• cocuklara hayata mutlu bir başlangıç yapmaları için öğretilen, mutluluk, sevgi, dağ bayır çiçek dolu şarkılardır. manasız güzel sözler içerenleri de vardır.

    (bkz: cocuk sarkilari)
  • genelde major tonlarda olan $arkı türü.
  • üretilmesi ilgi ve bilgi isteyen şarkı türü.

    (bkz: çocuk müziği)
  • denizi seviyorum´dur ilk aklima düsen.
  • en sevdiğimdir (bkz: kırmızı balık)
  • dünyanın en tatlı çocuk şarkısı bu sanırım jfhjfdjfh. klibi de kendi gibi tatlı bir şarkı. sinir stres kalmadı.
  • üşüdüm, üşüdüm daldan elma düşürdüm
    elmamı yediler, bana cüce dediler
    cücelikten çıktım. ablam gile gittim
    ablam pilav pişirmiş, içine fare düşürmüş
    bu fareyi ne yapmalı? minareden atmalı
    minarede kuş var, kanadında gümüş var
    eniştemin cebinde türlü türlü yeeemmmiiişşşş var.
  • çocukların konuşmayı öğrenme süreçleriyle, müziği öğrenme süreçleri arasında benzerlik vardır. çocuklar konuşmaya başlarken ilk önce sesli harfleri çıkarırlar. en kolayı o çünkü. bir-iki ay geçmeden sessiz harfleri de seslendirirler. k ve g harfleriyle başlar; b, m ve n harfleriyle devam ederler çünkü şimdilik en iyi kullandıkları enstrüman dudak ve boğazdır. 6 aylıkken ilk kez ba-ba-ba-ba falan gibi şeyler söylemeye başlarlar. sessiz harf ile sesli harfi yan yana ve iniş çıkışlar olmadan biteviye tekrar etmeyi öğrenirler. daha öncesinde subglottal baskıyı kontrollü uygulamayı beceremedikleri için pitch shifter’a takılmış gibi sesler çıkarırlar. yarım oktav aşağı yukarı zıplar dururlar. fakat dilini kontrol etmeyi becerince monoton bir ba-ba-ba çıkarmayı öğrenirler. yani iki yaşına basana kadar bütün bebekler aynı dili konuşurlar diyebiliriz. yıllar geçtikçe kendi dillerine has fonolojiyi öğrenirler. rusça’daki “x” (ıpa: 140), arapça’daki “gayın” (ıpa: 145), türkmence’deki “n” (ıpa: 120 - bu ses türkçe’de eskiden vardı ancak şimdi nadiren duyarsınız. mesela onatça diye bir kelime vardır, “iyice, güzelce” anlamına gelir. ismini hatırlayamadım ama bir gezginin kanuni zamanında yazdığı mini sözlükte bile görmüştüm ben bu kelimeyi) sesleri bebeklerin çıkarabileceği sesler değildir. müzik de böyledir. nettl “çocuklar evvela müziğin evrensel cihetlerini öğrenirler” der. [bruno nettl (1956); ınfant musical development and primitive music] nasıl bir şey o peki? yarım oktavı aşmayan, eşit uzunlukta notalardan müteşekkil (bazen son nota diğerlerine nispetle uzun olur), tek cümlenin tekrarından oluşan formda, basit kadanslı (son nota melodinin en pes veya en pesin bir üstü olan sesidir) ve inici seyirli müziklerdir bunlar. tarif ettiğim janra çocuk şarkıları denip geçiliyor ancak bu kusurlu bir tasnif çünkü çocuk şarkıları dediğin şey birbirinden epey farklı iki kümeyi kapsar. biri büyüklerin çocuklara münasip gördüğü ve çocuklar için bestelediği (mesela ninniler) diğeriyse çocukların ürettiği varsayılan müziklerdir. ne yazık ki bu konuda (çocukların ürettiği müzikler konusunda) bizim ülkemizde kayda değer hiçbir çalışma yapılmamış. aslına bakarsanız dünyanın geri kalanında da bakir bir alan sayılır çocuk şarkıları. dolayısıyla az veri üzerinden bol tahmin yürütmekten başka yol yok.

    harold courlander’ın negro folk music’i, alan lomax’ın the folksongs of north america’sı, ruth crawford seeger’in american folksongs for children’ı, cecil sharp’ın english folksongs of the southern appalachians’ı vs. vs. tümü 20. yüzyılın başlarında yazılmış kitaplar. bu kitaplarda “çocuk şarkıları” başlığında ibadullah örnek var. müzikolog patricia shehan campbell diyor ki; “bu kitaplarda rastladığımız çocuk şarkılarının çocuklara pek de uygun olmadığı açık.” niye öyle düşünüyor? çünkü bu şarkılarda kumar, cinayet, hırsızlık, sarhoşluk… ne ararsan var. “sözler uysa melodiler uymuyor. 1,5 oktavı aşan ses aralığı, karmaşık ritmler, kromatik melodiler…” bu uyumsuzluğun sebebi yukarıda da zikrettiğim gibi tasnifin kusurlu oluşudur. zira mezkur kitaplarda geçen şarkılar çocukların ürettiği müzikler değil, çocuklar için üretilmiş müziklerdir. “iyi de bunlar çocuklar için üretilmiş müziklerdir deyince de sorun çözülmüş olmadı ki. böyle şarkıları kim çocuğuna münasip görür ki?” doğru soruyu sorduk, şimdi cevabını arayalım. şimdi efendim önce şu konuya dikkat çekmek isterim; `çocukluk dediğiniz şey aydınlanma döneminin icadıdır`. 13. yüzyılda çocukluk diye bir şey yoktu. biliyorum “ne zırvalıyor yenge” diyorsunuz şimdi ama izah etmeme izin verin.

    görsel

    evangeliar ottos ııı başlıklı bir ilahi kitabından aldım bu resmi. otto dediği sakson hanedanlarından biri. bu kitap da hanedandan miras kalan en kıymetli sanat eseri olarak kabul ediliyor. 10. yüzyıla aittir. mesih’in etrafında 11 kişi görüyorsunuz. bunlardan yedisi diğer dördüne göre bariz şekilde daha küçük resmedilmiş. niçin sizce? çünkü bunlar çocuk. ortaçağ insanının çocuğu nasıl gördüğünün bundan daha iyi bir özeti olamaz sanırım; yetişkinin küçük porsiyonlusu.15. yüzyıla kadar tüm çizimlerde aynı üslubu görürsün. sonra? sonra iki farklı çocuk ortaya çıkar. bir tanesi küçük katip (sonradan meleğe evrilecek) diğeri de bebek isa. bu küçük katiplere clergeon deniyor. o yıllarda clergeon enflasyonu var çünkü okul yok. okula denk düşen tek yer kilise olduğu için, çocuklar buraya emanet ediliyorlar. onlara da katiplik münasip görülmüş. kutsallık sosuna bulanmış bu çocuklar 15. yüzyıl resminin gözdeleri oluyorlar. katiplikten melekliğe terfi edecekler. botticelli’nin meşhur resimlerinden birini örnek vereyim.

    görsel

    meryem’in kucağındaki isa’yı tanıdınız. etraflarındaki 8 kişi ise melek. bir evvelki resimde çocukların yüzleriyle yetişkinlerinkini ayırt etmek mümkün değildi. fakat botticelli’de durum farklı. çocukların yüzleri yetişkinler gibi vahşi, yabani değil. yumuşatılmış, asude bir halleri var. peki cinsiyetlerini çıkarabiliyor musunuz? zor. bebek isa’dan da bahsedeyim azıcık. 15. yüzyıldan önceki çizimlerde bebek isa yetişkin biri gibi tasvir edilir. hatta lorenzetti’nin bebek isa’sı erkek tipi kelleşmeden muzdarip bir ucube gibidir.

    görsel

    “bebek isa ortaçağ tasvirlerinde niçin ihtiyar gibi resmedilmiştir?” sorusuna verilen en popüler yanıt şu: “isa zaten bir yetişkin olarak doğmuştur. o yüzden böyle resmedilir”. bu doğru değil çünkü sadece isa değil, fanilerin de bebeklikleri böyle resmediliyor. çünkü çocukluk henüz icat edilmemiş. fakat 15. yüzyılla birlikte isa ve diğer bebekler, gerçek bir bebek gibi tasvir ediliyorlar. bir değişiklik daha oluyor; üzerlerindeki kıyafet inceliyor. eski tasvirlerde bebeğin tenini görmüyorduk ama şimdi kolları, bacakları falan görünmeye başladı değil mi? pek yakında (gotik dönem) tamamen çıplak olacak. konumuzla ilgisi yok ama bebeğin nihayet çıplak ve cinsiyetsiz tasvir edilmesi; günahsızlık ve masumiyetle ilişkilendirilmesi onu öte dünya ile ilintili hale getirir. neredeyse 13. yüzyıla kadar ölüler canlılara nispetle daha küçük ve cinsiyetsiz olarak resmedilmişlerdi. reims katedrali duvarlarında yer alan meşhur son yargılama heykellerinde ibrahim elindeki örtüde küçük bir bedeni tutarken tasvir edilmiştir. mesih’in dirileceği güne kadar ibrahim’in kucağında dinlenen ölü bir müminin bedenidir bu.

    görsel

    yarım porsiyon yetişkinlikten, kutsallık sosuna bulanmış ucubeliğe terfi eden çocuğun, sadece çocuk olarak resmedilişi 17. yüzyılı bulur. rubens mesela, kendi ailesinin resimlerini yapmış. keza frans hals, lebrun ve van dyck öyle. ben philippe de champaigne’in bir tablosunu örnek vereceğim:

    görsel

    habert ailesi’nin 7 çocuğunu görüyorsunuz tabloda. en büyüğü resmin en sağındaki oğlan. 10 yaşında. sarı harmaniye giymiş. en solda da ikizler var, el ele tutuşmuşlar. uzun, pembe kaftan giymişler. 5 yaşındalar. ikizlerin yanında 8 aylık bir bebek görüyoruz (kız). bebeğin yanındaki de ablaları var falan filan… dikkat ettiniz mi çocuklar iki yaşına vardıktan sonra yetişkinler gibi giydiriliyorlar. zengin sınıfa has bir şey de değil üstelik. fakirler için de durum aynı. hatta dünyanın geri kalanı da böyle. reşad ekrem koçu’nun türk giyim kuşam ve süslenme sözlüğü’ne bakarsanız çocuklara has bir kıyafete rastlamazsınız. yoktur böyle bir şey. ilk kez avrupa’da, 18. yüzyılla birlikte erkek çocuklarının kıyafetleri yetişkinlerden ayrılmaya başlar. kız çocukları neredeyse 20. yüzyılın başına kadar anneleri gibi giyinirler. erkeklerin imtiyazlı olma sebepleri de okula başlamaları. önceden yok muydu okul? ı ıh. vardı da günümüz okullarıyla bir ilgisi yoktu. okula başlama yaşı belirsiz (winchester koleji’ne başlama yaşı 15.yy da 8-17 arası değişiyormuş mesela) bir kere. okulun fiziki varlığı da muğlak. kimi zaman kilise avlusu, kimi zaman hocanın evi. ilköğretim diye bir şey yok. nedir ilköğretim? okuma, yazma, anadilini öğrenme vesaire. bunu evde veya çarşıda, pazarda öğreniyorsun. en önemlisi de müfredat ve sınıf yok. farklı yaşta öğrenciler bir arada öğreniyorlar. buna bir çocuk eğitimi demek mümkün değil. standardizasyon ve tasnif cizvitlerle başlıyor. modern okulun doğuşu. yani ne kıyafetler ne de okullar çocuklar için. geriye ne kaldı? oyun. bildiğiniz gibi eskiden çalışmak şimdi olduğu kadar zaman alan ve önem verilen bir şey değildi. haliyle geriye bir yığın düzenlenmemiş zaman kalıyordu. vakit öldürmenin en iyi yolu da oyun oynamak. book of hours denen kitaplar vardı ortaçağ avrupa’sında. önemli tarihleri betimler bunlar; mayıs başında aziz bilmem kim yortusu var, eylülün son perşembesi filanca bayramı vs. vs. o dönemin gündelik yaşantısı hakkında fikir vermek açısından son derece zengin kaynaklardır. çok detaylı tasvirlerle, resimlerle doludurlar. çoğunu internette bulabilirsin. bu kitapları inceleyen bir oyun tarihçisi “öyle görünüyor ki 18. yüzyıla değin yetişkinlerin oyunlarıyla çocukların oyunları arasında pek fark yok” yorumunda bulununca philippe aries “e çok normal çünkü yetişkinlerle çocuklar aynı oyunları oynarlardı” demiş [philippe aries (1960); centuries of childhood (sayfa 69)]. bir dolu oyun ismi geçer bu kitaplarda; on ikinci gece, fasulye kralı, saklambaç, körebe, gülmeyen adam vesaire… tasvirlerde ve resimlerde yetişkinlerle çocukların beraber oynadıklarını, denk rakipler olduklarını görürsün. hatta çocukların sayıları yetişkinlere nispetle daha azdır. aşağıdaki resmin tarihi 1620.

    görsel

    el üstünde kimin eli oyununun bir benzerini oynuyorlar. ebe yüzünü bir kadının kucağına gömmüş, kendisine kimin vurduğunu tahmin etmeye çalışıyor. sadece bir çocuk görünüyor. gerisi yetişkin. sanmayın ki bu yoksul sınıfa özgü bir şey. bakınız aşağıdaki resmin tarihi 1780. aynı oyunu soylular, kibar kıyafetleriyle oynuyorlar.

    görsel

    gönül rahatlığıyla diyebiliriz ki günümüzün çocuk oyunları, 18. yüzyıla kadar her yaştan insanın eğlencesiydi. hatta şu daha doğru olur; oyunlar ilk başta yetişkinlerin eğlencesiydi, daha sonra birkaç istisna hariç (dövüş oyunları gibi) tümü çocuklarla da paylaşıldı. buna kumar da dahil! tom brown’s schooldays diye eski bir roman vardır (1857). orada 12-13 yaşlarındaki çocukların kumar tutkusundan bahseder. hatta ve hatta bu bu yaştaki çocuklar pekala geneleve de giderler. alttaki tasvir crispijn de passe the elder’a ait. 1602.

    görsel

    british museum’da sergileniyor. online olarak bakabilirsiniz. açıklamasında “bir genelevin içi. okul yaşamından kesitler. öğrenciler kafa çekiyor, müzik çalıyorlar. birinin kucağında da kadın var.“ bu arada resimde büyük adam gibi duruyorlar ama yaşları 13-16 arası olmalı. buna benzer tonla tasvir var. aydınlanma dönemiyle birlikte çocuklar kumar, alkol ve zamparalıktan; yetişkinler ise oyunlardan men ediliyorlar. bu fevkalade önemlidir. bunu bilince şunu anlarsın; oyunlar çocuklara yetişkinlerden miras kalmıştır. günümüzün çocuk oyunları (günümüzde çocuk oyunu da yok gerçi) birkaç asır evvelinde yaşayan yetişkinlerin oyunlarıdır. çocuk şarkısı veya tekerleme denen şeylerin oyunların eşlikçileri olduğu açık. öyleyse çocuk şarkılarının da yetişkinlerden miras kalması muhtemeldir. nihayet son fasla geçiyoruz.

    çocuk şarkısı tasnifinin kusurlu olduğunu söylemiştim yazının başında. bahanem neydi? çocukların ürettiği şarkılarla, çocuklar için üretilen şarkılar arasında öyle uçurum var ki, aynı başlık altında toplamak zor. peki çocuklar şarkı üretiyorlar mı gerçekten? tabii ki pek çok besteci var 10 yaşından küçükken piyano eserleri, opera falan bestelemiş. kast ettiğim şey o değil. yağ satarım bal satarım, arap kızı camdan bakıyor, uç uç böcecik vs… bu anonim şarkılar çocukların ürünü müdür? 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında pek çok halkbilimci (folklor uzmanı?) saha çalışmaları yapmışlar. yazdıklarından öyle anlaşılıyor ki pek çok çocuk şarkısını -bilhassa oyunlarda söylenen şarkıları- çocukların bestelediklerini düşünüyorlar. bu sonuca nasıl varmışlar peki? soruyor mesela çocuğa; “evladım sen bu şarkıyı kimden duydun ben hiç duymamıştım” diye. çocuk anlatıyor, “kuzenimden duydum, o da bir arkadaşından duymuş” falan… araştırmacı da bu şarkıyı çocukların uydurduğuna kanaat getiriyor. olabilir. ben aksine inanıyorum. günümüze dek ulaşan çocuk şarkılarının kahir ekseriyetinin yetişkin zihninin ürünleri oldukları kanaatindeyim. yazının başında bir müzikologa atıfta bulunmuştum ya; “bunlar nasıl çocuk şarkıları yahu” diyordu. sözlerinde kumar var, seks var, dalavere var vs. bahsi geçen bu hayasızca eylemlerin çocuklara pek de yabancı olmadığını göstermiş oldum sanıyorum. müziği de münasip bulmamıştı (“1.5 oktavı aşan ses aralığı, karmaşık ritmler, sıra dışı kadanslar”… ). buna da katılmıyorum. kral şakir’in müziklerinden daha evla delil bulunamaz. baksanıza şuna. şarkı 1,5 oktavı aşıyor, ritm karmaşık, form son derece girift, kadanslar desen o biçim… spotify’daki üçüncü yeniler listesini açın, bunun kadar karmaşık şarkı bulamazsınız. memlekette 3-6 yaş arası olup da şu şarkıyı ezbere bilmeyen çocuk yoktur muhtemelen. çocuklar fazla hafife alınıyor demek istiyorum. son derece karmaşık melodileri akılda tutuyor ve tekrarlayabiliyorlar. fakat çocukça has bir dil, bir üslup var ve bu dili sezebilen yetişkinler, çocuklara temas edebilecek şarkılar üretmeyi (kırmızı balık gölde veya baby shark gibi) başarıyorlar. ninniler bu açıdan bakıldığında çok ilginçtirler. sanki anne ve çocuk ortak bir noktada buluşurlar. anne ninniyi çocuğu için söyler ancak hiçbir ninni çocuklar tarafından benimsenmez, söylenmez. bu, yetişkinle çocuğun ortak dilidir de, sadece bir arada olduklarında konuşulabilir sanki. yetişkinler bazen kendileri için de “bu dilde” şarkılar yaparlar. kırgız at çobanlarının müziği şırıldanlar, azeri kadınlarının tereyağı yaparken söyledikleri nehreler, düğün şarkıları … çocuk şarkılarına ne kadar da benziyorlar değil mi? çocuklarla yetişkinlerin iki ayrı dünyanı insanı olmadığı yılların ürünleri bunlar. çocuk işlenmesi gereken boş bir levha, sevimli bir oyuncak gibi görülmeye başlandığında, onlar için üretilen şarkılar da başkalaştı. yıldırım gürses’in türk çocuğunun şarkısı, çinuçen tanrıkourur’un atam’ı, alâeddin yavaşça’nın her yerde gün ışıyor’u , mutlu torun’un ver elini mavi dağları yurdumun’u… utanç vesikası işler bunlar. kepazelik. allah aşkına çocuk ne yapsın bu şarkıları? çocuğu anlamaktan, o dili konuşmaktan bu kadar mı uzak olur insan? peki çocuk şarkısı mı şimdi bunlar? evet, öyle. demek ki çocuk şarkısı denen janrın iki alt kümesini çocukların ürettiği müzikler ve çocuklar için üretilmiş müzikler diye değil çocuklara hitap (declaim) eden ve çocuklarla konuşan (con-versation) şarkılar diye isimlendirmek çok daha isabetli olacak. üçüncü bir küme daha var aslında; çocukları salak yerine koyan şarkılar. öyle görünüyor ki bir ve üçüncü kümedeki şarkılar ya yok olup gidecekler ya da bu ucubelikleri nedeniyle alaya alınacaklar. eleğin üzerinde yalnızca çocuklarla konuşan şarkılar kalacak.

    derli toplu halini okumak isteyen için link.
hesabın var mı? giriş yap