• ankara'da bir cafede elimde kitap masada oturuyordum, girişe yakın oturduğumdan içeri girince ilk görülen bendim, kapıdan içeri girdi, yanıma geldi omzuma vurdu,şaşkın şakın suratına bakarken gözlüklerimi gözümden çıkarıp, '' gözlerine yazık gözlerine'' diyerek dakikalarca gülmeme sebep olmuştu. ışık içinde yatsın.

    sabah haberi okuduktan sonra uzun süre ekrana aptal aptal bakmama seber olan güzel kız. samimiydi her şeyden önce, kötü de söylese kırmayacak bir hali vardı. can kılıç'ın annesi yok şimdi, annesinin biricik evladı yok... varlıkları bu kadar sıradanken nasıl oluyorda yoklukları koca bir taş olabiliyor göğüste.

    çok uzun seneler sonra belki ben yokken bu satırları okuyacak olan sevgili kılıç; onu biz de çok özleyeceğiz.
  • çok şirin diye sevilir, çok geveze diye eleştirilirdi.

    fazla vakti olmadığından gülebileceği her şeye gülme, söyleyebileceği her şeyi söyleme arzusundaymış meğer...

    nur içinde yatsın...
  • aslında yazmak istemedim. ama okuduklarım, günlerdir yaşananlar, nalına da mıhına da vuran gürüh -hangisi artık bilemedim- içimi şişirdi ve birkaç satır da olsa yazmak gerekti.

    ***
    üniversite birinci sınıf öğrencisiydim daha. ilkokuldan beri derdim doktor olmaktı. babam yapma dedi ama dinlemedim. insanları "iyi" etmekten daha çok istediğim bir şey yoktu çünkü. onların beni ne kadar "kötü" edebilecekleri ile ilgili pek bir fikrim yoktu ama o zamanlar. nasıl olacaktı ki? daha on yedi, on yedi, on yediydim.

    sınıf arkadaşlarımın her biri bir yerden gelmişti. bense yaşadığım şehirde okuyordum. ama o kadar beceriksizdim ki, her işi annem babam benim için yaptığından, bir fatura yatırmayı bile bilmiyordum. güya biraz hayatı öğreneyim diye yalvar yakar, binbir yalan yurda yazdırttım kendimi. babam öğretmen, yemedi tabii "yol uzun, ders çalışacak vakit kalmıyor, yetişemiyorum, vapurda üşüyorum" yalanlarını ama yer göründü.

    yurtta su akmaz, odalar on iki kişilik, berbat ama kimin umurunda. mutluydum, bir sürü arkadaşım vardı. hepsi dünya iyisi, ne isteseler yapıyordum. saflığımdan faydalanıyorlardı görüyordum ama koymuyordu, seviyorumdum hepsini.

    bir arkadaşım vardı, hem sınıftan hem yurttan, adı müge. çok şeker, bursa'lı. babası doktor. harçlığı bizden çok yani. kandilde oruç tutmak ister bir grup mesela; müge "beni de kaldırın sahura" derdi. bilmezdi oruç tutmayı ama... ailesi pek bir din eğitimi vermemişti belli ki. ama olsun müge istiyordu. müge mutlu oluyordu. aşkamına köprü altında rakıyla oruç açtırıyorlardı müge'ye. hayır diyemiyordu. o arkadaşlarını da seviyordu çünkü. zaten oruç tutmayı da sevdiği diğerleriyle bir şey paylaşmak için istiyordu. o kadar sevgi doluydu ki, o kadar temizdi ki, kalbi, bedeni...

    ikinci sınıfa geçince yurttan ayrıldı müge. sebep? iki uyanık kız arkadaşı bundaki parayı da görünce eve çıkalım dedi, o da kabul etti.

    bundan sonrası dün gibi aklımda. o yüzden şimdiki zamanda anlatılacak:

    derken... müge okula devamsızlık yapıyor, anatomi'den yirmi üç alıyoruz ikimiz birden. müge diyorum, artık sıkı tutuyoruz, adam gibi çalışacağız. o da üzülmüş. evet diyor lay lay yok. hepimiz zaten liseden falan süperiz, alışık değiliz öyle kırık nota falan. hayal kırıklığına da, hayat kırıklığına da alışacağız ama, bunlar ne ki?

    birkaç gün sonra ev arkadaşları geliyor okula. müge mide kanaması geçirdi, reanimasyonda yatıyor. acil kan lazım diye. bırakıyorum işi gücü, müge'ye kan bulmaya çalışıyorum bütün gün. anneme anlatıyorum. ertesi gün cumartesi. okula gitmeme izin yok ama müge için gidiyorum. kapıda duyduklarımdan huylanıyorum ama ertesi gün bir gazetede sekiz sütuna manşet yazılanlarla yıkılacağımı bilmiyorum:

    çapada kürtaj skandalı!

    üst kat komşum gazete elinde anneme geliyor. kızının arkadaşı "bu işte" diyor. biz senin kızını biliyoruz. "ordunun içine girse sağlam çıkar diyor. ordu ne? sağlam ne? ne diyorsunuz siz? bir insan gencecik yaşında ölüm döşeğinde! siz neden bahsediyorsunuz?
    okula koşuyorum.

    öğrendiklerim kandırılmışlığımla birlikte allak bullak ediyor beni:

    cerrahpaşa tıptan bir çocukla çıkıyor müge. seviyorlar birbirlerini. ne yaşadıklarını sorgulamak bana düşmez. ama biliyorum müge de seviyor onu. hatta evlenmekten bahsediyorlardı. erkendi bunu düşünmek için. neyse... çocukça bir hata yapıyorlar. korunmayı beceremiyorlar. müge panik içinde. fakültenin başasistanına yalvar yakar kürtaj yaptırıyorlar. olacak ya! parça kalıyor, geç kalınıyor... septisemi vs...
    müge ölüm düşeğinde. ailesi gelmiş, perişan... manşetler devam ediyor: şu evin okla işaretlenmiş şu odasında kolasına ilaç attı. kendinden geçen kıza şunu şunu yaptı.
    annesi ağlıyor; ne yapmış olursa olsun o benim evladım. bir yaşasın, bir hayata dösün geçecek bunların hepsi. ama bu yazılanlar beni çok üzüyor evladım diyor.

    susmuyorlar. yalan yalan üstüne. yetmiyor. başka yerlere sıçrıyor mevzu. toplumsal değer yargılarımız, üniversiteli kızların orospu oluşu, anadolu'dan gelenleri kandıran artist mafyası... nalına mıhına vuruyorlar durmadan.

    ***
    ne mi oldu: müge öldü! yani bunlar olurken öldü gencecik bir insan. ama öldürmeler daha yeni başlıyordu. bu neydi ki daha...
    ***
    okula geliyor ellerinde fotoğraf makinası olan birsürü muhabir müsveddesi. gözü bantlı fotoğraflarımız çıkıyor gazetede. annem bana ağlıyor, ben anlayamadığım dehşete düştüğüm linç girişimlerine. "iyi" etmeyi öğrenmek üzere gittiğim okuldaki kötülüğe.
    sözümona ulvi bir meslek sahibi olacağım o yerde, diğer öğrenciler parmaklarıyla beni işaret ediyor; bu da orospu, "o"nun arkadaşı, diyorlar. yurda gidiyorum, müdire hanım "seni artık burda istemiyorum" diyor. babama gidiyorum "beni yurttan da okuldan da al" diye yalvarıyorum. hayır diyor, adam gibi okuyacaksın! aklını başına alacaksın! bunlarla başa çıkacaksın. okulu bırakırsan evden dışarı adım attırmam tehditleri savuruyor. o zaman anlamıyorum çaresizlikten savurduğu yalanları.

    hatta yıllar sonra öğreniyorum, bizlere sahip çıkıp annelik etmekle görevli yurt müdürünün babamı çağırıp "bu kız burdan alacaksınız, istemiyorum. zaten çok makyaj yapıyor, kimbilir okuldan sonra nerelere gidiyor. buranın adını batrımasına izin vermem" dediğini. oysa beni biliyor; babam üç kuruşla beni okutuyor diye gündüz vakti bile boş kalsam, tek başıma yurttaki yatağımın üstünde ders çalışıyorum. haa! gezsem ayıp mı? makyaj yapana orospu mu denir? şimdi yapmıyorum, daha mı namusluyum o yaşmdakine göre? merak etmiyorsanız da söyleyeyim: kesinlikle değilim!

    şimdi düşünüyorum da babam cahil bir adam olsa beni okuldan alsa bugün nerde ve nasıl olurdum. ya da babam beni çekip vursa bunca dolduruşa gelip, herkes ona alkış tutsa namussuz müge'nin arkadaşı namussuz kızını gebertip namusunu kurtardı diye, ne olurdu? yani yurt müdürü üzülür müydü mesela? bence hayır! hatta yüzümü hatırlayacağını bile sanmam bir hafta, bilemedin bir ay sonra.

    bitmedi! müge'nin abisi odtü'de okul birinciliğine koştuğu okulun dördüncü sınıfından ayrıldı diye duyduk sonra. aileden biri daha yaşarken öldürülmüştü yani. babası muayenehanesini kapattı, ailesi bursa'dan taşınmak zorunda kaldı. (iki ölü daha...)
    sevgilisi okulu bıraktı. bir yıl sonra bitireceği okulu. (artı bir daha...)
    baş asistanın asistanlığını yaktılar, okuldan attılar. (artı... )

    peki gerçek orospulara ne oldu bu arada dersiniz? deveyi hamuduyla yuttular, sınıf geçmek için hocalarla, asistanlarla uygunsuz ilişkiler yaşadılar, parayla sahte karneler yazdırdılar... okul bitti, herkes yoluna gitti vs.

    ben o günden sonra gazete okumamaya karar verdim. şöyle bir manşetlere bakarım, bir iki köşe okurum hepsi o.

    nerdeyse yirmi beş yıl oldu. babam hala bilmez müge'nin annesi üzülmesin diye gazeteyi basmaya gittiğimi. güvenlik görevlisinin beni silahla tehdit ettiğini. genel yayın yönetmenine "yalan söylemekle eline ne geçecek?" diye sorduğum anda daha, eline ne geçtiğini gözlerinde görüp dehşete düştüğümü...

    ***
    ne öğrendim peki?

    her şey unutuluyor zamanla. kimse hiçbir şey hatırlamıyor bir süre sonra. yeter ki sana bi'şey olmasın!

    neticede bir ayıbın varsa da yoksa da bir süreliğine oynayacaklar buldukları malzemeyle. kaçamayacaksın! ha bi' bok yiyeceksen gizli kapaklı yemeye çalış bokunu. ortaya mı çıktı. boşver! bu ülkede kimlerin seks kasetleri düştü internete, iki gün sonra unutacak herkes nasılsa. evli değilsen, "kim evlenir lan bu karıyla" diyenlerin hepsi kuyruğa girer kapında, görürsün bak... anne olur bebek bezi reklamına bile çıkarsın! o zaman ahlak kumkuması kesilen yazar-çizer, televizyoncu camiası sana aile programı, köşe yazısı teklifleriyle gelir üzülme.
    geçer gider yani... gün olur işine gelir kapanırsın, kadınlar alkışlar seni. eşarbın yılın modası oluverir. cübbesini çıkardığında çükü, takkesi düştüğünde keli görünen kim bu ülkede ar etti, utandı ki sen utanacaksın?
    ünsüzsen de ünlüysen de unutulur yaptıkların ve sana yapılanlar, yapanlar ya da izleyenler tarafından.

    yeter ki sana bi'şey olmasın... yeter ki ölme!

    ***
    velhasıl müge öldü. yazanlar, çizenler, çanak tutanlar, dedikodu yapanlar bir hafta sonra unuttu gitti. ama öldürdükleri bizler hala her şeyi hatırlıyoruz.
    ***
    defne öldü. yazanlar, çizenler, çanak tutanlar unutacak birkaç güne kadar. ama öldürdükleri unutmayacak.

    aslında hakkında hiçbir şey bilmediğimiz insanlar için ne kadar da kolay atıp tutmak.
    kul kınadığını görmeden ölmezmiş.

    peki yazıp çizerken vicdan süzgecini es geçenler! sahi insanlığınızı en son nerde bıraktınız?
    bin beterini yaşayın bok sürüleri! sizin de arkanızdan bilip bilmeden atıp tutsunlar. savcı, adli tabip, polis susarken, daha hiçbir şey kesinlik kazanmamışken tıpkı sizin gibi dolu/boş konuşsun herkes.
    canınız gerçekten yansın. ama isyanınızı kimse duymasın. duyurmaya gücünüz olmayacak ya zaten... ama olsa da duymayacaklar, tıpkı sizin duymadığınız gibi.

    bazen inancımı sorgulatıyorsunuz bana. düşünüyorum; allah bile kurtları değil de kuzuları kurban etmemizi isterken size haksızlık mı ediyorum? masum musunuz gerçekten?

    ***
    http://haber.sol.org.tr/…ir-kadin-oldu-haberi-38875

    http://www.zekirdek.com/…5-zeki-kayahan-coskun.html

    http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/16941616.asp
  • yıllar önce sayesinde nefes alarak uyuyabildiğim kadındı.. 2002 ya da 2003 tam hatırlamıyorum nişantaşında arkadaşta kalmam gerekiyor uyunacak ancak nefes alınamıyor burun tıkalı çıkıp nöbetçi eczane aranıyor yok.. delirmek üzereyken defne joy foster ve yanında vj bir arkadaşı çıkageliyorlar eczane camına umutsuzca baktığımızı gördüklerinde "neye ihtiyacınız vardı" diyor defne. nefes alamıyorum damla lazım diyorum. gelin bende var pek kullanmıyorum diyor markasını söylüyor tam da aradığım damla. beraber evine yürüyoruz, arkadaşın evine de çok yakın zaten. kapıda biz ve vj arkadaşı bekliyoruz o damlayı getiriyor "sende kalsın pek kullanmıyorum dediğim gibi diyor" biraz şaşırarak ve teşekkür ederek ayrılıyoruz yanlarından. o gece sayesinde nefes alabiliyor ve rahat bir uyku uyuyorum..

    hayatıma dokunmasa da parmak ucu değmiş biriydi o gece için teşekkür ediyorum buradan.. huzur içinde uyusun..
  • '' ölü bulundu''
    '' akşam arkadaşlarıyla alkol almaya giden ... '' ( eğlenmeye gitti demekle bu cümle arasında çok fark vardır.)

    türünde haber yapan zihniyet;
    sizin de haberciliğinizin de karakterinizin de allah belasını versin.

    allah sabır versin... hala aklı selim kalabilmiş insanlara...
  • internette
    "defnenin otopsi sonucu yayınlanmış;
    t.c sağlik bakanliği

    makbul defne joy foster otopsisi sonucunda aşırı kokanyus olarak bildiğimiz uyuşturucu maddesine rastlanmış bunun sonucunda solunum yetmezliğinden hayatını kaybettiği anlaşılmıştır. 2 hours ago · " diye bir yazı dolaşmakta.
    ölümün üstünden 24 saat geçmeden otopsi yapılmasına ve hemen raporun yayınlanmasına inandık diyelim, hani kokanyus diye bi' uyuşturucu da olsun, ama makbul defne joy foster ne lan?

    kendi çaplarında da ciddi doktorvari bir tarzla yazmaya çalışmışlar otopsi raporunu "kokanyus olarak bildiğimiz" falan.. insanda biraz utanma olur münasebetsizler ya.
  • yakın arkadaşı yunus günce , ölümünün ardından duygularını anlatan bir yazı yazmıştır .

    -kafamda böcekler var-
    defne "joy"
    çok insanla tanıştım. çoğunu unuttum çoktan. onlar da beni unutmuştur eminim. kızmam hiçbirine. alınmam. üstüme almam.
    hayat çok hızlı bir tren gibi. senin camından baktığın çok hızlı bir tren. ne çok şey görürsün o camdan. ne azını hatırlarsın.
    seninle tanıştığım günü hatırlıyorum mesela.
    bilindik, alıştığımız "tanışmalar"a benzemediğini hatırlıyorum. bir "buluşma" gibiydi daha çok. bir "kavuşma". beni, benim seni sevdiğim kadar sevdiğini gördüğümde çok rahatlamıştım. çok korkmuştum beni sevmiyorsundur diye.
    dokunurdu öyle olsaydı.
    senin beni seviyor olman lazımdı.
    insan yaşarken hep bir "aferin" arar ya, toplar ya bulduklarını. senin beni sevmen benim "aferin"imdi.
    neden sevdiğini bimiyorsan gerçektir o.
    başka çaren yoksa eğer, sevmekten başka çaren yoksa gerçektir.
    ben bilmiyordum neden seni sevdiğimi.
    "başka" türlü bir kızdın sen. "i am a virgin, but this is a very old t-shirt" yazan bir tişörtün vardı.
    çok iyi yemek yapardın. zetinyağlı fasulyeni hatırlıyorum.
    beslemeyi severdin. misafiri severdin.
    sıkılınca "sıkıldım.git biraz." derdin.
    ben de giderdim. bazen sen söylemeden anlardım, giderdim. ayakkabılarımı giyerken ben, sen bana bakar, gülümserdin.
    çok yan yana uyuduk. hiç sevişmedik. kimseyi de inadıramadık.
    zaten bir müddet sonra inandırmaya da uğraşmadık.
    yan yana uyumaya devam ettik.

    kızardın bana.
    "oğlum sen salaksın.sen salak mısın? niye böylesin?" diye azarlardın.
    "peki sen niye böylesin?" dediğimde, susardın.
    ben çok özlerim seni defne! çok !
    uyandığımda öldüğünü duyacağımı bilseydim, uyanmazdım.
    bir daha yatsam, uyusam?
    sen dönene kadar uyanmasam?

    ağlamadım ilk duyduğumda, defne.
    ama bak...
    şimdi ağlıyorum!
    çok ağlıyorum!
  • yedi gün boyunca ntv yeşil ekran programı için beraber çalıştığım insan olarak tanımlardım defne'yi, defne olmasaydı eğer. ama defne bir hafta boyunca aynı programda çalıştığın birisi olmuyor. defne o kadar sıcak ki o kadar samimi ki ( di li geçmiş kullanmayacağım )o yüzden defne'ye arkadaşım diyorum. annem dans yarışmasını izlerken arkadaşın çıktı diyor.aa evet arkadaşım diyorum.
    defne bira içerken özel hayatımı anlattığım, sokaklarda, sultanahmet'ten taksim'e eminönü'nden beşiktaş'a ropörtajlar yaparken iki dakikalık boşluklarda dedikodu yaptığım, durup dururken defne ben seni çok sevdim dediğim ve sanki yıllardır tanıdığım birisi olmuştu daha üçüncü günde. benim sana kanım çok ısındı demişti.ilk defa televizyondan severek izlediğim birisinin bana kanı ısınmıştı.beşinci gün defne'den insanların imza istemesi tuhaf gelmeye başlamıştı mahalleden arkadaşımdı neden insanlar imza istiyordu? artık ünlü olduğunu unutmuştum.annesiyle, dünyalar şirini minik can'ıyla tanışmıştım.bir haftada arkadaşım olmuştu. 7. gün vedalaşırken sarıldık. görüşelim dedi. ben sana yıllardır arkadaşınmışım gibi geliyormuşum ya dedi sen de bana yıllarca arkadaşım kalacaksın gibi geliyorsun dedi. hoplaya zıplaya gitti. sonra görüşemedik. karşılaşırsak sarılacak seni çok özledim diyecektim o da bana naaptın o işi diyecekti. kalbini dinledin mi diyecekti.yarın öğlen onunla buluşmaya gideceğim zincirlikuyu camiinde ne işi var bilmiyorum ama orada olacakmış.
    defne, yarın hava yağmurlu olursa iptal olsun mu? yağmur yağmasını beklemeden hava kapayınca çekimleri iptal edip çay içmeye kaçtığımız gibi..
  • ölümüyle birlikte 30 sayfa entry okumama ve baya sinirlenmeme sebep vermis rahmetli kisidir defne. buyrun zamanin ötesine birlikte gidelim:

    sana ne ben bir ünlünün ölümüne üzülüyorsam? agliyorsam? sok oluyorsam? sana ne? istersem agit yakarim, istersem evimde defne joy foster kösesi kurar, her gün orda mum yakar, dua ederim. sana ne bundan? ne zamandan beri insanlarin birbirlerinin duygularina müdahele etme hakki var? yetmiyor mu insanlarin yasam tarzina, kiyafetinden aile yapisina, her boka karistiginiz, bir de ne hissetmeleri gerektigini söylüyorsunuz?

    yaprak dökümünün finalinde hüngür sakir aglayan insanlar var, hem de cok fazla. sirf benim ailemdekilerin sayisi bile fazla. ha onlar bilmiyor mu, onun sadece kurgulanmis bir hikaye, dizi oldugunu, halil ergunun gercek hayatta yasamaya devam ettigini? gayet biliyor, yine de agliyor iste, aklina ölen kocasi geliyor belki, gözleri doluyor. dövelim mi simdi biz annemizi, teyzemizi, "ay ne kadar samimiyetsizsiniz, sanki adam gercekten öldü de, sanki taniyodun da agliyosun bi de"mi diyelim?

    kaldi ki, acaba bu dünyada duygularini neden nasil yasadiginin %100 bilincinde olan kac insan var? bence 0. bak bilincdisi diye bir sey var.

    bi-linc-di-si. bu bok yuzunden oyle garip rüyalar görüyorsun, bazi günler sebebini anlamadan daha mutlu, bazi gunler daha mutsuz oluyorsun. bazen bir anda panik duygusu hissediyorsun, nedenini bulamiyorsun bir turlu. iste o yuzden birak beni rahat rahat ben agliyim, defne joy fosterin ölümüne. belki kendi annem, belki eski bi sevgilim, belki dogmamis cocugum icin agliyorum farkinda olmadan, belki de sadece gercekten ölen kisi icin agliyorum, sana ne bundan? hissettigim bir üzüntü var iste, bak o benim duygum ve gercek ve beni aglatiyor, yarin öbür gün cok merak edersem de sebebini, 5 sene boyunca haftada 4 kere psikanaliste gider, ögrenirim, sana kalmadi onun hesabi!

    (bkz: oh be)
  • "ölmeden önce başlığında şu kadar entry vardı, şimdi şu kadar var"cılar, "badem gözlü"cüler ve diğer tüm yarım akıllılar ile saygısızlara...

    siz anlamıyorsunuz belki ama, "iyi bilirdik" demeye çalışıyor aslında insanlar ellerinden geldiğince. hani sorarlar ya "nasıl bilirdiniz?" diye. "iyi bilirdik" diyorlar işte kendilerince. ellerinden geldiği şekilde.

    genç bir kadının "iyi bilirdik"leri de mi batar oldu artık sizlere? genç bir kadının "iyi bilirdik"lerine de mi göz koydunuz? yazıklar olsun.

    ...

    iyi bilinirdi.
hesabın var mı? giriş yap