• mexico city kentinin en işlek caddelerinden birinde, gövdesi iznik çinileriyle kaplı zarif bir saat kulesi yükseliyor. bu anıtın üzerinde yer alan plaket ise türk toplumu olarak "özgüven duygusu" açısından nereden nereye geldiğimizin acıklı bir kanıtını oluşturuyor.
    http://www.karakutu.com/…ges/alimurat/tarih0812.jpg

    onu ilk gördüğümde gözlerime inanamadım. türkiye'den bu denli uzaklarda, şimdilerde ülkemizin haritadaki yerinin bile doğru düzgün bilinmediği bir diyarda, bize dair, bizden izler taşıyan bir anıt. daha doğrusu bir "kent mobilyası". üstelik de geçen onca zamana inatla direnircesine hâlâ ilk günkü gibi tıkır tıkır çalışıyor. sözünü ettiğim obje, meksika'nın başkenti mexico city'de, kentin en işlek bölgelerinden bolivar caddesi'nde bulunan bir saat. bundan birkaç yıl önce, bir belgesel film çekimi için gittiğim meksika'da gördüm onu. ve sınırlı zamanım içinde de heyecan içinde birkaç kare fotoğrafını çekmeyi başardım.

    bu ilginç anıtı bana elçilikten üst düzey bir yetkilinin değil, elçilik rezidansının türk aşçısının göstermesi olayı daha da şaşırtıcı kılıyordu. bizi kentte gezdiren bolulu aşçı hüseyin laf arasında -sanki çok sıradan birşeyden söz ediyormuş gibi- şu cümleleri mırıldandı: "ağabey, biraz ilerde osmanlılar'ın gönderdiği bir saat kulesi var. eğer ilgini çekerse ona da bir bakarız!" ilgimi çekmek mi? yalnızca saniyeler içinde "ilgi"den adeta patlama noktasına gelmiştim bile. hüseyin'in sözünü ettiği kavşağa doğru ilerledik. işte tam karşımızda duruyordu. dedelerimizden asırlık bir yadigar, osmanlı insanından aztekler'in torunlarına sıcacık bir selam...

    saat sanki selam verdi
    vakit tam da saat başıydı. o sırada içindeki gong sistemi bize selam verircesine çalmaya başladı. çevresinde defalarca dönüp durdum. kadranındaki rakamlar arapçaydı. zamanı birebir doğru göstermesinden saat bölümünde herhangi bir arızanın olmadığı anlaşılıyordu. ön yüzüne gömülmüş olan plakette ise şu cümleyi okudum: "la colona otomana a mexico. septembre de 1910." (osmanlı devleti'nden meksika'ya. eylül 1910)
    ali murat güven
    http://www.karakutu.com/…=news&file=article&sid=451
  • çok yer gördüm diyemem ama az da yer görmedim şu hayatta. ama burası kadar çirkin, itici, pis, sevimsiz şehir görmedim lan (başka kötü sıfat gelirse aklınıza söyleyin, eklerim). gittiğime, gördüğüme, geçirdiğim her dakikaya pişman olduğum bir sofya var, bir de burası, o kadar söyleyeyim.

    genel olarak orta ve güney amerika tarzı bu herhalde, her sokak, kaldırım seyyar satıcı dolu. yürüyemiyorsun yolda rahat bir şekilde. bir yanda cips, kola satan küçük seyyar büfeler, bir yanda taco, quesadilla yapan seyyar yemekçiler. bütün şehir tortilla kızartmaktan yağ kokuyor amk. mideme, bağırsaklarıma güvensem "ver bir taco amigo" diyecem de, o boktan yemeği yedikten 1 saat sonra kusa sıça öleceğimi biliyorum. ha tabii sadece ben değil, herhangi bir turistin yemesi de önerilmiyor bunları. sokak dışında küçük restoranlarda yeyince bir problem olmuyor. zaten restoran dediğin de 1-2 liraya yemek yiyorsun, 3-4 tane alınca maksimum 10 liraya doymuş oluyorsun. allahtan ucuz yer, yoksa çekilecek kahrı yok.

    ben kaldığım hostelin duvarına yazdıkları mexico city'de yapılacaklar listesini google'dan araştırıp onları yapmaya çalıştım. bunlardan biri basilica de guadalupe diye bir dini mekan. bir sürü kilise ve şapelin birleşiminden oluşan büyük bir alan. zahmet edip bir kelime ingilizce bir şey yazmadıklarından ne bok yiyorlar burada bilmiyorum ama adamlar baya dindar olduklarından büyük ihtimal önemli günlerde burada toplanıyorlardır, çok büyük bir alan çünkü (bu arada girşiten geçince insanların dizlerinin üstüne sürüne sürüne kilise yol aldıklarını göreceksiniz, şaşırmayın). açıp resimlerine de bakarsanız, öyle latin amerika, aztek, koloni mimarisi falan değil, modern dönemlerden bir kilise ama kendisi bir gram zarafet ve estetik barındırmıyor.

    bir diğer mekan mercado de sonora idi. burası eşşek kadar büyük bir pazar. yine beklentimizi yükseltmiyoruz tabii ki, çünkü burası sadece her türlü şeyi bulabileceğiniz, herhangi bir otantiklik, ilginçlik barındırmayan bir yer. herhalde bir 15 futbol sahası büyüklüğünde vardır, ahrbi büyük yani. ankaralılar için maltepe pazarı neyse, bu onun sadece büyüğü. bir yanda bir sürü biblo, ev eşyası, aksesuar varken, bir yanda pet shop gibi köpek, horoz, bıldırcın varken, bir yanda da porno cd, dvd, dergi bulmak mümkün. bence arayıp da bulamayacağınız bir şey yok. hatta pazarda ya da o caddede yeteri kadar ilerlerseniz, fahişeler de çıkıyor karşınıza. harbi yok yok yani pazarda. meksikalıların yüksek zekası da, bu pazara çıkan metro istasyonunu adeta narnia'ya açılan dolap gibi pazarın içine yapmış. sorun şu ki, pazarın her yeri birbirine benziyor ve işiniz bittiğinde o metroyu bir daha bulamıyorsunuz. öyle de macera dolu bir yer.

    mexico city panoraması görmek isteyenleri ise torre latinoamericana'ya alıyoruz. şehrin en yüksek binası ünvanını 1984'e kadar taşımış. önemi ise sismik bir bölgeye başarıyla yapılmış en yüksek gökdelenlerden. 1985'teki depremde zarar görmemiş. bu bina bir şirket tarafından kullanılıyor şu ana ama en tepesi turistlere açık. tura katılabilirsiniz fakat bara çıkıp iki bira atmak en mantıklısı. ben tropikal sezonda orada olduğum için gördüğüm en çılgın yıldırım ve şimşekleri gördüm, buluttan şehir görünmüyordu.

    bu kadar boktan yer içerisinde güzel yerler de var tabii. mercado de artesanias de la ciudadela isimli pazar. burada türlü türlü meksika'ya özgü eşyalar, kıyafetler vs. bulunabiliyor. sombrero, panço, kıyafet, anahtarlık, vs. hediyelik eşya alınacaksa buraya gitmekte fayda var.

    şehrin en güzel tourist attraction'ı şehre bir saat uzaklıktaki teotihuacan. bu bölgede eskiden yaşayan halkın kurduğu antik bir şehir. aztek veya mayaların değil, başka bir uygarlığın şehri. görünce eskiden insanlar ne güzel yerlerde yaşıyormuş diyorsunuz. (bir diğer mekan için machu picchu)güneş ve ay isimli iki adet piramit bulunmakta. merdivenleri baya dik ve tırmanması zor haliyle, ama her gün gelmediğimiz için tırmanıyoruz tabii ki. giriş 45- 50 peso, şehirden otobüs ise gidiş-dönüş 84 peso. ayrıca şehrin içindeki satıcılarda çok güzel aksesuarlar var, pazarlık yapıp almakta fayda var.

    son olarak, ölmeden önce görülmesi gereken bir şehir değil ama gidip bir metro yolculuğu yapmakta fayda var.malum şehirde 22 milyon insan yaşıyor ve 10-12 metro hattı var. her ne kadar sık gelse de bu insanlara yetmiyor. haliyle tıkış pıkış. meşhur çin'deki metro videosu gibi, kapıları kapatmak için insanları içeri itiyorlar. inişte de millete acımadan, adeta insan olduğunuzu unutup hayvan gibi davranmaya başladığınız, dışarı çıkmak için herkesi itip kakıyorsunuz. ayrıca belirli saatlerde metrolar haremlik selamlık oluyor, malum kalabalık olduğundan tahminim meksikalı erkekler, kadınlara dayıyor. ama adamın elinde değil, her halükarda dayıyorsun. adeta hands-free yolculuk.

    kısaca (hiç de kısa olmadı amk, sikko şehir hakkında başucu eseri yazdım durduk yere), beğenmediğim bir yer. gidilecekse 3 gün falan harcanır, çevre şehirlere gidilir. en güzellerinden biri için (bkz: #43870692)

    aylar sonra oylanınca tekrar baktım da çok itin götüne sokmuşum, o kadar da kötü değil lan, gidin görün. özledim galiba gezmeyi :(
  • ben burada 1 ay kaldım. gerçekten harika vakit geçirdim. özellikle de iç karartıcı ülke gündeminden uzak olmak çok çok iyi geldi. gözlemlerimi paylaşayım yüksek müsaadenizle.

    öncelikle burası gerçekten büyük ve gelişmiş bir şehir. the mexican gibi ucuz hollywood filmlerinde gösterilen meksika ile alakası yok. özellikle de condesa, roma, masaryk gibi muhitlerde gezerseniz kendinizi avrupa'da gibi hisseder, adaletsiz gelir dağılımının zengin kısmına şahit olursunuz.

    gelmeden önce çöl sıcaklığı ve kaktüsler hayal etmiştim ancak her ikisi de hayalmiş onu gördüm. şehir merkezinden uzaklaşıp 1-2 saatlik yerlere çıkıldığında kaktüsler var elbette ama özellikle yaz dönemi mayıs ayından eylüle kadar yağışlı dönem. sabahları ve akşam 5'ten sonra bildiğin sonbahar. serin ve yağışlı. ancak öğle zamanı güneş baya yakıyor. gece ve gündüz arasındaki sıcaklık farkı yüksek o açıdan.

    insanlar için ise latin amerika insanları demek yeterli olur. sıcak ve bir o kadar da ağır kanlılar. benim gibi raad bünyeleri bile sarsabilecek kadar ağır. ben ki ankara'da evimin önünden kalkan* servise sırf yetişme paniği yaşamamak, rahat rahat hazırlanmak için binmeyen ben yaşar usta, burada bankada, pazarda kendimden geçiyordum bekletilmekten.

    yukarıda saydığım muhitler dışında güvenlik sorunlarının yaşandığını duydum. özellikle adam kaçırma çok yaygınmış. ofistekiler ilk günlerde bana kaçırılma hikayeleri anlattılar durdular. ama sonuçta şehri de yaşamak lazım. gösterişli takılardan, kol saati takmaktan kaçınmakta fayda var. ben olumsuz hiçbir şey yaşamadım. hatta hep yoldan taksi çevirdim. uber diye bir uygulama var, onu tavsiye ederim. hem daha ucuza hem de çok güvenli bir şekilde seyahat etme imkanı sunuyor. ama yoldan geçen taksileri durdurmak daha heyecanlı bence. kasıtlı olarak yolu uzatanına da rastlamadım hem hiç.

    fiziksel görünüşlerine gelirsek, en belirgin olan ikisi kısa boy ve kalın üst dudak bence. kadınların popo ve memeleri genelde büyük ama kısa boylu olduklarından bu büyüklük onların şişman görünmesine neden oluyor. erkekler de bizimkilere benziyor bence, esmer ve 1.70 civarı boylarda olmalarıyla. ama kibarlık konusunda bizimkilere ders verir. e tabii bunları kafalarda bir resim oluşsun diye anlatıyorum. yoksa kimseyi yermek değil amaç.

    adaletsiz gelir dağılımının olduğu bir yer burası da. öyle insanlar görüyorsunuz ki sokakta, insanın gerçekten içi acıyor. öte yandan büyük marketlerde veya zenginlerin oturduğu semtlerde hizmetçisi arkada dolaşan insanlar görüyorsunuz. hizmetçilerin kıyafetleri ise marimar dizi setinden fırlamış gibi.

    bana ilginç gelen şeylerden biri de kızların 15. yaş günlerinin düğün gibi kutlanması oldu. bizdeki kına nişan gibi şeylerde giyilen abartılı ve zevksiz kıyafetlerden giyinip arkadaşlarıyla kutluyorlar. geleneksel bir şey. kızın büyüdüğü gibi bir anlama geliyor ki bu kız çocuklarına değer verildiğini gösteren bir durum bence.

    gezme kısmına gelirsek bence şehir merkezi turistik açıdan tatmin edici değil ama antropoloji müzesi* kesinlikle görülmeli müthiş! 1-3 saat arası mesafede ise gerçekten harika şehirler var. unesco kültürel miras listesindeki şehirler... kuzeydekileri sayarsak, meksiko'dan çıkış sırasına göre; queretero, san miguel de allende, dolores hidalgo ve favorim olan guanajuato. güneye doğru ise: cuernavaca, taxco, acapulco ve tabii ki en güneyde mis gibi plajlarıyla cancun. bunlardan daha yakın ve en beğendiğim ise ay ve güneş piramitlerinin bulunduğu teotihuacan, kesinlikle görmeden gelinmemesi gerek. bir diğer güzel şehir de aktif bir volkan olan popocatépetl'i nispeten yakından görebileceğiniz puebla. frida'nın evinin de bulunduğu coyoacánda oldukça yakın ve görülesi.

    şehir merkezinden de görülmeden gidilmemesi gereken yerler var elbette. mesela atatürk'ün paseo de la reforma'daki heykeli. bir diğeri ise reloj ottomano. üzerinde "la colonia otomana a mexico. septiembre de 1910." (osmanlı devleti'nden meksika'ya. eylül 1910) yazan, osmanlı'nın zamanında hediye ettiği saat. mercado de artesanias de la ciudadela, el sanatları pazarı burası. hepsi meksika'ya özgü, made in china olmayan muhteşem şeyler barındıran ve saatlerce çıkamayacağınız harika bir yer.

    şehrin centro historico diye anılan yerine gidilirse de, zocalo meydanı, guadeloupe kilisesi, antropoloji müzesi, diego riveranın duvar resimlerinin bulunduğu palacio nacional, metropolitan katedrali, başkanlık sarayı, aztek tenochtitlan kalıntılarının bulunduğu templo mayor müzesi ve koloniyal evleri görülmeli. chapultepec parkı ve parkın içindeki kale de fena değil.

    yeme içme meselesine gelirsek de, acı, baharat vs. seven bünyeler için müthiş bir yer. sokaktaki satıcılardan da yedim ben. gayet lezzetliydi. sokakta satılan churroslar özellikle harikaydı. dilimlenmiş tropikal meyveler zaten müthiş.

    ben çok sevdim, çok da mutluydum orada bulunduğum sürede. beklentisiz, mutlu olmak için gidilirse her yerde mutluluğu bulmak mümkün. hiçbir şeyi beğenmeme timindenseniz zaten gitmeyin bir yere.
  • boğazı olmayan bir istanbul gibi olan, 2 haftalık maceramda her dakikasında bana kendimi evimdeymişim gibi hissettiren, özellikle noel döneminde turistik noktaları, çevresinde kurulmuş seyyar pazarlar, lunaparklar vb. şeyler nedeniyle daha bir kaotik olan şehir.
    turist olarak gideceklere tavsiyeler:

    valiziniz varsa, havaalanından gideceğiniz yere metroyla gitmeyin. sırt çantanız varsa, dikkatli olmak kaydıyla metroyu kullanabilirsiniz. metro ve dolmuşların bir çoğu 3 peso (tl ile 50 kuruştan daha az). havaalanından taksiye binecekseniz resmi taksilere binin. daha sonrasında da şehri dolaşmak için taksi kullanacaksınız sitio de taxi denilen durakların telefon numaralarından edinin. sokaktaki taksilere binmeyin.

    şehrin büyüklüğünü uçaktan inerken algılayamadıysanız, ilk 2 gün şehri turibus ile gezin. 2 günlük bilet 180 peso (ki yaklaşık 10 eu civarına tekabül ediyor). önce güney turunu yapın. sadece coyoacan'da inin, buradan yürüyerek frida'nın evine ulaşın. sonra yolunuza devam edin. tarihi merkez turu yaklaşık 3 saat sürüyor. bunu 2. güne bırakmakta fayda var. zocalo'da inip öğle yemeğinizi allende metro çıkışının hemen yanındaki cafe de tacuba'da yiyin...

    antropoloji müzesini bir bilenle gezin. ben şansıma couch surfing'den gönüllü bir arkeolog buldum. 5 saatte müzenin çoğunu gezdik. en az 3-4 saati gözden çıkarın.

    amerika'da yaşamıyorsanız ve amerikan abur cuburlarına hastaysanız, bu şehir de bir cennet. aradığınız her şeyi azimle bulabiliyorsunuz.

    bir otelde değil de bir meksikalının yanına misafir gidiyorsanız, akşamları aç kalmayı göze alın. meksika'da ana öğün öğle yemeği olduğu için akşamları çoğunlukla geçiştiriliyor.

    sabahları pan dulce denilen envai çeşit pandispanya-kurabiye tarzı şeylerden yiyin.

    ciks mekanlarda takılmak isterseniz presidente masaryk caddesine vurun kendinizi. burası bağdat caddesi kıvamında, kimsenin sizi rahatsız etmeden gezebileceğiniz bir yer.
  • her yıl 25 santim çöktüğü söylenen, deprem güvenliği 85* depreminden sonra sıkı tutulan şehir
  • ilginç bir şekilde kendimi epey güvende hissettiğim ve trafik başta olmak üzere pek bir olumsuzluğa denk gelmeden ziyaret ettiğim meksika'nın başkenti olan şehir. biraz siyasi tarih ve popüler kültürle haşır neşir olunca insan ister istemez tedirgin oluyor, önyargılar oluşuyor zihinlerimizde. ama şikago'da kendimi daha tehlikede hissetmiştim ve bir an önce şehirden kaçmak için günleri saymıştım ama ciudad de mexico'da böyle bir şey hissetmedim, aksine oldukça güzel bir gezi oldu. hatta trafik bile pek sorun olmadı ama galiba bu biraz da benim günü kullanma biçimime bağlı olarak gelişti.

    şöyle ki: gündüz etraftaki önemli tarihi ve turistik mahalleler, antik kentler, kasabalar ve kazı alanlarını dolaştığım için trafiği görmedim. akşam kaldığım hostele gelince de hostelin kendi barı ve restoranı olduğu ve gayet güvenlikli bir bina olduğu için kimseyle yüz-göz olmadan ve şehrin kronik sorunlarına değmeden bir hafta geçirdim (gerçi bu benim üçüncü gelişim ve her seferinde aynı tarifeyi uyguluyorum. aslında gittiğim pekçok şehirde benzer programlar yaptığım için vaziyet genelde karışık olmuyor benim açımdan).

    şehir oldukça tarihi bir öneme sahip. sadece ispanyol istilacı/sömürgecilerin merkezi olması hasebiyle değil onlardan önce de gayet önemli bir yerleşimmiş burası. aztek imparatorluğu ve hatta daha genelde aztek medeniyeti için oldukça değerli bir yer ve zaten aztekler olanca hünerlerini bu şehri inşa ederken göstermişler. buraya gelince yapılacak ilk şeylerden biri tabii ki teotihuacan antik kentini ziyaret etmek oldu. buradaki güneş piramidi ve ay piramidi muhakkak görülmesi gereken yerler. oldukça geniş bir alana kurulu olan antik kenti gezmek saatler alabiliyor ve özellikle mevsime göre hemen her gün öğleden sonra yağmur yağdığı için hazırlıklı olmakta fayda var (ben aralık ayında gittiğimde bir hafta her gün istisnasız ıslandım). her iki piramide de çıkabiliyorsunuz. eğer bir sağlık probleminiz varsa yahut yaşınızı almışsanız dikkatli olmak gerek çünkü epey dik ve yüksek; öyle ha deyince çıkılmıyor.

    ilgili başlıklarda daha sonra anlatacağım için kısa kısa geçiyorum. daha sonra tenochtitlanyerleşkesine geçtim (ki şehrin diğer tarafında, aynı gün içerisinde ziyaret etmeyi düşünüyorsanız iyi planlama yapmanız lazım). burasının önemi kanal sistemi kurulmuş olması ve imparatorluğun başkentliğini yapması. aztek krallarının sarayları ve daha başka ilginç yapılar var burada. epey büyük bir yerleşim (hatta klasik dönem için amerika kıtasının en büyük şehri olduğunu söylemişlerdi). yine de bu yerler şehrin biraz dışında kalabiliyor.

    çeşitli nedenlerle (vakit darlığı gibi) daha şehir içinde kalan yerler isterseniz eğer, chapultepec tam sizlik. burası aztek elitlerinin (kral dahil) dinlenmek için inşa ettirdiği ve sık sık kafa dinlemek için geldiği bir yer. avrupalılar istila edip, sömürge durumuna düşünce, sömürgeciler bu tarafta bir kale yapmışlar ve hükümet sarayı olarak kullanmışlar bir süre. aynı adla (chapultepec kalesi) anılan yapı çeşitli amaçlarla kullanılmış daha sonradan. ziyarete açık. ayrıca burada moctezuma banyosu (banos de moctezuma) dedikleri bir su sistemi var (iyi planlama yapın zira pazartesi günleri kapalı oluyor). yine buraya yakın bir yerde hemen parkın köşesinde ulusal antropoloji müzesi (museo nacional de antropologia) var. ben gittiğimde ücretsizdi ama meksika'da müzeler pek pahalı değil. muhakkak girin, çok fazla şey var ve benim yarım günümü aldı hakkıyla gezmek.

    şehirde çok iyi müzeler var ve meksikalılar önyargılarınızı yıkacak kadar iyi müzeciler. şehrin merkezinde frida kahlo müzesi, arkeoloji müzesi, modern sanat müzesive çağdaş sanatlar müzesi var (daha bir sürü müze var ama hepsini burada sayamayacağım için kesiyorum). ilgi alanınıza göre seçip gidebilirsiniz (pazartesi kapalı olma durumu ülke genelinde var, hatırlatayım). ama benim en çok ilgimi çeken engizisyon müzesi (museo de la inquisicion) oldu. açıkçası engizisyon mahkemesinin yeni dünyaya da götürüldüğünü bilmiyordum. işkenceleri, katliamları, soykırımları tabii ki biliyordum ama engizisyonun varlığını atlamışım. hiç düşünmemiştim ve bütün bölgenin nasıl hristiyan olduğu ile ilgili kafam daha net şimdi.

    şehre ilk geldiğimde catedral metropolitana'nın dibinde bir hostelde kaldım (adı mundo joven, giden olursa tavsiye ederim. hem merkezi bir yerde, hem güvenli, hem de ucuz). hostelin terasından manzara harikaydı, katedral beni o kadar büyüledi ki defalarca ziyaret etmekten kendimi alamadım ama ne yazık ki katedral eski bir aztek tapınağının üzerinde yükseliyor. ilgili tapınağın yıkılıp temeli kullanılarak yapılmasıyla yükselmiş. maalesef meksika'da çokca görebileceğiniz bir durum. başka vesilelerle de aynı durumu gözlemledim (puebla şehrini anlatırken tekrar değineceğim). puebla demişken, bu kasaba yaklaşık bir saat mesafede ve inanılmaz tarihi yerleşimlere evsahipliği yapan bir şehir. fırsatınız varsa pas geçmeyin derim.

    ciudad de mexico, hakkında yazmakla bitecek bir şehir değil. yine de beni derinden etkileyen bir anekdotla bitireyim: şehri ilk ziyaret ettiğim zaman (2016'da) aztek yerleşkelerini gezmek için bir tur kiralamıştım ve tur ile gezerken çok tanıdık bir yere geldik. tarihi kalıntıları anlatıyordu mihmandarımız ama arkadaki üniversite binaları, meydan ve diğer cadde ve sokakları gözüm ısırıyordu. zaten az sonra mihmandarımız da kısaca burada gerçekleşen bir protestoyu ve hükümetin biraz sert müdahelesini anlatmaya başlayınca kafamda hemen ışık yandı: 1968 meksika olimpiyatlarını protesto eden öğrencilere hükümet güçlerinin ateş açmasıyla onlarca kişi ölmüş, yüzlerce kişi yaralanmıştı. roberto bolano'nun tılsım isimli kısa ama yoğun ve ateş gibi yakıcı romanında da gayet güzel ve duygusal bir şekilde işlenen katliamın olduğu meydandaydım (hemen sazı elime alıp, bu kadar çabuk geçiştirilemeyecek bir olay olduğunu söyleyip olayı detaylıca turistlere anlattım **). plaza de las tres culturas'da gerçekleşen katliam, tlatelolco katliamı diye bilinir. buradaki meydanda katliam anısına dikilmiş bir anıt vardır (ayrıca eski aztek yapılarının kalıntıları da var burada, ziyaret edilmesi gerekli yerlerden biri, zaten bu yüzden oraya götürmüştüler bizi).

    gezecek, görecek daha çok yer var. şimdilik bu kadarı kafi gelsin (yine de düşündüğümden uzun bir yazı oldu). gidiniz geziniz efenim, iyi yolculuklar...

    tema: (bkz: latin amerika tarihi)
  • spotify istatistiklerinde progressive rock ve metal'de hep ilk 2'yi parselleyen garip şehir.

    bir diğer garip kısmı istanbul'un da genellikle ilk 5'de olması.

    lan madem türk insanı da biraz kaliteden anlıyor, biz niye hep canlı müzik yapan barlarda yarak kürek şeylere muhtaç kalıyoruz?
  • şimdiden uyarayım bu yazı bol bilgi içereceği gibi bol miktarda argo da içerecektir. meksiko'da (mexico city'nin türkçe'si) 1 hafta geçirdim ve gözlemlerimi aktarmak istiyorum.

    - dia de los muertos ve grand prix'nin aynı haftasonuna denk gelmesi sebebiyle şehir sahibinden.com'da arabasını itelemeye çalışanların deyimiyle full+fulldü. zaten normalde de kalabalık olan şehirde yürümek, bir yerden bir yere gitmek yeterince zor değilmiş gibi meksikalılarda kişisel alan kavramının hiç olmayışı olayı iyice zorlaştırıyor. ben türkiye'de de bundan rahatsız oluyordum, bir süre abd'de yaşadıktan sonra burası bu konuda bildiğiniz cehennem. kucağında çocuğuyla içimden geçmeye çalışan insanların sayısı sanırım üç haneyi bulmuştur. ulan ışınlanmayı bulsam meksikalılara yediririm sanki amk.

    - herkesin asıl merak ettiği şeyi baştan söyleyeyim. kendimi güvende hissetmediğim bir an bile olmadı. amerikalı ne kadar arkadaşım varsa meksika'ya gideceğimi duyunca beni survivor'a hazırladılar. yine de uyarılara uyarak cüzdanımı arka cebim yerine ön cebimde taşıdım. ilk 2-3 gün minik kalp krizleri geçirmeme sebep oldu ama güvenlikle ilgili en büyük sıkıntım buydu.

    - dia de los muertos hayatımda gördüğüm en güzel kültürel tecrübelerden birisiydi. 1 kasım'ı 2 kasım'a bağlayan gece şehrin güneyinde bulunan mixquic adlı kasabaya gittim. mezarlıkları o kadar güzel süslemişler, o kadar güzel çiçeklendirmişler ki anlatmak oldukça güç. gerçekten ölümü bizden farklı anlayan bir gelenek var burada. kesinlikle tecrübe edilesi.

    - metro kapsama alanı geniş ama metronun kendisi tırt. hayatımda ilk defa polimer lastikli (bildiğiniz kamyon tekerleği) metro gördüm. bir de tokyo metrosuna kalabalık diyorlar ama bunu görseler tokyo metrosunun önünde diz çöker tövbe isterler. böyle bir sıkışıklık, böyle bir itiş kakış ben daha hiç yaşamadım. bir de bunun üstüne saat kaç olursa olsun, her durakta değişen çığırtkan işportacıları ekleyin. işte öyle bir metro. metroların ilk 2 vagonu kadınlara ve çocuklara ayrılmış durumda ama gözlemlediğim kadarıyla sadece ya küçük çocuklu kadınlar ya da gerçekten yaşlı kadınlar kullanıyor.

    - yine metroda işaretlemeler, tabelalar çok yetersiz. google maps burada en yakın arkadaşınız olacak ama, ters istikamete binmek işten bile değil.

    - meksikalılar herhalde şu ana kadar gördüğüm en çok şeker tüketen millet. ben hiç şeker tüketmiyorum, belki ben de normal değilim ama bu adamlar da benim tam tersim. sokakta herkesin ağzında bir lolipop, sürekli bir bisküvi yeme hali. zaten kadın erkek çocuk hepsi garip bir şişman. yani hacimsel olarak büyük değiller ama yağ oranları inanılmaz fazla. ama skinny fat kıvamında da ince değiller. boy ortalamaları kısa olduğundan biraz yuvarlak gözüküyorlar.

    - yukarıda bahsettiğim sebeple kadınların göt-meme boyutları büyük ve göğüs dekoltesi anlamında cesurlar. zaten millet olarak bir sikişkenlik mevcut ortalık küçük çocuktan geçilmiyor. yadırgadığım anlaşılmasın, aksine hoşuma gitti; sevgililer her ortamda(metro-kafe-sokak) aktif olarak oynaşıyorlar, kimsenin de sikinde değil.

    - türk standartlarında tüysüz bir insanım. hatta pek çok kez kıllarımı alıp almadığım sorusuna maruz kaldım ama burada bildiğin kıllıyım. hatta tayyip'i düşünün, burada pala bıyık. adamların sayılı kılı var onları da salmış gitmişler tel tel bıyık ve sakal diyemeyeceğim oluşumlarla geziyorlar.

    - yine yukarıda bahsettiğim gibi kadınlar sosyal hayatta girişkenler. gittiğim partilerde kadınlar tarafından bayağı ilgi gördüm, hatta birkaç kez taciz edildim. sanki taciz edilince sonuç değişecekmiş gibi. tatil amacı skor yapmak olan arkadaşlar meksika'ya gelebilir ama quality over quantity kafasındaki insanlar kültürel tatil kafasıyla gelsin üzülürler. o bize anlatılan latin kadını olayı burada yok.

    - ben burada couchsurfing yaptığım için ve bulunduğum süre halloween'e denk geldiği için genelde meksikalıların olduğu partilere gittim. bu partilerde meksikalılardan fiziksel olarak ayrıldığım için çok dikkat çektim, üstüne türk olmam bu ilgiyi de arttırdı. sanırım pek türk turist gelmiyor, bayağı meraklılar. tek seyahat eden ve yerellerle iletişime geçmek isteyenler için couchsurfing gerçekten inanılmaz bir deneyim. rahat bölgenizden çıkıp kendinizi gerçek deneyimlere açıyorsunuz, dikkatli olmakla beraber şiddetle öneririm. 1 hafta boyunca sadece teotihuacan'da türkçe duydum.

    - ispanyolca bilmiyorsanız hayatınız zor. ben 0 ispanyolcayla geldim ve gördüm. hizmet sektöründe hiç kimse ingilizce bilmiyor gibi bir şey. pek çok kez menüden rastgele parmağımla bir şey gösterip geleni yedim. yine nüfusun da ingilizce bilgisine pek güvenmemek lazım. ingilizce ispanyolca yakınlığından sokakta sorun yaşamazsınız. ama bir şey okuma şansınız yoksa bayağı zor.

    - yine bana göre bir zorluk birebir dolar notasyonu kullanmaları. $123 şeklinde ürünlerin fiyatlarını yazıyorlar ama merak etmeyin fiyatlar hep peso. genel olarak en iyi dostlarınız 7-eleven ya da oxxo denen dükkanlar olacak. neyseki oralarda fiyat ekranda gözüküyor ama gözükmediği yerlerse bozuklukları cebimden çıkarıp esnafa gösteriyordum ve onlar da ürünün ücretini dürüst bir şekilde alıyorlardı.

    - öyle domuzmuş, helal kesimmiş ayırt etmem. deniz ürünleri avantajlı olmak üzere protein çeşidi ne varsa gömerim ama burada dikkatli olmak lazım. domuz burnu, bağırsağı(bizdeki kokoreç işte), ayağı ya da normalde yenmeyen diğer kısımları burada çok meşhur. özellikle drunk food(ıslak hamburger kafası) olarak çok seviyorlar.

    - meksika mutfağını çok severim dolayısıyla yemekler benim için keyifliydi. acı olayında tatmadan dalmamak lazım, onun bir de çıkışı var hatırlatırım. yine de 4-5 kere menüden ne olduğunu bilmediğim, parmağımla menüden işaret edip sipariş verdiğim oldu. buradaki yemeklerin başka yerlerdeki meksika restoranlarındakilere benzemediğini de söyleyeyim. texas'ta bile farklı sunum vardı. burada yediğim en iyi yemek ise case de los azuiejos'taydı. mekan districto historico'da, atmosfer olarak inanılmaz güzel bir binada. aynı zamanda geldiğim en pahalı yemekti. çorba, biftek ve içecekten oluşan menüye 250 peso ödedim, güncel kurla ~ 13 usd yapıyor. türkiye'de benzer bir atmosferde, bu yemeğe 3 haneli rakamlara çok rahat satarlar.

    - hazır bahsetmişken hatırlatayım buraya gelmişken kesinlikle tarihi bölgede yürüyüş turları yapın. internetten "free walking tour mexico city" şeklinde arayınca bulabilirsiniz. hem bahşiş usulü çalıştıkları için diğer turlardan iyiler hem de yaş ortalamaları (~30) düşük olduğundan diğer turlar gibi çok ağır tempoda ilerlemiyorlar.

    - hayatımda gördüğüm net en kötü trafik. şehrin her yerinde yol var ve yerleşim genelde 3-4 katlı apartmanlarda olmasına rağmen böyle bir karmaşıklık olamaz. çoğu yerde tabelalar yamuk, nereyi gösterdiği belli olmuyor. yollar bol çukurlu tümsekli, şerit çizgisi olmayan kısımlar çok. hele bazı hız tümsekleri var, yanına şaka yapar gibi 30 km/h tabelası koymuşlar. offroada hazırlanmayan bir araba 30 km hızla o tümsekten geçsin, bir de gelsin benden geçsin.

    - trafikte sinyal verdiğin yönün tersine hamle yapmak çok normal. havaalanından kalacağım yere giderken uberle gittim ve sürücü 3 kere bunu yaptı. bu duruma bundan sonra çok dikkat ettim ve bayağı genelgeçer bir davranış. sadece bu değil ayrılmış yollarda bile bazı durumlarda karşıdan araba gelebilir. dolayısıyla araba kullanmanızı pek tavsiye etmiyorum burada.

    - şehirde metrobüs, otobüs ve minibüs de var. minibüs ve otobüs olayını ispanyolca yüzünden zaten elemiştim. adı metrobüs olan bir taşıma sisteminin de insancıl bir yöntem olduğuna dair inancımı kaybettim. burada da aynı zincirlikuyu çilesi mevcut. metro ve yürüme ile bütün ulaşımımı hallettim.

    - seyahatimin son yarısında roma norte'de kaldım. burası bir nebze biraz daha iyi bir yer, en azından bol miktarda kafe içeriyor ve bu kafelerde yine kimse ingilizce konuşmasa da en azından ingilizce menü var. hatta wi-fi bile var.

    - şehrin bana göre en güzel yeri reforma. başından sonuna birkaç defa yürüdüm. size de en az bir kere yapmanızı tavsiye ederim. coyoacan da kafeleri, yeşil sokakları, mural ve graffiti dolu binalarıyla güzel bir yer.

    - zona rosa ve roma gece hayatının merkezi diyebilirim. zona rosa disko ve dans barlarıyla öne çıkarken roma'da arkadaşlarınızla içkinizi yudumlayıp güzelce sohbet edebilirsiniz.

    - buraya kadar gelmişken yukarıda bahsettiğim teotihuacan'a gitmemezlik etmeyin. unesco tarafından korunma altına alınmış bir bölge. turlara para kaptırmaya hiç gerek yok, autobuses del norte istasyonundan otobüsle 1 saat sürüyor. otobüs gidiş dönüş 92 peso, giriş de 65 pesoydu. giderken hem çok sıcağa hem de ortalama bir serinliğe hazırlıklı olun, yanınıza en az 1.5 litre su alın. hatta bence güneş kremi de alın, ben inanılmaz bir amele yanığı oldum. piramitlere tırmanmak kolay değil. basamaklar dik, üstüne de yüksek irtifada olduğunuzdan nefes alışverişiniz hızlanacak.

    - bizdeki o mesai saatlerinde dolu olan kafe, sokak, cadde konseptini unutun. zaten işgücüne katılım oranı %50'lerde olan bir ülkeyiz. 8-5 arası ortalık ıssız, saat 5 oldu mu kalabalıklaşıyor.

    - bu ülkeyle ilgili en çok garipsediğim şey ise hiçbir evde apartman kapısını açan bir mekanizma olmaması. 2 evde kaldım toplamda 5-6 eve gittim, aşağıdan diafona basıyorsunuz, hatta konuşuyorsunuz; sonra ev sahibi yukarıdan aşağıya gelip anahtarla kapıyı açıyor. anahtarsız açılma gibi bir mekanizma da yok.

    - otomobillere ilgim olduğu için gittiğim her yerde dikkat ederim. nasıl bizim ülke hafif ticari hastasıysa burası da sedan hastası belli ki. türkiye'deki her b sınıfı aracın sedan versiyonu mevcut. polo, fiesta, corsa, yaris hepsi mevcut. pazar genel olarak amerikan ve japon araçlarından oluşuyor. hatta taksilerde japon, suv ve kamyonet tarzında amerikan hegemonyası mevcut. avrupa'yı genelde volkswagen temsil ediyor ama o da çok yaygın değil. en çok olan avrupai araç renault symbol ama burada nissan platina adıyla satışta. bu yarrak gibi arabaya da sembol ve platin gibi değer gösterecek isimler koyuyorlar ya acayip eğleniyorum.

    - genel olarak medeni bir milletler. yerlere çöp atmak, tükürmek gibi alışkanlıkları yok. hatta o metro kalabalığına rağmen kimsenin ter koktuğuna denk gelmedim. ve her durumda teşekkür ediyorlar. yalnız genel olarak tuvaletlerin durumu pek iyi değildi, belirtmek lazım.
  • zamaninda homofobiye karsi yurumustum sokaklarinda bu sehrin. simdi ise guzel bir gelisme oldugunu duyuyorum haberlerden.

    homoseksuel evlilik yasallasmistir.

    http://news.bbc.co.uk/2/hi/americas/8425269.stm
  • farkli semtleri arasinda irka dayali, camdan bariyerler varmis gibi hissettiren sehirdir.

    meksika'da genel olarak var olan, kolonilerle amerika'ya gelen beyazlar ile yerli kokenlilerin arasindaki sosyoekonomik ucurum en iyi mexico city'de gozlemlenebilir. zengin semtler hep beyazlarla ile doldurulmusken gorebileceginiz nadir "renkli," yerli kokenli insanlar beyazlarin ya evlerinde calisan hizmetcileri ya da apartman gorevlileri filandir. torre latinoamericana'ya cikar iseniz sehrin ne kadar da buyuk oldugunu, ufka dogru uzayip gittigini gorursunuz. en zengin bolgeleri olan polanco, la condeza, interlomas ve merkezde bulunan birkac diger zengin bolgeden uzaklasarak bu ufka dogru uzayan taraflarina, cemberin kenarlarina dogru gidildikce insanlarin tenlerinin hafiften koyulastigina, binalarin daha da bir yikik dokuklesmeye basladigina, sokaklarin daha da bir pis olduguna, insanlarin genel olarak daha da fakirlestiklerine sahit olabilirsiniz. amores perros'un mexico city'si budur.
hesabın var mı? giriş yap