der kontrabass
-
bir enstrümanistin enstrümanıyla olan "aşk-nefret" ilişkisini şahane anlatan süskind oyunu.
"zahmetsiz rahmet olmaz" lafının en güzel örneği olduğuna şüphe yok.
sürekli çalışmak ve gelişmek zorunda olan müzik insanının kendini yetersiz görme, zaman zaman enstrüman seçimine kabahat bulup kendi tembelliğini örtme çabalarını olanca gerçekliğiyle aktarıyor. hayata dair beceriksizliğini de enstrümanın sırtına yükleyip bir kolaya kaçma çabası da gözden kaçmıyor.
en sevdiğim bölümü orkestranın aslında minimal bir toplum yapısı örneği olduğunu anlattığı şu satırlar:
"..bir orkestra, gözünüzün önüne getirin şimdi, sıkı bir hiyerarşiye göre kurulmuş bir yapıdır, böyle de olmalıdır ve bu niteliğiyle insan toplumunun bir aynasıdır. belli bir insan topluluğunun değil, genel olarak toplumun:
her şeyin üstünde gmd [genel müzik direktörü] yer alır, sonra birinci keman, sonra birinci ikinci keman, sonra ikinci birinci keman, sonra geri kalan birinci ve ikinci kemanlar, viyolalar, viyolonseller, flütler, obualar, klarnetler, fagotlar, madenî nefesliler; en sonunda da kontrbas. bizden sonra gelen bir tek davul vardır ama o da sırf kağıt üzerinde bizden sonra, çünkü tek başınadır davul, yeri de yüksektir, herkes görebilir, üstelik daha da hacimlidir. davul bir ses verdi mi ta en arka sıraya kadar duyulur, herkes de, hah, davul, der. ben çalınca kalkıp da, hah, kontrbas, diyen olmaz, çünkü bütünün içinde kaynar giderim ben.
..sakın kıskanç olduğumu düşünmeyin. kıskançlık yabancısı olduğum bir duygudur, çünkü değerimin ne olduğunu bilirim ben. ama adalet hissim vardır, müzik işinde ise bazı şeyler tamamen adaletsiz. solist alkışlara boğulur, bugünün seyircisi daha fazla alkışlamasına izin verilmezse cezalandırılmış gibi hissediyor kendini; şefe de alkışlar sunulur: şef en az iki kere konsertmaysterin elini sıkar; bazen bütün orkestra ayağa kalkar... -kontrbasçı olarak insan doğru dürüst ayağa bile kalkamaz.-
..işte bu yüzden diyorum ki; orkestra insan toplumunun bir aynasıdır. çünkü gerek birinde gerek öbüründe, zaten en pis işleri yapanlar bir de üstüne ötekiler tarafından horlanır. hatta insan toplumunda olduğundan daha bile kötüdür orkestra, çünkü, toplumda, hiyerarşinin basamaklarını çıka çıka günün birinde piramidin en tepesinden aşağıya, altımdaki solucanlara bakarım umudu vardır -teorik olarak... böyle bir umudum olabilirdi yani..."
bütün bu lafları da "siz siz olun, sakın bir orkestraya girmeyin!" diye bitiriyor kontrbas sanatçımız.*
oyunda bahsi geçen eserleri de listeleyeyim istedim, şöyle:
johannes brahms - symphony no.2
franz schubert - symphony no.8 in b minor
hector berlioz - te deum
richard wagner - die walküre overture
ludwig van beethoven - symphony no.6
guiseppe verdi - rigoletto final sahnesi
richard wagner - tristan und isolde .
richard wagner - siegfried
pyotr ilyic tchaikovsky - paino concerto no.1
robert schumann - symphony no.4 in d minor
guiseppe verdi - don carlos
richard wagner - das rheingold
johann sebastian bach - partita in d minor
niccolo paganini - 24 caprices
carl ditters von dittersdorf - double bass concerto no.1
wolfgang amadeus mozart - zaide
camille saint-saens - le carnaval des animaux ilgili bölüm l'elephant
richard strauss - salomé
franz schubert - the trout'un eğlenceli ve şahane bir icrâsı için şöyle.
ludwig van beethoven - piano concerto no.5
wolfgang amadeus mozart - don giovanni
wolfgang amadeus mozart - the marriage of figaro - overture
carl ditters von dittersdorf - sinfonia concertante for viola and double bass
johannes mattihas sperger - double bass concerto in d major
johann sebastian bach - cantata no.152
wolfgang amadeus mozart - cosi fan tutte
guiseppe verdi - aida
giocomo puccini - madama butterfly
richard wagner - parsifal
richard strauss - ariadne auf naxos
giovanni bottesini - concerto for double bass no.2
ludwig van beethoven - hammerklavier (op.106)
hans werner henze - the bassarids (operalarından bahsediyor kitapta, örnek olsun diye bir tane bıraktım. gerisi meraklısının işi.)* -
kitap da nefisdir. devlet memuru bir baba ile sanatçı bir annenin devlet için sanat yapan oğlunun hikayesi.
-
tevfik turan tarafından çevrilmiş patrick süskind kitabı. diğerleri için (bkz: koku), (bkz: güvercin).
-
patrick süskind'in 1980 yılında yazdığı tek kişilik tiyatro oyunu.
ilk olarak 1991-1992 sezonunda olmak üzere, uzun yıllar kontrabas adıyla istanbul devlet tiyatrosu tarafından sahnelenmiştir. reji koltuğunda ve sahnede aynı isim vardır: metin belgin -
süskind alman bir kontrbas sanatçısı ya da bir kontrbas memuru üzerinden oldukça hızlı akan, keyifli ve tam anlamıyla tek kişilik tiyatro motifli bir eser oluşturuyor. zaten ülkemizde de yanılmıyorsam şehir tiyatroları tarafından sahnelenmişti.
kontrbas üzerinden ne kadar çok şey anlatılabilirse, karakter o kadar fazla şey anlatıyor. zaman zaman kitaplıktan alıp, sayfaları karıştırıp, rastgele okuduğum kitaplardan biri oldu ilk okuduğumdan beri. süskind'in edebi dehasına zaten denilecek bir şey yok; ancak üslup o kadar iyi ki gerçekten de kontrbascının karşınızda olduğunu ve meramını bazan hızlı hızlı bazan da tane tane anlattığını hissediyorsunuz.
değeri bilinmeyen, kısacık ve hoş bir monolog denemesi. -
''kontrbas şimdiye kadar icat edilmiş çalgıların en iğrenç, en hantal, en kaba saba olanı. çalgı değil gulyabani.''
patrick süskind imzalı müzik ve edebiyat evrenlerinin kesişim kümesi olarak tanımlanabilecek bir kitap kontrbas.
ince, eğlenceli bir şey...
baştan uyarıyorum: müzik teorisine ilgisi olmayan insanları üzecek kadar teknik detaylara sahip, bence bu yönüyle hem öğretici hem de keyif verici ama.
müziğin teorisine resmen aşık biriyim. rüyalarımda dinlediğim bir şarkıdaki gitar notalarını piyanoda çıkarmaya falan çalışıyorum, şaka yapmıyorum!
gülümsemek kadar evrensel bir dil olan müzik hakkında okumalar yapmayı da önemsiyorum ve das parfum gibi bir şaheserin yazarının bir enstrümanın ismini verdiği kitabını göz ardı edemezdim.
ilginç bir eleştiri aslında, kontrbas'ı hem seven, hem nefret eden bir müzisyen tarafından kaleme alınmış gibi.
onsuz yapamayıp onunla da mutlu olamadığını güldürü ögeleri ile aktarmış okuruna yazar.
''tasarlanması imkansız bir şey varsa o da kontrbassız bir orkestradır. hatta denebilir ki orkestra ancak ve ancak bir basın bulunduğu yerde başlar'' gibi bir satır var mesela, ama yazının başındaki gibi bir düşünceyi de barındırıyor aynı zihin.
orkestra için bestelenmiş uzun müzik eserlerinin konserlerini dinlemeye gittiğimde en çok ilgimi çeken enstrümanlar kontrbas ya da vurmalı çalgılar oluyor benim. şöyle düşün: bir grupta vurmalı çalgılar, duvarın tuğlaları gibidir. davulun çaldıklarıyla birliktelik oluşturan bas sesler ise tuğlaları yapıştırıp onların bir düzende kalmasını sağlayan sıva gibi. duvarın boyası değişkendir, bazen gitardır, bazen keman, bazen piyano, bazen korno.
tabii ki duvarın güzelliği herkesçe kabul edilen bir gerçektir. çoğu insan bunun duvarın boyasından kaynaklandığını filan düşünür.
ama sıvayı yalnızca bir duvar ustası merak eder.
eğer bu söylediklerim sizin için bir şey ifade ediyorsa, mutlaka okumalısınız kontrbas'ı.
müziği dinlemek kadar onu görmek, matematiğini anlamak da çok güzel... -
müziğin notasıydı, akorduydu, teliydi, bestesiydi, konçertosuydu vb. gibi teknik terimlerini falan bilmeyenler için zor kitap.
yani yer yer, kendinizi ilaç prospektüsü okur gibi hissediyorsunuz. bir kamyon teknik terim, sadece bu konuya hakim olanların anladığı, diğerlerinin ise sadece okuduğu.
ilk başta, orkestradaki en önemli çalgının kontrabas olduğunu anlatan, ama sonradan sonraya "bu aleti icat edenin adamın yakaladığı kurbağaya sokayım" raddesine gelecek kadar kontrabasa içten içten kurulmuş, kontrabasa babasının düşmanına bakarmış gibi bakan bir adamı anlatıyor.
"bir kontrabas, nasıl diyeyim, çalgı olmaktan çok engeldir. taşıyamazsınız, sürüklemeniz gerekir, bir düşerse parçalanır. arabaya ancak sağ ön koltuğu sökerseniz sığar. o zaman da doldurmuş olur zaten arabayı. evde hep etrafından dolaşmak zorunda kalırsınız, öyle... öyle salak salak durur ortada ama bir piyano gibi de değil, öyle ya, piyano mobilyadır. kapatır, olduğu yerde bırakırsınız. kontrabası bırakamazsınız. hep ortalıkta kalır, şey gibi..." -
patrick süskind'in 58 sayfalık kısa eseri.
kontrbas, hayatlarımızın merkezinde yer alan cisimlerin, eşyaların, araçların tümüdür aslında. kimisi için steteskop, kimisi için çekiç, cüppe, kalem, torna tezgâhı, tebeşir veya direksiyon. hayatlarımızı kazanırken omuz omuza verdiğimiz, her allah’ın günü bir araya geldiğimiz, birer uzvumuz gibi bütünleştiğimiz, cansız, sesleri çıkmayan ama hayatta görebileceğimiz en yüksek sadakatle bizimle dayanışan, emeklerimizin en yakın şahitleri cisimler.. bu 58 sayfalık kitabı okurken kontrbas yerine kendi emeğinizin dayanışma objesini yerleştireceksiniz.
kontrbas’ı okurken emeği, insanın emeğine duyduğu saygıyı, emeğe yabancılaşmayı, ortaya çıkan nihai eserde küçücük dokunuşa sahip birisi olarak unutulmayı, değersizleşmeyi ve yalnızlaşmayı görüyorsunuz. karakter ile kontrbas arasındaki ilişki, maddeyle aklın, cisimle duygunun, cansızlıkla canlılığın inişli çıkışlı birlikteliğini içeriyor. fakat kontrbas, başlarda ilgi ve heyecanla sahip olunan ama zaman içerisinde varlığı unutulan, değersizleşip sıradanlaşan eşyalar gibi değildir. kontrbas, hayat mücadelesinin ve var olma savaşının birlikteliği zorunlu kıldığı dayanışma arkadaşıdır. hevesle başlayan ilişki, bir süre sonra ‘ne onunla ne onsuz’ haline gelir. aklın ve mantığın bitmeye yüz tuttuğu, aşkın ve tutkuların körüklendiği noktada da kontrbas vardır.
bu kısa eserde süskind, okuyucusuna, hayatın, varoluşun ve emeğin derin sorgulamalarını yaptırıyor. kontrabas, yıllardır ankara devlet tiyatrosu’nda oynayan ve olcay kavuzlu’nun muhteşem oyunculuğuyla hayat bulan tek kişilik, tek perdelik efsane bir tiyatro oyunudur da aynı zamanda. bir kahve molasına sığabilecek hacimdeki bu kitabı ve pandemi süreci son bulup sahneler yeniden açıldığında ise oyunu muhakkak değerlendirmenizi tavsiye ederim.
----
kaynak: https://www.instagram.com/ovekakitap/ -
“orkestra müzisyeninin tabiatında hafif kıskançlık vardır. bizim konsertmayster, kontrbas olmasa elinde kemanıyla, elbiseleri olmayan imparator gibi -kendi önemsizliğinin ve kendini beğenmişliğinin gülünç bir timsali olarak- orta yerde kalıvereceğini kabul edecek olsaydı, hali nice olurdu. hoş olmazdı. hiç hoş olmazdı. izninizle bir yudum alayım…
(bir yudum bira içer.)” -
alman internet adresi uzantısı...
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap