• corpus callosum'un gelişimi ergenlik sonunda tamamlanmaz, böyle beklendiği de yoktur. ergenlikte vücut büyüyor gelişiyor ya, hemen bir varsayımla yaa o zaman corpus callosum da aynı hızla gelişip tamamlanıyordur diye düşünülmüş ve hatalı bir çıkarım yapılmış.

    biraz bilimsel makale karıştırılırsa corpus callosum'un gelişiminin yirmili yaşların başında ciddi miktarda arttığı görülebilir. ergenlik zamanı ise gelişiminin ve sinyal yoğunluğunun gayet az olduğu bir dönemdir. bu dönemde istatistiksel olarak sadece erken doğanların corpus callosum'unda kayda değer bir büyüme olur.
  • kaç zamandır düzgün bir şey yazmıyordum sözlüğe, düzenli yazmayacağım hâlâ ama bu konuda bir şeyler karalamak istedim yine de. devasa bir entry oldu azıcık. şunu da anlatmalıyım, bundan da bahsetmeliyim derken kaptırmış gitmişim. sonuna kadar tahammül edebilirseniz enteresan şeyler okumuş olacaksınız. umarım beğenirsiniz. fonda güzel bir müzik açın ve keyfini çıkarın :)

    bu destanımın baş kahramanı oluyor corpus callosum. latinceden geliyor ismi ve türkçe karşılığı da sert cisim demek. bazen nasırlı cisim terimiyle de ifade edilebiliyor.

    biliyorsunuz, beyindeki sinir hücreleri kabaca, akson ve dendritlerden oluşuyor: şöyle. yoğun bir şekilde dendritlerden oluşan beyin bölgelerine gri madde, aksonların yoğun olduğu beyin bölgelerine ise ak madde deniyor. corpus callosum da yoğun bir şekilde aksonlardan oluşan bir bölge olduğu için kendisine ak madde diyebiliriz. corpus callosumun olayı şu: serebral korteksin iki yarıküresini birbirine bağlıyor. yakışıklı bir görüntüsüne şuradan ulaşabilirsiniz.

    beyinlerimizde ventrikül adı verilen, içi beyin- omurilik sıvısıyla dolu dört adet boşluk var. galen (130-210) ve sonrasındaki ilk çağ doktorları ruhun maddi merkezinin bu boşluklar olduğunu ve beynin maddesel kısımlarının zihinsel faaliyetlerimizde bir işlevinin olmadığını düşünüyorlardı. buna, simitin en lezzetli yerinin ortasındaki boşluk olduğunu söylemek gibi bir şey diyebiliriz. bu bakış açısı nedeniyle o dönemlerde beynin anatomisine pek önem verilmiyor. yine de corpus callosumu tarihte ilk tanımlayan kişi galen muhtemelen. daha sonra hristiyanlığın yayılıp, bu türden antik bilgilerin dogma haline gelmesiyle birlikte, beyin üzerine anatomik çalışmalar engizisyon tarafından uzunca bir süre yasaklanıyor. haliyle beynin anatomisine yönelik ciddi bir gelişme de olmuyor ilerleyen yıllarda ve ventriküllerin beyindeki en önemli kısım olduğu inancı yıllarca boş yere muhafaza ediliyor. hatta bu dogma döneminin sonlarına doğru, kilisenin beyin anatomisi konusundaki tutumuna michelangelo (1475-1564) çaktırmadan müthiş bir muhalefet bile gösteriyor. sistine şapeli'nin tavanındaki creazione di adamo (1512) freskine eminim hepiniz denk gelmişsinizdir ama şunu hiç fark etmemiş olabilirsiniz. çaktırmadan muhalefet ediyor derken ciddiyim. michelangelo'nun bu freske bir beyin gizlediği, neredeyse 500 yıl sonra, 1990 yılında fark ediliyor ilk kez. yine de michelangelo dönemlerinde kilise baskısı önceki dönemlere göre kısmen zayıflamış olmalı. çünkü beynin anatomisi üzerine galen'den sonraki yüzyıllar içerisindeki ilk ciddi çalışmalar yine rönesans döneminde andreas vesalius (1514-1564) tarafından yapılıyor. tıp tarihi üzerine kafa yoran kimi uzmanlar, bilişsel faaliyetlerimizden beynimizin tamamının sorumlu olduğunu fark etmiş olabilecek ilk uzmanın vesalius olduğunu ama zaten galen'i çürüten diğer anatomi araştırmalarıyla (mesela ventriküllerin hiç de galen'in tanımladığı gibi küresel olmadığını gösteriyor) fazla göz önünde olduğu için engizisyon korkusuyla bunu açık bir şekilde hiç dile getiremediğini düşünüyorlar. corpus callosumun tam konumunu ve görünümünü galen'den sonra en ayrıntılı tanımlayan ilk uzman da yine vesalius muhtemelen. önceki dönemlerin çok daha ilerisinde anatomi bilgisine rağmen, vesalius bile, sert yapısından dolayı, corpus callosumun iki yarıküreye mekanik destek sağlayan bir yapı olduğunu düşünüyordu. neyse, kısa bir süre sonra, 1572 süpernovasıyla* birlikte, bırakın galen'i, aristo'ya bile duyulan inanç geri dönüşsüz biçimde sarsılacak. bilim devrimi ufukta yükselmektedir ve gelecek hiç de geçmişteki gibi dogmaların esiri olmayacak.

    bilim devriminin yükselişi sayesinde, 18. yüzyıla doğru beyin anatomisi çalışmaları da ventriküllerden çıkıp gittikçe daha çok beynin maddesel kısmına odaklanmaya başlıyor. 19. yüzyılın ikinci yarısıyla birlikte, sonraki beyin araştırmalarını bir sisteme oturtacak iki önemli gelişme nihayet tamamlanıyor. birinci gelişme: santiago ramón y cajal tarafından beynin nöron dediğimiz hücrelerden oluştuğu keşfediliyor (1889) ve bu durum nöron doktrini olarak biliniyor. ikinci gelişme: beynin farklı bölgelerinin farklı işlevleri olduğu anlaşılıyor ve bu da lokalizasyon teorisi olarak biliniyor. ikinci gelişme daha uzun bir zaman alıyor ama ilk somut bulgular yine 19. yüzyılın ikinci yarısında elde ediliyor. lokalizasyon teorisini ortaya çıkaran ve devam ettiren beyin araştırmalarında kullanılan ilk ciddi yöntemler arasında beyinler üzerindeki cerrahi işlemler, insan beyinlerindeki lezyonların tespiti ve son olarak elektriksel uyarım var (teknolojinin gelişmesiyle birlikte pet, fmrı, tms gibi beyin görüntüleme teknikleri de kullanılmaya başlanıyor daha yakın zamanlarda).

    bu bahsettiğim yöntemlerden ilkinde, insanların veya hayvanların beyinlerindeki çeşitli bölgelere cerrahi müdahalede bulunduktan sonra ortaya çıkan değişiklikleri tespit ederek o beyin bölgelerinin işlevini anlamaya çalışıyorlar (bununla ilgili örnekleri corpus callosum üzerinden daha sonra vereceğim). ikinci yöntemde, beyinde meydana gelen damar tıkanıklıkları, tümörler vs sonucu işlevsiz hale gelen beyin bölgeleriyle, hastanın hangi yeteneklerini kaybettiği arasında bağlantı kurarak ilgili yeteneklere hangi beyin bölgelerinin katkı sağladığını tespit etmeye çalışıyorlar. örnek vereyim: tıp eğitimini bir kenara bırakıyorum, giriş seviyesinde psikoloji eğitimi bile almış herkes (öğretmenler vs) konuşmanın motor becerilerinden sorumlu sol beyin bölgesi olan broca alanını duymuştur. beyindeki tam konumu için şuraya bakabilirsiniz. niye broca alanı deniyor? çünkü pierre broca, 1861 yılında broca alanında lezyonu olan bir hastanın yaşadığı konuşma sorununu ilk kez kayıtlara geçiriyor. broca alanı zarar görünce konuşma yeteneği de zarar görüyorsa, demek ki bu bölge sağlamken konuşma yeteneğimize katkı sağlıyor olmalı! broca'nın keşfi için, lokalizasyon teorisinin de ilk somut bulguları arasında diyebiliriz. üçüncü yöntemde beynin bir bölgesini elektrikle uyarmanın hangi etkiyi ortaya çıkardığını gözlemlemeye çalışıyorlar. buna da bir örnek: 1870 yılında gustav fritsch ve eduard hitzig bir köpeğin motor korteksini elektrikle uyararak beynin sol tarafının vücudun sağ tarafını, beynin sağ tarafının ise vücudun sol tarafını harekete geçirdiğini tespit ediyorlar (bu çaprazlanmaya dekuzasyon deniyor ve bırakın memelileri ve omurgalıları, bütün kordalıların ortak özelliği, yani zirilyar yıllık bir evrimsel geçmişi var).

    corpus callosumun işlevini öğrenmek üzere ilk yapılan deneyler köpekler ve maymunlar üzerinde gerçekleştiriliyordu. 1890 yılında köpekler üzerinde yapılan bir deneyde, bir köpeğin beyninin başka bölgelerine zarar vermeden sadece corpus callosumu kesildiğinde (bu cerrahi müdahaleye corpus callosotomy deniyor) bu müdahalenin köpekler üzerinde gözlemlenebilir hiçbir etkisinin olmadığı sonucuna ulaşıldı. 1927'de maymunlar üzerinde yapılan corpus callosotomy ameliyatları da bu maymunların davranışlarında yine hiçbir değişim gözleyemedi.

    corpus callosumun bir işlevinin olabileceğine dair ilk ciddi bulgu pavlov'un iki öğrencisi sayesinde geldi. 1923 yılında gleb anrep bir gözlemde bulundu. anrep, sağ veya sol taraflarında bir noktayı fırçalayarak, köpekleri salya akıtacak şekilde koşullandırdı. anrep'in gözlemi şuydu: eğer köpeğin koşullanmış olduğu bu noktaya yakın bir yer fırçalanırsa, asıl noktaya göre köpekler daha az salya akıtıyordu; eğer bu noktaya uzak bir yer fırçalanırsa, köpekler salya akıtmıyordu; eğer bu noktanın karşı tarafında, tam simetriğindeki nokta fırçalanırsa, köpekler yine asıl koşullandıkları noktayla aynı düzeyde salya akıtıyorlardı. 1925 yılında konstantin bykov, corpus callosumları kesilmiş köpeklerle anrep'in deneyini tekrarladı ve voilà! vücutlarındaki bir noktanın fırçalanmasına koşullandırılmış callosotomyli köpekler, bu koşullanmayı, o noktanın tam karşı tarafındaki noktaya aktaramıyorlardı. yani simetrik nokta fırçalandığında, bu köpekler, sağlıklı köpeklerden farklı olarak artık salya akıtmıyorlardı.

    bir yandan corpus callosumun işlevini anlama çalışmaları ilerlerken, bir yandan da beynin fizyolojisi ile ilgili çalışmalar ilerliyordu ve bu çalışmalar da corpus callosumun daha iyi anlaşılmasına katkı sağlıyordu. fritsch ve hitzig'in yukarıda bahsettiğim elektrik uyarımı deneylerinin sonraki yıllarda devamı da geldi. nöron doktrininin de olgunlaşması sayesinde, bu daha ileriki deneylerde bir yarıküredeki sinir iletimlerinin diğer yarıküreye corpus callosum aracılığıyla geçtiği de tespit edildi. bunlar önemliydi çünkü kısa bir süre sonra, corpus callosotomy, epilepsi tedavisi için kullanılmaya başlanacaktı ve bunun da -bu entryi yazmamın asıl nedeni olan- çılgın bir sonucu olacaktı.

    epilepsi hastalarının beyinlerinde ilginç bir fizyolojik sorun var. bu hastaların beyinlerinin bir noktasında (diyelim ki hastanın sol şakak lobunda) nöronlar arasında düzensiz sinir atımları meydana geliyor. sonra bu düzensiz atımlar dalgalar halinde komşu bölgelere yayılıyor, yayılıyor, düzensiz atımların ortaya çıktığı yarıkürenin tümüne sirayet ederken, corpus callosumdan geçip yine dalgalar halinde yayılarak diğer yarıküreye de bulaşıyor ve bir noktada da sönümleniyor. tüm bu süreci biz dışarıdan epilepsi nöbeti olarak görüyoruz. william van wagenen ve robert herren corpus callosumlarında tümör ortaya çıkan epilepsi hastalarının nöbet geçirme sıklığının azaldığını, bir damar tıkanıklığı sonucu işlevsiz hale gelmiş corpus callosuma sahip bazı hastaların ise nöbetlerinin tamamen ortadan kalktığını gözlemliyorlar ve 1940 yılında epilepsi tedavisi için insanlar üzerinde ilk kez corpus callosotomy uygulamaya başlıyorlar. tedavi gerçekten işe yarıyor. nöbetlerin sıklığı azalıyor, şiddeti hafifliyor, hatta kimi durumlarda nöbetler tamamen ortadan kalkıyor. yöntemin neden işe yaradığını tahmin edebilirsiniz artık: çünkü epilepsi nöbeti, corpus callosumdan geçemediği için hangi yarıkürede ortaya çıktıysa orada sönümleniyor ve diğer yarıküreye geçemiyor. günümüzde epilepsi hastalarının %80'i ilaçla tedavi edilebiliyor. %20 için de cerrahi müdahale gerekiyor. callosotomy gereken hastaların ise corpus callosumlarının önce 1/3'ü kesiliyor, nöbetler hafiflemezse 2/3'ü, yine işe yaramazsa tamamı kesiliyor. bazı hastaların epilepsi nöbetleri bir haftada beş gün sürecek kadar uzun olabiliyor ve bu hastalarda corpus callosotomy hayat kurtarıcı bir etki yaratabiliyor.

    peki niye hiç uğraşmadan şak diye tamamı kesilmiyor? çünkü corpus callosumun tamamen kesilmesi sonucu split brain* denilen çılgın ötesi bir durum ortaya çıkıyor. aslında tüm bu entryi biraz da bunu anlatmak için yazdım. corpus callosum kesildiğinde, beynin iki yarıküresi arasındaki bütün iletişim sona eriyor ve her iki yarıküre de sadece kendi kendine çalışmaya başlıyor. yukarıda corpus callosotomynin hayvanlarda hiçbir etki yaratmadığından bahsetmiştim, aynı şey ilk başta insanlarda da gözleniyor. ilk ameliyatlardan sonra hastalar hiçbir şey olmamış gibi uyanıyor, konuşuyor, her şeyi hatırlıyor; her şey ilk başta, hiçbir şey olmamış gibi gidiyor. fakat zamanla bu hastalarda abuk durumlar gözlenmeye başlanıyor. mesela bazı hastalar alışverişe gittiklerinde (deküzasyonu hatırlayın lütfen) bir elleri bir ürüne uzanırken, diğer elleri başka bir karar vererek başka bir ürüne uzanıyor! bu etkiler bilim insanlarının hemen dikkatini çekiyor tabii. ayrık beyinli hastalar üzerinde mü-kem-mel gözlemler yapılıyor. beyninin bir yarıküresi hristiyan, diğer yarıküresi ateist olan ayrık beyinli insanlar gözlüyorlar. beyninin bir yarıküresi hukuk okumak isteyip, diğer yarıküresi otomobil yarışçısı olmak isteyen hastalar görüyorlar. ilginç deneyler de düzenliyorlar. mesela bir hastadan sadece sol görsel alanında (sağ beyne gidecek bu bilgi) göreceği şekilde su içmesini istiyorlar. hasta gidip suyunu alıyor. sonra hastaya neden içecek aldığını soruyorlar? hasta da çünkü susamıştım diye cevap veriyor (konuşma becerilerimiz sol beyinden yönetiliyor). kendisinden su alması istendiği için gittiğinin bilincinde bile değil ve sol beyin niçin su içtiği sorusuna, en iyi olduğumuz beceriyle cevap veriyor: uydurarak. yani bir kafanın içinde adeta iki insan, iki bilinç, iki ruh yaşar hale geliyor. sanırım artık neden corpus callosumun bir kerede tamamının kesilmediğini daha net anlamışılmıştır. duygular limbik sistemden yönetildiğinden ve bu kısımlar serebral korteksin altında bulunduğundan corpus callosumun kesilmesi duyguları etkilemiyor. diyelim ki sol beyni kızdıran bir durum ortaya çıktığında, sağ beyin sebebi bilmese bile o da aynı duyguyu yaşıyor. dolayısıyla iki beynin birbirinden tamamen bağımsız iki bilinç durumuna sahip olduğunu da söyleyemeyiz.

    roger sperry ayrık beyinli hastalar üzerinde pek çok araştırma yapıyor. sağ ve sol beyinlerin hangi işlevleri yerine getirdiğine dair pek çok keşifte bulunuyor. beynimizin sağ yarıküresi yaratıcı düşünmeden, sol yarıküresi analitik düşünmeden sorumludur gibi teranelere eminim hepiniz denk gelmişsinizdir, bu şehir efsaneleri hep ayrık beyin araştırmalarını temel alıyor. fakat bizler ayrık beyinli olmadığımızdan, becerilerimizi her iki yarıkürenin karşılıklı etkileşimlerine borçluyuz. yani analitik düşünme becerilerimize, karşılıklı etkileşim olduğundan, sağ beyin de katkı sağlıyor vs. yine de bu yarıkürelerin konuşma gibi (sol yarıküreye ait, mesela broca alanı) kendilerine mahsus özellikleri de var. bu özellikleri ortaya koymada gösterdiği başarılar nedeniyle sperry 1981 yılında nobel ödülüne layık bulunuyor.

    ayrık beyinli insanlarda çok şaşırdığım bir şeyi daha anlatıp bitireceğim entrymi. buraya kadar gelebildiyseniz iyi dayanmışsınız, tebrik ediyorum, gözlerinizden öpüyorum. ben bile okuyamadım buraya kadar. sperry'nin de çalışma arkadaşı olan michael gazzaniga'nın aktardığına göre, sol ve sağ yarıkürelerin ahlaki tutumları birbirinden farklı. ayrık beyinli insanlarda sol beyin sonuççu* bir ahlaki tutuma sahipken, sağ beyin kuralcı* bir tutuma sahip. diyelim ki silahımı doğrultup size ateş ediyorum ama ölmüyorsunuz ya da yaralanmıyorsunuz. sol beyin, kimse zarar görmedi diye burada ahlaki bir sorun görmüyor ama sağ beyin kimse zarar görmemiş olmasına rağmen bu davranışı ahlaki bulmuyor (konuşma merkezi soldaysa, sağ beynin fikirleri nasıl alınıyor? sol elini kullanarak scrabble harfleriyle fikirleri yazdırılıyor. ya da sol elle baş parmağını aşağı yukarı kaldırarak sorulan sorulara evet, hayır cevabı veriyorlar).
  • bir iddiaya göre erkeklerde kısa olması kadınları anlayamama ve anlamlandıramamaya neden oluyor. (bunu da bir bahane olarak kullanabiliriz artık. *)
  • anatomi uygulama sınavın da corpus callosum sorulan soruda corpus cavernozum(penisteki bi doku) yazınca hoca dan
    -oğlum senin beynin nerde
    diye bi cevapla karşılaşmak çok olasıdır
  • beynin sağ ve sol yarım küresi arasındaki bağlantıyı sağlayan sinir ağı. ergenlik sonunda gelişiminin tamamlanması beklenen bir yapı ve hatta ergenlerin o ani duygusal/tepkisel çıkışlarının buranın gelişmesinde yaşanan gecikmelere bağlanıyor.

    erkeklerde gelişimi 40 yaş civarında tamamlanıyormuş.
  • michael snow'un en son filminin adi, filmde organin beyindeki goreviyle baglantili olarak, kendi deyimiyle gecisleri* inceliyor.
  • psycho linguistics dersinde gördüğüm terim
  • sağ ve sol lop arasındaki bağlantıyı sağlayan eklenti.
    köprü vazifesi görmekte olup beynin yekpare olarak işlevlerini sağlamasına yardımcı olur.
  • beynin iki küresi (sağ-sol) arasındaki iletişimi sağlayan beyindeki yapı. talamus’un üstünde bulunur.
hesabın var mı? giriş yap