını avuçlayıp ağlarlar. ulan dallama, bıraktınmı ki balık palamut haline bir gelsin...
    hamsi ekim ayında kendini gösterir göstermez yağmalamaya başlarlar. daha hamsi yağlanmamışken, yeme zamanı gelmemişken balığın anasını bellerler. vatandaş yemese de balık unu fabrikalarına satılır, olmadı gübre olarak çiftçiye satılır ciklet parasına. sonra hamsi yeme zamanı gelince ortalıkta hamsi kalmaz doğru dürüst. "bu sene hamsi olmadı yaa, çok zarar ettik" diye ağlarlar...
    mezgit desen aynı. çocukken tezgahlarda karış karış mezgitler olurdu hep. ben bu sene tezgahlarda 15 cm den büyük mezgit görmedim desem yeridir.
  • anlamakta gucluk cektigim bir durum var. her persembe ny/nj bolgesine turkiye'den balik gelir. her halde dondurup kargoya veriyorlar. turk marketlerinde satiliyor.

    simdi atlantik kiyisina akdeniz'den balik getirmek basli basina ilginc. italya ve yunanistan'dan (ve muhtemelen turkiye'den) ciftlik baligi geldigini dusunursek demek ki para kazaniliyor. onu gecelim.

    bir kac haftadir buradaki tezgahlarda cinekop goruyorum. tas catlasa 15 cm boyunda. bu baligin tutulmasi yasaksa gumrukten nasil geciyor, buraya nasil geliyor. kim izin aliyor, kim izin veriyor. muhtemelen amerikalilar durumdan habersiz. ya turkiye?
  • ayrı bir balık sanılsa da aslında lüferin yavrusu.

    çinekop avlaya avlaya lüfer denen balığın sonunu getiren balıkçılar ilerde ne çinekop avlayabilecekler / satabilecekler ne de lüfer.

    her daim lüfer yemek istiyorsak çinekop avlamamak, satmamak ve almamak gerek ki nesli tükenmesin.

    mutlu tönbekici de çinekop yemeyin demiş.
  • şu an büyük gırgırlar ile marmara denizinde talan edilen balık. adamlar balığı şoklayıp tutacak teknolojiye sahip olmuşlar ve santim santim denizi tarayıp buluyorlar bunu. hiç bir kotaları olmadığı gibi denetleyeni de yok bu yamyamların. bir tanesi geçen neredeyse on metre derinliğe ağ attı, hemen aradım sahil güvenliği. telefondaki zatı muhterem sahil güvenlik elemanı balıkçıyı babasıymış gibi savunarak beni sinirden kendimi skecek kıvama getirdi. yok gırgırlar nizami sınırlara uyarmış, yok ben nereden biliyormuşum oranın derinliğini, falan falan. ben diretince bursa harita dairesi diye bir yerin telefonunu verdi ve kapattı telefonu. orayı da aradım, telefona bu sefer balıkçının küçük oğlu çıktı. bik bik bik, ben derinliğe bakacağım, uymuyorsa botu gönderiyorum diye kapattı telefonu. bekledik, gelen giden olmadı. gırgır vurdu voliyi, sermayesiz mahsulünü topladı. sahil güvenlikçi abilerimin de tospişleri üşümedi, oturup bir güzel çaylarını içip maaşlarını hak ettiler.
    tezgahlarda çinekop on liraya düştü. bir çoğu yasal limitlerin altında. tarım bakanı ve su ürünleri denetleme ekibinin ne iş yaptığını bilen varsa geri gelsin. ayrıca bu ülkenin cumhurbaşkanı sigara içene yasalara uymuyor diye en ağırından ceza kestiriyor, teknolojiyi kullanıp denizleri sömüren, bir çok kanuna uymayan, sermayesiz ticaret yapan, büyük oranda vergi kaçıran balıkçıyı gözü görmüyor.
    iyi uykular türkiye, on sene sonra balık diye benim buruşuk tospişlerimi yersiniz artık.
    not: yamulmuyorsan bu arkadaşların mazotunu da devlet sübvanse ediyor.
hesabın var mı? giriş yap