• evdeki kediyi bile hayran hayran, allam ne güzel bir kedim var diye izlerken, çocuk yaptığımda kafayı yemekten korkuyorum.
  • hayatımda verdiğim en iyi kararmış sanırım.
    kaza kursunuydu, ilk gebe kalisimdi, 30 yaşındaydım.
    çok ağladım, aldirmaktan başka şansım yok gibi görünüyordu...
    en sonunda aldiramayacagima karar verdim. 3 gün boyunca agladiktan sonra...
    isteyip istemediğimi bilmiyordum. sadece çok ama çok korkuyordum...
    3 gün aglamanin sonunda da anladığım şey, aldırmayı istemediğimdi zaten. bebiciklenmenin nasıl bisey olduğunu bilmediğimden, tam olarak "bu çocuğu istiyorum" da diyememistim.
    hayatta yalnizdim. arkamda doğru düzgün bi aile, gücünü ve desteğini hissettirecek güven veren birileri yoktu...
    gerçekten cesaret isteyen bir karardı.

    "çocuk sahibi olmak" başlığına yazmadım, çocuk "sahibi olunan" bisey değil bence, dogurmakla...

    bugün nerdeyse 5 yaşını dolduracak olan kizima her sarıldığımda, her kokladigimda, bidicik ayaklarını, ellerini, boncuk gözlerini her gördüğümde, bin kez sukrediyorum dogurduguma...

    "bi an bile pişman olmadın mi" diye sordu birkaç kişi geçmişte.

    "hayır olmadım" dedim. olmadim.
    bir an pişman olmak ne demek, her an katlanan bir sevgiyle seviyorum. bu kadar büyük bir sevgiyi hissettiğim için tertemiz bir şükran ve minnet hissediyorum hayatıma ilgili...

    hayatta pek cok guzellik yasadim. cok sevdim, cok sevildim, cok para kazandim, cok parlak bi kariyer yaptim... ama hepsi bi yana, hissettiğim en saf, yoğun sevgiyi bana yaşatan kizim kadar mutlu etmedi hiçbiri...

    binlerce kez şükürler olsun, onu sağlıkla kucağıma aldığım güne...
  • gözlemlerime göre, yeni üst-orta sınıf ailelerin bokunu çıkardığı eylem.

    bu konuda yorum yapabilecek kadar çok kadın doğum yaptı çevremde. birtakım geleneklerimiz vardır, ben de bilirim. anne doğum yaptıktan sonra saçına kurdele takar, cici bici gecelikler giyer, şerbetler yapılır. yakınları bebeğe çeyrek altın takar. gibi gibi.

    fakat son yıllarda, bunun da bir gösteriş, bir yarış alanına dönüşmesi midemi bulandırıyor. uçuk fiyatlı bebek sepetleri, hastane odasındaki pet bardaklara bile bağlanan saten kurdeleler, hastane odasıne alınan cam damacanalarda şerbetler, kapılarda aşırı, abartılı süsler, tüller, yataklarda cibindirikler, fırfırlar, balonlar, lohusa dönemine özel her güne ayrı çeşit çeşit gecelikler. envai çeşit kurabiyeler. bilmem ne dizisinde görülenlerin aynısını yapmak ve sen bilmediğin için eziklendirmeleri.

    annelerin suratında o "ben doğurdum, mükemmel bir iş başardım" ifadesi, yüzlerde bir kilo makyaj. bir anda herkesten ayrı bir saygı bekleme ve otorite olabilme özgüveni, abartılı nazlar..

    anne olmak, içinde bir canlıyı besleyip, büyütüp dünyaya getirmek tüm memeliler için mucizevi ve kutsal bir durum. o esnadaki heyecanı, hafif göt kalkınlığını, canının hala yanıyor olma ihtimalini çok iyi anlıyor ve saygı duyuyorum. ancak, bu derece tüketim odaklı yaşamak, doğum yapmayı bir öne geçme unsuru olarak görmek gerçekten tiksindirici. fark ettim ki, bunun eğitimle falan da alakası yok. akademisyen annelerde de gördüm. daha çok utandım.

    velhasıl, boku çıkan eylemdir.
  • doğanın kendini koruma eylemini kadın bedeni üzerinden gerçekleştirmesidir.

    doğa nesilleri devam ettirmekle mükellef, insan soyu da öyle. ve bu soyu devam ettirme güdüsü genlere kazınmış, kalınca. yaklaşık yedi yıllık birliktelik sonrası evlendik. özel sektörde çalışılan, bok gibi para kazanılan ve it gibi gezilen bi altı yıl geçirdik üstüne. hep dedik ki; "çok büyük sorumluluk o çocuk dediğin dava". yıllar geçtikçe kocamda o sorumluluk hissi büyüdü, bendeki çocuk sahibi olma arzusuna paralel. doğur, doğur, doğur diye inledi bu beden resmen. karşı koyamadım. kocayı çocukla bağlamak ne demek, ben az daha kocayı çocuk sahibi olarak kaçırıyodum elimden. nihayet bi insan çıkardım içimden. ne bize benziyo tam olarak ne de bizden çok farklı, basbayağı bambaşka bi insan. şimdi altı yaşında olan o insan, kaba tabir sikti attı hayatımızı bi açıdan. paramızı ve tüm zamanımızı aldı/alıyor ve hep "daha fazlası, daha fazlası" diye dolanıyor etrafta.

    ha, "bu çocuk işi yaşmış hakkaten, koyayım kapının önüne ya da vereyim birine gitsin" deniyor mu? asla. çevrede olup biten pisliklere bakıp nerdeyse çıktığı bedene geri koyasın, he şeyden koruyasın, kollayasın geliyor.

    kariyerimde imar etmekle, dekore etmekle,yamuk çizgileri doğrulamakla mükellefim. ve hayatım da; içimden çıkanı imar etmek, dekore etmek üzerine kurulu. geride bıraktığım evlerin, yolların, parkların, bahçelerin ömrü ne olur bilmiyorum ama; o asıl imar etmeye çalıştığım imar olursa, görevim tamam olacak sanki.

    çocuk doğurmak kolay, imalat aşaması zevkli. ama asıl mesai bundan sonra başlıyor. mesai verilmeyen çocukların çoğunlukta olduğu coğrafyalarda; hak, hukuk, insanca yaşam, bilgi, görgü yalan oluyor. mesai verilmeyen çocuk, kafatasının içindeki organın kullanımı hakkında fikir sahibi olamıyor, üzerine oturduğu organıyla düşünenlerini gördük daha ne? her konuda bilgi sahibi olmadan/olamadan, doğrudan başkalarının fikrini fikir ediniyor bu mesai yoksunları.

    tüm bunlar ahkam kesmek değil, çok olsa olanın olmayana, bilenin bilmeyene borcu vardır sözüne olan inanç gereği.doğurun, doğurtun ama, hayatınızdaki en önemli iş akdine imza attığınızı da bilin.
  • herhalde bir çocuk doğurana kadar ya da bir doğumda bizzat bulunana kadar gerçekliğini algılayamayacağım hadise.

    içinden bi insan çıkıyor. ahahaha çok garip ya. "dam üstünde saksağan" desen bile daha rahat anlarım seni, ama "içinden insan çıkarmak" ne be. nası yani.

    önce içine bir insan giriyor, bir şeyler bırakıyor kendisinden, sonra o bırakılan şey başka bir insan olarak geri çıkıyor. çok garip ya.

    9 ay bekliyosun olsun da çıksın diye. böyle kurbağa gibi, minicik, buruş karış bişey çıkıyor. sen olmadan başını bile kımıldatamıyor başta. bu muhtaçlıktan da öte bişey, sen onun fişisin, seni çektiler mi güç kaynağı kalmıyor o yaratığın. direk ölüyor.

    sonra büyüyo filan. sen yapıyosun her şeyi, bir hayat oluşturuyorsun. evet, resmen bir hayat oluşturuyorsun, tüm temelleri sen atıyorsun. bir gün biri kalkıp da o doğurduğuna "şerefsiz" derse sebebi sensin, bunu biliyorsun. bir gün birini ağlatırsa o doğan çocuk, arkasında sen olacaksın bunun. göze almışsın hepsini, tebrik ederim.

    neyse, büyümüştü di mi. e sana benzemiyor ki bu çocuk. içine malzemeyi bırakan babasına da. kaşı, gözü, huyu, suyu... e biz yapmadık mı bunu? hammaddesi seninle benden değil mi bunun? nasıl benzemez? ben minicik bir kadınken bu nereden çıktı böyle, maşallah çam yarması. babası desen, o da rambo değil ki. (yani olmaz herhalde)

    "şuna bak ya, ben ne diyorum bu çocuk ne diyor... seni ben doğurdum, aloo, kime diyorum. nasıl bu kadar alakasız olabilirsin benimle? git babana benze bari dicem, ona da benzemiyo ki sıpa. nasıl ya. ben nasıl bu kadar kopuk olabiliyorum çocuğumla?" - diyordur muhtemelen ergen anneleri. bir de böyle bir şey var, sen o kadar adam etmeye çalış, hayat kur, sonrasında seni beğenmesin. bambaşka biri olsun, "üf anne allasen bi sus ya" filan desin. "höyt" dese haklı bu anne milleti ama demiyorlar sağolsunlar.

    insan başka ne için hayatını vakfeder ki?

    bir adam bana muhtaç olsa, kesin terk ederim onu. kesinlikle ederim. insan evladı muhtaciyet hissettiği an kendisine saygısını kaybeder ve kendisine saygısını kaybeden insandan her şey beklenir. ben bu riski alamam. kalkar giderim.

    ama bu çocuğunki muhtaciyeti aşan bişey ve ben tamamen onun için devam edeceğim varolmaya. bu ne yaman çelişki! bana olan sevgi ve saygısının kendi kararlarına olumsuz etkisini görmek belki beni üzecek ama içten içe annesel bi haz da alacağım bundan, kendi annem gibi. birini kendi hayatını bana göre reorganize etmesi (reorganize ne lan bu arada) hoşuma gidecek benim. bunu inkar etmenin alemi yok, anne olmak paketi içersinde bir şey bu. ama ben değil miydim sırf bu sebepten sevgili terk eden? eh, insanız, sütümüz çiğ, hayatımız tutarsız.

    tüm bu meselelerden sonra, sırf "kocamı eve bağlayayım" diye çocuk yapacak halim yok herhalde? ya da "eh, evleneli oldu işte 2 sene filan, zamanıdır artık..."diyecek değilim. çocuk bu be. bir insan koyuyosun sen orta yere, onun dünyaya ne getirip götüreceğinü düşünmüyosan, altına kendi imzanı atacağın gerçeğini de mi düşünmüyosun? kudret sayılan "insan yetiştirmek" midir yoksa çocuğu doğurup -bir de erkekse üstelik- başına kırmızı kurdeleyi takınca doğrudan mukaddes olunuyor mu gerçekten?

    kariyer mariyer hikaye arkadaşım. çocuk da yaparım kariyer de, o başka bişey. ama ikisi bir arada olmayacaksa, benim tarafım belli. hep başı ağrıyan bir anne sahibi olmak istemezdim, eminim benim çocuğum da istemeyecektir.

    he bu dediklerimi hayata geçirmeme yıllar var, o ayrı. belki de bu yüzden bu kadar ahkam kesiyorum; bekarım ya, karı boşamak kolay oluyor.
  • çocuk doğurduğun zaman öyle bir dünyası değişiyor ki hatun kişisinin o ana kadar bünyende barındırdığın şımarık, başına buyruk kız çocuğu zınk diye ...km ile giderken duvara çarpıyor. (hız göreceli, çarpma şiddeti de ona bağlı olarak değişken)

    o andan itibaren bir eş, anne, bakıcı, ebeveyn, aşçı, psikolog, eğitmen, hemşire, doktor, palyaço, animatör, antrenör, motivatör ve bunlarla beraber "mecburen" son derece kreatif bir insan oluyorsun.

    dünya tamamen o minik eller ve ayaklar etrafında dönüyor. önceleri yerinden kıpırdayamayıp tabiri caizse saf saf yatarken birde bakıyorsunuz etrafta koşuşturuyor, elinizden tutup kalk diyor, at-taa diyor, ayakkabılarını elinize tutuşturuyor ve geride kalanlara minik ellerini sallayarak bye bye yapıyor.

    tüm planları, hesapları, hedefleri o ve onun mutluluğu üzerine yapıp kendini seve seve 2. plana koymak demek çocuk doğurmak ve tabi karşılıksız sevmeyi sevilmeyi, an-ni? sesiyle göz yaşlarına boğulacak kadar duygulanmayı garantilemek demek :)
  • asla düşünmediğim ve sonuçta hiç yapmadığım eylem. amacım çocuk doğurma eylemini kötülemek değil, yalnızca kadınlar arasında da farklılıklar olabileceğinin altını çizmek istiyorum. herkes otomatik annelik/babalık duygusuyla doğmuyor. "her kadının yaşaması gerek" faşizmi de, annelerin çocuksuz kadına tepeden bakması da anlamsız.

    farklı yaşam biçimlerinin varlığını artık kabul etmeliyiz.
  • ölümüme neden olacağından korktuğum için yıllarca ertelediğim eylem. işte bunlar hep türk filmi
  • ''ben''den ''biz''e geçişin en saf hali. yaşam bağı.
  • her seferinde aynı oranda şaşırtıyor beni. afedersiniz ama lan ben arada bir, bir şeyleri onarıyorum da nasıl tebrik ediyorlar, nasıl övüyorlar, düşün yapabildiğim en uçuk şey tesla bobini. sen insan üretiyorsun arkadaş, töbe bismillah, o nasıl bir şey ya. saygı duymak ne kelime, bende olacak öyle bir yetenek, adıma tapınak inşa ettirmezsem adam değilim.
hesabın var mı? giriş yap