• bir gün bu clarissa ve babası bir konuda konuşuyorlar tamam mı. konu da evlilik müessesesi üzerine. bu clarissa klasik ergen tripleri içerisinde evliliğe bok atıyor, mutlu evliliğiyle övünen babası da haliyle evlilik kurumunu savunuyordu. sonra bu clarissa ergeni şöyle bir argümanla çıka geldi:"evet ama baba, evliliği bir dondurmaya benzetirsek her gün aynı dondurma, misal çilekli dondurma yalamak kadar sıkıcı bir şey olabilir mi yaa, bunun çukulatalısı var, karamellisi var, vişnelisi vaar" diyerekten sokranınca, babası da bu argümana karşı savunmasını yaptı tabi: "evet clarissacığım, hep çilekli dondurmayı yalıyorsun ama ne zaman istersen yalayacak bir dondurma her zaman elinin altında oluyor, bir de böyle bak istersen."

    ben mavi ekran artı dumur trophye çıkaraktan: ne diyo la bunlar ağuna goyim?!?
  • --- spoiler ---
    ferguson*: 1 haftadır 100 ünlü kişinin hayat hikayesini okuyorum ama hala kendime kimi idol olarak seçeceğimi bulamadım.
    clarissa: hayvanlar ansiklopedisine baksaydın kikikiki.**
    ferguson: baktım, sana 2 sayfa ayırmışlar.**
    --- spoiler ---
  • çocukluk idolüm. yeşil dr. martenslerine, ilginç küpelerine,mükemmel odasına, evcil hayvanı elvis'ine,nirvana ve pearl jam konserine gitmesine, bilgisayarında her olayla ilgili oyun yaratmasına herşeyine özendiğim mükemmel hatun.ekol. öyle ki erkek kardeşim olsa da ferguson gibi kavga edeyim isterdim. heh tabiki değinmeden olmaz (bkz: nickelodeon)

    edit: aynı şekilde ben de bunun pete&pete'deki büyük pete ile sevgili olmasını isterdim. ayrıca o sam'i seslendiren kimdi ya "nihohoo noel baba" tribinde bir sesti.
  • clarissa, knut beck’in stefan zweig’ın taslaklarından oluşturduğu, zweig’ın ölümünden sonra yayımlanan romanıdır. kitapta clarissa adında genç bir kadının birinci dünya savaşı öncesinde, sırasında ve sonrasında yaşadıkları anlatılmaktadır.

    savaş öncesi özgür avrupa’da filizlenen bir aşkın meyvesinin bir kadını, savaş sonrası bir harabeye çevirmesinin romanı clarissa. savaşın griye boyadığı bir dünyada onuruyla ve aşkıyla ayakta kalmaya çalışan genç bir kadının hikâyesi.

    --- spoiler ---

    clarissa, asker bir babanın kızıdır. küçük yaşta annesini kaybetmiş, o ve ağabeyi yatılı okullarda okumak üzere gönderilmiştir. clarissa’nın asker babası her hafta ondan okulda o hafta neler öğrendiğini kendisine rapor etmesini istemektedir. böylece kızının hayatına ortak olabileceğini düşünmektedir fakat bu durum clarissa’nın hoşuna gitmemektedir.

    clarissa’nın ağabeyi eduard subay okulunda okumaktadır. babası ve ağabeyi düzenli olarak clarissa’nın okuduğu manastıra gelip onu ziyaret etmektedir. babasının ziyaretleri oldukça monoton ve sevgiden uzakken, ağabeyi eduard’ın ziyaretleri eğlenceli ve sevgi doludur.

    bir gün, manastıra marion adında bir kız gelir. kısa süre içinde marion, herkesle dost olur. clarissa kızın bu dışa dönük kişiliğine hayranlık duymaktadır. marion bir şekilde clarissa ile arkadaş olur ve ona her şeyi anlatır. clarissa aslında marion’un sevgiye ne kadar muhtaç olduğunu ve ne kadar yalnız bir kız olduğunu anlar. marion bir gün kendisine yapılan pis bir şakayı sindiremez ve ona şaka yapan kıza saldırır. bunun üzerine uzaklaştırma cezası alır. clarissa, okuldaki tek dostunu da bu şekilde kaybeder.

    clarissa ve eduard babalarından derhal viyana’ya dönmelerini yazan bir telgraf alırlar ve bu telgraf üzerine apar topar viyana’ya giderler. babaları oldukça üzgündür zira üstleri ondan askerlik görevinden istifa etmesini istemiştir. yaşlı adam, istifasını vermiştir. bütün hayatı askerlik olan adam perişan bir vaziyettedir. eduard ve clarissa daha önce babalarını bu kadar yıkılmış bir şekilde görmemişlerdir. yaşlı adam, çıkması muhtemel bir savaş hakkında hazırlamış olduğu raporların bir kopyasını oğlu eduard’a bırakır.

    zaman akıp gider ve clarissa sonunda manastırdaki eğitimini tamamlar. manastırdan ayrıldıktan sonra bir meslek seçmesi gerektiğinin farkına varmıştır. genç kız, psikolojiye ilgi duymaktadır. bir gün dr. silberstein adındaki bir psikiyatristin konferansına katılır. keskin zekâsı ve tuttuğu düzenli notlarla clarissa, dr. silberstein’ın dikkatini çeker ve kısa sürede doktorun asistanı olur ve onunla çalışmaya başlar.

    dr. silberstein, clarissa’ya kendi problemlerinden bahseder. başka hastalara teşhis koyduğunu fakat kendisinin de onlardan pek farklı olmadığını söyler. clarissa’nın ise sakin ve sağlam bir kişiliğinin olduğunu ve buna hayranlık duyduğunu belirtir. yaşlı profesör ile clarissa artık dost olmuşlardır.

    clarissa hayatı boyunca hiçbir erkeğe bağlanmadığını fark eder. diğer kızların aksine kendi kabuğunda yaşamayı tercih etmiştir ve bu durum canını sıkmaktadır fakat erkeklere ayıracağı zamanı işine ayırmak, ona daha mantıklı gelmektedir. bir gün doktor onu kendi gidemeyeceği için onu isviçre’deki bir kongreye göndermeyi teklif eder. daha önce hiç yurt dışına çıkmamış clarissa önce çekinse de sonra bu teklifi kabul eder.

    clarissa, kongrede organizasyon işiyle uğraşan leonard adında genç bir fransız öğretmenle tanışır. hayatında ilk defa farklı bir ülkede tek başınadır ve hayatında ilk defa bir erkekten ve o erkeğin düşüncelerinden etkilenmiştir. kongrenin son gününde leonard, avusturya veliaht prensi ferdinand’ın vurulduğu haberini clarissa’ya verir. bu haber clarissa’yı derinden etkilemiştir.

    kongrede konuşmacılardan biri bu haber üzerine sırp katılımcılarla kavga eder ve konuşma yapmayı reddeder. bunun üzerine leonard, konuşma yapması için clarissa’dan ricada bulunur ve clarissa da bu rica üzerine konuşma yapmayı kabul eder. başarılı bir konuşmanın ardından kongre biter ama clarissa da leonard da birlikteliklerinin bitmesini istememektedir.

    bunun üzerine her şeyi bir kenara bırakıp tatillerini uzatmaya karar verirler. leonard, clarissa’ya aslında evli olduğunu fakat karısıyla ayrı yaşadıklarını anlatır. hayatı hakkında tüm detaylardan bahseder. clarissa ile leonard zamandan bağımsız, sadece birbirleriyle baş başa bir tatil geçirirler ve birbirlerine git gide daha çok bağlanırlar. clarissa ve leonard bir akşam birlikte olurlar.

    birkaç hafta süren mutlu tatilin ardından leonard aldığı bir gazetede, avusturya’nın sırbistan’a savaş açtığı haberini görür. clarissa’nın babası da bir telgrafla ordudaki görevine geri döndüğünü ve kızının da avusturya’ya geri dönmesi gerektiğini bildirir. iki âşık için yolun sonu gelmiştir. hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. bir daha kim bilir nerede buluşacaklar, görüşeceklerdir. savaş, her şeyi bir anda griye boyamıştır.

    clarissa viyana’ya döner ve babasını ziyaret eder. babası tekrar eski görevine dönmenin mutluluğu içindedir. clarissa’ya, ağabeyinin cepheye gönderileceğini söyler. genç kız ağabeyine veda eder. babası, clarissa’ya savaş zamanında ne iş yapacağını sorar, clarissa’nın önünde fazla seçenek yoktur. babasına bir cephe hastanesinde hemşire olarak çalışacağını söyler.

    clarissa, hastanede insanüstü bir çabayla çalışmaktadır. bir yandan da leonard’ı düşünmektedir. iyileştirdiği her hastada leonard’ı görmektedir. bir gün ağabeyinin ölüm haberini alır ve haberi aldığı gibi bayılır. bayılmasının sebebi sonradan anlaşılır: clarissa, hamiledir, leonard’dan bir bebek beklemektedir.

    genç kadın, babasının onurunu düşündüğü için bebeği aldırmak istemektedir. bu konu hakkında yardım almak için hayattaki tek sırdaşı dr. silberstein’ın yanına gider. doktora bebeği aldırmak istediğini söyler. silberstein, genç kadına, bebeğin babasını sevip sevmediğini sorar. clarissa tereddüt etmeden leonard’ı sevdiğini, eğer birlikte olma ihtimalleri olsa bu çocuğu seve seve doğuracağını söyler. doktor bu itirafı duyduktan sonra bebeği aldırmanın bir cinayet olacağını, salzburg yakınlarındaki kır evinde çocuğunu büyütebileceğini clarissa’ya söyler. clarissa ise hala kararsızdır.

    daha sonra genç kadın hastanedeki işine geri döner. orada ruhsal yönden ağır hasta olan brancoric adında genç bir subayla ilgilenir. askerin cepheye tekrar gönderilmemek için numara yaptığını anlar. aklına leonard ve kendi bebeği gelir. brancoric’e bir an için acır ve onu doktora ihbar etmemeye karar verir. asker, clarissa’ya bağlanmıştır. beklenmedik bir anda ona evlenme teklif eder. bu teklif clarissa’yı hem şaşırtmış hem de kızdırmıştır.

    bu sırada bir eğlence sırasında clarissa, eski dostu marion’a rastlar. marion bir şarkıcı olmuş, hayatını bu yolla kazanmaya başlamıştır. clarissa marion’daki değişimi fark eder. marion, yaşadığı çalkantıları ve intihar girişimlerini clarissa’ya anlatır. clarissa’nın aklında bir şimşek çakar. marion gibi intihar etmeyi denemeyi düşünür fakat sonra intiharın bir çözüm olmadığını anlar.

    clarissa, brancoric’e karnındaki çocuktan bahseder ve kendisine yaptığı evlenme teklifinin geçerli olup olmadığını, çocuğa soyadını vermek isteyip istemediğini sorar. brancoric tereddüt etmeden, teklifinin geçerli olduğunu, çocuğun kendisinden olup olmamasının önemli olmadığını ve ona babalık yapabileceğini söyler. clarissa bu cevap üzerine çok duygulanır ve brancoric’in evlenme teklifini kabul eder. brancoric ve clarissa evlenirler. brancoric söz verdiği gibi clarissa’nın çocuğuna soyadını verir ve yine söz verdiği gibi uzaklara gider. clarissa bu arada dr. silberstein’ın yanındaki eski işine döner.

    aylar birbirini kovalarken brancoric git gide daha zengin olmuştur. clarissa’ya pahalı hediyeler göndermektedir. clarissa kocasının bir kaçakçı olduğunu, onun ve çocuğunun onurunu zedeleyeceğini düşünmektedir fakat brancoric clarissa’nın babasının bile güvenini kazanmış, sözüm ona gizli bir görevde ülkesine hizmet etmiştir.

    yıllar geçer, savaş biter ve brancoric savaşın bitmesiyle sıfırı tüketir. avusturya imparatorluğu çökmüştür. clarissa’nın çocuğu büyümüş, brancoric de çocuğa iyi bir baba olmuştur. bir gün clarissa bir ayinde babasına rastlar. babası clarissa’nın bir hain olduğunu, leonard adında bir fransız’ın ona mektuplar gönderdiğini bildiğini söyler. clarissa şok olmuştur; bir yandan da sevinmektedir, leonard onu hala unutmamıştır fakat yapacak bir şey yoktur zira clarissa artık evli bir kadındır. onurunu, tüm mücadelesine rağmen koruyamayan clarissa’ya kalan tek hatıra leonard’dan olma çocuğudur.

    --- spoiler ---

    clarissa, savaşın parçaladığı hayatları, genç bir kadının mahvolan hayatından yola çıkarak bizlere gösteriyor ve stefan zweig’ın ne kadar usta bir kalem olduğunu gözler önüne seriyor. savaş öncesi, sırası ve sonrasında; büyüyen, genç kız olan, ilk aşkı tadan ve genç bir kadın olarak çocuğuyla tek başına mücadele vermek zorunda kalan clarissa ile, franz ferdinand’ın öldürülmesiyle patlak veren savaşın gelişmesini, sürmesini ve bitişini kurulan bir metaforla anlatıyor. clarissa’nın yaşadıkları ile savaş arasında kurulan bu ilişki, kitabın bu kadar etkileyici olmasındaki en önemli sebep olarak karşımıza çıkıyor.

    savaşın ne demek olduğunu ve insanları nasıl çaresiz bıraktığını en iyi anlatan yazarlardan biri kuşkusuz stefan zweig’dır. brezilya’da 1942 yılında, ülkesi avusturya’nın ve avrupa’nın içine düştüğü durum sebebiyle yaptığı intihar eylemi, her ne kadar umutsuzluğunu gösterse de, zweig’ın ne kadar sert bir savaş karşıtı olduğunu bize anlatmaya yeterli. clarissa’yı ölümün kıyısına getiren umutsuzluk, zweig’ın benliğini ele geçirmiş olsa da bu umutsuzluğun kaynağı da elbette savaş. bu eylemde zweig’ın haksız olduğunu kimse söyleyemez ama tek çözümün intihar olmadığını bu eserinde de belirtmesi de ayrı bir ironi.

    öte yandan zweig, kitap boyunca yaptığı karakter tahlilleri ile psikoloji bilgisinin sınırlarını bize gösteriyor. kitapta çizdiği farklı karakterlerin farklı portreleri, sıradan gibi görünen insanların hayatında ne denli büyük trajediler olabileceğini gösteriyor. mesleğine sıkı sıkıya bağlı bir baba, sevgiye muhtaç bir kız, bile bile ölüme giden genç bir adam, savaşmayı reddeden genç bir subay ve daha niceleri… kitapta çizilen portreler arasında kurulan ustaca bir ilişki mevcut.

    stefan zweig yaşasaydı belki çok daha farklı bir roman okuyabilirdik ama bu taslağından aşağı yukarı ne demek istediğini anlamak mümkün. yaşayıp da romanı tamamlasaydı daha detaylı bir olay örgüsü, daha farklı bir son okurduk belki kim bilir… ama bu taslak bile zweig’ın ne kadar önemli bir yazar olduğunu anlamak için yeterli ve kitabı okumaya değer kılan, savaşın yol açtığı dramların soğuk bir taş gibi ağır, sert ve net bir şekilde yazıya dökülmüş bir eser olması kesinlikle.
  • yayıncı tarafından tamamlanan bir stefan zweig romanı. keşke kitabı bitirip ondan sonra intihar etseydin be adam*.
  • stefan zweig'in diğer romanlarını bilen okurlar için sonu tam bir hayal kırıklığıdır çünkü apar topar bir şekilde biter. oysa hikayenin kuruluşu da ilerlemesi de oldukça başarılıdır.
  • tam adı aslında "clarissa tells it like it is" olan dizi.
    nickelodeon izlemekten beynimin bulandığı bi günde "büyük pete*'le çıksalar ne güzel olur" die düşündüğüm kız...
  • zamanında izlerken çok özendiğim bayan. allahım o ne güzel kıyafetlerdi, konserlerden konserlere koşmalar, şahane bir ev, odasının penceresine dayanılmış merdiven vasıtasıyla odaya gelen arkadaşlar. ah be.
  • hastası olduğum ve bazı bölümleri üzerinden yıllar geçse de hafızama kazınmış olan dizi.gene olsa ya da bir şekilde ulaşabilsem oturur sıkılmadan izlerim.
  • zweig'ın 19. yüzyılın konvansiyonel rus romanlarını anımsatan son romanı. açık şekilde tolstoy etkileri görmek mümkündür. taslak olması ve yazarın ölümünden sonra yayımlanması hasebiyle olgun bir yapıt karakteri vermemektedir. clarissa'nın iç çatışmaları ve yaşadığı korku çok detaylı ve gerilimli bir şekilde yansıtılsa da romanın bütününe bakıldığında bir zweig plastiği bulmak imkânsızdır.

    --- spoiler ---

    clarissa'nın babasının trajik yaşamı ile tolstoy'un ivan ilyiç'i arasında paralellik kurmak olası gibi göründü bana. yaşamda kalmak ve kendini ispatlamak için elinden geleni yapan kişiyi pusuda bekleyen ölümdür mottosu...
    --- spoiler ---

    'şimdilik' kaydıyla diğer zweig karalamaları:

    (bkz: bir çöküşün öyküsü /@hanging rock)
    (bkz: brief einer unbekannten /@hanging rock)
    (bkz: schachnovelle /@hanging rock)
    (bkz: vierundzwanzig stunden aus dem leben einer frau /@hanging rock)
hesabın var mı? giriş yap