• http://www.turkhaberler.net/…begim-makale,1676.html
    bir avuç güzel insandan biridir.
  • bugün yazdığı yazı ile kendisne hayran olduğum kişilik

    --- spoiler ---

    sex'le ilk deneyimim, 14'lü yaşlarımda oldu...
    gitar çaldığımı sanıyordum, tek parmak tek tel...
    ve iki kat üstteki 'komşu kız'ına yanaşmanın
    en kestirme yolu da, ona bu derin bilgilerimi
    paylaşmak olduğunu keşfetmiştim...
    'komşu kızı' ile elleşmenin en kolay yolu ona
    gitar çalmasını öğretmekti...
    ...
    yaz akşamı idi ve hava sıcaktı...
    ben kısa pantolon, bermuda değil, diz üstü, hayli yukarda...
    'komşu kızı'nın da çok ince şile bezinden bir elbise...
    yan yana... ten tene... el ele... arada çok seyrek bir gitardan ses 'tıııın' diye...
    ve kalp atışları 80... 90... 100... 120...140... ve ötesi..
    kapı çaldı...
    'komşu kızı' kapıyı açmaya koştu...
    ve ben de peşinden gitmeye kalktım...
    gidemedim...
    ayaklarım titriyordu...
    ve dizlerim çözüldü...
    ve pantolonum sırılsıklam/yapış-yapış...
    felç oldum sandım...
    ve allah çarptı diye korkuya kapıldım...
    çok sonra anladım ki,
    bazen esaret bazen çok büyük bir keyif olan
    bir maratonun startının, o gün, o saat verildiğini...
    ...
    sonraki yıllarda, 'komşu kızları' ile sınırlı mesafeli
    ilişkilerimiz oldu ama bir mahalle dolusu çocuk
    daha zahmetsiz ve kestirme bir yol bulduk...
    'komşu kızları'nı hayal etmek...
    ve sonra işleri büyüttük...
    dergi/gazete fotoğraflarındaki bikini reklamları...
    ve sonra yaşça büyüklerin playboy/penthouse'larını araklamak...
    bu 'sanal sex'in eylem haline de 'otuzbir çekmek' olduğu öğrendik...
    ve işi daha da ileri götürüp 'otuzbir çekme' yarışları düzenledik...
    ...
    babamın kulağına gitti...
    beni duyacağım biçimde dedi ki...
    'çocukların pipileri ile oymalarının bir sınırı var...
    hayatları boyunca bunu 100 defa yapabilirler...
    bu sayı artarsa, kör olurlar ve sakat kalırlar'...
    ...
    kalemi aldım hesapladım...
    kaç ay... kaç hafta... kaç gün... kaç defa...
    ve o korkumu, bir çığlıkla paylaştım...
    nihat... todori... cem... agop... maryo... tufan...
    akşam büyükada'da o kocaman çınar'ın altında oturup,
    kör ve sakat kalırsak hayatımızı
    nasıl sürdüreceğimizi tartışmaya başladık...
    ...
    nihat'ı babası doktordu...
    bisikletle geçiyordu...
    'ne oldu lan... karadeniz'de gemileriniz mi battı'...
    ben doktor amca'yı çok seviyordum...
    kızı ipek'ten dolayı... ve ipek benden büyüktü ve
    o da rober'le geziyordu...
    ama bir umut...
    'doktor amca' dedim...
    'böyle... böyle... böyle... böyle...'
    ...
    doktor amca güldü...
    'yok öyle bir şey...
    bu sizin sağlıklı olduğunuzu gösterir...
    ama unutmayın, bu yaptığınıza sex denir ve
    sex tek başına yapılan bir eylem değildir...
    sex karşılıklı anlayış ve uyumla ve sevgi ile yapılır'...
    ...
    türkiye o zaman arabistan değildi...
    ve büyükada da mardin/diyarbakır olmamıştı...
    paris miydi, atina mıydı, roma mıydı bilmiyorum ama
    güzeldi...
    doktor amca para verdi...
    gidip birer tekel birası aldık ve
    gene kaldırıma oturduk, çınar altında muhabbete...
    o zamanlar, efes pilsen henüz çıkmamıştı...
    ...
    ve maratonun daha sonraki kilometrelerinde
    hep doktor amca'nın sesi kulağımda oldu...
    'sex karşılıklı anlayış ve uyumla ve sevgi ile yapılır'...
    ...
    birlikte düşüneceksin...
    birlikte hissedeceksin...
    birlikte nefes alacaksın
    birlikte doruğa çıkacaksın...
    ve birlikte, aynı anda, aynı saniyede,
    ipi göğüsleyeceksin...
    ...
    hayat öyle değil midir...
    birlikte aynı evde yaşamak, aynı işte ortak çaba harcamak,
    uzakta bile olsak aynı anda aynı duyguları paylaşmak...
    telefon çalınca çoğu kez biliriz değil mi kimin aradığını,
    yüzlerce kayıtlı numara arasından...
    ya da tam konuşurken,
    lafı kapmaz mıyızıarkadaşımızın dudak ucundan...
    bazen buna 'altıncı his' deriz...
    bazen 'aynı frekans'ta yaşamak...
    bazen elektrik...
    ...
    bugün 'taksim gezi parkı uyanışı'nın 12.günü...
    işte,
    'pek şerefli türk basını'nın altı müstesna gazetesi'nin
    dün başbakan recep tayyip erdoğan'ın gece yarısı, saat 03.00'te
    atatürk hava limanı'nda seçim otobüsü üstünden yaptığı konuşmadan,
    aynı cümleleri cımbızlayıp, manşete getirmeleri,
    hakikaten milyonları ve hali ile beni de derinden etkiledi...
    haberturk...
    zaman...
    yeni şafak...
    star...
    türkiye...
    sabah...
    bu kadar kardeşlik...
    bu kadar uyum..
    bu kadar aynı frekansta yaşamak...
    bu kadar algıda seçicilik...
    ve tek manşette,
    başbakan recep tayyip erdoğan'ın dilinden dökülen,
    'demokratik taleplere canımız feda' sözü ile,
    'g' noktasını yakalamış çiftlerin senkronize orgazmı yakalamak...
    nasıl bir keyif... nasıl bir mutluluk bu allahım...
    bizim kavrayamadığımız ve utanç sayabileceğimiz böyle bir
    gazetecilik rezilliğinin altına imza atmak, nasıl bir özelliktir allahım...
    ...
    hatırlarım, yıllar önce...
    yer hürriyet gazetesi, cağaloğlu binası...
    zaman 80'li yılların ortası...
    çetin emeç... erdoğan sevgin... ben...
    oturuyoruz...
    başlıkları başlık altlarını, fotoğraf altlarını yazıyoruz kağıtlara...
    bir kaç başlıkta, çok keyiflendik...
    sonra sustuk...
    aynı anda birbirimizin yüzüne baktık ve yaklaşık sözler çıktı ağzımızdan...
    ya onlar da aynı düşünürlerse...
    ya onlar da aynı başlığı atarsa...
    onlar dediğimiz, milliyet, günaydın, tercüman...
    o zamanlar basın adına, gazete adına kim varsa...
    ve sil baştan, bu kez 'onlar'ın aklı ile ç.alışmaya,
    'onlar'ın düşünemeyeceği başlıkları aramaya koyulduk...
    ...
    o zamanlar yandaş...
    o zamanlar yalaka...
    o zamanlar tarikat/cemaat basını yoktu...
    ya da vardı da, ben bilmiyordum...
    daha hissettirmeden, daha kibar yapılıyordu...
    bu kadar 'kör gözün'...
    bu kadar 'aha al' diye değil...
    ...
    ne yapalım...
    'the times are changing'

    deniz izgi / karabaş siyasi hayvan dergisi / test aşaması

    --- spoiler ---
  • kiymetli insan, hayvan sever; kanaatimce evren sever...

    cok nadir gelir onun gibiler maalesef; gorevli gibi.

    uzun; huzurlu; saglikli yasa.
  • (bkz: sokak hayvanlarının tanrısı). "esirgeyen" sıfatı da eklenebilir o yüzden. onlara karşılıksız nimetler bahşediyor.

    eğlence sektörü, siyaset, sanat, edebiyat, bilim vs. dışı bir şahıs için entry girmek ne kadar doğru bilmiyorum ama onun için duyduğum minnet duygusu, onu onure etme eylemine zorluyor beni.

    bir arabası var, adı zehra. hem aracı, hem yol arkadaşı. sabahın erken saatlerinde yollara düşüyor ve en uzak ormanlık alanlara terk edilmiş köpek komünitelerine, bir önceki günden restaurant ya da marketlerden ayarladığı yemek ve mamaları servis ediyor. bunu hiç bıkmadan yapıyor. hani bir süre sonra monotonluk seni fiziksel ve ruhsal olarak yorar ve kendiliğinden bırakırsın ya, işte deniz abi'de bu olmuyor. ödev bilinci ve sevgisiyle sürekliliği sağlayabiliyor.

    sadece beslenme ihtiyaçları değil karşıladıkları; eğer hayvanlardan birinin sağlığı bozulmuşsa ya da şerefsizin biri çarpıp kaçmışsa, şerefsiz kere şerefsiz birinin eziyetine maruz kalmışsa, gönüllü veteriner devrim baykal'a yetiştiriyor ve tedavisi sağlanıyor. sadece devrim baykal da değil "gönülden" veteriner, başkaları da var seferber olanlar arasında.

    arada günlük tutar gibi yazardı deniz abi. edebi yönü gazeteciliğinden geliyor. cağaloğlu insanı o. mizahi yönüyle burnunun direğini sızlatırken kahkaha attırabilenlerden. çok yaşa sen emi!

    suyunun suyunun suyu bir yazıdır bu. onu anlatmaya yetersiz. ama yine de yazası geliyor tanıyanın. iyi ki tanıdım seni, abi.
  • dün sabah facebook'da yazdığı ve paylaştığı yazısı ile hayal kırıklığı yaşatan hayvansever.

    --- spoiler ---

    biliyorum kızacaksınız... ??????
    sabah sabah 'bu yapılır mı' diyeceksiniz...??????
    sabah sabah 'iç açıcı birşey yazsan olmaz mıydı' diye de
    sürdürecek ve belki de küsecek / kırılacaksınız ve belki de
    'bunun ya ateşi yükseldi / ya delirdi / ya da
    dönekler kervanı'na ?????? katıldı' diye düşüneceksıniz...
    mesela kestirmeden 'yolunu bulanlar treninin
    son vagonuna zıpladı' diye de
    kaynak yorumlar yapanlar da olacak aranızdan...
    ...
    evet / ama maalesef bu 'bir gerçek'...
    ve gerçek acı da olsa / hoşumuza gitmese de
    gerçek / gerçek / gerçek...
    ...
    işte bu yüzden kazanıyor...
    'bugün cumartesi,... bugün pazar... bugün haftasonu...
    bugün tatil... bugün yatakta uzanıp yatma zamanı' demiyor...
    üşenmiyor... sallamıyor... kalkıp hastaneye gidiyor...
    ve karaciğer nakli gerçekleştirilen naim süleymanoğlu'nu
    ziyaret ediyor / moral veriyor / ve hali ile pr'ından da
    yararlanıyor...
    ...
    kimimize göre 'diktatör'...
    kimimize göre 'cumhurbaşkanı değil akp lideri'...
    kimimize göre 'düşer düşmez yargılanacak biri'...
    kimimize göre 'sara hastası / bağırsak kanseri'...
    kimize göre 'demokrasi katili'...
    ...
    valla ne dersek diyelim / nasıl düşünürsek düşünelim...
    içindeki o naif dürtü / belki de kazanmasına tek sebep...
    ...
    belki de eğitiminin / köklerinin / geçmiş sürecinin /
    gelişiminin / başka türlüsünü tasavvur bile etmesine
    müsaade etmediği kökleşmiş duruşunun /
    tek kavrayabildiği yönetim biçimi olan
    gerici ve dünya gerçeklerinden uzak
    'patriarkal demokrasi'sinin de
    en belirgin ve hilesiz dışa vurumu /
    işte böyle / kendini / her alanda muktedir /
    bilgi sahibi / olay yerinde olması gereken /
    'bir baba olarak görebilmesi' ve
    öyle de davranması ve hatta daha da ötesi...
    kendini 'milletin babası' olarak düşünmesi...
    ...
    işte bu yüzden / çoğu zaman /
    onun elini öpmeyen yüzde 50'yi
    'duygusal reddi miras'a tabi tutuyor...
    ...
    işte bu yüzden kemal bey'in 'adalet yürüyüşü' ve
    'demokrasi kurultayı' hala yabancı ve
    hala uzak ve hala hedefine ulaşamıyor...
    ...
    oysa bugünün bu topraklarında yaşayanların /
    baba şefkatine değil / içinde barış / sevgi /
    eşitlik / adalet / adil gelir dağılımı'na
    ihtiyaçları var...
    ...
    ama bugün / maalesef
    işte mesele budur...
    ...
    devam...
    günaydın...??????

    deniz izgi / karabaş siyasi hayvan dergisi
    --- spoiler ---

    gördüğü her yeşil alana çılgınlar gibi beton diken, doğa düşmanı ve hayvanların yaşam hakkına saygı duymayan birine yazılmış güzellemesi için takdir beklemesini anlayamadım. eğer konu naim süleymanoğlu ise o'na gelene kadar el kadar çocuklar var amansız dertleri olan. pr çalışması olduğunu bilip de böyle bir yazı kaleme almak hoş değil.

    bir yanlış kesinlikle üç doğruyu götürmüyor fakat dün sabah itibarı ile kendisine geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.
hesabın var mı? giriş yap