• yağmur mezarlığı
  • türklerin türettiği en güzel isimlerden biridir kendi ismim diye demiyorum.
  • yaşama nedenidir.
    babayla çıkılan balığın fon müziği, çocukluğun kokusu,anne evinin mütevazi manzarasıdır.
    hayatımda ilk kez sarhoş olduğumda sesiyle, kokusuyla yanımda olan ilk aşktır.
    kanatsız da olsa insan evladının uçabildiğinin kanıtı, avutandır.
  • bir sehirde yasamak icin aradigim tek sart
  • aklı daralmış insana, içinde nelerin gizlendiğini hatırlatmaya yarayan su öbeğidir.
    kendinizi ait hissettiğiniz bir yerin denizi ise, sizi ana rahmindeymiş gibi korur, gözetir. belki de bir sürü insanın bir zaman sonra denizli memleketlere kaçması bundandır...
    bazen tabiat oyun oynar ve kara parçaları öyle bir kıvrılır ki, bir mekanın beş denizi birden oluverir. ruh haline göre deniz beğenecek kıvama gelirsin.

    bazen, sonunda kendini dövmek ve hapsetmek istediğin şeyler yaparsın... dışarıdan gelen en ufak bir uyarıcı bile yumruğunu sıkıp havaya savurmana, alakasız şarkıları acı çeken bir yaralı gibi mırıldanmana sebep olur. şu anda yazılan her kelime gibi kabızlık çekersin... duygu kabızlığı... tepki kabızlığı... işte tam o sırada gözünün ucuna bir şey takılır ki, o da denizdir. tekrar annesi yanıbaşında, beşiğinde dört dönen bir bebe gibi hissedersin kendini.

    veya denizi görmen için hiçbir vesile yoktur, oturur bööööyle yazarsın. bi şarkı seçersin, filtresini çıkarır, öyle içersin!
  • 29 temmuz cumartesi günü dünyaya gelmesini bekledigim aslan burcu kizim..

    edit: dunyaya geldi, 8 aylik oldu da aslan pencelerini dan dun geciriyor ve tirnaklariyla bolca hasat ediyor suratimizi..dunya tatlisi..
  • rüyama girdin yine. acaba iyi misin?

    ayrı düşmüş bir küçük çocuk musun?

    hırçınlığının yaralarıyla,
    yalnızlığında dağılıyor musun?

    anlayanın var mı?
    gözlerinle konuşanın?
    arkana bakmadan yaslandığın bir ağacın var mı?

    kısa cümleler kurabiliyor musun,
    acını paylaşmaya?

    silmekten yaraları belirmedi mi yüreğinin?

    bir kuytuda kalınca,
    çarpıyor mu kıyılarına terk ettiklerin?

    deniz, iyi misin?

    tuzlarını görmezden gelip, gözyaşını silenin var mı?
    öyle sevenin var mı?
    ve öyle yaktığın?
  • bir küçük boncuk, aslında bir yaş 1 aylık bebem, ancak ışıkla saati her" göster" dediğimizde karıstıran, "baba"ya "dede" diyen, reflü mağduru, emeklediğinde pat pat, yürüdüğünde pıt pıt sesleriyle kafayı uzatıp "deeee" diyen kızım, göz nurum, başka bişeyim, adını koyamadığım en güzel duygum.
  • plajda yanımızda oynayan miniğin denize girmek değil yaklaşmaktan bile korktuğunu fark ettim. biraz sevdikten sonra dedim ki:

    - neden denize girmiyorsun?

    o da bana dudağımı uçuklatacak bir cevap verdi.

    - çok büyük!

    çok haklısın dedim, sebebin çok geçerli.
  • deniz goren bir evde buyudum ben. oyle azicik da degil. evimiz tepedeydi ve biz en ust katta otudugumuz icin tum izmir korfezi'ni gorebiliyorduk. odam da denizi goruyordu. masamin basina gecer, denizi izleyerek ders calisirdim. balkonda kardesimle oyunlar oynar ve gemileri sayardik. anneannem denizi goren o balkonda bize masallar anlatirdi. bazen yunuslari bile gorur ve neseyle cigliklar atardik. gece olup da karanlik coktugunde korfezdeki gemiler isiklarini bir bir yakarlardi. cok ama cok guzel gorunurlerdi. nereden gelip nereye gittiklerini, denizin ortasinda bazen gunlerce hic kipirdamadan neden beklediklerini cok merak ederdim. bilmezdim. her sabah kalktigimda yeniden sayar ve yer degistirip degistirmediklerini, eksilen ya da artan olup olmadigini tespit etmeye calisirdim. vapurlar gelir gecerdi. diger kocaman gemilerse bekler, beklerdi. nereden gelip nereye giderlerdi? geceleri pencere camindan yansiyan kendi goruntume, goruntumun ardindaki isil isil gemilere bakardim. icimden gemiler gecerdi. ben merak ederdim. dunyadaki her sehrin denize kiyisi, denizlerinin de gemileri var saniyordum. odam hep deniz gorecek, ben denizi izlerken annem saclarimi orecek ve onlugume o gun hangi yakayi yakmak istedigimi soracak saniyordum. icinde anlamadigim bir suru sozcuk olan istiklal marsi'nin tum kitalarini odev olarak ezberlemek zorunda kalinca deniz goren o balkonda saatlerce oturup tum sozcuklerin ne demek oldugunu, marsin tarihcesini ve aslinda ne anlama geldigini babam bana aciklayacak ve ezberlememe yardim edecek diye dusunuyordum. kardesimle balkondan ayaklarimizi sarkirip denizi izlerken hep dondurma yiyecegimize inaniyordum. yagmurlu bir gunde anneannemin kucaginda denizi izleyip yunuslari gordugumde zaman hic gecmeyecek gibi hissediyordum.

    gemiler hic gitmezler, biz hep o evde oturacagiz, odam hep denizi gorecek, ben ve kardesim hic buyumeyecegiz saniyordum. sanmak degil de, uzerine dusunmuyordum. eh, biraz da istemiyordum.

    ve ben bir sabah kalktigimda tum gemiler gitmisti. biz tasindik. gitmeyi hic istemesem de elimden bir sey gelmedi. yeni evimiz denizi gormuyordu ama, denize oylesine yakindik ki sesini duyabiliyordum. her sabah martilarin cigliklariyla uyanmaya basladim. sinif arkadaslarim martilarin seslerinden soylenip dururlardi. oysa ben cok severdim. denizin yakininda olmak demekti martilar. her sabah onlari duyabiliyor olmak demek, denizin yakininda olmak demekti. sabahlarim onlarin sayesinde nese icinde gecerdi. hem zaten okulum da denizi goruyordu. eve yururken gorebiliyordum. sonra gittigim tum okullar da hep denize cok yakindi. bazen derste dikkatim dagilir ve pencereden gorebildigim masmavi deniz parcasini izleyerek hayallere dalardim. ders aralarinda bahcede boylu boyunca yuruyup denizi izlerdik. her seye iliskin konusurduk. bazen okul cikisinda gevrek ve ayran alip kordon'a inerdik. vapurlara el sallardik. yalnizca ben el sallardim da arkadaslarim "yine delirdin" diye gulusurlerdi; ama vapurdakiler de karsilik veriyorlardi ve hic tanimadigim insanlarla birbirimize el sallamak bence cok eglenceliydi. bazen karsiyaka vapurlarindan birine binip hic inmeden geri donerdik. bazen karsiyaka'da iner, sahil boyunca yuruyup yine vapurla geri donerdik.

    izmir'de her sokak denize cikardi. her yer deniz kokar, martilarin cigliklari her yerden duyulurdu. denizi duymadigim ve gormedigim tek bir gun bile olmadi. deniz benim dostumdu. deniz hep vardi. dertlendigimde ona agladim. neselendigimde ona anlattim. bazen yalnizca onunla birlikte sustum. bazen de o anlatti; ben dinledim. kiyilarinda gundogarken balikcilari saya saya gezindim; gunbatiminda yagmur yagarken dolastim. bazen durur denizi izlerdim. icimden gemiler gecerdi.

    sonra bir gun gemirler gibi ben de gittim. denizi olmayan bir kente gittim. insanlarin denize kiyisi olmayan kentlerle de buyuyebildiklerini gordum. insanlarin denize kiyisi olmayan kentlerde nasil buyuyebildiklerine cok sasirdim. bunu onlara hicbir sekilde anlatamadim. "fazla izmirlisin." diyerek gulduler. kardesi olmayan birine kardesle buyumeyi anlatamazsiniz ya hani, denize kiyisi olmayan bir kentte buyumus birine de denizi gorerek buyumenin nasil bir sey oldugunu anlatamiyorsunuz bence. vazgectim. sorun degildi; cunku onemli olanin insanlarin iclerinde kiyilar tasimasi oldugunu ogrendim. insanlarin kiyilari olduktan sonra demir atip yanasabiliyor ve baglanabiliyordunuz; ama konumuz bu degil.

    guzel izmir'imi ve denizimi cok ozluyorum. tum bunlari bu tek tumceyi soylemek icin anlattim aslinda. hepsi buydu.

    not: korefezdekilerin yuk gemileri olduklarini, dunyanin cesitli ulkelerinden (norvec, isvec, almanya, rusya, cin, kore vs) turlu turlu mallar getirip izmir'de korfeze biraktiklarini ve bunlarin tum lojistik islerini arkas holding'in ayarladigini cok sonralari, orada staj yaparken ogrendim. tum o konteynerleri yakindan, kir pas icindeki halleriyle gormus olsam da gozumde gayet havali bir yerdeler hala. neyse, oyle iste. arkas holding, hava gazi fabrikasi, alsancak, kibris sehitleri, 2. kordon, 1. kordon, pasaport, konak, karatas, asansor, mithatpasa caddesi, mektupcu, katip celebi universitesi rektorlugu, endustri meslek lisesi, goztepe... canim sirasiyla saymak istedi. oyle ozel bir nedeni yok.
hesabın var mı? giriş yap