• bu ikinci dekalog filminde, 2 rakamının kuşatması altında bir gerilim yaşandığı apaçıktır. nitekim kadın, doktora iki erkeğe birden âşık olunabileceğini ifade eder. böylelikle film iki rakamı etrafında döner durur, her şey ve her ayrıntı karşıtıyla ya da çiftiyle varolur. dünyayı mahveden, bölen, kutuplara ayıran da ikilikler değil midir? doğu-batı, savaş-barış, melek-şeytan, tanrı-insan, aşk-nefret...

    şimdi burada dikkat edilmesi gereken dekalog serisinin her bir halkasının bağımsız olmadığı, birbirine gönderme yaptığı ya da bölümlerin birbirini açımladığı meselesidir. dekalog 1'i yazarken ikinci bölümü de tabiatiyle refere etmiştik. bu nedenle, dekalog serisini tek bir film olarak kabul edenlerin sayısı da çoktur, not edelim buraya. ben de onlardan biriyim. aslında büyük yönetmenlerin çoğu tüm kariyerleri boyunca tek bir film çekmiştir! bunuel, fellini ya da truffaut. her birinin tek filmi vardır! kieslowski de onlardan biridir.

    gene de hatırlatmalı: bunlar aynı zamanda kendi içine kapalı, mustakil filmlerdir. misal dekalog 3, sözcüğün hakkını kesinlikle verir: bir aşk üçgeni söz konusudur. ayrıca kamera yasak aşkın öznelerini tam üç kez alışılmadık bir planda (kameranın bir binanın sol çaprazına konumlandığı çekimi kastediyorum. aşkın imkansızlığı ya da saçmalığı kameranın pozisyonu ile sezdirilir) gösterir. hülasa bu detayları görüp işaret ettikçe dekalog serisinin her bir bölümü birbirinden salt kesinlikte ayrılır ve paradoksal biçimde bir bütün olarak gözükür. neyse, fazla uzatmayalım. yalnızca şu: dekalog 3'ü haddinden fazla seviyor ve mühimsiyorum. belki onu da yazarız ilerleyen günlerde.

    evet, ikinci hikaye utanç, vicdan azabı, bölünmüşlük, sevgisizlik, iletişimsizlik, yabancılaşma, ambivalans, kuşku temaları etrafından dönenir. kieslowski açık biçimde tarkovski'den (yakın plan hususunda kimse eline su dökemez; bergman hariç) etkilenmiştir. birçok sahnede mizansenin transandantal, yoğun, imgeden (bergman tesirleri) mürekkep bir halde inşa edildiği göze çarpar. yakın çekimin önemi büyüktür. bir sahnede binadan aşağı dikey bir pozisyonda devinen kamera üç figürü art arda gösterir: kadın, doktor ve hastanedeki adam (kadının kocası). bir tür hiyerarşi mi? insani kopukluğun simgesel temsili mi? dekalog 2 binaların görüntüsüyle açıldığından bu çekim bir sürpriz sayılmamalıdır.

    insanlar binaların içinde kaybolmuş gibidir. klişe olsa da belirtmemek olmaz: modern yapıların her biri izole bir hapishaneden farksızdır. içindeki bireyler de suskun bir halde kendi kabuklarına çekilmişlerdir. gerçekten de istisnasız bütün kieslowski filmlerinde ev içi uzam bir hapishaneyi andırır. apartman daireleri her daim klostrofobiktir. dikkat ettiniz mi bilmem, bu filmlerde çoğu zaman figürler pencereyi açmaya bile yeltenmez! gönüllü izolasyon değilse nedir bu?

    dengeyi bozan unsurlar mevcuttur yaşamda:

    a) kadın klasik müzik dinler ama çalan telefon müzikal ahenge tecavüz eder.
    b) doktor yolda kendi halinde yürürken hastasının karısı tarafından takip edilir ve onu atlatmak zorunda kalır. (hiçbir filmde yabancılaşmanın bu denli etkili biçimde tasvir edildiğine rastlamadım.)
    c) hastanedeki adam karısına güvenmekle güvenmemek arasında yalpalanır.
    d) kadının âşığı doğacak çocuk için mücadele verir. sevginin ancak bu halde sürebileceğini belirtir.

    ikilemler, gitgeller, tezatlar, ambivalans, her şey 2 rakamı etrafında dönmeye devam eder yani. dekalog 2, ikiliğin filmidir.

    tüm bunların ağır, kasvetli, yavaş tempoda sürmesi tesadüf değildir. çünkü aslında yaşamın kendisi çok yavaştır. eğer filmlerin daha hareketli olmasını istiyorsanız hollywood filmi izlemelisiniz. yavaşlık sanatın özüdür, dilidir, ahengidir. ulysses'i birkaç günde okuyan birine rastlamadım. 2001 a space odyssey'i ilk izleyişte kavrayanına da henüz rastlamadım. bütün büyük yapıtlar ağırdır, yavaştır, yoğundur. sanat bunu gerektirir. u yüzden, 'akıcı bir film', 'sürükleyici bir kitap' kabilinden ibarelere başvuranlardan uzak durun! dolu, derin, oylumlu büyük anlatılar öyle birkaç saatte tüketil(e)mez. bir kieslowski film asla ilk izlemenin ardından kötü bir şekilde eleştirilmemelidir. sinema tanrısı çarpar adamı!!

    şimdi önemli bir soru: dekalog 2'deki put nedir ya da kimdir? aşk mı, insanları birbirinden ayıran sevimsiz beton yığınları mı, âdem'in oğlu kabil'in soyundan olduğunu her fırsatta kanıtlamış, freud'un söyleyebileceği gibi, doğuştan kötü insanoğlunun narsisist egosu mu? bence sonuncusu. işte on emir'in gelip dayandığı düğüm: narsisist ego, egosantrik insan doğası basbayağı bir put yerine-geçenidir. bir başka deyişle, insanın kendisine tapmaması gerekir. öteki (kadın ya da erkek) için de yaşamalıyız. dünya bizim zavallı bencil beynimizin etrafında daha ne kadar dönmeye devam edecek? buna bir son vermeliyiz, der gibidir ulu kieslowski.

    umut doludur dekalog 2; tüm kasvetli görüntüsüne rağmen. sahi, bütün dinler umudu işaret ederek cenneti vadetmez mi cemaatine? ama dekalog 1'i yazarken altını çizdiğimiz meseleyi burada yeniden anımsatalım: ne kieslowski ne de dekalog serisi gerici ya da muhafazakâr değildir. körü körüne hristiyan değildir. bu filmler özelde avrupa insanı ve oradan kalkarak bütün insanlık hakkındadır!
  • dekalog serisinin ikinci filmdir.

    --- spoiler ---
    tipik kieslowski çekimleri ve kompozisyonlarıyla beni büyüleyen serinin ikinci filmi olan dwa'dan kısaca bahsedecek olursam.
    dorota hanım kızımızın kocası ölüm döşeğindedir ve kendisi zamanında başka bir adamdan hamile kalmıştır, çocuğunu aldırabilecek bir durumdadır kendisi tıpkı ilk filmdeki gibi soğuk ve donuk bir apartman dairesinde dışardan standart görünen bir yaşama sahiptir. her kieslowski filminin ilk dakikalarında olduğu gibi karakterlerimizi kısaca günlük rutinleri ve ağızlarından çıkan bir iki kelimeyle tanıyoruz. derken; dorotayla aynı apartmanda kalan ve kocasının yattığı hastanede olan doktor amcamız ise ailesini savaşta kaybeden ve bu anılarını onun evine gelen yardımcısına anlatan, tanrıya olan inancını kaybedeli çok olmuş ve kendi tanrısını kendi içinde yaratmış bir adamdır. '' tanrıya inanıyor musun.? bana özel bir tanrı var. mutlaklığı sorar mısın ona. '' laflarıyla dorota ve doktor amcamızın sohbetleri derinleşir. dorota doktordan onu görmek istediğini , bilgi edinmek istediğini söyler ve doktor da randevu saatlerinde gelebileceğini söyler. dorotanın kocası andjre nin durumu git gide kötüleşir ve dorota çocuğu doğurma ve diğer adama kaçma planları yapar fakat vicdan ve mutlaklık denilen olgular içini kemirmektedir,kocasını sever ama çocuk sevgisini de içinden atamaz. bu sorgulamaları, çocuk sevgisi yarım kalmış olan doktorla birlikte yapar, bu arada andjrenin ölmesi yakındır sonuçlarına göre. doktor da kadının vicdanını rahatlatmak için tanrı görevini üstlenmektedir, bir adamın ölümü ve bir çocuğun hayatının kurtulması ikilemi arasında tanrı ve azrail arasında durmaktadır. en sonunda kadın çoçuğu aldırıcam der ve doktor bunun olmaması için andjrenin kötü olduğunu ve ölüceğini söyler kadına hayatına devam etmesini söyler. filmin sonunda ise, andjre adeta küllerinden doğar , tıpkı o mükemmel bardak sahnesinde sineğin sekerek çilek kompostosu dolu bardağın içinden çıkması gibi. burada dorotanın kendi içinde sorguladığı mutlaklık kavramına değinir yönetmen, mutlak bir kader varsa er ya da geç en mucizevi şekilde de olsa gerçekleşir. andre cocugu olucağına sevinirken, geri döndüğüne sevinirken, acaba dorota ne yapmıştır diyerekten bilinmezliğe bir selam çakar yönetmenimiz filmin finalinde.
    --- spoiler ---
  • insanın kadim problemi trajedi.
    gerçek mi ,anne karnında ki bebeğin hayatı mı?
    huzur mu, anlatılamayan o derin arzu mu?
    nasıl anlatılabilir ki bu, elbette imgelerle.
    --- spoiler ---

    ilk sahne, köhne binalar ve ekrana sol köşeden giren, otları tırpanlayan bir görevli.
    doğayı çirkin bir şekilde şekillendiren insanı görüyoruz.
    bu çirkin binalarda evinde bitki ve hayvan besleyen doktor ve bu doktorun hastası olan adamın eşi olan kadın yaşamaktadır.

    görevli, bahçeye atılmış bir tavşan ölüsü bulur. saksı bitkisini parçalamasından, bardağı zevkle masadan yuvarlamasından dolayı kadının yaptığını düşünüyorum. arayışı simgeleyen tavşanı öldürür kadın önce.

    eşini ve çocuklarını eve düşen bomba sonucu kaybeden doktora, komşusu olan kadın eşinin ölüp ölmeyeceğini sorar. bunu bilmesi gerekmektedir çünkü karnında ki bebek eşinden değildir ve eşi yaşayacaksa aldırması gerekmektedir. hem eşine, hem sevgilisine aşıktır. neyi seçeceğini bilemez. kadının trajedisi.

    doktor, adamın yaşayıp yaşamayacağını bilmemektedir. ama kadına bunu söylemeye devam ederse kadın bebeğini aldıracaktır. burada da doktorun trajedisi başlar.
    emin olmamakla beraber doktorun mikroskop başında asistanından da fikir almak için kan örneklerini gösterirken, kan örnek sırasını değiştirdiğini düşünüyorum.
    sonunda bilimin gösterdiğini söylemeyi değil bebeği seçer ve kadına kocasının kesinlikle öleceğini söyler.

    kocası hastalığı boyunca sanki her şey ağlıyor gibi etrafına damlayan su görmektedir. belkide anne karnında ki bebeğin göz yaşlarıdır bunlar.
    doktor kadına, kocasının öleceğini söylediğinde bu ağlama kesilir ve adam hayata döner.

    ilk filmde bilimi seçen baba, çocuğun ölümüne sebep olurken, bilim yerine vicdanını dinleyen doktor çocuğun ve adamın hayatını kurtarmıştır. "sadece x ışınlarıyla tedavi
    yapmadığımızı kanıtlamış olduk" derken kast ettiği bu geldi bana.
    rasyonel düşüncelerimiz, anlam veremeyecek bunlara ki zaten hayata da insana da anlam veremiyor.
    fark ediyoruz bambaşka bir sır var kelimelere dökülemeyen, anlayamadığımız fakat fark ettiğimiz ve daha çok fark edebileceğimiz.
    tek umudumuz şüphesiz ki bu sır.
    --- spoiler ---
  • krzysztof kieslowski'nin on emir işlemesinin 56 dakikalık ikinci ayağı.
    "tanrı'nın adını asla boş yere anmayacaksın" temalı ikinci emri işler.
    bardak fetişisti kieslowski'nin alışılagelmiş deneysel makro çalışmaları göze batar. trois couleurs bleu'da da gözümüze çarpan çay bardağı oyunları bu filmde de kullanılmıştır.
    melek karakteri bu bölümde teknisyen doktor olarak karşımıza çıkar.

    dekalog serisinin diğer filmleri için lütfen;
    (bkz: dekalog jeden)
    (bkz: dekalog trzy)
    (bkz: dekalog cztery)
    (bkz: piec dekalog) *
    (bkz: dekalog szesc) *
    (bkz: dekalog siedem)
    (bkz: dekalog osiem)
    (bkz: dekalog dziewiec)
    (bkz: dekalog dziesiec)
  • ikilemlerle dolu bir dekalog bölümü.

    1) kadın karakter kocası ölüm döşeğindeyken kendi mutluluğunu önceliğe alarak planlar yapıp yapmamanın ikilemini yaşar. sonuçta kocası öldüğünde yapayalnız kalacaktır. sonunda kürtaj yaptırmaya karar verir, peki mutluluğu keyfi vicdanını rahat tutmaya tercih etmediği için veya onurunu korumak için mi kürtaj yaptırır yoksa sadece korkuyor mudur?

    2) hasta koca ise yaşamak istemek ve istememek konularında ikilem yaşamaktadır. hastayken her şey ona iğrenç gelir, ölmek ister çünkü.
    bu arada hastalık-ağrı çekme psikolojini anlatan izlediğim en güzel şeydir. hissettirir.

    3) doktor ise kadının kocası hakkında bir şey söyleyerek kadının kürtaj kararını etkileyip etkilememek arasında kalır.

    kieslowski bize yine siyah beyazların olmadığı insanların bu ikilemlerin tam ortasında, gri bölgede narince salınıp durduğunu izletir.

    yine dekalog 1'deki gibi hayatını rasyonel bir şekilde planlama çabası deşelenmektedir biraz. ama ilk dekalogdan farklı olarak bu sefer aslında bir mantık vardır olayları şekillendiren, yazgı dışında.

    fakat bu mantık bu sefer de insanlar tarafından kontrol edilemez.

    kocanın ölüp ölmemesi hastalığının boyutuna değil de sanki doktor ve eş'in davranışlarına, onun ölümünü nereye koyacaklarına bağlıdır.
  • dekalog serisinin 2.bölümü olan dwa "tanrı'nın adını boş yere ağzına almayacaksın" emrini işlemiştir.

    --- spoiler ---

    öncelikle kadının yaşadığı ikilemden yola çıkarak şunu kesinlikle söyleyebiliriz ki hayatımızdaki rolünü tamamlamış ama zarar görmesini istemediğimiz insanlar olabilir. iki kişiyi aynı anda sevebilmek ne kadar mümkündür bilmiyorum ama benim anladığım bu oldu açıkçası. doktorun kurtulma ihtimali yok deyip tanrı üstüne yemin etmesine karşılık kadının kocasının hayatta kalması ile emir işlenmiştir. o sinek sahnesini nasıl çekildi hala aklım almıyor sayın krzysztof kieslowski?!

    --- spoiler ---
  • dwa, dekalog serisinin ikinci filmi. dwa’da ilk bakışta kieslowski’nin alışıgelmiş çekimleri ve ustaca oluşturduğu kompozisyonlar göze çarpıyor. dwa, on emir ikinci emri olan ‘tanrının adını boş yere ağzına almayacaksın’ söyleminin etrafında gelişiyor. bu bölümde ynı apartmanda yaşayan iki komşunun kesişen hayatlarına tanıklık ediyoruz. dorota geller ve consultant aynı apartmanda yaşayan fakat yakın olmayan iki komşu. filmin başlarında dorota’yı binanın içinde sürekli sigara içerken görüyoruz. consultant ile denk geldiklerinde sadece bakışıyor ve selamlaşıyorlar. bu soğukluğun sebebinin dorota’nın iki yıl önce consultant’ın köpeğini arabasıyla çarparak öldürdüğünden kaynaklandığını öğreniyoruz. bu süreçten sonra hiç sohbetleri olmayan dorota ve consultant bir gün dorota’nın kapıda belirmesiyle yıkılıyor. dorota, aslında bir doktor olan ve kocasının tedavi gördüğü hastanede çalışan consultant’a kocasını sorması ve durumu öğrenmek istemesiyle hikaye başlıyor.
    çarşamba günleri ziyaret saatinin olduğu belirten doktor o gün gelirse görebileceğini söylüyor. istediği yardımı alamayan dorota kızgınlıkla sizden yardım dilenmeyeceğim diyerek gidiyor. ertesi gün yine apartman koridorunda karşılaştığı dorota’ya hastaneye gelebileceğini ve kendisiyle eşi hakkında görüşebileceğini belirtiyor. bunun üzerine dorota hastaneye eşini ziyarete gidiyor. görüyoruz ki eşi epey ağır bir hasta ve dorota’nın getirdiği yemeklerden dahi yememiş, solgun bedeni kan ter içinde yatakta yatıyor. dorota eşinin başında biraz bekledikten sonra doktorla konuşmaya gidiyor. doktora durumu soran dorota doktordan istediği cevabı alamıyor. bunun üzerine dorota doktorun peşine takılıyor ve eve kadar ona eşlik ediyor. ardından doktorun dairesine çıkan dorota konuşmak istediğini söylüyor. doktor onu içeri davet ediyor. dorota kocasının durumunun gerçekte ne olduğunu bilmek istediğini ve bunun kendisi için çok önemli olduğu belirtiyor. doktor yine kesin bir şey söyleyemeyeceğini fakat kocasının kötü bir durumda olduğunu söylüyor. bunun üzerine dorota sırrını doktorla paylaşıyor. bu sahnedeki çözülme önemli çünkü dorota aslında başka bir adamdan hamile ve eşini de çok seviyor. bu yüzden eşi iyileşecek ise çocuğu doğurmayacak fakat eşi iyileşir ise eşinin haberi olmadan çocuğu aldırmak zorunda olduğunu söylüyor. hatta burada önemli bir noktaya da değiniyor. aynı anda iki kişiye aşık olunabilir mi diye soruyor doktora. doktorun cevabını bilmediği bir soru bu ama eşini durumuyla alakalı daha açık bir cevap vermek zorunda olduğunu düşünerek dorota’ya eşinin yaşama şansının çok az olduğunu ve kurtulma ihtimalinin yüzde 15 olduğunu belirtiyor. yine de bu durumda iyileşen hastalarında olduğunu ve beklenmedik hastalarında ölebileceğini belirterek kesin konuşmaktan kaçınıyor. dorota evden çıkarken ‘insan her şeyi istememeli, bu kibirdir’ diyor ve doktora soruyor ‘tanrıya inanıyor musunuz?’ ve doktorda ‘bir tanrı var, sadece bana yetiyor. bu özel bir tanrı.’ cevabını veriyor. dorota burada son olarak ‘ona mutlaklığı sorun’ diyor ve evden ayrılıyor. burası önemli bir vurgu çünkü dwa’nın on emir’den konu edindiği emir olan tanrının adını boş yere ağzına almayacaksın söylevine burada dokunuyor dorota. bu yaptığı konuşmayla aslında tanrının adını boş yere ağzına almış oluyor.
    aşık olduğu ve hamile kaldığı adam ile görüşen dorota yaşadığı ikilem ve belirsizlik içerisinde adamla konuşuyor ve tartışıyor. adam dorota’ya konseri için yurtdışına gideceğini ve isterse onu da yanında götürebileceğini söylüyor ama dorota reddediyor. sonra kontrole giden dorota doktoruna çocuğunu aldırmak istediğini söylüyor. aynı akşam telefonda bebeğini beklediği adamla görüşen dorota durumdan bahsediyor ve adamdan kesin bir cevap alıyor. adam dorota’ya eğer bebeyi aldırır ve kocası da ölürse tekrar beraber olamayacaklarını söylüyor. bu önemli telefon konuşmasında dorota kararını veriyor ve kesin olarak bebeği aldıracağını adama belirtiyor. ertesi gün tekrar hastaneye bu sefer eşinin doktoru ve komşusu olan consultant’la konuşmaya gidiyor. doktora kararından bahsediyor ve doktor bebeği aldırmasına gerek olmadığını çünkü eşinin durumunun kesinleştiğini ve kurtulma şansının olmadığını belirtiyor. bunun üzerine dorota doktora yemin etmesini söylüyor. doktorda yemin ediyor. bu konuşmada da doktor tanrının planını bilemeyeceği ve hiçbir şeyi önceden kestiremeyeceği halde tanrı adına yemin ederek emir’i çiğnemiş oluyor.
    süreç devam ederken dorota’nın eşi iyileşmeye başlıyor ve kieslowski başta da belirttiğim gibi güzel bir kompozisyonla bu durumu bize gösteriyor. önce dorota’nın eşini ardından çilek kompostosu içine düşmüş bir arıyı gösteriyor. arı çilek kompostosunun içerisinde boğulmamak için kavanozun içinde bulunan bir kaşığa tutunuyor ve yukarı çıkmak için var gücüyle savaşıyor. en sonunda kaşığında yardımıyla dışarı çıkmayı ve kendini kurtarmayı başarıyor. bu sahne gerçekten takdire şayan bir sahne çünkü bir durumu bu kadar incelikli ve net bir biçimde belirtmesi ve durumu özetlemesi oldukça başarılı. dorota’nın eşi iyileşiyor ve doktorla konuşmak için doktorun odasına varıyor. doktora nasıl bir durumun içinden geçerek sağlığına tekrar kavuştuğundan ve çektiği acılardan bahsederken adeta bir kafkavari bir sahneye tanıklık ediyoruz. son olarak doktora bir bebek beklediklerini söylüyor ve soruyor ‘bir çocuk sahibi olmanın bizim için önemini anlıyor musun’ ve doktor hem üzgün hem mahcup bir yüz ifadesiyle sadece ‘anlıyorum’ diyerek cevap veriyor. dwa’da vurucu bir final sahnesiyle bitiyor. doktorun yine yaşadıkları acıları da yardımcısıyla arasında geçen konuşmalardan adeta bir flashback gibi gösteriyor kieslowski. doktorda savaşta ailesini kaybetmiş yalnız bir adam aslında. dwa yoğun bir anlatımdan ziyade daha görsellik ve kompozisyonlar örülmüş, yaşanılan ikilemleri ve seçimleri karakterler üzerinde başarılı bir biçimde kotarmış bir film.
  • ilişkilendirildiği emir ile konusu arasında bir ilişki yok gibi...
  • akılda yaprakları bırakan film.

    çoktan vazgeçildiği dünyaya doğacak bir çocuk. köhne bir hastane odasında, ter içerisinde hayata tutunan, çok sevdiği eşinin onu aldattığından habersiz şekilde çocuğunun olacağını düşünen, hayata tutunduğunu zanneden bir adam.

    yakın kadrajdaki yapraklar: duvar çatlaklarından sızan suyun düştüğü, belki bunla beslenen, öldüğünün bilincinde olmayan. dalından koparılmış, özsuyundan yoksun.
  • "tanrı’nın ismini boş yere ağzına almayacaksın" temasının işlendiği dekalog'un 2. filmi.

    (bkz: mısır'dan çıkış bölüm 20)
hesabın var mı? giriş yap