• simdilik, izledigim en iyi lise-ogretmen temali filmdir. karamsar olusu, hikayeyi dersliklere hapsetmeyisi ve guzel dialoglariyla turevlerine gore daha bir kendine has olabilmis diye dusunuyorum.
  • bugün bir arkadasa bu filmden söz ediyordum, burada rast gelince yeniden izlemem gerektiğini hissettim.
  • her eğitimcinin, anne-baba'nın, anne-baba adaylarının kısacası her yetişkinin izlemesi gereken film olup madalyonun diğer tarafına çok güzel ışık tutmuştur.

    ayrıca özel eğitimde 5 ay boyunca 7/24 çalışmış biri olarak filmdeki öğretmenlerin yaşadıkları o duyguların hepsini 5 ay boyunca her gün yaşadığımı söyleyebilirim ki sonrasında bu süreci atlatmam 2 yılı buldu. hala üstümde izlerini taşırım. bu süreci yaşamış biri olarak filmi gerçekçi ve anlatımını çok etkileyici buldum.
    eğitimci olmanın sanıldığı kadar kolay olmadığını da izlediğimizde bir kez daha görmüş oluyoruz.
    ayrıca eğer bir gün olur da akademisyen olursam öğretmen adaylarına izleteceğim filmdir kendisi. hayat pembe bulutlardan ibaret değil maalesef.
  • 98 dakikalık, 2011 yapımı film.

    ekşi sözlük'ün favori ve en çok irdelenen konulardan biri olan "öğretmenler", her 2 haftada bir farklı ama benzer temada başlıklarla karşımıza çıkarlar. maaşları bol, tatilleri bol denilirken baya da ilgi çeker bu başlıklar. kimi entry'e katılır kimine katılmazsınız lakin mutlaka "harlı" bir tartışma döner.

    yapıma dönecek olursak; filmin teması bizim de sözlükte bol bol konuştuğumuz "hocalarımız" olsa da, aslında yalnızca öğretmenler değil, ergenlik, gençlik, yaşlılık gibi birçok olguya değinen bir 98 dakika elimizdeki. aslında, aynı anda, burada bir sıkıntı karşımıza çıkıyor; yoğun mesaj ve aktarım kaygısı.

    işte tam burada yönetmen tony kaye zor durumda: mesajını belirtmek zorunda, diğer yandan filmi akıcı kılmak zorunda, öbür yandan ilgi çekici olmak zorunda, en başta da eğitim işine iyi çalışmış olmak zorunda. aslında kendisi bunların hepsini halleder gibi olmuş ama sonuçta biraz belgeselimsi, bir sunum bütünlüğü olmayan bir iş çıkmış zaman zaman. biraz karmaşa göze çarpmıyor değil.

    oyunculuklarda üzgün kaşlı adrien brody'i başrolde iyi iş çıkarmış görünüyor. yan rollerde yer alan isimlerde zengin, ve ilgi çekici. genel anlamda bu kalemde sıkıntısı yok yapımın.

    netice itibari ile, aktarımdan ziyade mesaj kaygısı taşıyan; bir meslek dalı ile de ilgili bilinmeyen ya da gölgede kalan sıkıntıları da gözler önüne seren, draması ve karanlığı bol film olmuş. yapım moralinizi gerçekten bozabilecek bir dramatik yapıya da haiz, bitince kendinizi oldukça tuhaf hissedebilirsiniz, ekleyelim. şiddetli drama arayanlara kesinlikle önerilir. bunun dışında "sinematografik" bütünlük ve aktarım konularında sıkıntıları da var.

    7 / 10.

    her eve imdb
  • yönetmen, diğer filmi american history x'te yer verdiği "aile içinde, eğitim ve sonucunda sokaklardaki ırkçılık, ayrım, yabancılaşma gibi temel sorunlar konusuna, kopma filmiyle devam etmiş.
    bu sefer eğitimin okullardaki durumu ve öğretmenlerin öğrenciler üzerindeki etkisi, birbirlerine yabancılaşmaları başarılı bir biçimde anlatılmış. eğitim sisteminin acımasızlığı, pembe gözlüklerle hayata aldırış etmeyen öğrencilerin yuvarlandığı uçurum belli başlı derdi olmuş filmin. detachment bana ağustosta final sezonu başlamakta olan breaking bad (walter rolüyle bryan craston) ve biten efsane dizi the wire'yi (clay davis rolüyle isiah whitlock jr.) özlediğimi hatırlattı. zaten the wire dizisinin 4. sezonundaki gibi eğitim konusuna fazlasıyla yer verilmiş. film, kolaj parçaları gibi birbirinden kopuk ama aynı kompozisyonun parçası olan, kopuk karakterlerin zamanla birbirine nasıl bağlandığını gözler önüne seriyor. sartre'nin bulantı romanları kafka'nın aforizmalarından bölümler içeren kopma, edebi yönü ağır basıyor. izleyene kitap sayfalarını çeviriyor hissi veriyou. filmde sahnedeki kopukluklar, flashbackler ve flashforwardlarla başarılı bir biçimde gösterilmiştir. --- spoiler ---

    american history x ve detachment filmlerinin her ikisi de, okulda ölüm sahneleriyle biter. sonrasında ise sakinlik, dinginlik egemendir. ve alıntıyla biter iki film de intihar eden kızımızın yaptığı çalışmalar, six feet under'daki kavramsal çalışmalara benzemektedir. sürekli değillenen, farklı olan meredith'e henry yardım edemez. nasıl ki yıllar önce intihar eden annesini izlediği gibi bu kızında mutlak sona gidişini sessizce izler, dokunamadan, duygularını tam olarak yansıtamadan, sevgi gösteremeden. eğitimin açıklığı burada devreye girer, kıza sarılması bile diğer öğretmenler tarafından "taciz" olarak algılanacaktır. sevgisiz, başarıya odaklı yaşam...(sonuçta okulda başarısız olan bireylerin mutluluğu başka bedenlerde, büyük hayallerde araması boşuna değildir. filmin başında henry'nin yazdırdığı kompozisyon ise sonun başlangıcı gibidir: "öldüğünüzü farz edin, dostlarınız, aileniz cenazenizde nasıl bir tepki verirdi?" not: somurtan yüzlü keki, henry'e gösterip: aslında bunu senin için hazırlamıştım" diyerek henry'e gülen yüzlü keki verip somurtan yüzü meredith'in kendi yemesi ilginç bir nokta olmuş. tüm tatlıların yanında bir acı, sessizce yenilmeyi bekliyor. (filimadami.com yorumum)
    --- spoiler ---
  • yüzü olmayan bir adamın boş dünyadaki maceralarını anlatan film.

    insanlar bir şeye ihtiyaç duyar onun ne olduğu rastgele meydana gelir ve bunu giderecek nesneyi arar durur. insanın yapısı bu her zaman da böyle olacak. eğer bu madde kanlı canlı olursa o zaman işler daha da karışıyor. nesne-özne ayrımı, pekiştiricinin dengesiz kuvveti seni ihtiyacının esiri haline getiriyor.

    öğretmenler bilgi ihtiyacını karşılamaz sadece, aynı zamanda hayatı yaşamada sana yardımcı olur. fakat rehberlik yerini liderliğe alırsa işte o zaman sıkıntılar baş gösterir.

    film diğer tarafı da anlatıyor benim anladığım kadarıyla. bu ihtiyacın karşılanması, dengesinin tutturulması evet öğretmenliğin doğasında olan bir şey ve postacıya posta getirdiği için teşekkür edilmediği gibi öğretmene de genel olarak minnettarlık gösterilmez. fakat postacının işiyle öğretmenin işi arasında şöyle bir "ayrım" var.
    postacı sizin ihtiyacınızı karşılar ve sahneden çıkar. öğretmen ise ihtiyacınızı nasıl karşılamanız gerektiği konusunda sizi bilgilendirir, bu bilgilendirmeyi ne kadar iyi yaparsa kendi ihtiyacını da o denli karşılamış olur. aradaki bağ çok tehlikeli yerlere gidebilir çünkü ihtiyacı karşılama konusunda görevli birey görevini kötüye kullanırsa kendisi de bir ihtiyaç haline gelir ve her şey yerle bir olur.

    tüm boşlukların dolması dileğiyle.
  • bittiğinde şu iki kelime ayrı ayrı akıyor:
    detach
    ment

    akıtanın bir bildiği olsa gerek.

    kaç okka kaç ton diye tariflenmesi mümkün değil koyu ve ağır...
  • 2011 yapımı yönetmenliği tony kaye’e ait film. eğitim eleştirisi gibi görünse de bana kalırsa daha çok insanlığın temel sorunlarına değiniyor. niye mutlu olamıyoruz, niye herkes bir kaosun içinde.

    karakterlerinin neredeyse tamamı ağır bir depresyon halinde olan filmi izledikten sonra uyku haplarını alıp intihara meyledebilir insan. izlediğim en karamsar filmlerden biriydi. bu kadar karamsarlık üzerine niye bir film çekildi anlayamadım açıkçası. anafikir hepimizin sorunları var. tamam sonra, sonrası yok. mesajı yok en başta filmin. anlattığı hikaye kopuk kopuk.

    kameranın sürekli hareket etmesi, karakterlere yakın plan (baş plan) yapıyor olması, kurgu manyağı seklinde hop bir o tarafa bir bu tarafa sıçramak da seyirciyi depresyona sürüklemeye yönelik. bu kadar yakın planla empati kurdurtya çalışmasaydı daha iyiydi. o zaman hikayeye odaklanmaya çalışabilirdik. tabi elle tutulabilir bir hikayede yok. sebep sonuç ilişkisi belki bir iki karakter için kurulabilir.

    biraz “amerikada mutlu bir kesimin yanında görünmeyen, ağır depresyon yaşayanlar da var” üzerinden prim yapmaya çalışmış sanki. bu filmin sebebi halka bir şeyleri işaret etmekti belki. o kültürde olmadıgımdan yorumlayamayabilirim.

    izlemeseniz bir şey kaybetmeyeceğiniz filmlerden...

    --- spoiler ---

    baş karakterin kameraya bakarak neden konuştuğunu anlayamadım ben. bir suçlama sonrası açıklamaları diye izliyordum. film bitti baktım öyle bir durum da yok şaşırdım.

    ayıca henry’nin sokakta fahişelik yapan bir kızı önce evine alması, sonra da başından savması beni çok üzdü. sokak köpeğini evine alıp iki üç gün besleyip sonra bakamayıp geri göndermekten farkı yok. insanlık adına utanç verici bir durum.

    bu henry karakterine zaten sinir oldum film boyunca. tutunamamış bir tip. kalıcı bir mesleği olmasına rağmen gerçek bir okulda öğretmenlik yapacak cesareti dahi olmayan sorunlu bir tip bildiğin. önce kendini tatmin etmek için birilerine iyilik yapıp sonra sorumluluğu ağır geldiginde öylece bırakıveren, insanları temelde aşağılayan, kendi derdinin ne olduğunu dahi anlamayan biri.
    annesini taciz ettiğini düşündüğü dedesine iyi davranıyor örneğin. bu ne saçmalık anlayamadım.

    biraz baktım da oyunculuğu çok övülmüş. yahu ağlak bir suratla sürekli kameraya bakmanın nesi iyi oyunculuk. severim de adrian'ı ama bu olmamış. bu film olmamış...

    güzel felsefi aforizmalar var bu arada. belki sadece bunlar için izlenebilir. mesela;

    - hissiz olmak kolaydır. bir şeyi önemsemek ise cesaret ve ahlak ister.

    izle, twitle gibi

    --- spoiler ---
  • öğretmenin yaşadığı sıkıntılar uç noktada gösterilerek işlenmiş. esasında ülkemizde de eğitim-öğretimin, öğrencilerin, öğretmenlerin bu denli sıkıntılarla yüzleşecekleri günlerin yakın olduğunu öngörüyorum. bu yüzden öğretmenlerden ziyade eğitimi yöneten kişilerin izlemelerini tavsiye ederim.

    yine de film olmamış, aşırı derecede küfürler, bazı kopuk sahneler, oyunculuklar vasat, izlerken epey sıkıldım
hesabın var mı? giriş yap