• bitişik dairede gelişmiş bir örneğinin görüldüğünün öğrenilmesi insanın hayata bakışını değiştirebiliyor. haberini aldıktan takribi bir saat sonra kendinizi çantanızda bir kutu raid, bir kutu naftalin ve bir kutu elma zehiri ile caddede amaçsızca gezerken bulabiliyorsunuz.
    "dur şuna sözlükten bi bakayım ben" deme gafletinde bulunduysanız(ki bu satırları okuduğunuza göre siz de o hatayı yaptınız, artık bambaşka bir insansınız) okuduklarınız ile varolan korkunuzu beşe katlamış olmanız lazım.

    "25-30 cm olabiliyor" demişsiniz, "kafasına raid sıkın" demişsiniz. hayır 30 cmlik hayvana raid'i göstersem, ayaklanıp o dakika şişeyi bi tarafıma sokarmış gibime geliyor, emin olamıyorum.
  • vaktinde daha ufacıkken sayısını hatırlamadığım miktarda öldürdüğüm hayvanlardır. sözlükte yazılanları okuyunca "lan ben neymişim” demedim değil kendi kendime.

    efendim, eğer ege ya da akdeniz ikliminde büyümüş insan yavruları iseniz, evden çıkıp en kötü ihtimalle piknik için bir koruluğa gitmişseniz, bu şerefsizlerden görmüş, hatta öldürmüş olabilirsiniz. her ne kadar çocukluğumun geçtiği yerde bunların max. 10 - 15 cmlik olanları ile muhatap olmuş olsam bile, emin olun yeterli derecede tiksinti (bana korkudan çok tiksinti vermişlerdir. ama yılanla karşılaştığımda götüm atmıştı çok fena, o ayrı) verecek büyüklükteydi bu mahlûklar.

    şimdi basitçe “bu şerefsizlerle nasıl mücadele edilir?”,” elimizi sokar mı?”, “nasıl öldürmek gerekir?”, çok şirin bunlar, elime aliim mi?”, “seks var mı genç?” vs. sorularına naçizane cevaplar vermek isterim.

    bu arkadaşlar çoğunlukla taşların altı olsun, ağaçların köklerinin yakınları olsun, hatta ayakkabılarınızın içi olsun böyle karanlık, loş ortamlarda takılmayı pek bir severler. yani, eğer bir taşın altını “bakiim ne çıkacak acep” diye kaldırırsanız eğer bu arkadaşlarla yüz yüze gelebilirsiniz. taşı kaldırdığınız anda, ummadığınız kadar hızlı hareket edebildiklerini, eğer öylece duruyorsanız size doğru hareketlenebileceklerini, hareketlenirlerse rahatlıkla bacağınıza tırmanabileceklerini ve sizi sokabileceklerini aklınızda tutun. efendim, taşı kaldırdınız ve elinizde doğal silah olarak taş var. demek ki taş ile girişebiliriz bu arkadaşlara dimi? girişiriz tabii, ama affedersiniz nah öldürürüz. bu arkadaşlara, kafadan ard arda 5 kere taşın düz tarafıyla vurup öldürülemediği, hatta bu elemanların aynı hızda harekete devam edebildiği müşahede edilmiştir tarafımdan. demek ki neymiş, bu arkadaşları ezmek pek öyle mümkün değilmiş. bu durumda, taşın keskin yüzeyini çeviriyoruz ve bu arkadaşa sertçe “gadanalaaahh!!!” nidasıyla yapıştırıyoruz. çoğunlukla tek hamlede ikiye bölmek mümkün değildir, bu sebeple daha önce darbe vurmuş olduğumuz yere tekrardan yapıştırıyoruz yaradana sığınıp. böylece ikiye bölüp zafer çığlıkları ile kutluyoruz bu durumu.

    şimdi, “hacım, öldürdüm bunu günün anısı olarak saklıcam. hele elime aliim bi şunu, koyiim kavanoza gelen geçen izlesin” diyorsunuz, biliyorum. dur iki dakika, sakin. hah nefeslendin mi? devam edebiliriz o zaman. bu arkadaşlar çoğunlukla siz onları ikiye bölseniz bile hareket etmeye, dolayısı ile yaşamaya devam ederler. ama hani öyle ölümsüz diiller, sadece gebermeleri zaman alıyor. yani öldürür öldürmez elinize almak yerine, bi çomakla dürtüklemek en mantıklısı olacaktır bu durumda, zehirli bu kardeşler çünkü.

    bir başka durum ise, mesela yazlık bölgeye tatile geldiniz, deniz, kum, güneş filan. ayakkabılarınızı çıkardınız ve bir köşeye koydunuz, denize göbekleme olsun, çivileme olsun, bombalama olsun atlıyor, çılgınlar atarak eğleniyorsunuz. akşam oluyor, su soğuyor filan, eve/otele gidesiniz geliyor. işte burada dikkat etmek gereklidir a canlar, a fikrimin ince gülleri! bu arkadaşlar nocturnal canlılar olmaları sebebi ile, geceleri avlanmak üzere ortamlara akarlar. ayrıca ne hikmetse ayakkabılarımıza girme eğilimleri nedeni ile ekstra dikkat gereklidir bu durumda. ayakkabılarımız ters çevirip bir sallamakta sayısız faideler vardır böyle bir vaziyette. ondan sonra “anaa çıyan kaçın lan, kaçın” diyebilirsiniz rahatlıkla.

    bu arada, dikkat ettiyseniz “kafasına vurun, kuyruğunu kesin” gibi ifadeler kullanmadım asla öldürme metodlarında. çünkü bu zatı muhteremler ne kadar beynine verseniz de ölmüyorlar, ben de anlamış değilim.

    ilaçlama konusuna gelince, bu sevimli dostlar öyle raid, detan, shelltox, kokoşel, jelibon, yumiyum vs. tarzı şeylere karşı pek bir mukavemetlidirler, baştan unutun. ama tabii kutunun kenarıyla ver allah edecekseniz hayvana, o vakit belki işlev kazanır. bunun dışında, pek bir işlevi olduğunu sanmamaktayım.

    umarım bu sevgili dostlarımızın öyle “öcü”, “puşt”, “pezevenk”, “götlek” canlılar olmadığını ve korkmamız gereken şeyin onlar değil, bizlerin tedbirsizliği olduğunu anlatabilmişimdir.

    iyi şanslar, namaste, +rep pls, mucx…
  • dün akşam arkadaşlarımla çay bahçesinde otururken omzuma kadar tırmanmış hayvan. ki ben bu ve benzeri yaratıkları görünce yaşadığı kıtayı değiştirme potansiyeline sahip birisi olarak, arkadaşıma omzumda bir böcek var korkutmadan düşürür müsün dedim. tabi ben göremiyordum onu ve sikindirik bir böcek sanmıştım. masadaki üç arkadaşın adeta "arkanda ayı var" bakışıyla göz göze gelince yarra yediğimi düşündüm ama hala onun bir çıyan olduğunu bilmiyordum. neyseki arkadaşlardan bir tanesi masada duran cep telefonuyla(!) böceğe vurdu ve düşürdü. öyle hızlıca elimle vurayım da düşüreyim diyebileceğiniz bir hayvan değil. cep telefonu, okey ıstakası, icabında sandalyeyle girişmeniz gerekebiliyor bazen.
  • gereksiz bilgi:
    ingilizcesi centipede , almancası skolopender olan yaratık.

    hani insan bilmediğinden korkar diye bir bilgelik mi yapmaya çalıştım bilmiyorum.bi öğreneyim dedim hakkında bir şeyler bi araştırdım.ama ilgili hiç bir siteyi açamadım ya resmi varsa diye korkudan.
    ekşi sözlükte okuduğum tüm entrylerse zaten duyduğum dehşeti katlamaya yaradı.
    bence bu yaratık tanrı'ya inanmama sebebi bile olabilir,en azından bir sorgulatır "neden var böyle bir şey yarabbi" falan dersiniz.
    mesela bende artık kontrolden çıkmış durumda bir fobi yarattı ki,bir kaç kere adı geçse bile ağlayabilirim sanırım.
    hatta sırf bir arkadaşım "aa orda deniz çıyanları var." dediği için tatil beldesine gitmedim.
    bu hayvan,hayvan da değil ucube,dünyanın en korkunç,en tiksinç,en vahşi,en nefret edilesi yaratığıdır.benim gibi olunuz,gördüğünüz yerde tam aksi yöne koşarak kaçınız,hakkında bilmeye gerek olan tek şey budur.

    "keşke,keşke varolmasa" diye içten bir şekilde dua edebilirim hakkında.doğal dengeymiş,besin zinciriymiş,boşverilmesi lazım.bunların soyunun tüketilmesi lazım.onlarla aynı dünyada yaşamaya dayanamayacağım artık lütfen,ya onlar ya ben.
  • derken 27 yaşına basmıştım bir gün,

    zerdüşt gibi kendimi dağlara, kırlara vermiştim. doğanın sesini duymak, hayatın görüntüsünü izlemek, meleklerin kokusunu hissetmek, taşların derisine dokunmak ve ölümün tadını almak istemiştim. naif, sıcak ilkbahar rüzgarlarının yüzüme çarpan dalgalarında tefekküre dalmış, evreni tahayyül ederken doğanın güzelliğine hayran kalmıştım.

    o gün kırlarda yürürken çizgi halinde dizilmiş karınca kolonisiyle karşılaştım ve oturup izlemeye başladım. o kadar düzenli ve hızlıydılar ki "böylesine mükemmel bir sistem kendi kendine oluşmuş olabilir mi?" sorusu ister istemez aklıma geldi. düzenli bir kaos içinde hayat devam ediyordu. ve bu kaosun içinde bir şekilde anlamlandıramadığımız bir düzen vardı. neydi bunun sebebi? gerçekten bir tanrı mı yoksa doğa ananın kendisi mi? cevabını hemen veremeyeceğimiz bir soruydu bu. ama hayat bize bir ipucu verebilirdi belki... hayat basit ama keskin ipuçları veriyor da olabilir.

    ama kesin bir şey vardı, hayat hakikaten de renkliydi! bakın mesela...

    o koyu renkleri karıncaların, hemen yanımda rastgele manevralar yapıyormuş gibi görünen ama aslında bir düzen içinde uçan parlak kanatlı kelebekler, sarısı papatyaların, moru menekşelerin, hemen elimin yanında turuncu renkli çıyan... ?... ?!??... !!! çıyan!!! hay anası nı kim! çıyaaaan! hemen doğruldum ve metrelerce uzağa hızlıca gitmek yönünde kullandım refleks kararımı!

    sonra daha mantıklı ve sağlıklı düşününce gidip bir taş bulup kafasına vura vura öldürdüm orospu çucuğunu! ve anladım ki bana buda'nın değil sun tzu'nun felsefesi uygunmuş. ulan belki de kendimle barışık, toplumla barışık, doğayla barışık bir insan olacaktım.

    geldi iki dakikada sikti attı orospu çocuğu!
  • ne yazıkki benimde acı bir tecrübem var konuda

    bilenler bilir tipik bir araknafobik'im dir ben. sadece bildiğiniz küçük kimilerine göre sevimli(?) ev örümcekcikleri bile kanımı dondurmaya yeter benim, o derece. ama kendisiyle tanışınca sadece örümceklerden değil tüm eklem bacaklı haşerattan kanımın donduğunu öğrendim. kendisi eğitici ve öğretici bir havyanattır yani.

    sene 2004'ün temmuzu gece saat 2 civarı, birden kolumda bir acı hissederek uyanıyorum, noldu bana diye düşünerek kalkıp lambamı açıyorum, aaa o da ne kolumda bir şişlik ve kızartı????? ve ben bahtsız, salak ben iki adım atıp pikeyi bir kaldırıyorum ki o da ne??????????????????? abartısız 20 cam kadar bir mahlukat, pas rengi, akrep gibi ama değil, kırkayak gibi ama o da değil, saniyenin onda biri bir süre içinde ben daha nefes dahi alamamışken hayvatımız ortadan kayboluyor.
    ben ilk önce odamı kilitliyorum, sonra kendimi telefonlarımla evin başka bir odasına kilitliyorum ( gülmeyin akıllıca tabi, en azından kiliti açamaz.allah allah başınıza gelsin diyecem yazıktır.) ilk önce ıntern olan kardeşi arıyorum:
    - beni bişi soktu , hayır akrep değil, hayır rüya felan görmedim, kolum şiş işte, tamam gelemezsin biliyorum(kendisi benden 1000 km kadar uzakta okumaktadır) tamam buz koyuyorum üstüne tamam.

    sonrasında arkadaşlarımı arıyorum tabi benim bu korkumu bildikleri için beni pek iplemeyip, dalga geçiyorlar önce, sonra bir zahmet kıçlarını kaldırıp beni evden almaya geliyorlar bu süre zarfında ben iki elimde iki telefon, kendimi odaya kitlemiş, koltuğun bildiğiniz tepesine tünemiş vaziyette oturuyorum. en nihayetinde geliyorlar, tabi bu arada kardeşimle defalarca konuşuyorum, beni sakinleştirmeye çalışıyor ama kolay değil o öyle..

    iki cengaver arkadaşım - ki kendileri doğunun bağrından kopup gelmiş ve gene doğunun bağrında askerlik yapmiş cengaverlerdir- kardeşimin talimatı ile beni sokan hayvanatı bulmaya çalışıyorlar ki hani ne olduğunu bilelim ona göre hastanede önlem alıcaz felan işte
    uzattım biliyorum ama bu benim hayatımın kabusu sabırlı olun biraz...

    bu arada cengaver a:
    - ya bende huylandım hacım. deyip bacağını şöyle bir sallaması ile pantolonun paçasından hayvanatın sarkması bir oluyor.
    cengaver b:
    -hssktr!!!!!!!!!!!

    ve sonuç hayvanatımız birkaç terlik darbesiyle başı gövdesinden ayrılıyor, kopan baş bir kavanoza konup, bu hayvanı tanıyan bir doktor bulmak ve gerekiyorsa akrep serumu temin edebilmek için sabaha kadara ankara sokaklarında hastane , hastane dolaşılıyor...

    bu arada çok faydalı şeyler de öğrendik tabi o gün, mesela ankarada akrep serumu bulabileceğiniz tek yer hıfzısıhha ve o da geceleri açık değil, hiç bir doktor akrep ile kuyruğu kopmuş bir çiyanı birbirinden ayıramıyor:), zaten nöbette olmaktan bunalmış doktorların hiçbiride gecenin bir köründe elinde bir mahlukatla acile gelip " beni bu soktu " diyen sizi anlamaya, yardımcı olamaya çaba sarfetmiyor.
    hatta bir tanesi bana "üzerinden bu kadar zaman geçmiş ölecek olsan çoktan ölmüştün" bile dedi. kendisini çiyanların ilahi adaletine havale ediyorum.

    sonuçta kolunuz şiş ve artık mor bir şekilde sabahı buluyorsunuz.

    öğrendiğiniz bir diğer şeyde (bkz: korkunun ecele faydası yok)
    artık en azından eklembacaklı bir şey gördüğümde donup kalmıyorum bu da bir şeydir değilmi ?
  • çok aç kaldığında küçük kuşları bile avlamaktan çekinmeyen eklembacaklı yaratık. normalde çene yapısı kuş gibi bir hayvanı yemeye müsait olmadığından önce kuşun iç organlarını lapa haline getiren bir enzimi hayvana enjekte etmekte ve sonrasında da oluşan lapayı afiyetle yemektedir. kuştan geriyeyse içi boş bir deri parçası kalır. ayrıca tarantulalar bile bir çıyan gördüklerinde direk topuklamaktalar. yok ben delikanlıyım kimseden tırsmam diyenleriyse kuştan daha acı bir son beklemekte.
  • şehir tipi yani küçükleri korkutucu değildir. ama bahçeli yazlık tipte veya köy evlerinde anasının amı gibi hayvandır yaklaşık 10 15 cm boyutunda dev çiyanlar vardır.

    http://www.bocekilaclama.web.tr/…asere-ilaclama.jpg

    evde bunun akrabalarını her hafta avlıyorum bu oç evladı hemen ölmez hızlıdır böcek ilacına dayanıklıdır kaçar elinizden.

    bu orospu evladının ve diğer türlerin en sevmediği şey "sentetik tiner" dir şırınga içine çekin hazır dursun sıkın üstüne ne olduğunu anlamadan kıvranmaya başlıyor sentetik tiner yağlı olduğundan bütün ayakları patinaja kalıyor ve 2 dk gibi bir sürede 1 ml tiner tamamen öldürüyor.

    peki gördünüz ışıktan kaçtı saklandı.

    çıkartması basittir tiner bütün hayvanları böcekleri kaçırır kaçtığı bölgeye tiner sıkın yangından kaçar gibi çıkar girdiği delikten.
  • sol frame'de görünce anılarımı canlandıran bir canlı. uzun uzun anlatılacak, ballandırılacak bir öykü değil ama deneyelim:
    efenim, itü inşaat'ta son senemiz. bahar da gelmiş. 3 senedir yayıldığımız topraklarda kendimizi evde hissediyoruz ya, rahatız. orta bahçede uyumuş, havuza cebren ve hile ile atılmış, paçalarından su damlayarak o bitmez merdivenleri çıkmış, karda yerlerde yuvarlanmış ve intikam için kartopu ile gözlük kırmış bir insan olarak o rahatlığa hakkım olduğunu düşünüyorum hala. sonuçta orası benim doğal ortamımdı, çıyanın değil.
    giriş kapısı yanındaki hafif yüksek, toprak zemine oturmuş birini bekliyordum. bacaklardan biri sarkık, diğeri dizden bükülmüş, gövdeye paralel, dik duruyor. ayak da toprağa basıyor. sohbet koyu, dalmışım. kıvrık bacakta, pantolonla bacağın arasında kalan boşluğun bittiği yerde bir acı hissettim ve can havliyle (iğne batmasından biraz daha fazla bir acıdan ne kadar "can havli" durumu yaşanırsa o kadar) bacağımı kaldırdım. pantolonun paçasından aşağı akan 1.5-2 cm genişliğinde, alabildiğine parlak sarı ve kahverengi, gövdesinin iki yanında bolca bacağı olan bir yaratık gördüm. oy birliği ile çıyan olduğuna kanaat getirdik, zehirlidir dedik, mediko'ya doğru yollandık. arkadaşın eşgalini, çok bacağı olduğunu, benimse sadece iki bacağım olduğunu, onlardan birini de onun ısırdığını anlattık. yüzeysel bir inceleme sonucunda çıyanın bacağıma dişini geçirmediği, sadece çimdik attığı ortaya çıktı. biraz huzursuz da olsa mediko'yu terkettik. 95'te mezun olduğum göz önüne alınırsa, ya doktor haklıydı ya da çıyan zehirsizdi diyebiliyorum.

    4 yıllık üniversite hayatımda mediko ile tüm ilişkim de bundan ibarettir.
  • küçükken bir taşı kaldırdığımda altından garson boy bir üyesi fırlayan, bir tarla faresinin yuvasını basıp içerdeki minik pempe tüysüz yavruları mideye indirirken anne tarafından basılınca topuklayan yaratık. ayrıca ikisini de canlı ele geçirilebilirsem bir akreple dövüştüreceğim bunu.

    (bkz: iti ite kırdırmak)
hesabın var mı? giriş yap