• travma demeyelim de biz ona, korku diyelim. korku demeyelim de biz ona, saskinlik diyelim.

    benim dedem (rahmetli!) cinlerle irtibata gectigine inanan (inandiran) sarlatan ufurukcunun tekiydi. ilginc bir sekilde turkiye'nin cesitli yerlerinden insanlar tedavi / ufuruk icin gelirlerdi. ama oyle bunu cok para kazanmak icin de yapmiyordu. ego demeyelim de biz ona, self esteem diyelim. tarlayi tapani satmis, yemis icmis, dunya zevklerinin hepsini tatmis (5 kari, dile kolay), o zaman da mistik aleme sarmis pust. ha finansmanini da babam yapiyor bu arada.

    neyse seksenlerden bir sene. 5-6 yaslarimdayim. o zaman amcamin (bu da rahmetli) insaatindan malzemeler calinmis. (babamdan tirtikladigi su kenari arsaya villa insaati yaptiriyordu pezevenk). polise falan gitmisler birsey cikmamis. polis basina bekci koysaydiniz ya diye bir de dassak gecmis bunlarla. amcam perisan yengem ona kopuruyor. babam biyik altindan keh keh keh yapsa da skindeymis gibi davraniyor. annem oh olsun o arsa bizim hakkimizdi diyor. o arada amcamin ergen kizinin aklina dahiyane bir fikir geliyor: lan dedem cinlere sorsun ya iste. mecliste tereddutlu bir onay veren he lan tarzi kafa sallamalari. konu dedeme goturuluyor. dedem ehehe ih mih falan derken demis ki, tabi ben bunu cinlere sorarim ama cinler bana soylemez. masum gunahsiz biri lazim. ben cagirayim geldiklerinde de o masum gunahsiz sorsun mazlemelerin yerini, onlari kimin caldigini.

    hikayedeki masum gunahsizin kim oldugu belli oldu sanirim buraya kadar. elbette ben. tabi bilseler ben o yasta gazeteden kestigim bonnie (kara simsekteki kadin) resmi ile opusuyorum gizli gizli.

    bana durumu kabaca anlattilar, tamam dedim. ama hafiften bir korku da var. bir metal kasenin icinde bir koz getirdiler (buhur). duman falan cikiyor, yanarli donerli birsey. yanina bir ayna koydular. yanina da beni. diz cok dediler coktum. icimden rahat hazirol diz cok ates esprisini gecirdim fazla tirsmayayim diye. ehehehe derken dedem sus gulme dedi. sustum. once bir tirstim lan bunlar benim gotumu mu yakacak acaba diye. neyse gotumu yakmadilar ama devreleri yakmak icin yogun bir caba sarfettiler. sonra bir carsaf getirildi benim kafama orttuler, buhur ve ayna da yanimda. tam turk korku filmi ambiansini yakaladik. diz cokmus ve one egilmis sekilde oturuyorum, tepemde carsaf, yanimda bir karis bembeyaz sakalli bir adam.
    exorcist'in yonetmene gelse ben bunu niye dusunemedim diye aglardi.

    neyse dedem basladi subhaneke eshedu birseyler soylemeye. dedi tekrar et bunlari. yari arapca yari turkce birseyler tekrarliyor. (latince olsa begenirdiniz ama di mi amk, vay sonra turkiyeden neden kaliteli korku filmi cikmiyor). davullar calinsin dugunler kurulsun, kurbanlar kesilsin vs. birseyler diyor sonra da subaneke allahumme falan. olay baya mistik bir hal aliyor, millet heyecanla bekliyor. dedem sayiyor sacma sapan, ben de tekrarliyorum. arada da soruyor aynada birsey goruyor musun diye. kendimi goruyorum hehehe diyorum, fesupanallah cekip saymaya devam ediyor. sonra yine soruyor; ya soyle ucan sinek gibi birsey falan da mi gormuyorsun? yok diyorum birsey gormuyorum. zaten duman alti olmusum amk. oksurmeye basliyorum. dur kaciracaksin cinleri falan diyor.

    neyse bu seans boyle yarim saat falan devam ediyor ve ben bir bok gormuyorum. sonunda dedem pes ediyor. caktirmadan babamin kulagina egiliyor ve duymayacagimi sanarak;

    "pek masum degilmis senin kucuk oglan"

    bonnie ile opustum olm ben tabi cinler bana gorunmez!

    edit: imla vs
  • çocukluk döneminde yaşanmış hala hatırlanan derin izler bırakmış olaylar...

    misal: okula bile gitmezken yazlığın bahçesinde büyük bir akasya ağacı vardı, annem veya babam tarafından elime tutuşturulmuş çapa ile toprağı çapalarken nedendir bilinmez birden o akasya ağacına vurdum, vurduğum yer çizgi filmlerdeki gibi kesik olmadı, açtığım ufak yarıktan öz suyu sızmaya başladı ağacın, önce afalladım sonra kendimden yola çıkarak ağaç ağlıyor zannettim,çok pişman oldum, elimden çapayı attım gözlerim yaşlardan görmez olmuştu elciklerimle yarasına bastırdım "ağlama ağlama"... kısa bir süre sonra kesildi tabi... pişmanlığım ve utancımdan feci hissediyordum, bir yandan o çizgi filmlere lanet ediyordum... büyüp eşşek kadar olduktan sonra her o ağacın önünden geçerken içim acıdı... bahçeyi sularken hep o ağaca daha fazla su verdim...
  • 12 yaşındayken namusum bozuldu diye düşünüp intihar edecektim neredeyse. alın işte bir çocukluk travması hikayesi.

    halam bizimle yaşardı ve geleneklerine de bağlı bir kadındı. o yüzden büyümekte olan kızlarla ilk gençlikten önceki gerekli konuşmayı annemle yüz göz olmayalım diye hep o yapmıştı. mübarek o da öyle bir konuşmaydı ki, kafam allak bullak olmuştu. hiç bir şey anlayamamıştım. tek anladığım eğer namusum bozulursa, kendimi öldürmem gerektiği idi. yoksa babam beni öldürmek zorunda kalırdı -ki bu, istenmeyen bir şeydi. zira bir sürü kardeşim ve annem aç ve açıkta kalırdı. ben mezara girer kurtulurdum; ama babam hapse girerdi ve işten de atarlardı onu. hem namusum bozulduğu için hem de kardeşlerimin rızıklarına engel olduğum için günaha batmış bir vaziyette, ahirette asla cennete giremezdim. işin komiği bu namus nasıl bir şey ise, çok da kolay bozulabiliyordu, allah muhafaza biri yan gözle bile baksa hemen gidiverirdi de herkes hakkımda konuşurdu, annemle babam yüzlerini eğerler ve el önüne çıkamazlardı, kardeşlerim asla evlenemezlerdi vs. vs. vs.

    o makus gün, annemin migreni tutmuştu yine ve maalesef sürekli kullandığı şu an adını tam hatırlayamadığım (derwall gibi bir şeydi) ilacı da bitmişti. tabi en büyük çocuk ve eczanenin yolunu bilen tek eleman olarak eve yakın olan ve her zaman gittiğimiz, babamın tanıdığı eczaneye doğru yola koyuldum.

    burada bir parantez açalım. büyüme çağımda birdenbire o kadar boy atmıştım ve bedenim o kadar değişmişti ki, bir yıl önce bol gelen tüm kıyafetler artık dar ve kısa gelmeye başlamıştı bana.

    evet devam edelim. ben eczaneye her zamanki gibi hoplaya zıplaya giderken eczanenin kapısı önünde bekleyen 3 tane ağabey çekti dikkatimi. dikkatimi çekti, çünkü bariz bir şekilde bana bakıyorlardı. hemen hoplamayı bıraktım ve uslu bir kız gibi başım önümde, onların olduğu yana kesinlikle bakmadan yürümeye başladım, ama tedirgin olmuştum. o bakışlar çok fazla rahatsızlık vericiydi. hanım bir kız olarak ilerledim, ilerledim, tam eczaneden içeriye girecekken içlerinden biri "ah canııım, büyümüş de artık dar dar giyinmeye başlamış." gibi bir cümle sarfetti. bariz bana söylenmişti, belliydi. içeri adımımı atmamla koşa koşa dışarı çıkmam ve eve varıp odalardan birine kapanmam bir oldu. 2-3 gün boyunca yemekten içmekten kesildim, kendimi öldürecek çareler aradım, ama acı da çekmemem lazımdı. bir de vasiyetvari bir not yazmalıydım geride kalanlara; çünkü halamın dediğine göre doktorlar anlardı namusumun bozulduğunu. hiç bir doktor bakmamalıydı cesedime. bir de aksi gibi o günlerde televizyonda meşhur kubilay han dizisi vardı. o dizide de çin sarayına kaçırılıp namusu bozulan bir kız vardı ve kendini asmıştı. ben o diziyi izleyip izleyip ağlıyordum, ama evdekilerin hiç bir sorusuna cevap vermiyordum da. nasıl anlatayım namusumun bozulduğunu, ben nasıl bir kızdım böyle, hemencecik kaybedivermiş, elimde tutamamıştım...

    bir gün artık dayanamayan halam beni bir odada sıkıştırdı, illa neyim olduğunu söylemem gerektiğini, derdini söylemeyenin derman bulamayacağını, çözülmeyecek dert olmadığını, ama ilk olarak derdim neyse onu anlatmam gerektiğini anlattı da durdu. zaten açım, ağlamaktan içim şişmiş, bir de derdimi artık içimde tutamıyorum, kendimi öldürecek yol da bulamamışım, o yaşımda o kadar dertliyim ki, tüm dünyada benden daha büyük derdi olan yoktur diye düşünüyorum. herkesler namuslarını koruyabiliyorken ben kaybedivermiştim. amma ve lakin sonuçta 12 yaşımdaydım ve dayanamayıp ufaktan anlatmaya başladım halama olanı biteni. o bulurdu bir çare herhalde.

    ben- benim namusum bozuldu :(
    halam- nasıl bozuldu? (hafiften bir kızarma var yüzünde)
    b- işte o gün eczaneye giderken 3 tane ağabey vardı :(
    h- nasıl vardı, nerede vardı? (kızarıklık bordoya dönüşmeye başladı artık)
    b- işte eczanenin orada :(
    h- e kimse bir şey demedi mi, engelleyen olmadı mı? (mora dönüyor)
    b- yok, herkes gördü ama bir şey demediler :(
    h- nasıl demediler, sen bağırmadın mı?
    b- işte namusumu bozdular, nasıl anlatayım :(

    burada halam bu işte bir terslik olduğunu anladı, ama çıkaramadı ne olduğunu. eczanenin orada 3 genç, hiç kimse sesini çıkarmadan bu salak kızın namusunu kesinlikle bozmuş olamaz.

    h- sen şu işi bana olduğu gibi anlatsana baştan.

    akabinde olayın aslını anlamasıyla beraber o mora dönmüş rengi birdenbire beyaza çalmaya, suratı allak bullak olmuşken artık gülmeye başlayan halam beni ilkin çok korkuttu. öyle ya, namusumun bozulduğunu öğrendi de delirdi kadıncağız. vay ben ne yapam, ne edem, nerelere gidem, vay başıma gelenler vay.

    sonra mı, sonrası halamla ilk gençlik konuşmamızı bir kere daha yaptık da kendimi öldürmekten son anda kurtuldum. ama o namusumun bozulduğunu düşündüğüm günler neler yaşadığımı bir ben bilirim, bir de allah. belki şu an burada olmayabilirdim bile, 12 yaşında kendini öldürmüş biri olabilirdim. öldürmek o kadar basit bir şekilde normal gelmişti.
  • ilkokul 4 müydü 5 miydi neydi. o zamanlar ziyaretçiler dizisi, uzaylılar merakı falan derken bizim okul 23 nisan gösterilerine kartondan bi ufo bi de astronot konseptiyle katıldı. okullar arası bi gösteri ama. müdürümüz çok hırslı bi kadın olduğu için bu işe sağlam bütçe ayırdıydı. bebelere alüminyumdan kostümler falan diktirdiler. akçaabat halk oyunları ekibinden bu yana o kadar dev bi prodüksiyon okulumuzda hiç görülmemişti. ben okulla ilgili her türlü şovlarda aranan isim olduğum için seçileceğimden hiç şüphem yoktu. zaten babam okulun her türlü alt yapı sorununa yardım ediyor, anam da müdürehanım'ın canı börek istediğinde yapıp getiriyordu. evimiz okulun tam karşısı.

    neyse mart gibi seçmeler başladı. bilin bakalım kimi seçtiler? : niyazi, gamze, mustafa ve diğer sınıftan iki çocuk. beni seçmediler! okulun göz bebeği olan şu kardeşiniz tek kalemde harcandı. emekliliği gelmiş bir şarkıcının hüznünü içten içe yaşadım fakat bu tarifi o zamanlar yapamadım. daha çok odama kapanıp burhan çaçan'ın son kasetini dinlemeyi tercih ettim (ayaz geceler/yaradana kurban-türküola). bilen bilir, onca yırtıklığa rağmen ezik bi yapım vardır. beni niye seçmediniz diye bir gün olsun soramadım. ayrıca o uzaylı ekipte olmanın bir sürü avantajı vardı : matematik dersine girmemek+öğretmenimize daha yakın olmak+okul saatleri içerisinde dışarda olmak ama kimsenin hesap soramaması...elimden kuş gibi uçtu gitti bu imkanlar.

    seçilen çocukların ortak özelliği okulun en çalışkanlarından olmasıydı. benim bunu kabul etmem epey zaman aldı gerçi. kabul etmeden önceki gerekçelerim gamze'nin babasının öğretmenimiz olması, niyazi ve mustafa'nın da en ön sırada oturmalarıydı. yani torpil!!! sırf bu ayrıcalıklara sahip olamadığım için uzaya gitmekten mahrum bırakılmıştım. okulumuz simulasyonu içerisinde gideceğim en uzak yer trabzon-akçaabat'la sınırlandı.

    bi gün bu uzaylı ekip sınıf öğretmenimiz eşliğinde yine okul dışı bi yere çalışmaya gittiler. ben zaten derdimden kendimi hayat bilgisine vermişim, bu meşum olayı unutmaya çalışıyorum. birisi gelip hatırlatsa "uzay ne demek ki?" diye sorucam, o kadar soyutladım kendimi. ta ki yanımdaki strateji bilmez gerizekalı, sıra arkadaşım niyazi ile konuşana dek :

    -niyazi naptınız? dersimiz dün çok güzel geçti ama siz yoktunuz
    +napalım yaa atakule'ye gittik
    -atakule mi???? hani şu yeni yapılan büsbüyük uzun yer? vooohaaaaa
    +evet orası. tepesi de dönüyo zaten. ufoyla oraya çıktık
    -nasıll??? gökyüzünden mi????
    +hayır olm salak mısın. asansör var dışarıyı gören, onunla çıktık
    -asansörü de mi vaaaar?
    +var tabi. gamze ağladı kız olduğu için korktu ama biz mustafayla hiç korkmadık hatta çok zevkliydi.
    -ben bi kere babamın işyerinde binmiştim ama dışarısı görükmüyodu.
    +görükmez tabi olm bu başka
    -eeee sonra?
    +sonra öğretmenimiz bizi hamburger yemeğe götürdü
    -hamburger mi??? ohaaa çok pahallı bi şey yemişsiniz. öğretmenimiz mi verdi parasını, siz mi verdiniz?
    +müdüre hanım verdi olm
    -müdürümüz de mi geldi? kızmadı mı size?
    +ne kızcak yaa. çok iyi bi insan o bi kere. siz korkuyosunuz tabi hehehehe

    burdan sonra benim dudaklarım titremeye başladı işte. tükçe kitabımı açıp çoban çeşmesi'ni baştan aşağı tekrar tekrar okumaya koyuldum. yanağımdan süzülen sicim gibi yaşlar çoban çeşmesi'nden ılık ılık akmaya başladı. iki elimle de yüzümü kapattım ki kokmuş niyaziye yenildiğim anlaşılmasın. bi kere atakule dediğin yer bizim evimize ve okulumuza nerden baksan en az 25 km uzaklıktaydı. benim oraya annemle bile gitmem için büyüklerin anladığı çok önemli bi işimizin olması gerekiyordu. annesiz oraya gitmek kim bilir nasıl bir özgürlüktü allahım! ben bunu bile içime sindiremezken bir de hamburger meselesi vardı çözmem gereken. size yemin ederim ortaokul kantinine kadar hamburgeri yakından görmüşlüğüm olmadı. biz en fazla babam maaş aldığında varoş mahallemizin ilçe merkezinde bulunan kebapçıya döner yemeye giderdik. fakirlikten değil, vizyonsuzluktan. sosyal demokrat bir ailede doğup tam bir orta direk özal çocuğu olarak büyüyordum ve hamburger benim için yeni bir ufuk çizgisiydi. pislik niyazi'nin bu ayrıcalıktan faydalanma sebebi kalın camlı gözlükleri ve uzaylı olması mıydı? evet tam olarak buydu. yıllar yılı güzel türkçemizi kullanarak okuduğum 23 nisan şiirleri, ataletli ve esnek hareketlerimle dikkat çeken vücut yapım sayesinde kazandığım halk oyunları ekip başılığım boşa, hep boşa gitmişti. tırnaklarımla kazıyarak yarattığım karizmam bir uzaylı istilası sonucu yok olmuştu...yıkıldıydım!

    işte tee o zamandan beri bir sinsilik gafletine daha düşmeyeyim diye hep bir miktar daha iddiasız olmayı seçtim. doğrusu bu temkinli halim, daha bir çok kayıba sebep olsa dahi hayal kırıklıklarımı ve hırslarımı törpülememe sebep oldu. olan bitenlerin yanında :

    -niyazi avukat oldu, aktif olarak siyasette yerini aldı
    -gamze doktor oldu, amerika'ya yerleşti. çok güzel bir evlilik ve kariyer yaptı
    -mustafa uçak mühendisi oldu, türkiye'nin önemli bi firmasında yöneticilik yapıyor. evlenince feysbuk hesabını kapattı.

    ben...bunları yazarken üçüncü biramı açtım. bundan sonraki ilk tatil günümü düşünüp, arkadaşlarımla ne zaman sarhoş oluruz diye hesap yapıyorum. ingilizce bilmekteyim, evim-arabam-beni seven kocam ve mükemmel iki tane çocuğum yok...
  • valla ne kadarı travma sayılır, ne kadarı kabustur fikrim yok ama şahsi anlamda beni etkileyen, hayata bakışımı tekrar sorgulatan kişi çocuğukene bizim mahallede oturan yasin namlı yavuşaktır, müptezeldir.

    el kadar sabisin, sahtekarlıktan, ayak oyunlardan ne anlarsın ulan? nasıl bir şeytani zekan varmış senin be hey önlüğünün yakasını siktiğimin daniel omen'ı? anan baban da mı şüphelenmedi senden, korkmadılar mı hiç arkadaş?

    ilkokul 3'e gidiyoruz. oyun kartları var o dönem ama futbolculu olanından değil. böyle defter gibi, her sayfada ayrı resimler var ve sayfaları hızlı çevirince çizgi film gibi bişi oluyo. yaş küçük, hevesliyiz dolayısıyla böyle sikten uğraşlara. fakat istediğim gibi bi' tane bulamamışım bunlardan. kıvranıyorum resmen. yasin denen ibiş geldi yanıma bi' gün, oğlum dedi benimkini sana satayım. 2. el almak gibi bir gayem yoktu başta fakat bir anlattı pezevenk, lan bir anlattııı... nah bu yaşımda gelse yine alırım ramiz dayı, o kadar diyorum. vallaha alırım. nasıl bir inandırıcılıktır arkadaş o? nasıl bir senaryodur ya? elindeki oyun kağıdında iki dövüşçü var. önce biri yumruk atıyor, diğeri düşüyor; hemen ardından da yerdeki ayağa kalkıp uçan tekme atıyor, diğeri nakavt oluyor... konu bu. fakat yasin cibilliyetsizi "olm geçen evde oynaken bu bir vurdu tekemyi, kalkamadı ya adam yerinden. vallaha billaha kalkamadı. bi' sürü denedim, çevirdim sayfaları ama adam kalkamadı lan." deyu anlatıyor. nasıl iştahlı, nasıl inanarak... aklın almaz. ikna oldum, verdim parayı. kandırıldığımı anlamam 2 gün sürdü. beynimi sikeyim. ne yerinden kalkamaması lan? aksine, mayasırlı göt gibi daha sayfayı çevirmeden hopluyor pezevenk. bu yediğim ilk kazık oldu yasin'den.

    "uslanmadım"

    bu piçte bi' kol saati var. günlerce dedim ki ver 1 ders takıyım la. inat etti vermedi. altından giriyorum, üstünden çıkıyorum amma yok, fayda etmiyor. inadını kıramıyorum küçük selçuk parsadan'ın. mecburen kabullendim durumu. uzun süre ses etmedim bu konuda. aradan 2-3 hafta geçti, arka sıramda oturuyordu yasin, bi' gün dürttü al dedi bu ders sen tak saati. galatasaray son dakika golüyle maç kazansa ancak o kadar sevinirdim diyeyim sen anla o anki hissiyatımı. aldım taktım biraderovski. yazı yazıyoruz o esnada. ulan 10 dakika sonra durduk yere saatin kordonu tak dedi düştü sıraya. o anı bekliyormuş zaar ibne, kopardı figanı arkadan hemen. bloom saatimi kırdı da, onu babam aldıydı da, ödetecem sana ben onu da... bi' yandan da ağlıyor üstelik. neye uğradığımı şaşırdım amına koyyim. anlatamadım derdimi kimseye. öğretmen dahi beni kabahatli buldu. geriye çok fazla seçenek kalmadığı içün gittim anamdan parayı alıp ödedim saatin bedelini.

    "yetinmeyi bilir misin?"

    3. sınıfın sonuna doğru sınıfta geçirdiğim kaza ile bacağım kırıldı. 3,5 ay evde yatmak zorunda kaldım. okula filan gidemedim haliyle.. lakin bu durum maalesef ki, züccaciye dünyasında borcam neyse, insani dünyada da benim içün o nitelikte olan; ucuz, pespaye ve dahi çakal yasin'in benim üzerimdeki hain emmellerini gerçekleştirmesine engel olmadı. olamadı. ablasına 1 tepsi kek yaptırmış, ziyaretime geldi eve.. okulu felan anlattı yarım saat. mahalledeki bebelerden bahsetti... dayımın geçmiş olsun hediyesi olarak aldığı uzaktan kumandalı bi' formula arabası vardı. onu aldı eline, oynadı bi' süre. ben benim iyi niyetimi sikeyim ki farkedemedim bu iç mihrakın planını; neler olabileceğini öngöremedim. olm dedi bunu bana versene 1-2 günlüğüne, babam da bana ses tabancası aldı hem, arabayla beraber onu da getiririm oynarsın burda. yediğim darbeler beni akıllandırmaya yetmemişti. şeytan'ın kulağıma "kabul et, tabancayı geri vermezsin, intikam alırsın lan işte" dediğini hissettim. bilemedim kazdığım kuyuya düşeceğimi. tamam dedim la al, tabancaynan beraber geri getirirsin. hoplaya zıplaya çıktı pezevenk evden. gidiş o gidiş... alçılar sökülüp ayağa kalkanda ancak buldum izini. ortada ne araba kalmış, ne tabanca tabii.

    çocukluğuma dair en büyük travmam sensin yasin. oku bunu, cibilliyetini sikerim. yaşadığım en büyük kabussun oğlum. korkularımsın ulan. daha el kadar sabiyken siktin attın inancımı benim. şimdi babam sigara al da parasını ben veririm sana dese siktiri çekiyorum. reddedilme noktasına geldim ailede. dışlandım. sevgilime yemek ısmarlayamıyorum ulan aceba beni sömürüyor mu tedirginliğinden. inancımı siktin be dürzü. oku. okumazsan o uzaktan kumandalı formula arabasını götüne sokacam. ahdım var. mağdurum.
  • başlı başına ablamdır. içinde ablam olan hiçbir anım yoktur ki travma etkisi yaratmasın. saçma sapan hikayeler uydurup kendisinin yapması gereken işleri bana yaptırır ve beni bunun doğru olan olduğuna bir güzel inandırırdı. 7. sınıftayken derse değnekle girip yeni atanmış öğretmeni bir haftada askere gönderen bir insandan bahsediyoruz. bunları bir de aile içinde gururla anlatan manyak bir insan.

    benim okula yeni başladığım yıl o da 6. sınıftaydı (orta 1), aynı okulda. teneffüste arkadaşlarıyla yanıma gelir halimi hatırımı(!) sorardı. sormaz olaydı. benimle eğlenmeye geliyormuş. her seferinde aynı numarayı yapardı ve ben nasıl salaksam artık her seferinde düşerdim oyununa.

    ablam: ben kaça geçtim canım?
    ben: 6. sınıf
    ablam: hayır orta 1 hououohıoıououo (aynen böyle gülerdi).

    - diğer tenefüs

    ablam: pipo, biz kaça gidiyoruz?
    ben*: orta 1
    ablam: hayır 6. sınıf houıoıuohohouu

    bayağı bir sürdü bu. nasıl manyaksa, zevk aldığı şeye bak. onu suçlamıyorum, hata bende. aptalım çünkü. dün eve dönerken otobüste birden kafamı cama dayamış bunu düşünürken buldum kendimi. ablamı ve o 3 arkadaşını bana gülerken gördüm yine. çıkmıyor aklımdan. bazen rüyama kaçıyor, kahkahaları yankılanırken uyanıyorum. çocuğu olsun güvercini kurbağa, koltuğu sifon diye öğretmezsem ben de pipo değilim.
  • - büyük halamın çocuğu olmuyor diye 4 ve 7 yaşları arasında ona verilmem. ilkokula ankara'da halamın yanında başlamam.
    - halamı kocasının bıçaklaması üzerine, polislere bir şey anlatmamam için beni kaçırıp erzurum'a getirmeleri, hayatımda ilk ve son kez ankara erzurum arası uçağa binişim, ebeveynlerime kavuşmam ve beni bırakıp 3 numaralı kardeşimi alıp götürmeleri.
    - 2 numaralı kardeşimin, ben onu çok kıskanıyorum diye, annemden başka çocukları olmayan anneannemle dedemin yanına verilmesi, kardeşimin benden alınması ve ilkokulu bitirene kadar köyde kalması.
    - erkek kardeşimin her daim ebeveynlerimce kayırılması, öfkeli diye onun her dediğini yapmaları, dövmesin diye beni saklamaları, onu durdurmamaları.

    biz, ailemizi çok özel bilirdik. aile mefhumu kimsede yok bizde var sanırdık. büyüklerimiz eğitimli olmasalar da görgülü ve saygı duyulan kimselerdi. anne ve babamız sülale içinde merhametleri ve herkese yardımlarıyla tanınan kişilerdi.

    oysa işin gerçeği, evet anne ve babamız yardımsever ve merhametli insanlardı. ancak kendi ailelerine karşı çocuklarını savunup korumayacak kadar güçsüzlerdi. adına saygı dedikleri şey sebebiyle kendi ailelerini kuramamış ve kendi içlerinde anlaşamayan, birbirlerinin tamamen zıttı kişilerdi.

    6 kardeşin 5'i annemin çocuğuysa ben, yani ilk evlatları babamın kızıydım. ve şimdi o gitti diye kimsesiz kaldım. ve 47 yaşımda çocukluk travmalarıyla boğuşur hale geldim. babamın rahatsızlığı var şu an bende; nabzım yüksek atıyor. hadi o akciğer kanseriydi ve yakalandığı zatürre enfeksiyonu sebebiyle bunu yaşayıp kalp kriziyle öldü. ya ben? benimkisi de ruh enfeksiyonu.

    bu senenin başına kadar aile içinde bunları anlatır gülerdik. neden gülerdik hiç bilmiyorum, ne saçma bir şey oysa, ne acı bir şey bu? bir başkasının çocuğu yok diye o isteyince kendi çocuğunu ona vermek. onu geri alıp diğerini vermek vs vs vs vs.

    çocukluk deyip geçmemeli, travması bütün bir ömrü etkiliyor.
  • 6 yaşında; babanın gözlerinin önünde anneni ağzından kanlar boşaltıcak şekilde dövmesi senin elinden hiçbir şey gelmemesi.
    8 yaşında; küçücük bir çocukken sana seni dünyayaya getirmekten başka hiçbir şey verememiş insanların boşanma davasında mahkeme karşısına çıkmak ve hakimin sorduğu sorulara korkarak ,titreyen sesle cevap vermek.
    12 yaşında; annen ve kardeşinle yaşadığın evin ve içindeki her şeyin tamamen yanması ve öylece ortada kalmak.
    ve en kötüsü ben her ne kadar tüm bunları hatırlamamaya çalışsamda, onların her zaman ben burdayım demesi.
    (bkz: try again fail again fail better)
  • okula gitmek icin hazirlaniyorum sabah gunesini az gece. annem yakami utulerken ben kahvalti sofrasindayim. kapi caliyor,o saatte gelse gelse babam gelir. kalkarsam tekrar masaya oturmayacagimi bilen annem paldir kuldur merdivenlerden inip kapiya kosuyor. babamin sesi geliyor kapidan,"evlat,gel buraya" diye sesleniyor. yumurtayi yemekten kurtulma sansi gozlerimi parlatiyor,firlayip kapiya kosuyorum. sokak kapisinin onunde kucuk bir kutu uzatiyor bana. merakla aciyorum,sevincten elimden dusmek uzere olan kutuyu havada yakalayan babamin gozlerinin ici guluyor.

    ordek yavrusu. nereden aklina gelmisse babamin. uc tane avuc ici kadar ordek yavrusu. o kadar urkekler ki tuyleri titresiyor. sapsari tuylerinin arasinda birer zeytin tanesi misali gozleri,boncuk boncuk bakiyor. ilk defa gordugum perdeli kucuk ayaklar pitir pitir tepiniyor karton kutunun icinde.

    kucagimda kutuyla odama gidiyorum. yavrulari yatagimin yanina birakip mutfaga donuyorum. annemden yalvar yakar ilk derse gitmemek icin izin koparip yavrulara yumurta haslayan babama yardima girisiyorum. misir unuyla karistirdigimiz yumurta sarisini kavga dovus yemelerini izlerken isimlerini belirlemeye calisiyorum. karinlarini doyurduktan sonra kocaman strafor bir kutu buluyoruz garajdan. altina ot serip usumesinler diye ampul takiyoruz icine. okula gitme zamani geliyor,arkama baka baka yola dusuyorum.

    paydos zilini duyar duymaz siramdan firliyorum,evin sokagina kadar kosup sokaga gelince terim sogusun diye duruyorum. yavrularimi odanin icine salip peslerinde emekliyorum. annem serbest biraktigimi anlamasin diye sictiklari boklari sildigim mendilleri ceplerime dolduruyorum. yorgun dusup halinin uzerinde siziyorum yavrularimi gogsumde gezdirirken. uyandigimda hala biraktigim yerde olduklarini,benimle uyuduklarini farkediyorum. korkutmamak icin onlar uyanana kadar dakikalar boyunca daha kimildamadan yatiyorum.

    okulda aksama kadar yavrularimi anlatiyorum arkadaslarima. saatler zor geciyor,solugu evde alir almaz sirtimda cantamla odama kosuyorum. karnimda,sirtimda gezdiriyorum yavrularimi. gidilarini kasiyip,gagalarini opuyorum. avucumda uyutup yerlerine birakiyorum usulca. ana yuregini tedavulden kaldirip baba yuregi oluyorum adeta.

    gunler geciyor. iki yumurta yetmiyor artik bir ogune, bes yumurta tuketiyorlar. yumurta sayisinin artmasi kismi ayriligin yaklastigini anlatiyor. uzulmesinler diye bahsemiyorum onlara. ben zaten onlarin yerinede uzuluyorum yeterince.

    sari tuyler iyice kayboluyor,beyazlar cikiyor yerlerine. gagalar uzuyor,kanatlarda tuyler cikiyor. sesler degisiyor. yumurta ve misir unu karisimi doyurmaz,strafor kutu zaptetmez oluyor iyice. bir sabah kimsenin henuz soylemedigi seyi uyguluyorum. bahceye cikartiyorum yavrularimi. deli taar gibi kosturmaya basliyorlar. kac haftadir dusundugum isimleri soyluyorum onlara. ikisi erkek,biri disi. kiymik,kisik,suslu diye fisildiyorum uzaktan. onlar bahceyi kesfetmekle zaman gecirirken ben uzaktan izleyip eve donuyorum. kismi ayrilik icimi yakiyor,gozyaslarimi yeterince akittiktan sonra uykuya daliyorum. uyaninca ilk isim bahceye kosmak oluyor. beynimden vurulmusa donuyorum. babamin diktigi ne kadar fide varsa hepsi talan edilmis yerlerde yatiyor. gece herkes uyuduktan sonra bahceye cikip el feneri isiginda fideleri yeniden topraga dikip mumkun oldugu kadar eski haline getirmeye calisiyorum.

    topragi kazip solucan cikartiyorum,onlarca solucan. teker teker yediriyorum ordeklerime. semt pazarina gidiyorum aksam vakti,marul yapraklari topluyorum bir hafta yetecek kadar.

    o kadar buyuduler ki. yarisini dolduramadiklari havuza sigmiyorlar artik. erkekler kavga ediyor aralarinda surekli. amcama soyluyorum,erkeklerin suslu icin kavga ettigini soyluyor. bir sure sonra bu kavga o kadar siddetleniyor ki kiymikla kisigin kafasi gozu kan icinde kalmaya basliyor. yakalayip tutabildigim kadar tutuyorum,kanlarini silip tuylerini duzeltiyorum. bir daha kavga etmemelerini soyleyip geri birakiyorum. telkinlerim havada kaliyor,tuyler yolunmaya devam ediyor,kafalar kaniyor.

    diger mahalledeki arkadasimin evinden donuyorum. bahceye girer girmez ilk isim arka tarafa gidip cocuklarima bakmak. suslu ile kiymik havuzda yuzuyorlar,kisik ortalikta gorunmuyor. yine dayagi yiyip bir koseye saklandigini dusunuyorum ve aramaya basliyorum. balkonlarin altina dahi giriyorum ancak bulamiyorum. tam eve gidip anneme sormaya niyetlendigim anda duvar dibindeki toprakta bir gariplik farkediyorum. yakindan bakinca tumsegi goruyorum. eselemek icin parmaklarimi daldirmak uzereyken duvarin kenarindaki henuz tam kurumamis kan izlerini farkedip beynimden vurulmusa donuyorum. parmaklarim topraga saplaniyor,hizla kazmaya basliyorlar. cok gecmeden kanli,bembeyaz,yumusacik tuylere ulasiyorum. gozyaslarim hic durmayacakmis gibi akmaya baslarken tuylerin arasinda elime birsey geliyor,gozyaslarimin elverdigi kadar bakiyorum elimdeki islak seye. kisigin kandan zor secilen boncuk kara gozlerine bakiyorum,hickiriktan nefes alamayacak hale gelene kadar hickirip sonra ciglik atmaya basliyorum. cigligim bayilmamla son buluyor.

    ayildigimda bana bakmakta olan gozlerin sahipleriyle uc gun boyunca konusmuyorum. canimi aldiklarini soylemeye bile tenezzul etmiyorum. surekli elimi yikiyorum. suyun altinda bile kan icinde sanki ellerim. kisigin, kisigimin,karnimda uyuttugum ordegimin kanlari cikmiyor sanki elimden.

    dedemi kaybedeli alti ay olmus o siralar. haftanin birkac gunu babanneme yemege gidiyoruz. uc gunluk nefret kusma seansimin sona erdigini sanan ailem babaanne evinde yemek planliyor. menude uc gundur buzdolabinda bekleyen kisik.

    devasa bir tencerede gozyaslarimla haslaniyor titreyen yuregim,elimden alinan canim. kocaman bir tepsiye anca sigiyor ordeklerin en guzeli,beni en cok seveni. goturuluyor araba bagajinda babaanne evine. sofra kuruluyor el birligi ile. misafiri varmis babaannemin o gun. uzaktan bir akraba,ummusun ismi. boyle heyhula gibi bir kadin,dev gibi,bir dudagi yerde bir dudagi gokte bir gulyabani sanki. kocaman tepsinin kapagi kaldirilinca aglayip hickirmaktan astim krizim tutuyor yine. annem ve babam beni kanepeye yatirip sakinlestirmeye calisirlarken kollarini sivayan ummusun takiliyor gozume. kisigin butlarindan birini koparip "ordek eti sifaliymis" diyerek butun yarisini isiriveriyor. benim krizim arttikca ummusunun kollarindan kisigin yagi suzuluyor. kadin her lokmada biraz daha devlesiyor,ben cigliklar esliginde bir kez daha bayiliyorum.

    sonraki gunler ruyalarima giriyor ummusun. ummusunu degil,cenaze torenini izliyorum ama. insanlar uzerine kurek kurek toprak atarken biz uzaktan kikir kikir guluyoruz kisikla.

    kisik,kiymik,suslu ile baslayan ordek sevgim dinmek bilmiyor ilerleyen yillarda. ne ordekler buyutuyorum yatagimin kenarinda. ne ordekleri uzule uzule birakiyorum bahcedeki havuza. her yumurtadan cikardigimda kisigin gozlerini ariyorum,hicbirinin gozu onunkiler gibi boncuk gelmiyor gozume.

    aradan gecmis yirmi seneden fazla. ne zaman babamin evine gitsem kisigi kestikleri yere takilir gozum. ne zaman onume bir parca hayvan eti koysalar o et canlanir,buyur,kolu kanadi cikar,kisik olur bir an hayalimde. kisik olur ama dayak yiyip kenara koseye saklanan kisik degil. onunla tanistigim ilk gunun aksami gagasinda kalmis yumurta sarisi parcalariyla gogsumde titreye titreye uyuyan kisik. ve hemen ardindan hatirlarim yeminimi. ummusun, cenazende en onde olacagim,ilk kurek topragi ben atacagim uzerine,fisildayacagim ve duydugunu bilecegim, cocuklugumu yedigini soyleyecegim sana. ve eminim ki oralarda bir yerlerde kisik kikirdayarak guluyor olacak.
  • mahallede hep dışlanan bir kız vardı. adı fatma olsun. biraz saf bi kızdı her şeye kanardı filan. bi gün saçları kazınmış halde gördük. her çocuk grubunda biri vardır ya sözü dinlensin hep onun istedikleri olsun ister. bizde de öyle bi tip vardı, adı ayşe olsun. ben de hep isteklerine taş koyardım başkanlık yapmasına izin vermezdim. acayip eşitlikçi bi çocuğum o zamanlar, adam olacak çocuk misali. bu ayşe dedikoduyu çıkardı hemen, ''bitlenmiş ondan saçlarını kestirmişler yanımıza yaklaştırmayalım''. ben de nasıl seviyorum başkalarının hakkını korumayı, adeta bir avukatım. ''hoş olmaz dışlamayalım zaten oyunlara almıyorsunuz kızı hem ne var bitlendiyse'' dedim. diğerleri de bana hak verince bu bi kızdı bana tabi ufak gerginlik yaşadık *. tadımız kaçtı evlere dağıldık. neyse ertesi gün bahçede oynuyoruz, bu arada fatma arka sokakta oturuyor. annesi geldi bana seslendi. baktım. kadın bi başladı söylenmeye, ağzımı açtırmıyor. ben onun kızını nasıl dışlarmışım, nasıl bitlendi diye dedikodu çıkarırmışım, ne kadar terbiyesizmişim. kadın yerin dibine soktu beni. diğerlerinden biri de çıkıp destek olmuyor hepsi izliyor. özür dilemedim yapmadığım bi şeyden ötürü. ama çok gururuma dokundu kızın hakkını korumaya çalıştığım halde suçlu olmuştum. kimseye bi şey demedim eve geldim. anneme de söylemedim. çocuklar arasındaki sorunlara karışmanın yanlış olduğunu düşünürdü çünkü. diğer çocuklarla da arama mesafe koydum.

    sonra bayram geldi, bu ayşe, fatma ile beni barıştırmak istedi. isteksiz gittim. bayramda küsler barışır dediler çünkü *meğer o gün gerçeklerin ortaya çıkma günüymüş haberim yokmuş. üçümüz oturduk konuşuyoruz. ben fatma'ya onun hakkında öyle bi şey demediğimi söyledim, kim söyledi sana bunu dedim. ayşe'yi gösterdi. meğer benden intikam almaya çalışmış bu sahte başkan, bize başkanlık yapmasına izin vermiyorum diye. barıştırayım derken kendi kuyusuna düştü. dedikoduyu onun çıkardığını söylerim diye renkten renge girdiğini hatırlıyorum.

    o gün insanlardan nefret ettim yemin ederim. arkadaşa bak. çocukluk travması. çocuk mocuk insana koyuyor be. haksız yere suçlanmak laf yemek filan. ayşe ile arkadaşlığımı o gün bitirdim. insanların hakkını korumanın zarar getirebileceğini de o gün öğrendim. dedikoduyu ayşe'nin çıkardığını söylemeden konuyu kapatmama da enayilik mi dersiniiz asillik mi, buraya kadar üşenmeyip okuduysanız siz karar verin. *
hesabın var mı? giriş yap