• osmanlı devri âlim ve velîlerinden deli birâder* küçük yaştan îtibâren zamanının âlimlerinden din ve fen ilimlerini öğrenerek yetişti. büyük âlim ve velî muhyiddîn-i acemî hazretlerinin derslerine ve sohbetlerine devâm etti. eksikliklerini tamamlayarak ondan insanlara din ve fen ilimlerini öğretmek için icâzet, diploma aldı. bu arada tasavvuf erbâbının sohbetleri ile nefsini kötü düşüncelerden ve yanlış işlerden kurtarıp kalbini yalnız allahü teâlâya bağladı. ahlâkını peygamber efendimizin güzel huyları ile süsledi. herkesin sevdiği, soh­betini dinlemeye can attığı bir kimse oldu.

    muhammed bin durmuş, güzel ahlâk ile donatılmış, serbest tabiatlı, yâni bir yerde uzun müddet kalmayıp, hareket ve değişikliği seven halîm selîm bir zâttı. temiz kalpli ve doğru îtikâdlı, zarîf bir kimse idi. merâsimli işlerden ve yapmacık davranışlardan hiç hoşlanmaz, herkesle iyi geçi­nirdi. insanlarla konuşurken, nükteli ve latîf kelimeler kullanırdı. şiir söy­lemeye kâbiliyetli olup, şiirlerinde gazâlî mahlasını kullanırdı. bâzı halleri ve söylediği şu beyit üzerine kendisine "deli birâder" lakabı verildi ve bununla meşhûr oldu.

    "mecnûn ki fenâ deştini geşt itdi serâser
    gamhâneme geldi, dedi: hâlin ne birâder?"

    ("mecnûn baştan başa yokluk çölünü dolaştı, sonunda benim üzüntü dolu kulübeme gelerek: 'ey birâder bu halin ne?' diye sordu." )

    fârisî lisânını çok güzel konuşur, tûtî dilli dedikleri kimselerin onun yanında dilleri tutulurdu. ikinci bâyezîd hanın oğlu şehzâde korkut, ma­nisa sancakbeyi iken onunla sohbet arkadaşı oldu. berâber oturup kal­karlar, berâberce yer içerlerdi. şehzâde korkut ile birlikte mısır'a gitti. yine onunla tekrar anadolu'ya döndü. şehzâdenin vefâtına kadar ondan hiç ayrılmadı. şehzâde korkut vefât edince, yavuz sultan selîm han ta­rafından bursa'daki geyikli baba zâviyesinde vazîfelendirildi. burada bir müddet ibâdet, tâat ve allahü teâlâyı zikirle meşgul oldu. talebelere dersler verdi.

    deli birâder mehmed efendi bir müddet sonra asıl mesleği müderris­liğe dönmek istedi. bunun üzerine sivrihisar'a tâyin edildi. ancak deli bi­râder hazretlerinin tabiatı herhangi bir yerde uzun müddet kalmaya mü- said değildi. bu sebeple adı geçen şehirden de "müddetim doldu" di­ye- rek tâyinini istedi. devlet adamları; "niçin yerinde oturmayıp tiz gel­din." diye suâl eylediklerinde; "sivri yer olmağın oturup huzur idemedim. bir düzcesin inâyet idün." diyerek latife yollu bir cevap verdi. 50 akçe yevmi- ye ile akşehir medresesine tâyin edildi. burada da bir müddet ta­lebe ye- tiştirip halka vâz ü nasîhatlerde bulunan mehmed efendi, kâdıasker kadri efendi'ye gelerek ağros müftülüğünü istedi. onun; "pâ­yen değil- dir." ister küçük isterse büyüklerin yanında, bu dünyâda kerem ve ihsân­dan daha düzgün söz yoktur.

    ey efendi diyerek reddetmesi üzerine şu şiiri söyledi:

    "deminde yağmasa bârân-ı ihsân,
    letâfet sebzezârı tâze olmaz.

    cihanda küçük ve büyük katında,
    keremden râst hiç âvâze olmaz.

    efendi lutfet ölçüp dökmeği ko
    metâ-ı himmete endâze olmaz."

    (eğer ihsân yağmuru zamanında yağmazsa, letâfetin bahçesi yeşe­rip tazelenmez.ölçüp dökmeği bırak, lütf et, himmet için ölçü yoktur. him­metin malı ölçüye gelmez.)

    bunun üzerine kadri efendi arzusunu yerine getirdi. deli bi­râder mehmed efendi bilâhare istanbul'da fâtih sultan mehmed hanın vakıfla- rının idâresinde vazîfelendirildi. sonunda buradan emekli olup, beşiktaş tarafında uzlete çekilerek, tâat ve ibâdetle meşgul olmayı arzu etti. bir câmi, dergâh ve bunlara gelir getirecek hamam inşâ etmeyi isti­yordu. onun bu hayırlı arzusundan haberdâr olan ve onu çok seven devlet er- kânı, bu niyetini gerçekleştirmek için aralarında para toplayıp verdiler. pâdişâh kânûnî sultan süleymân han ve vezîriâzam ibrâhim paşa da ihsânlarda bulundu. bu esnâda edirne'de köprü inşâsıyla meş­gûl olan mustafa paşa, istanbul'a dönmeden vefât edince, vârisleri pa­şanın adı- na on bin akçe verdiler. deli birâder efendi de, köprüye ve mustafa pa- şanın vefâtına şöyle bir şiirle târih düşürdü.

    bildi merhûm mustafa paşa,
    köprüdür fil-hakîka bu dünyâ

    yaptı bir köprü harcedip varın,
    ide tâ kim bu mânâya îmâ

    dahi köprü tamam olmadın,
    âna itdi hücûm seyl-i fenâ

    geçti merhum dediler târih,
    köprüden geçti mustafa paşa.

    bu şiiri okuyan merhum paşanın hanımı, yüz altın daha hediye etti. deli birâder efendi, toplanan paralarla arzusunu gerçekleştirdi. beşik­taş'ta bir câmi, dergah ve hamâm inşâ ettirdi. çevre halkı onun sohbe­tine hücûm etti. bu arada, hamamın da şifâ saçtığı, halk arasında ya­yıldı. diğer hamamcılar, müşteri bulamayıp, şikâyetçi oldular. deli birâ­der efendi de, fitne çıkmasına meydan vermemek için zâviyesini ateş baba isminde bir talebesine bıraktı. pâdişâhtan izin alarak mekke-i mükerremeye gitti. orada hac vazîfesini îfâ edip, resûlullah efendimizin mübârek makâmına yüz sürdükten sonra, mekke'de yerleşti. orada da bir mescid yaptırıp, yanında latîf bir bahçe tanzîm ettirdi. ibâdet, tâat, in­sanlara nasîhat ve dostlarla sohbet ederek vakit geçirdi.

    1534 senesinde, bir gün dostlarını dâvet etti. onlara çeşitli ikrâm­larda bulundu. bir müddet sonra rahatsızlanıp, dostlarından müsâade is- tedi. "müsâdenizle azıcık uyuyayım, rahatsızlığım geçer." dedi. bir müd- det sonra uyanıp gözlerini açtı. "ey ahbablarım! elhamdülillah soh­betle geldik sohbetle gittik, ülfetle geldik ülfetle gittik." deyip, tövbe ve is­tiğfâr eyledi. arkasından kelîme-i şehâdet söyleyerek rûhunu hakk'a teslim eyledi. mekke-i mükerremede yaptırdığı mescidin avlusuna def­nedildi. (kaynak: islam kültürü ansiklopedisi)
  • onu asil meshur eden eseri, dafiü'l gumüm, rafiü'l humüm*dür. adamin icini bir hos eden eserlerin en basinda gelir. adamda ne gam birakir, ne keder.

    burada ecdadin yatak odasi mercek altina alinmistir; kadinla cinsel iliskinin faydasi, erkekle cinsel iliskinin lezzeti ve muhtelif paparazzik mevzular anlatilir da anlatilir. eserin muellif nushasi, istanbul universitesi yazmalari arasindadir.* eser, kendisini yayimlayacak bir babayigit beklemektedir, o babayigit cok cok yaklasmistir ama yayimlayip yayimlamama hususunda pek bi fena mutereddittir.
  • deli birader'in "kitab-i dafi-u'l-gumum"u (gamlari def eden kitap) alt ust yayinlari tarafindan kasim 2007'de basilmistir...

    (bkz: dafi ul gumum ve rafi ul humum)
  • selim sırrı kuru'nun doktora calismasinin bas kisisi, dafi ul gumum ve rafi ul humum'un yazaridir. osmanli edebiyati tarihinin hem icinde, hem disindadir. bence caginin otesine gecmis bir osmanli sairidir.
  • asıl adı mehmed gazali'dir ve bursalıdır.
  • "melâmet meyhanesinin dürd'âşâmı ve rüsvâlık gûşesinin bîneg ü nâmı, berr ü bahrın müsâfiri, gûy–i hârâbatın mücâviri, sâderû dilberlerin şem'-i ruhsarının pervanesi ve perîhû melekmanzarların silsile-i gîsûsunun divânesi, 'gözü ahuların âşüftehâli / hivâ şûridesi miskin gazali"...

    ...diye kendini tanıtan kıymetli şairimizdir.

    malum kitabı o kadar "galiz ve fâhiş-i fuhşiyyât ü hezliyyât" dolu olduğu için, "kitab-ı merkumu merhum sultan korkud'a arz ittikte ol mertebede hezle rızâ ve ruhsat virmeyüb mezkûru dergâhından terh" etmiştir.
  • asıl adı mehmed, mahlası gazali, söylencelerde deli birader olan çok ilginç bulduğum zât.

    "gamları def eden kitap" anlamına gelen kitab-ı dâfi-ü'l- gumûm adında enfes bir kitabı var. alt üst yayınları basmış, filiz bingölçe yazmış; ne yazık ki piyasada yok. ben epey aradım bulamadım, ama yüce gönüllü biri taramış, ilgilisine kıyak yapayım hadi şurdan indirsin*.

    kitabı biraz eksik buldum. filiz hanım güzel çalışmış ama sanıyorum tam da çalışmamış. konu bakımından biraz şey deyu olabilir. ama şu haliyle bile çok ilginç ve harika bir kitap olmuş. deli birader'in dünyası ve hayal gücü muazzam cidden. tavsiyelerden öğütlere, tanımlardan tasvirlere, lacivert laflardan öykülere kadar çok geniş yelpazede sesleniyor okuyucusuna.

    kitaptaki tanımlar yarıyor resmen. köprüye veya kilise çanına tokmak yapılmış, minare boyu kadar uzun, bin devenin zor taşıyacağı dev *yaraklar; beypazarı kavunu ve şadırvan gibi kukular; gümüş hokka ve yaylak'a benzetilen göt delikleriyle karşılaşıyorsunuz. deli birader'in mizah anlayışı cidden komik ve gün yüzü görmemiş lafları var.

    gelelim niye deli birader denildiğine.
    kitaba göre şu şiirine dayandırılıyormuş. *
    "mecnun ki bela deştini geşt itdi ser-a-ser,
    gam-haneme geldi didi halün ne birader."

    (bela çölünü baştan başa dolaşan mecnun,
    gam evine geldi, "birader halin ne?" dedi)

    gelelim icraatlarınaaa...
    çeşitli medreselerde hocalık/âlimlik yaptı ve günün birinde şehrî sitanbol'a geldi. parası pulu da vardı hani, izni de koparınca birkaç yapı yaptırdı, bunlardan biri şu meşhur hamamıydı.
    gel zaman git zaman pek ünlü oldu hamam, hatta öyle ki o çevredeki (hamam bugünkü beşiktaş semtindeydi) tüm hamamların kepenk kapatmasına sebep olmuştu. şehrin her yerinden en iyi tellakları, muhabbeti ve kendisi diri oğlanları, müşterilerini memnun etmek içün her şeyi sağladı. saray erkanından, ordudan, önemli mevkilerden kişiler; dervişler, şeyhler ve daha çokları oraya takılır olmuştu.
    çoğu kişi kızar ama bu el yazmalarına ve minyatürlere çok konu olmuştur, osmanlı'da oğlancılık, içki ve bazı maddelerin kullanımı had safhada denilebilecek düzeyde icra ediliyordu. özellikle dervişlerin, medrese öğrencilerinin, esnafın-eşrafın çok sahnesi vardır minyatürlerde. kapsamlı bakınmak isteyen hamse-i atayi'yi araştırabilir, bulamayan özelden ulaşsın bazı minyatürler bende mevcut.

    neyse efenim, bu hamam hadisesi öyle bir hale gelmişti ki artık saray pek tahammül edemez olmuştu. zira murat bardakçı'nın deyimiyle burası artık "osmanlı'nın seks kulübü" olmuştu. ve günün birinde pargalı ibrahim paşa 100 adet acemioğlan görevlendirip havuzuyla beraber hamamı yıktırır, tarumar ettirir.

    hamam hadiseleri deli birader için orada kapanır ve geriye şehir efsanelerine, kitaplara, muhabbet meclislerine konu olan onlarca/yüzlerce hikaye kalır.

    bir sanat tarihçisi olarak, açık konuşmak gerekirse ben sevmem osmanlı gündelik yaşamını. ama araştırsanız cidden çok eğlenceli hikayeler, uygulamalar, muhabbetler var.
  • (bkz: elinde tesbih evinde oğlan dudağında dua) başlığının yönlendirildiği alakasız başlık.

    (bkz: ekşi sözlük başlık taşıyan terörü)
  • (bkz: filiz bingölçe) tarafından yapılan bir çevirisini okuduğum 16.yy. meşhuru. kendisinin bir işi var mıdır bilmiyorum. olsa olsa (bkz: şehzade korkud)'un yareni, bursa'da belki bir kısa süre müderris, yine bursa'da bulunan (bkz: geyikli baba) dergahında bir dönem çilekeş, beşiktaş'ta hamam işletmecisi. ancak bu sıfatların hiç birisi yazdığı (bkz: dafi ul gumum ve rafi ul umum) isimli eserinin önüne geçememiştir. bakınız bu arkadaşın hamamının (bkz: kanuni sultan süleyman) ve umera heyetinin takdis ve yardımlarıyla yapıldığını, istanbul'un en meşhur ve en ünlü hamamı olmasını zikretmiyorum dahi. bu adam en nihayetinde yine aynı padişah tarafından emekli edilerek 1000 akçe maaş tahsisi ile mekke'ye gönderilmiş. bu derece bir adamdan bahsediyoruz.

    bunların tamamına rağmen dönemin cinselliğini ağdalı bir dille kaleme aldığı ve açık seçik bir şekilde ki büyük ihtimalle uydurma olan hikayeler ile anılmaktadır. ayrıca sanırım şair de olabilir kendisi. yamulmuyorsam gazali mahlasını kullanmıştır.
  • kitab-ı dafi'ül-gumum adlı eseri osmanlı devri cinsellik ve mizahı hakkında çok önemli bir yer tutar. eserde geçen hikayelerden birkaçı şöyle**:

    --- spoiler ---

    bir avrada, oynaşı, 'bana, erinin (kocanın) yanında ver, yoksa seni bundan sonra s.kmem' der. kadın, 'yarın gel, yağ ile ot yap getir, bizim kapı önünde otur. ben de kendimi hastalığa vurayım. bakalım iş nereye varır, görelim' der. herif gider, ertesi gün kadının dediklerini alıp gelir. kadın, o gece yalancıktan hasta olur, anası görmeye gelir. kocası da sabah sabah kapı önünde adamı görür; tabip olduğunu söyleyen adama, 'hay sen hızır mısın?' diye sarılır, alır evine götürür. karısına yalvarır: 'aç gözünü kadınım, işte sana hekim getirdim!' der. kadın gözünü açıp işaretini verir. herif varıp kadının nabzına bakar, dilini çıkartır yoklar, göğsüne bakar. sonra 'bunun belinden yukarıda zahmet (sıkıntı) yoktur, belinden aşağısını da görelim' der. sonra kadının ayağını eline alıp bir iki sıkar sıvazlar ve 'hah işte buldum! buna şikaf-ı beşeri ve zahme-i sitte-i aşeri gerek. fakat kimse sesini çıkarmasın, bir hareket yapmasın ve işaret dahi eylemesin. yoksa ilaç fayda vermez, hastalığı gidip şifa bulamaz' der. sonra s.kini çıkarıp eline alır, kadının orasına burasına sürüştürür; önüne dürtüştürür, en sonra da dibine dek koyar. durumu gören kocanın aklı başından gider. 'bire şu herif neyler?' diye bağırır. kadının babası, 'neyleyecek, s.kiyor' diye cevap verir. kadının anası bağırır: 'sussanıza bire kanlar kusasıcalar. ola ki derdine derman olsun, sağlığına kavuşsun!"
    --- spoiler ---

    --- spoiler ---

    bir kızı ere virmişler güvegi birle gerdege girmişler kız güveginin s ... ni görünce feıyad itmiş segirdüb kayın ana kızın yanna gelür güveginin s ... n eline alur benim kızcagızım küçücüktür gencecikdir dal çubukdan incecikdir açılmadık goncacıkdır bunun gibi ağacı yimez ol asıl derde düşmez ben kendi elimle koyayım diyüb evvel bir tutam salmış kız solumadan yemiş bir tutamcık daha dimiş anı da yimiş bu kez üç tutama çıkmış tekellüt çekmeyüb dört tutama dek yimiş anacıgım daha var mı dimiş karı eyitmiş kızım nesne kalmadı heb gitdi maslahat temam oldı iş bitti dimiş kız eyitmiş anacıgım keşke senin eline degmese eyü imiş zira babam sana eli bereketsiz orospu didigi gerçek imiş dir
    --- spoiler ---

    --- spoiler ---

    "bir avrat, cariyesini (halayık) çıkrıkçıya zıbık yaptırmaya göndermiş. zıbıkçı, bu halayığı geri döndermiş ve kendisine demiş ki: 'git, kadınına danış. zıbığı, arap mı, acem mi türk mü yoksa tatar tarzında mı düzeyim?1 cariye dönüp bu haberi verince evin hanımı, ‘bire var ustaya sor hele, acem, türk, tatar işi nasıl olur?' halayık yine gelmiş, soruyu sormuş. zıbıkçı cevap vermiş: 'arabınki ince ve uzun, aceminki kısa ama yoğun, türk'ünkinin başı yoğun dibi ince, tatar'ınkinin başı küçük dibi yoğun olur.' cariye bu bilgiyi alınca eve döner, hanımına söyler. hatun biraz düşündükten sonra halayığa der ki: 'var ustaya bizden çok selam söyle! saygılarımı ilet, bize yardımcı olsun. o parçanın uzunluğu arabınki gibi, yoğunluğu aceminki gibi, dibini türkünkü gibi başını da tatarınki gibi yapsın...
    --- spoiler ---

    --- spoiler ---

    bir herifin avratı eydür her kim cuma gicesi helaline cima kılur bir kafir öldürmüşçe sevab bulur dirler bu gice cuma gicesidür dur bana bir kez bir sıkı ur gaza sevabın bul herif avratını s ... şden hazzı var görür kalkar buna muhkem bir sıkı urur bir nice defa böyle eyler herifin kuvveti kesilür mecali gider karı yine kafir öldürmez misin deyicek herif durur g . . . nü çevirüb amma osurur avrat bre kanlar kusası ne eylersin dir herif behey avrat okum dükendi biraz tob ile cenk iderüm dir
    --- spoiler ---

    --- spoiler ---

    bir herif bir oğlan ile kavil idüb sürüşdürmege on akçe oturtmaga bir akçe tayin eylemiş kangısın ihtiyar idersen eyle dimiş oğlan görmüş ki sürüşdürmek asan hem akçesi çok anı kabul itmiş herif iş üstüne gelmiş oğlanın g ... ne bol tükürük çalmış sürüşdürirken katıca dürtmiş kara yelegine dek oturtmuş oğlan dönüb neylersin dimiş fakir gişiyim benim on akçelige gücüm yitmez bana bir akçelik dahi yeter dimiş bir herif dahi bir oğlana sürüşdürmege kavil eylemiş dibine dek oturtmuş oğlan kavlimiz sürüşdürmege idi oturtmaya degil idi dimiş herif eyitmiş benim kavlim içine sürüşdürmege idi dimiş
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap