• "kapiyi actiginizda karsinizda gordugunuz kisi, kapiya vuran olmayabilir" diyen filozof.
  • hume'un de, yanlış hatirlamiyor isem, "ulan ya çevremizdeki bütün gördüklerimiz aslinda aklimiz tarafindan uydurulan görüntülerse?" gibisinden bir düşüncesi vardir ki, hemen bakiniz whatisthematrix, whereisthematrixfrom. nasil ki bir insan, mesela rüyadayken gerçekten o olaylari yaşadiğini zannediyorsa, ya da hipnoz altinda iken nasil "elin aciyor" dendiğinde elinin acidiği hissine kapiliyor ise akil da ayni şeyi yaratiyor olamaz mi? düşüncesi vardir, bir parça descartes'i andiraraktan... ayni zamanda hume ne tanri var demiştir, ne de tanri yok demiştir, kendisi olaylardan sonuçlar çikarmak konusunda hiper sabirlidir, hatta hiçbir olaydan hiçbir sonuç çikarmamiştir diye de bir genellemeye gidebiliriz, (bkz: bütün genellemeler yanlıştır) olaylarin arka arkaya gelmesinde aradaki bir neden sonuç bağından olduğu kadar, en az onlar kadar tesadüfi etmenlerin de olduğunu farketmiştir hume, bu da dünyanin düzenini bulmaya, doğa yasalari çizmeye çalişan akilli uslu insanlara yaptiği bir ipneliktir...
  • hume'un özgürlük konusundaki fikirleri de ilginçtir, hume'a göre, insan doğanin elverdiği ölçütler arasinda özgürdür, yani bir insan istediği gibi elini kaldirabilir ama yağmur olup yağamaz... her otostopçunun galaksi rehberinde dendiği gibi, üç boyutta serbestçe hareket edebilir, dördüncü bir boyutta sadece ileri gidebilmektedir, beşinci ve altinci boyutlari sormayin bile... zatn hume da sormamiştir...
  • hume'a göre fikirler(idea), izlenimlerin(impression) soluk yansımalarıdır. aslolan gördüğün ve deney yoluyla öğrendiklerindir.
  • descartes in akıl ile sınırlandırdıgı skepticismi daha da ileri götürüp evrende kesinlik diye birşey olmadıgını savunmuş, bu bakış açısıyla hristiyanlıgın söylediklerini sorgulamıştır.mahkemeye çıkarıldıgında tanrı ya inanıyor musun sorusuna "i am not sure that god does not exist." diyerek şüpheciligin zirvesine tırmanmış, muhtemelen hakimlerin kafasını karıştırmıştır.
  • zat-ı âlileri felsefe dünyası içinde bir düz adam, bir sami kuvvetindedir. university of edinburgh'da en arka sırada oturan kısa boylu beyaz peruklu kendini göstermek için kıçı başı ayrı oynayan bir öğrencinin "töz nedir?" sorusuna "ibne gibin, puşt gibin bir şey" yanıtını verince kilise tarafından sibirya'ya sürgüne gönderilmekle tehdit edilmiştir. metafizik problemler karşısında "siz önce öklid geometrisini anlayın lan ibibikler" tutumunu benimseyen hazret-i üstad sürekli yenildiği adam smith namlı ibibiğin görünmez el vasıtasıyla kağıt çaldığını anlayınca nedenselliğin ağzına sıçtığını düşünüp sinirden the poker club of edinburgh'un yeşil çuhalarını sigarasıyla yakıp delmiş, lakin erkekliğe bok sürdürmemek için "uydurmayın lan, sikerim nedeninizi, göz var, nizam var, adam gibi oynayın köftehorlar" temalı bir nutuk irad etmiştir.

    dırdırdan hazetmediği için evlenmediğini söylese de tipsizliği cümle alem tarafından bilinen hume efendinin anasının yanında süt dökmüş kedi gibi olduğu sıkça rivayet edilir. yine bir rivayete göre bir gün chirnside'de evinden çıkıp anasının aldığı, yıkanınca erektil disfonksiyondan muzdarip alet edevat gibi büzülen ipekliyi iade etmek için yola çıkmış. sokakta uzun eşek oynayan çocukların onu görünce, "sofestai bozması, edinburgh'un kazması, niye bakmaz ona bilmez, kerhanenin yosması" tezahuratı tutması canını sıksa da nedensellik eleştirisiyle tutarlı olduğu için sineye çekip gıkını çıkarmadan çerçinin yanındaki terzinin yolunu tutar. terziye anasının tembih ettiği gibi tüm şikayetlerini tek tek sayar. terzi "ablaya söyle, benle ilgisi yok, özelliği o, kendinden öyle" cevabını verir. bizimki itiraz eder, terzi anlatmaya başlar. "bak evladım" der, " bir taş cama çarptığı zaman, taşta camdaki değişmeye yol açan şeyin ne olduğu sorusunu sormayız, sen de sorma, salak mısın? kendinden öyle o yüzden, git şimdi, işim gücüm var." rivayetin bundan sonraki kısmına dair haber-i vahidle gelen çelişkili bilgiler var. kimileri "bayram gelmiş neyime" türküsünü söyleyerek hayatına isyan ettiğini, kimileri "bir taş attım havaya, düştü mapushanaya" türküsünü söyleyerek yerçekimi ve nedensellik meselesini tekrar düşündüğünü söylüyor. bence yedik bir bok ama hadi hayırlısı demiştir.

    ertesi gün fakültede sınıfa girdiğinde aynı eleman kendisini öyle göstermek ister ki peruğu kafasından düşer, 5 gün önce bol miktarda berber dayamasına maruz kalarak kazıttığı kafasının bir arpa boyundan kısa kırmızı saçları görünür. deyvo efendi olası bir rezaleti engellemek için söz hakkı verir. "hocam zihin ve beden ayrıysa bunları bağlayan gerçek fail nedir?" diye sorar bu kifayetsiz muhteris. kopya da vermez bu kesin. her neyse, hume delikanlı adam tabi, celallenir bu duruma. "lan ibiş, sağdan soldan okuyup bana mı satıyorsun? tüm metafizikçiler yavşaktır, anlıyor musun, y a v ş a k! maraş dondurmacılarından bile yavşaktırlar. mizacı budur bu kanıbozukların, diğerlerinden daha zeki olduğunu göstermek için töz diye bir şey uydururlar, sonra üzerine anlaşılmaz şeyler konuşmaya başlarlar, gerçek tözdür derler, hayır dostum, gerçek algılanandır, bence töz değil göt üzerine konuşmak gerekir. mahalledeki çocuklar bile benle taşşak geçiyor, anlatabiliyor muyum abicim?"

    dersin sonuna kadar hazret başka bir bahsin konusu olan metafiziksel yavşaklık üzerine konuştu, sonra da rektörün odasına çağırdılar apar topar. ben de ne kadar saçmaladığımı farkettim. akşam olsa da maçları izlesem. bir başka saçmalama kuşağına kadar, ki hiç de uzak olmayabilir, esen kalın.
  • 1711 - 1776 yillari arasinda yasamis iskoc aydinlanmasinin onemli ismi, filozof, tarihci ve iktisatci. edinburgh kolejinde saglam bir ogrenim gordukten sonra* fransa'ya gitti ve orada insan biliminin kurulmasi icin newton dusuncesinden ve kurallarindan yararlanilmasi gerektigini savunan a treatise of human nature* adli bir yapit kaleme aldi. tanritanimaz oldugu gerekcesiyle felsefe kursusu edinme istegi iki kez geri cevrildi. history of england adli kitabiyla unlu oldu*. fransa'da rousseau ve ansiklopedicilerle dostluk kurdu. hatta rousseau icin ingiltere'de siginacak yer buldu ama daha sonra cesitli anlasmazliklar nedeniyle onunla arasi bir daha duzelmemecesine bozuldu (rousseaunun tutarsiz ve supheci davranislari buyuk etkendir derler). malebranche, locke ve berkeley'in dusunce mirascisi descartes'in dusmani olan hume newton modeline uygun bir insan dogasi bilimi kurmak istiyordu. bu amacla deneyi olcut olarak aldi, son neden kavramini ilke kavrami benimsedi ve "nicin?" yerine "nasil?" sorusunu koydu. nitekim inanc mekanizmasini * aliskanliga bagli olarak, hep ayni seyin tekrarlanmasini beklemek olarak acikladi. ama bu inanis ne sezgiyle ne de kanitlanarak aciklanabileceginden akildisi birseydi, sagladig kesinliginde matematik bilimlerinin kesinligiyle hicbir ilgisi yoktu. zorlayici olmakla birlikte moral bir nitelik tasiyordu. hume ilimli kuskuculuga dayanan bu anlayisi, ahlaka, siyasete, ekonomiye ve ozellikle dine uyarladi. nedensellikle ilgili elestirisi kant uzerinde cok buyuk bir etki yapti, ekonomik yapitlarda adam smith'i dogrudan etkiledi.
  • söylendi mi bilmiyorum fakat david hume bağlamında nedenselliğe ilişkin genel bir yanılgı var. hume, nedenselliği kökten reddetmez. onun nedensellikle olan davası, olmuş olanın nedeni değil, olacak olanın nedenine yöneliktir. yani bir olayın veya durumun bir nedeni olabilir, vardır demekte hiçbir sorun yoktur fakat aynı neden devreye girdiğinde yine aynı olay veya durum vuku bulacak diye bir şey yoktur der. nedenselliğin "zorunluluk" kısmını kabul etmeme yanında, gerçekleşecek olanın nedeninin gerçekleşmiş olanın nedeni olmayacağını söyler. daha basit bir ifade ile; ğ olayının nedeni x olabilir. fakat yeniden bir x nedeni ortada olduğunda yine ğ olayı gerçekleşecek diye bir kaide yok.

    burada bunun alışkanlık olduğunu söylemesinin nedeni de açıkça görülebilir: olmuş olanları her zaman bir nedenle açıkladığımızdan nedensellik bir alışkanlık olur.

    en nihayetinde bazılarının "nedenselliği nedensellik kullanarak eleştiriyor" gibi bir söylemde bulunduğunu gördüğümüzde, ilkin onların, bu ayrımı yapamadığını ve hume düşüncesindeki "deneyim"i gözden kaçırdığını söyleyebiliriz.

    "fakat böyle söylendiği için hep bunları söyleyecek değiliz" gibi humecu bir şaka ile entry sonlanır.
  • hume, hobbes ve locke gibi insan psikolojisine ilişkin olgular üzerine yoğunlaşmış bir düşünür.ahlak düşünce değil duygu konusudur onun için ve bunu en güzel şekilde açıklayışı:"başkalarının seviçleriyle sevinir,üzüntüleriyle üzülünür ise ahlaksallığa ulaşılır." sözüdür.hume,insanın kendi mutluluğundan çok başkasının mutluluğunun gözetilmesinin önemini vurgular.insanların alışkanlıkları ve doğal olayların tekrarı sebebiyle neden sonuç ilişkisine ulaştıklarını sandıklarını belirtir.halbuki bu bi yanılsamadır.o, newton'un ulaştığı sistematik bütünlüğe ahlak felsefesinde varmak ister.newton da yer çekiminin nasıl çalıştığını bilmediğini sadece gözlemlenebilir olaylara matematiksel açıklamalar getirdiğini söylemiştir.işte bu şüpheci bakış hume etkilemiştir ve aydınlanma çağı değerlerini sorgulamıştır.
  • insanın 2 tür algılayışı olduğunu söyler. bunlar izlenim , yani dış gerçekliğin anlık algılanması ve fikir yani dış gerçekliğin anlık algılanmasının hatırlanması.
hesabın var mı? giriş yap