• özel isimdir.
    büyük harfle başlar, çekim eki aldığında kesme ile ayrılır.

    nerden icap etti, kısaca: bir sosyoloji bitirme tezine göz attım. eyvah eyvah!
  • küçük bir çingene kızını , 3 4 yaşlarında ufaklık, kalabalığın arasında tek başına yürürken gördüm,izliyorum ne yapıyor diye. arkasından 6 7 yaşlarında bir oğlan( oda bir çingeneydi) geldi kayıp mı oldun, dedi. küçük kız ise , yok hayır benim evim şurada( karşıda tepenin üzerindeki gecekonduları göstererek) diye karşılık verdi. kızın sesinde öyle bir özgüven vardı ki o kalabalıkta kimse de yoktur o özgüven. 6 7 yaşlarında süpermarket te reyonlar arasında annemi kaybedip ağladığımı düşünerek hayran kalmıştım kıza. o günden beri oralardaki çingeneleri hep izlerim, ilgimi fazlasıyla çektiler.
  • orijinal bir çingeneyi tanımanın 3 yolu vardır;
    dudaklarının iç kısımları hafiften mora çalar, mutlaka bir müzik aletine meyillidir ve eğer üzerinde altın bir takısı varsa illaki 24 ayardır.
  • yıllar önce bir güzel kızdan etkilenerek yazdığım hikayedir:

    çok sıcak bir yaz günü. etrafı eski dükkanlarla çevrili, kaldırımları yamuk yumuk bir caddede insanlar kah etrafa bakınıyor, kah yetişmeleri gereken yerlere doğru koşturuyor. ben de etrafa bakınanlardan biriyim. terden ıslanmış, dağınık, uzunca saçlarım, siyah takım elbisemin omuzlarına dokunuyor. takımımı, yaka düğmesi açılmış, ütüsü bozulmuş beyaz bir gömlek ve gevşetilmiş siyah bir kravat ile tamamlıyorum. ve tabii tok bir ses çıkaran siyah, tozlu ayakkabılarım...

    yürüyorum...

    dükkanlarda insanlar alışveriş ediyor. yanındaki kız çocuğunun elini tutan bir adam, almak istediği resim için antikacıyla pazarlık ediyor. bezgin antikacı hiç oralı değil. yüzünde sanki resmi satmak hiç umrunda değilmiş gibi bir hava var. çocuksa uzaktan geçen dili sarkmış köpeğe bakıyor.

    yavaş yavaş yürüyorum...

    biraz ileride kasketli, yaşlı bir amca ile önlüğü kan lekeleriyle dolu bir kasap hasır iskemlelere oturmuş tavla oynuyorlar. ama bu oyun oynamaktan çok, her gün aynı saatlerde yapılan bir görevi savmak gibi. kasap zarı atıyor ve bu hareketiyle yaşlı adamın koluna konmuş sineği korkutup kaçırıyor. iki bir gelen zar, kasabın yüzünü buruşturmasına sebep oluyor.

    yürümeye devam ediyorum...

    az ileride, ağır yükünü yanına yıkmış bir hamal kaldırımın kenarına çökmüş. kirli mendiliyle sırılsıklam yüzünü ve boynunu silerken, duyulmayan bir sesle mırıldanıyor. sanki hamal olmasına, evde ekmek bekleyen karısına ve çocuğuna, hatta dünyaya gelmiş olmasına cılız bir isyan ediyor. kafasını hafifçe kaldırıp gözlerini kısarak güneşe bakıyor ve mırıltısına sıcağa ettiği bir küfür de ekleniyor.

    yürüyorum...

    çok uzaktan bir müzik sesi geliyor. tüm bu sıcağın, sıkıntının içinde ufak bir eğlence. ne hoş... sese doğru adımlarımı hızlandırıyorum. müziğin latin tonu, ona yaklaştıkça daha çok ortaya çıkıyor. bir grup insan toplanmış, bu müziğin kaynağına doğru bakıyor. eski, kocaman bir kasetçalar... kasetçalardan ispanyol tarzı çalan bir gitar sesi yükseliyor.

    duruyorum...

    seni görüyorum. çingene... kırmızısı yoğun, rengarenk, fırfırlı eteğini ve simsiyah dalgalı saçlarını savurarak flamenko yapıyorsun. esmer yüzünde bir gülümseme var. kulağına sıkıştırdığın bir karanfil, yanaklarında ise canlı bir allık. gözünün kenarında ufacık bir ben. uzun tırnaklı ellerini üç kere birbirine vuruyorsun ve bağırıyorsun: ole! tekrar kıvrak ve ince vücudunu müziğin ritmiyle hareketlendirirken herkes pür dikkat sana bakıyor.

    şarkının sonuna yaklaşırken göz göze geliyoruz. bana belli belirsiz göz kırpıyorsun. büyülenmiş gibiyim. şarkı hiç bitmesin istiyorum bir yandan, bir yandan da çabucak bitsin ve yanına gelip seninle konuşayım istiyorum. yavaş yavaş azalan sesle birlikte, son kez bağırıyorsun: ole!

    tekrar göz göz geliyoruz. bu sefer bana gülümsüyorsun. yanına doğru hareketleniyorum. bu sırada bir kamyon, gürültüsüyle birlikte sokağa giriyor. siyah bir kamyon... yanına geldiğimde yüzüne bakıyorum. bana "merhaba!" diyorsun cıvıl cıvıl sesinle. konuşamıyorum, sadece elimi uzatabiliyorum. siyah kamyon yanımızda duruyor. içinden bir adam iniyor; başındaki fötr şapkası ve kravatsız giydiği siyah gömleği ve siyah takımıyla... bir elinde gitar kutusu tutuyor. boştaki eliyle ise ağzındaki sigarayı yere atıyor ve tozlu ayakkabılarıyla yere attığı sigaranın üstüne basıyor. sana bakıyor. ve bana...

    güneş gözümü alsa da, adamın yüzündeki sinirli hali görüyorum. ikimizin ortasında duran sana yavaş yavaş yaklaşıyor. seninle benim aramıza geçtikten sonra duruyor. gözleri gözlerime kilitli. beş saniye kadar sonra sağ dizini yavaşça yere dayıyor ve gitar kutusunu da önüne koyuyor. senin yüzüne takılıyor gözüm. artık o yüz gülmüyor.

    adam, gitar kutusunu açtığında, gitar kutusunun aslında gitarı değil, bir pompalı tüfeği sakladığını görüyorum. ahşap saplı, kısa namlulu, eski tip bir tüfek... tüfeği alıp bana doğrultuyor adam. fötr şapkasını hafifçe geriye doğru iterken yine gözlerime kilitleniyor gözleri. ne bir şey söyleyebiliyorum, ne hareket edebiliyorum.

    bir kıvılcım görüyorum ve yüksek perdeden bir patlama sesi duyuyorum. aynı anda geriye doğru savrulurken göğsümde bir acı hissediyorum. yere düştüğümde mavi, açık gök yüzünde ufacık bir bulutu fark ediyorum. gözlerim yavaş yavaş kararırken, kafamı çevirip son bir kez sana bakıyorum çingene.. vücuduma yayılan bir sıcaklık duygusuyla kendimden geçiyorum...

    üstüme yayılan sıcaklıkla gözlerimi açıyorum. beyaz badanalı bir oda... tavanında çalışan vantilatör dönüp duruyor. açık camdan tatlı bir rüzgar giriyor içeriye. başım birinin kucağında. kim olduğunu görmek için sakince doğruluyorum. "uyandın mı sevgilim?" diyor bir ses. gülümseyen esmer bir yüz, kırmızı karanfil, gözün kenarındaki ben... o sensin çingene, o sensin...
  • bugün bulunduğum ilçedeki bir bim şubesinde iki kişi hırsızlık yapıyordu, biraz geç oldu ama söyledim bim'deki çalışana durumu. ben de dükkandan çıkarken gördüm zaten bu iki esmer vatandaşın yaptığını. dükkandan çıktıktan sonra karnında sakladığı birkaç ürünü çıkardı biri ve yola devam ettiler. bu benim gördüğüm ve bana zarar veren ilk hırsızlık olayı da değil. isimlerini duyunca benim aklıma sadece şu geliyor:

    (bkz: hırsızlık)
  • ali mezarcıoğlu "insanoğlu tarıma başladığında bir grup bunu reddedip avcı-toplayıcı kalmaya devam etti. sonra sanata ve zanaate yöneldiler. ilk çingeneler bu gruplardır." der.
  • bu topluluğu daha iyi anlamak için jan yoors'un çingeneler adlı romanı okunmalıdır.
  • azerbaycan çingeneleriyle yapılmış bir röpörtaj

    ilginç kendilerinin kürt olduğunu söylüyorlar.
  • çingene olarak doğmak vardı
  • aralarında fazlaca çirkefleri, saldırganları, yapışkanları, ne bileyim bir şekilde insanı huzursuz edecek davranışlar sergileyenleri vardır. hatta bir gün delirip, bi taraflarını kırıp sakat bırakabileceğim komşularım vardır. ancak mevzu o değil.

    ne olursa olsun ben eğlence anlayışlarını, neşelerini pek seviyorum.

    (bkz: aman sabahlar olmasın)
hesabın var mı? giriş yap