• --- spoiler ---

    eğer siz de benim gibi marion cotillard'ın bacaklarının nasıl o hale geldiğini merak ettiyseniz, çekimleri dize kadar olan yeşil çorapla yapmışlar sonra da çorapların görüntüsünü yok edip arka plan görüntüsünü yerleştirmişler.

    --- spoiler ---
  • şu dünyadaki en güzel şeylerden biri olan marion cotillard'ın matthias schoenaerts ile oldukça uyumlu bir ikili olarak arz-ı endam ettiği, bir mesajı olan ama çok da etkileyici olmayı başaramayan ve buna rağmen iki saatlik süresi boyunca insanı yer yer derin düşüncelere sokabilen ilginç bir film rust and bone.

    marion cotillard, aslında bizler için seksin sadece hayvani bir aktivite olmadığının, doğal ya da değil fark etmeksizin bu maddeciliğin ötesinde duygularımız, düşüncelerimiz olduğunun ve hayatı da bunun farkına vardıktan sonra olması gerektiği şekilde yaşayabileceğimizin resmini çizen bu filmde kullanılabilecek en uygun kadın oyuncu olmuş. öyle bir güzel ki, kesinlikle maddeden ibaret değil. evet maddeyle formun muhteşem harmanlanması sonucunda var olmuş kendisi fakat bunun ötesinde bir şeyler var. tabi ki herkes böyle düşünmeyebilir ama cotillard'ın 'taş' statüsündeki cinsel bir çekicilik ve güzellikten öte estetik varlığı filmin amacıyla kusursuz bir paralellikte ilerliyor. evet, üç kadın say deseler cotillard onlardan biri olur ama bunu her filmi için de söylemem. bu film onun için yazılmış. ya da o bu film yazılsın diye varmış. oyunculuğuna diyecek bir şey yok zaten, çok ince eleştirilerde bulunulabilir belki ama bence fazlasıyla başarılıydı.

    matthias schoenaerts sanırım filmdeki karakterin yapılı olması ihtiyacından dolayı seçilmiş fakat gene de biraz önce söylediğim gibi filmin hikayesine cotillard kadar yakışmamış, zaten filmin etkileyiciliğini kısıtlayan önemli bir faktör de schoenaerts'in* canlandırdığı ali karakterinin hikaye içerisindeki hali ki ona aşağıda değineceğim kısaca.

    --- spoiler ---

    senaryo hakkında burada konuşmak durumundayım zira ucundan kıyısından spoiler vermek zorundayım. hemen yukarda söylediğim filmin etkileyicilik kısmı, ali'nin ne olduğunu bilmediğimiz kimi sorunlardan kaynaklı olarak fazla içine kapalı ve belki bunun etkisiyle fiziksel aktivitelere kendisini adamış bir adam olarak tasvir edilmesiyle zedeleniyor. ali biraz fazla içi boş bir karakter gibi kalıyor filmde, söylediğim üzre cotillard için yazılmış stephanie'nin bacaklarını kaybetmesiyle yerle bir olmuş bir hayat anlayışı varken, ali'nin hayata neden seks yapayım, kavga edeyim gibi eblehçe bir eksenle baktığının altı tam doldurulamadığından ali'nin hikayesi düz ve kimi zaman absürd kalıyor. bu filmin bir başyapıt olmasının önüne geçen bir problem bana kalırsa. çünkü ali, biraz olsun kafası çalışan ama maddi manevi sıkıntılar yüzünden bir türlü ayağa kalkamamış bir adam şeklinde tasvir edilse her şey daha farklı olabilirdi.

    bunun dışında sinematografi, ali'nin seks için söylediği gibi "normal"di. sadece normal, görüntü yönetmenliği açısından bir iki iyi sahne sayılabilir ama bu tabi çok başarılı saymaya sebep değil. sanki daha fazla uğraş verilebilirmiş gibi görünüyor.

    sam'in suya düştüğü ve ali'nin onu çıkarmaya çalıştığı sahne şüphesiz en etkileyici sahnesiydi filmin. buradan da kısaca bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. biraz önce hafif eleştirdiğim senaryoda çok başarılı ayrıntılar mecvut. stephanie ilk gece ali eve geldiğinde ona biraz aşağılayıcı davranıyor, ve fakat kazanın ardından kaybettiği statüsü ve kadınlığı ona ali'yi arattırıyor. ali'nin androidten tek farkı yemeye, içmeye, sıçmaya ve sekse ihtiyaç duymasıyken, stephanie için ulaşılabilecek tek erkek o olduğundan işler değişiyor. stephanie'nin kafasındaki tanımlar yıkılmaya başlıyor ve gerçek bir şeyi yaşayabilmeye tam da o an başlayabiliyor. bilmiyorum bu senarist ya da yönetmenin kafasında bu kadar ayrıntılı var mıydı ama bu nokta filmi benim gözümde çok önemli bir yere taşıyor.

    sana dayatılan ve kendinin sandığın şu boktan yargılarını, fikirlerini, aptal algılarını def etmen için başına bir felaket gelmesi lazım belki diye fısıldıyor izleyiciye.

    çünkü aynı nokta filmin bir diğer etkileyici sahnesi olan ali'nin telefonda stephanie karşısında çözülmesinde göze çarpıyor. oğlunu kaybetme korkusunun ardından hayatındaki en gerçek ali'yi gösteriyor stephanie'ye, bırakıyor kendini, yiyip içip sevişmekten başka işlere de yarıyorum ben demeye çalışıyor. telefonu kapatma ve beni bırakma, çünkü ben sadece hormonlarım değilim, seni seviyorum.

    yalnız bu noktalar dahi, genelinde çok etkileyici olabilecekken bu fırsatı tepen bu filmi büyük yapmaya yetiyor. yetiyor, çünkü açık bir gerçeği dile getiriyor;

    hepimiz, boktan bir takım travmalardan ibaretiz.

    ve sonra ender görünen bir gol atıyor;

    ama bu her zaman kötü bir şey olmak zorunda değil.

    --- spoiler ---

    bir başyapıt değil ama, yer yer düşündüren, kimi zaman bir süreliğine sürükleyiciliğini kaybeden, kimi zaman yok burası tam olmamış sanki dedirten ama genelinde gayet başarılı bir kitabı okumak gibi rust and bone'u izlemek.

    e dahası içinde bir tanrıça var, izlememek olmaz.
  • --- spoiler ---

    sanırım marion cotillard'ı hakkını vererek kamera önünde ustalaştıran kendi ülkesinin yönetmenleri. muhteşem bir iş çıkarmış jacques audiard. matthias schoenaerts ikilisiyle beraber filmi sırtlamış götürmüşler. fiziksel olarak engelli bir kadınla, duygusal anlamda engelli erkeğin yolculuğu aslında. yaşamını katil balinaları eğiterek sağlayan stephanie, aynı vahşilikteki ali'yi de bir şekilde dizginlemeye çalışıyor. ali de bacaklarını kaybetmiş stephanie için bir nevi fiziksel kurtarıcı olarak sunuluyor. ama her şey o kadar basit değil hayatta.
    görsellik anlamında da çok akılda kalıcı muhteşem sahneleri var özellikle balinayla olan o sessiz sahne filmi üst noktalara çıkarıyor. bir defada sindirmesi kolay değil ikinci kez izledikten sonra da eklenecek buralara bir şeyler. kısacası izleyin efendim.

    --- spoiler ---
  • yine yazılar geçerken insana kal gelme duygusu veren ve koltuğa yapışıp kalmamıza sebep olan bir film daha... marion cotillard'a karşı derin duygular içerisindeyim... beni yine besledi.

    --- spoiler ---

    imdb'den kopyalıyorum ama bu kısımda ben katı halden sıvı hale geçtim.

    alain van versch: [talking to stéphanie on the phone] what are you doing?
    stéphanie: at this moment? on life? or in general?
    alain van versch: i wanted to say that...
    stéphanie: i'm not asking for anything. i'm hanging up. i'll call you to ask about sam. give him a kiss?
    alain van versch: don't hang up! don't hang up!
    stéphanie: i won't hang up.
    alain van versch: for three hours... he's was in a coma. for three hours, he was dead. i was scared of losing him. don't leave me!
    stéphanie: i won't leave you!
    alain van versch: i love you.
    --- spoiler ---
  • literatüre op'yi ekleyen film olmuştur.
  • insana; hayatın anlamının pek de düşünülmeyen yönlerini sorgulatmayı başarabilen ender filmlerden birisi. 21 gram ve intouchables'in bende bıraktıgı izleri bırakan cok iyi bir filmdi bu. bu filmle ilgili kesin olan birşey varsa o da; izledikten sonra asla eskisi gibi olamayacagınız ve düşünemeyeceginizdir. neden mi peki?

    --- spoiler ---

    hayatınızın bir anda degişebilecegi ve kendinizi begenmenize sebep olan asırı egonuzun nasılda bir sn'de bertaraf olacagını-yani elinizdeki 'ben seçilmem seçerim' kartınızın birden kaybolması ve secilmeyi bekleyen tarafa geçmenizi- cok iyi anlatmayı basardıgı içindir.

    burnundan kıl aldırmayan ve yanına yaklaşılması dahi son derece zor olan, guzelliginin de verdigi kabalık ve asırı özgüven ile etrafındaki insanların kendisinden daha aşagıda oldugunu düşünen güzel kızımızın; bacaklarını kaybetmesi ile, o görmezden geldigi insanların dahi hor gördügü ve görüşmek istemedigi bir insana dönüşmesi.ve hatta ummadıgı; o alt sınıfdan gördügü bodygaurddan bile medet umar duruma geçmesi ve onun, sexuel objesi olmaya bile razı olusunu bize bir tokat atarcasına veren saglam konusu da var. kısaca ne oldum demeyeceksin, ne olucam diyeceksinin bir baska versiyonu aslında. tabi filmde bir de baba- ogul ilişkisi, etik degerler, insanoglunun güzellige ve mükemmellige verdigi deger ve ona dogru çekilişi de çok iyi ele alınmış

    --- spoiler ---

    egosu tavan yapmış, kendisini baskaları icin tanrı'nin bir lütfu gibi görenlere şiddetle izlettirilmelidir.
  • çok beğendiğim film.
    --- spoiler ---

    filmin en beğendiğim sahnesi stephanienin tekrar balinayla iletişim kurduğu kısım oldu.nefisti. o sahne

    --- spoiler ---
  • filmi gecikmeli de olsa izleyebildim. an itibariyle tüm sahnelerin, ama en çok da son dakikaların etkisindeyim. oyunculuklar tartışmasız çok başarılıydı. marion cotillard zaten kanımca harika bir oyuncu, fakat matthias schoenaerts bu filmde öyle bir parlıyor ki, ışığından etkilenmemek olanaksız.
    tabiri caizse tam bir 'etkafalı'yı canlandırıyor filmde. hayvani dürtülerini tavanda yaşıyor. dövüşüyor, çalıyor, dört yaşındaki çocuğunu sinirle yere fırlatabiliyor. kadın karakterin hayatına iyice yerleşmesiyle ise yumuşuyor. aynı adam, ama duyguları da varmış, dedirtiyor. oğlu sam'in buza düştüğü sahnede ise artık baba olduğunu, hastanede devam eden süreçte sevgilisine ihtiyacı olan ve sevdiğini söyleyebilen bir adam olduğunu, sonunda da bir ailenin parçası olduğunu görebiliyoruz. son yarım saatte olan bu geçişleri çok beğendim, kopukluk olarak görmedim.
    film güzel, etkileyici. tavsiye edilir.
  • türkiye'de pas ve kemik olarak gösterilen 2012 yapımı jacques audiard filmi.
    tüm gerçekçiliğiyle üstünde durduğu konular hakkında sorgulatan filmde iki sekans var ki insanı şöyle bir silkeliyor.

    **spoiler**

    birincisi marion cotillard'ın canlandırdığı karakter stéphanie'nin balina gösterisi sırasında yaşadığı kaza sonrası hastanede uyandığında, yataktan kalkmaya teşebbüs edip bunu başaramayınca yaşadıklarını içeren sekanstır.
    stéphanie üzerindeki örtüyü kaldırdığında bacaklarının dizlerinden aşağısının kesilmiş olduğunu fark eder. karakterin yaşadığı dehşetin olduğu gibi izleyiciye geçirilebildiği sahici bir sahnede birebir empati yapılabiliyor. bir gece önce barda kavga çıkaran, güzel yüzü ve fiziğiyle etkilediği çevresindeki erkeklere karşı güçlü olduğunu ispatlama çabasında olan stéphanie, uyanıyor ve artık engelli olduğu gerçeğiyle yüzleşiyor. dehşet bir an gerçekten. her şeyin önemini yitirdiği, dış dünyaya kendini kapattığı, intiharı düşündüğü bir süreç kendisini bekliyor. artık hayatı yepyeni, farklı ve yabancısı olduğu bir mecrada akacak.

    ikincisi ise filmin erkek karakterinin başından geçiyor.
    ali, bir süredir uzak kaldığı oğluyla bir gün geçirme imkanı yakalamıştır. akşama kadar süresi vardır ve bu süreyi 5- 6 yaşlarındaki oğluyla buzda kayarak, karın üzerinde piknik yaparak, oynayıp eğlenerek geçirmeyi planlar. ancak onu hiç beklemediği bir gelişme beklediğinden habersizdir.
    kendisi başka bir işle meşgulken çocuk, buzun kırılması sonucu göle düşer ve arkasını dönüp çocuğa seslendiğinde oğlunun ortalıkta olmadığını görür. çevreyi hızla taradığında buzun kırıldığı yeri görür ve çocuğun suya düştüğünü fark eder. panikle koşarak kırılan bölüme gelip çocuğun suyun içinde kaybolduğunu gördüğünde yaşadığı dehşet, korku, çaresizlik olduğu gibi izleyiciye geçer. suya girse aynı yerden çıkabilmesi imkansızdır. çocuğu görebilmek için buzun üzerindeki karı temizler, kulağını buza dayayıp ses duymaya çalışır ve çocuğun olduğu yeri keşfeder. yardıma koşacak kimsenin olmadığı ıssız ortamda buz kütlesini yumruklayıp kırmaya çalışmaktan başka çaresi ve elinde malzemesi yoktur. elindeki tüm kemikleri kırma pahasına defalarca yumrukladığı buzu nihayetinde kırmayı başarır fakat çocuğun yaşadığından emin değildir...

    her iki sekansta da hayatın rutin akışı esnasında hiç beklenmeyen bir gerçeklikle karşılaşma söz konusu. kalan ömrünü engelli olarak geçirme veya koruyamadığı çocuğunun gözleri önünde ölüp gitmesi, daha az önce kanlı canlı oynayıp güldüğü, karda yuvarlandığı çocuğunun artık olmayacak olması gibi atlatması, üstesinden gelmesi zor imtihanlar.
    basit ve önemsiz bir sürü meseleyi varoluşsal sorun haline getirdiğin ve hayatı kendine ve çevrendekilere zorlaştırdığın bir anda kabullenilmesi, dayanması zor bir durumla karşı karşıya gelmek. hayatın hiç de kolay olmadığını, tekrar eden rutinlerin ve sıradanlığın dışına çıktığında kavramak. insana yaşamın geçiciliğini, dünyanın önemsizliğini, problem edilen gündelik şeylerin değersizliğini idrake yönlendiren sahneler.

    yaşanan bu tür travmatik olayların hayatın gidişatını değiştirmesinin yanı sıra filmdeki kişilerin bakış açıları, yaklaşımları ve karakterleri üzerinde yarattığı değişimi de gözlemliyoruz.
    karakterin, zorlu imtihanlar karşısında gösterilen tepkilerle şekilleneceğinin, yaşanan travmaların insanı bambaşka bir yapıya büründürebileceğini stéphanie örneğinde şöyle görüyoruz;
    ilk tanıştıklarında çok da sıcak davranmadığı, gerek adamın yaptığı işten gerekse de kendisini giysilerine bakarak fahişeye benzetmesinden dolayı küçümseyen stéphanie'nin, kazadan sonra içinde bulunduğu gerçekliği kabullenme safhasına gelip de çevresinde kendisine hayran kimsenin kalmadığını gördüğünde ali'yi araması ve onu güveneceği, sığınacağı, kendini emanet edebileceği biri olarak görmeye başlaması.
    içine girdiği yeni sürecin beğenisini, beklentisini hatta sınıfsal yaklaşımını bile dönüşüme uğratması. ayrıca sağlıklı zamanında vücudunun beğenilmesinden hoşlanırken artık zekası, kişiliği ve karakteriyle beğenilmek istemeye başlaması da önemli bir dönüşüm.
    ayrıca, kendisine tek gecelik ilişki geçirilecek bir beden olarak bakıp engelli olduğunu görünce özür dileyen adamın kafasında şişe kıracak kadar öfkelenen biri haline gelmiştir artık.

    ali örneğinde de şu şekilde gerçekleşiyor;

    ali, ilişkilerine maddesel ve haz merkezli bakan, cinselliği hayvanlardan farksız algılayan, ilişkiye girdiği kadınlarla duygusal bir bağ kurmaktan kaçınan biridir. stéphanie ile de bu boyutta bir ilişki kurmuş, ona yardımcı olma babında cinsel ilişkiye girmiştir. stéphanie ile yattığı, kadının da onu sevgili gibi görmeye başladığı bir süreçte barda tanıştığı bir kadını koluna takıp ''biz çıkıyoruz, yarın görüşürüz'' diyerek stéphanie'yi şoka uğratmakta beis görmeyecek kadar rahattır. gitmesi gerektiğinde de zaten hiç haber vermeden çekip gidecektir.
    çocuğunu kaybetme riskini ve şokunu yaşadıktan sonra ise ne kadar yalnız olduğunun ve kendisini seven birinin şefkatine ne kadar ihtiyacı olduğunun ayırdına vardığında tüm yaklaşımı değişecektir. hastane köşelerinde saatlerce oğlunun hayata dönmesini beklediği sırada kendisini arayan stéphanie'ye ''telefonu kapatma, ne olur bırakma beni'' şeklinde yalvaracak kadar duygularını açığa vurma ve karşısındakiyle insani bir ilişki içine girme temayülü gösterecektir.
  • bedeni sapasağlam, çok güçlü ama hayattaki tüm amacını kaybetmiş, ne yaptığını bile bilmeyen paslanmış bir adamla, bacaklarını kaybetmiş, engelli ama tüm bu zorluklara rağmen kemik gibi güçlü bir ruha sahip bir kadının hayatlarının kesişmesini etkileyici bir dille anlatan fransız filmi. marion cotillard yine sıradışı. rolüyle bafta'ya aday olduğunu da hatırlatalım.
hesabın var mı? giriş yap