• aslında fransızlardan nefret etmememe rağmen, dün bu başlığı okuyup, birkaç saat önce başımdan aşağıdaki olay geçince, içimden gülmemi sağlayan insanlar topluluğudur bu grup. hiçbir eksiltme ve abartma yapmaksızın aynen aktarıyorum ki siz karar verin güler misiniz ağlar mısınız..

    olay yeri: iş yeri
    olay zamanı: saat 6 suları, iş çıkışına 10 dk kala
    olay süresi: 25 dk

    telefon çalar, açan şahsiyet ayayay aloo der. karşıdaki sesin fransız olduğunu anlayınca, bir çekidüzen verilir ve bonjour diye devam edilir. bunu duyan fransız şahsiyetle, birkaç cümle daha konuşulduktan sonra:
    fr: aaa*fransızca konuşuyor musunuz der. iç ses, 'e günaydın dallama' dese de, dışa vurum yapılmaz.
    konuşma baya sürüp gittikten sonra, telefon kapatılmak üzereyken fransız şahsiyetle aşağıdaki diyalog yaşanır:
    fr: orada gündüz mü?
    ayayay: anlayamadım!?!?
    fr: siz türkiye'desiniz dimi?
    ayayay: evet!
    fr: orada gündüz mü peki?
    ayayay: nasıl yani? (anlamak ne mümkün)
    fr: şimdi telefonu kapatırken size iyi akşamlar mı demeliyim yoksa iyi günler mi?
    ayayay: (kısa bir afallama süresi geçirip,iç ses yuh be biladerrr dedikten sonra..) evet türkiye'deyim ama burası ile orası arasında sadece 1 saat var.yani burada saat 6 şuan. nasılki sizin orada saat 5 ise, 1 saatten dolayı burada da 6 oluyor yani akşam üzeri (daha nasıl anlatılabilir ki..)
    fr: hmmm.. (bir süre bekler) buranın saatini nasıl bildiniz!?

    cevap olarak sadece gülmekle yetinilir ama aslında içten ağlanmaktadır böyle bir adamla iş yapıldığı için..
  • lizbon'da nezih bir balıkçı lokantasında sakince akşam yemeği yenmektedir. derken bunlardan 8 tanesi içeriye ellerinde biralarıyla bağıra çağıra girerler. garsonun gösterdiği masaya değil kendi üstün ırklarına layık gördüklerine otururlar. şef garson gelir ve ingilizce olarak ne istediklerini sorar - ki lizbon'da ki garsonların ingilizcesi 10 sarkozy ingilizcesine bedeldir, bunlar ısrarla tek kelime ingilizce konuşmazlar ve fransızca menü isterler. ve şaşırırlar çünkü söz konusu menü 8 saniye içerisinde önlerindedir.

    tüm bunlar olurken ortamın desibel sınırı sayelerinde fazlasıyla aşılmış olduğu için tüm lokanta bunları izlemektedir. ve hooop, birden ışıklı gözlükler, palyaço şapkaları ve benzeri materyaller ortaya çıkar ve koro halinde şarkı söylemeye başlarlar.

    işte bundan sonra film kopar...şef garson diğer 4 garsonla fısıldaşıp dışarı çıkarlar...5 dakika sonra kapıda 17 tane garson belirmiştir bile. ve bu eğlence canlısı şeker çocukları tekme tokat dışarı atarlar. ne olduğunu bile anlayamazlar lakin portekizce bağırış çağırışn arasından "sorry" kelimesi hafifçe kulaklara çalınır.

    ve tabii ki polis ekibi anında gelir (veya zaten çağrılmıştır). söz konusu gruptakileri bir anda bir sevinç bulutu kaplar.

    ve tataaaaammmm....şakır şakır ingilizce konuşmaya başlarlar polislerle. işte biz fransızız da , sadece yemek yiyorduk da, bunlardan şikayetçiyiz de....

    ama burası portekiz canım; yemezler, yedirmezler.

    polisler tek kelime ingilizce konuşmaz. bunları tuttukları gibi arabalarına atıp arkalarında hoş edalar bırakarak ortamdan uzaklaşırlar....
  • gereksiz kelime kullanımı dolayısı ile türkçenin duruluk ilkesi ile çelişen sıfat tamlaması. sadece "fransızlar" yeterlidir.
    "soğuk kar" ya da "sıcak güneş" demekten farkı yoktur bunun, lütfen türkçemizi koruyalım.
  • bu tarz genellemeler yapmaktan hiç hoşlanmam. hele bir millete hakaret sıfatı eklemeyi onaylamıyorum. fakat fransızlarla alakalı farklı zamanlarda farklı insanlardan o kadar çok benzer olay duydum ki, dallama fransızlardemekten kendimi alamıyorum.

    arkadaşım yves rocherden bir şey almadan önce bir danışmak istiyor. oradaki görevli ingilizce bilmediğinden anlaşamıyorlar. görevli, mağazadaki bir kadın müşteriden ingilizce biliyorsa yardımcı olmasını rica ediyor. kadın, arkadaşımın sorusunu cevapladıktan sonra soruyor:
    (f: fransız. a: arkadaşım)

    f- nerelisiniz?
    a - türkiye.
    f- ... (sen de bana sor nereli olduğumu der gibi bakış atıyor)
    a - peki siz nerelisiniz?
    f- ben fransızım (kibirli, göz süzmeli bir tavırla söylüyor bunu.)
    a- e iyi.
    f- ingilizceden başka dil bilmiyor musunuz gerçekten?
    a- hayır. siz biliyor musunuz?
    f- ben fransızca biliyorum. (yine kibirli, göz süzmeli bakışlar.)
    a- !!#?? o sizin anadiliniz hanımefendi, herhalde bileceksiniz. ben de türkçe biliyorum. siz türkçe biliyor musunuz?

    kadın bu noktada mavi ekran veriyor. fransızca biliyormuş. aferin.
  • kendilerini en iyi irk die tanimlayan, milliyetcilik duygulari asmis, kompleksli insan toplulugunun genel adi. fransa da otururlar, fransizca konusurlar, en unlu simalari politik acidan francois mitterand, jacques chiraque, muzisyen olaraksa, patrick bruel, lara fabian, jean jacques goldman, ve de grup olarak manau'dur
  • muhtemelen amerika'lılar tarafından uydurulmuş şöyle bir söz vardır:
    "tanrı önce fransa'yı yaratmış,sonra fransa'nın fazla güzel olduğunu düşünüp diğer milletler bozulmasın diye fransız'ları yaratmış"
  • - 80'e "dört yirmi" diyen milletten ne beklersin ki?

    eric cartman, ötüken m.s. 735
  • hayatımda gördüğüm en yerinde tespitlerden/tanımlardan biri. ya genelleştirmek, kategorize etmek, abartmak yanlıştır, pistir, kakadır biliyorum fakat bu kadar mı dallama olur lan bi millet! kız arkadaşımın ablasının "pariğh"(paris deyince o no no oluyo hemen)te yaşaması sebebiyle seksen tane fransız kalmaya geldi eve ki zaten kendisi de 16 yıl orada kaldıktan sonra amerikan özelliğini kaybedip parisli olmuş bildiğin.

    eskiden bunların zarif, kibar işte efendime söyleyeyim dillerinin/telaffuzlarının havalı, estetik olduğunu falan düşünürdüm. bok estetik, bok havalı mınaki.

    tek kelimeyle bu kadar kıl bir millet olamaz arkadaşım!!! günümüzde kıl lafını çok güzel karşılıyor bunlar, mesela italyanlar da artiz lafına tam uyuyorlar. ingilizce konuşmama muhabbeti zaten başlı başına bir olay yani bunlarınki dilini korumak falan değil fransa dışında kalan biz dünya sakinlerine işkence etmek. çok da sikimde lan senin salak dilin. yarrağa bak. sanki soyvet ülkesisin de dilini falan öğrenmeye merak saracağım. bildiğin sömürgecinin allahısın, üstelik sarkozy denen bir adam da mevcut, hâlâ daha fransız kültürü muhabbeti yapıyorsun. farkettiyseniz son eurovision'da da oyları fransızca sundular. belki öncekileri de öyledir dikkat etmemiştim. hayır yani dünyanın neden komple ingilizce'yi bir anda uluslararası dil kabul ettiğine hâlâ şaşıyorum ve gıcık oluyorum; nitekim buna en çok karşı çıkanlardan birisiyim ama konu bu mallara geldi mi dayanamıyorum. tüm ülkeler kendi dilini konuşsun bunları inadına ingilizce konuştursunlar amına koyim.

    bak aklıma geldi en son bir tanesinle tanıştım o da saatlerce gülümsemedi ya. hani kibarlıktan "ehe ehe" yapıyosun birbirine, yeni tanışmışsın, hafif ciddi muhabbet ortam gereği; yok efendim yarrak tahtası gibi surat.

    böyle yazınca da kolay anlatılmıyor ama ilkokul & ortaokul & lise & üniversite hayatınız boyunca "ilkokul'da silgisini vermeyen, ortaokul'da müdüre şikayet eden, lise'de herkes sınıftan kaçarken tek başına sınıfta duran, üniversitede tuttuğu notları fotokopi çektirmeyen" tipleri birleştir al sana fransız.

    paris'e gitme hayallerimi tamamıyla sildim bunlardan sonra. bi tek couchsurfing'ten tanıştığım bir çift tatlıydı, oradaki çocuk da 3 kelimeden birinde indeed diyordu dinleyemedim bile. zaten saçma bi aksanları var, italyanlardan da beter. ama iyi çocuklardı.

    ya siktir edin bunları gidin irlanda'ya işte sonracığıma rusya'ya falan açılın.

    o salak kule de götünüze girsin amına koyim.
  • her türlü belge, döküman isteyen insan topluluğu.

    ben hayatımda bir fransız kadar belge, ıvır zıvır bir ton döküman isteyen görmedim. üniversitede yaşadığım bir olayı aktarıyorum :

    + hmm, sağlık sigortanız var değil mi?
    = evet, var.
    + bakabilir miyim?
    = evet, buyurun. uluslararası geçerli bir belge, türkiye'de yaptırmıştım.
    + ama burada da yaptırmanız gerekiyor?
    = madam, bunu ankara'da fransa konsolosluğunun kendisi baktı, inceledi, vizeyi verdi. hatta bana orada yaptırmama gerek olmadığını söylediler.
    + ??(((=?= (burada hata verdi)
    + normalde sağlık sigortası 400 euro, o kadar paranız var mı?
    = evet var ama elimde bir belge varken ve bunu sizin konsolosluğunuz türkiye'de onaylıyorsa burada neden böyle bir iş çıkarıyorsunuz?
    + anlıyorum mösyö, ama prosedürler değişti.
    = bsg ! (iç ses) açıkcası ben elimde konsolosluğunuz onayladığı belge varken boş yere 400 euro vermek istemiyorum. sonuçta öğrenciyim. (vous savez, il faut économiser!)
    + vous avez raison!

    şeklinde uzayıp gidiyor ama haklı olduğumdan dolayı sigorta parasını benden alamadılar. yer mi anadolu çocuğu?
  • fransızlar aslında özeleştiriyi seven bir millettir. dallama sürücü gördüklerinde "bak, marsilyalı gibi araba kullanıyor" derler. bir tek marsilyada "adama bak, türk gibi sürüyor" denir. (bkz: seninki benden kara)
hesabın var mı? giriş yap