• osmanlı allahın adanalısıyla mümkün mertebe az muhatap olmak için önceleri buralara sadece geçerken uğramış. yavuz hilafet yüce gayesi için mısır'a yönelmişken çukurova yol üstünde olduğundan kısa günün karı burası da osmanlı oluvermiş. ama çukurova o zamanlar ovalığın hakkını tam anlamıyla veremediğinden ve balkan toprağı buranın mahsulüne gelene kadar hayli hayli bereketli olduğundan (1'e 70, 1'e 100 aga!) 400 küsür sene sonra -yine osmanlılarca tesmiye olunan- osmaniye'de doğacak olan bahçeli'ye kadar kimse ekönömi lafını ağzına almamış, mıntıkayı ramazanoğullarına paslamışlar. vergisini verirsen sen takıl demişler.

    çukurova ovalığın hakkını bir hayli zaman verememiş. çünkü coğrafya derslerinde okuduğumuz, nehirlerin getirdiği alüvyonların birikip adamakıllı bir delta ovası oluşturması kağıt üstündeki kadar steril gerçekleşen bir hadise değil. suyla gelen ve yine suyu dolduran toprak, ovanın çoğunda üstünde tarım yapılabilecek kıvamdan ziyade balçık, bataklık ve sazlık halde. ve çukurova her daim sıcak. bataklık da sivrisinek yatağı, tarımı kim yapacak?

    o yüzden yüzyıllarca asgari bir kesimdekiler hariç kimse tarım marım yapmamış çukurova'da. sıcak ve sıtma yüzünden ovaya sadece kışın inip yazın dağlara yaylalara kaçmışlar. ta ki 1860'larda amerikan iç savaşı patlayana dek! ingiliz sanayisinin pamuk hammadde deposu olan amerikan güneyi savaş yüzünden tarım yapamaz hale gelince ingilizler daha evvelden olası hammadde alanları olarak belirledikleri hindistan ve çukurova için faaliyete girişmiş, osmanlı'ya da haber salmışlar. bakın pırıl pırıl ova var sikinizde değil, tarım yaptırın vergi alın, pamuk ihraç edin bahtiyar olun demişler.

    hikayenin bundan sonraki kısmı fırka-i ıslahiye olarak bilinen ordunun, izini biri yazılı biri sözlü olarak iki karşıt tarafın ağzından sürebildiğimiz macerası. komutanı derviş paşa, kurmay başkanı gazi ahmet muhtar paşa, idari amiri de cevdet paşa olan ordunun amacı dağda başına buyruk yaşayan yörükleri düze indirip tarım yaptırmak, geniş çaplı üretime ortak etmek, vergilerini almak. ama kimseye eyvallahı olmadan yaşayan yörüklere ne yerleşmek, ne sıcakla sıtmayla uğraşmak ne de vergi vermek cazip geldiğinden çatışma başlıyor, 1865-1866 gibi.

    iskenderun limanına demirleyip yavaş yavaş batıya doğru yürüyen, yürürken osmaniye'yi, ıslahiye'yi ve başka nicelerini kuran ordunun anlatısı cevdet paşa'nın tezakir'inde, yörüklerin feryadı, ferman padişahın dağlar bizimdir diyen dadaloğlu'nun şiirlerinde, sonrası yaşar kemal'in romanlarında.

    edit: tarım son zamanlarda gelişti ve 19. yüzyıla kadar çok dar bir alanda yapılıyordu vurgusunu biraz abartmış olabilirim :)
  • an itibariyle insanların ölmek isteyip de ölemedikleri ova. nem falan değil lan burdaki bildiğin su içinde yaşıyoruz, abartmıyorum yaz bitene kadar solungaçlarımız çıkar da evrim teorisini kanıtlarsak kimse şaşırmasın. aha buraya yazdım şimdiden.
  • fırka-i ıslahiye, ıslahatın ilk aşamalarında gavur dağlarında eşkıyayla uğraşırken bir yandan da gazi ahmet muhtar paşa'yla kozan tarafına gönderdikleri birkaç bölükle etki alanını genişletmeye çalışıyormuş ama paşa birkaç gün sonra vallaha çok sazlık vardı kozan'a gidemedik diye şikayet ederek dönünce cevdet paşa, yahu allahın sazlığı ne kadar olabilir ki de geçilemiyormuş diye kızmış ama o tarafa yollanınca bir orman cesametindeki çalılıkları görüp hak vermiş. bahsettiği yörenin anavarza'nın güneyinde, yani ince memed'in dördüncü ciltte arasına saklandığı ama yılanların düşmanın içine girmesine izin vermediği çalılıklar olduğunu düşünmeyi seviyorum. en son 2 yıl önce gittiğimde o civarda sazlıklar hala duruyordu.

    cevdet paşa'nın ordusu çukurova'daki işini bitirdiğini düşünüp buradan ayrıldıktan sonra nükseden olaylar sebebiyle olay mahalline tekrar dönüp sürgünler, cezalar ve ödüllerle bu kez işi bağladı ve ovada iskan devlet zoruyla artmaya başladı. ama toprağın ıslahı o kadar kolay değildi. bu sebeple 1885'ten başlayarak okaliptüs ithaline giriştiler. peki okaliptüs ne ayaktı? şu ayaktı: koala yuvası bu ağaçlar dikildiği yerdeki suyu emme olayında rakip tanımadıklarından nerde kurutulacak bataklık varsa oraya dikilirmiş, bataklık da sivrisineğin ve dolayısıyla sıtmanın kod adı olduğundan ağacın adı da sıtma ağacı kalmış.

    geçen gün seyhan nehri'nin kenarındaki yaşar kemal yürüyüş ve koşu parkuru'nda koşarken parkurun diğer tarafındaki ağaçların niye o kadar düzenli dikildiğini düşünüyordum ki kafamı kaldırıp ağaçların ne ağacı olduğuna dikkat edince bir kez daha çukurova'da yaşadığımı hatırlayıp haaaa dedim.
  • bir acayip hikayedir.
    öğlen sıcağında, güneş tepenizde yanarken, portakal, mandalina ağaçlarının arasına dalarsınız. mevsimlerden sonbahardır ama hala yakmaktadır çukurova güneşi. mis gibi kokan mandalinalardan koparıp yersiniz açlığınızı bastırana kadar. sonra ağaçların serin gölgesine serilirsiniz. sadece böceklerin, kuşların sesleri duyulur. bir huzur çöker ki omuzlarınıza, yumuşacık alır götürür sizi en güzel rüyalara. rüyanızda sevdiğinizi görürsünüz aylardır yüzünü görmediğiniz. hayırdır inşallah der uyanırsınız.
    akşama bir yerlerde düğün olur mutlaka. bir bahçeye tahta masalar konur, kablolar çekilir, çıplak ampuller takılır. sonra rengarenk basmalarıyla kadınlarla kara yağız adamlar sökün eder. davullar çalar. bir köşeye çekilirsiniz. hava tatlı bir bahar serinliğine bürünmüştür artık. etrafa çaktırmadan rakıyı dikersiniz kafanıza. sonra yanınıza yaşlı bir amca oturur, çukurovada geçen hikayeler anlatır size. tarlalarda geceleri yanan ağaç boyundaki ateşleri anlatır yanına gidince ortadan kaybolan. samanlıkta yaşanan aşkları anlatır. lokman hekimi anlatır. hikayenin birinin bir yerinde kendinizi bulursunuz. dalar gidersiniz bir yerlere. sonra bakarsınız ki, kalabalık dağılmış, rakı şişesi boşalmış. yavaştan kalkarsınız yola düşersiniz. dünyanın hiç bir yerinden göremeyeceğiniz kadar çok ve parlak yıldızlı gökyüzünün altında yürürsünüz sessiz ama güvenli karanlıkta. bir türkü beyninizin bir yerlerinde yankılanır. bir damla gözyaşı süzülür. gelmişine geçmişine küfredersiniz. sonra cebinizde varlığını unuttuğunuz telefon titremeye başlar. elinize aldığınızda arayanı görünce diliniz tutulur. gündüz ağaçların altında uyurken gördüğünüz rüya gerçek olmuştur.
    mucizeler diyarıdır çukurova. neyin gerçek neyin rüya olduğunu bilemediğiniz bir yerdir.
  • "baston eksen yeşerir" şeklinde tanımlanacak derecede verimli topraklara sahip ova.
  • türkiye'deki* pek çok yerin aksine; insanların rahatsız edici bakışlara maruz kalmadığı, taciz edilmediği, yaşanılası yer. **
  • adana'nın en geniş kaldırımlarını (3 araba yan yana park edebilir) barındıran ilçesi.

    hemen her ilçede, narenciye ağaçları olur kaldırımda, ama en çok çukurova'da akşam yürüyüşlerinde alınır portakal çiçeği kokusu.
  • toroslar'ın arasında kalmış, dümdüz bir araziye sahip olup, osmaniye'den feke'ye kadar uzanan ovaya verilen isimdir. en önemli merkezi adana'dır. türkiye'nin en verimli toprakları (humuslu) arasında yer alır. xix. yy'ın ortalarından itibaren pamuk yetiştirilmeye başlanmasıyla birlikte başlı başına kendi hinterlandını oluşturmuştur.
  • ahmed arif yalnız değiliz şiirinde şöyle anlatmıştır.

    çukurovam,
    kundağımız, kefen bezimiz
    kanı esmer, yüzü ak.
    sıcağında sabır taşları çatlar,
    çatlamaz ırgadın yüreği.
    dilerse buluttan ak,
    köpükten yumuşak verir pamuğu.
    külhan, kavgacıdır delikanlısı,
    ünlü mahpusanelerinde anadolumun
    en çok çukurovalılar mahpustur,
    dostuna yarasını gösterir gibi,
    bir salkım söğüde su verir gibi,
    öyle içten
    öyle derin,
    türkü söylemek, küfretmek,
    çukurova yiğidine mahsustur...
  • adanalıların genellikle yarısının dedelerine ait olduğunu ve dedelerinin de paraları hovardalıkta yiyip tükettiğini iddia ettiği yer.
hesabın var mı? giriş yap