• her şeyden evvel isimlerini değiştirerek başlamalı bir şeyler değiştirilecekse. biliyorum, o efsunlu devlet kelimesi, ekmek gibi su gibi bir şey memlekette yüzlerce yıldır; bir zamanların o duru, o kapsayıcı kamu lafının esamisi hiç okunmuyor. ama devleti değil kamuyu önceleyebilmek, kamunun devlet için değil devletin kamu için olduğunu bir gün idrak edebilmek için işe yine her zamanki gibi kelimelerden, kavramlardan başlamak; tayyip ve şurekasının maalesef çok iyi yaptığı gibi isimlendirmeler üzerinden hakikat biçimlendirmek gerekiyor. ki kamu üniversitesi meselesinde, mevzu zoraki bir isimlendirmeden ziyade zaten gerçekte mevcut olanı iade etmek. etrafımızdaki her şeyi devlet perspektifi içinde değerlendirdiğimiz ve bu lanet perspektif nedeniyle aslında kamuya ait birçok şeyi, özellikle de üniversiteleri hiç düşünmeden 'devlet' üniversitesi diye adlandırdığımız için, işte sonra 'devlet benim!' diyen meymenetsiz siyaset adamlarının kokuşmuş ağızlarından çıkacak ipe sapa gelmez laflar ve kararların ceremesini çekiyoruz. devlet için değil kamu için çalışan, üreten, öğreten ve bunun karşılığında kamudan toplanmış paraların bir şekilde maaş adı altında kendisine bölüştürülmesiyle maişetini sağlayan insanların hayatları, çalışmaları, kimlikleri üzerinde bu cibilliyetsiz 'devlet benim' adamlarının kurduğu korkunç tahakküm ile uğraşıp duruyoruz. o yüzden el birliğiyle yaymak farz! devlet değil, kamu üniversitesi!
  • devletin öğrencilere "buraya geldiğinizde devletin imkanlarıyla size eğitim sunacağı yer" olarak gösterdiği yer.
    burada bir sorun yok. ama olmalı. neden, çünkü devlet bir iddia ile ortaya çıkıyor. size eğitim vereceğim diyor. bunu ücretsiz yahut sadece harç bedeli kadar bir ücretle sağlayacağım diyor.

    bunu özel üniversite yahut bizdeki "postuyla" "vakıf üniversiteleri" derse anlarım, zira bunlar birer ticari kuruluş özünde. ilgi çekmek için de, tercih edilmek için de reklamını yapar, kesenin ağzını da açar, isterse dansöz oynatır, imkanı yetiyorsa harvard'dan misafir hoca da getirtir. karşılığı olan parayı da alır.

    sorun şu: devlet neden böyle bir iddianın peşinde? böyle bir iddiası varsa neden kesenin ağzını açmıyor? neden vaat ettiği eğitimi vermiyor, neden imkanlarını arttırmıyor? sosyal devlet ise neden okul bittiğinde iş ilanları ilk dört-beş üniversiteden başkasını kabul etmemeyi açık açık yazacak kadar insanları öğrenilmiş çaresizliğe itiyor? neden ben bilkent'ten çıksam başka imkanlarla, dokuz eylül'den başka, karaelmas'tan başka imkanlarla başlıyorum hayata? ki aynı yahut çok yakın puanlı bölümleri var vakıf ve devlet üniversitelerinin. vallahi de var billahi de var. yani birinden çıkan daha zeki birinden çıkan daha çalışkan bile değil. gerçekten çoğunun sadece maddi imkan farkı var aralarında. birinin şehir dışında bile okutacak imkanı yok, biri okula neredeyse jetiyle gelecek. aynı yerlerden başlamıyor kimse hayata. ve bu üstü kapalı bir kast sisteminin bekasını sağlamaktan başka bir işe yaramıyor.

    tabii ki özel üniversitelerin kalite (ve fiyat) farkı olabilir, ama devlet üniversitelerinde kalite (ve ödenen bedel) farkı olmasını kabul edemiyorum, bir sürü vakıf olabilir, ama kaç tane devlet var ki türkiye'de? benim bildiğim bir tane var?

    sözün özü: devlet üniversiteleri bile tek başına türkiye'nin sosyal devlet olmadığının canlı kanıtlarıdır.
  • bazı şanslı öğrencilerine bmw x5 kazandıran eğitimhanelerdir. şöyle ki, eğer özel üniversiteye gitmiş iki ablaya sahipseniz ve bu ablalar özel üniversiteye gitmiş olmalarına rağmen sevgili babanız onlara birer vw jetta aldıysa, siz de en küçük erkek evlat olarak devlet üniversitesini kazanmış olmanızdan dolayı babanızın size bmw x5 alması doğal oluyor(muş)!
    (bkz: ben bunu gördüm)
  • imkanları özele göre çok fazla kısıtlıdır. misal fen/edebiyat fakültesinde okuyorsanız devlette, bölümünüze ait bir laboratuvarınız yoktur; ki araştırmacı olarak mezun olacağınız söylenir.
  • devlet aklı, devlet medyası, devlet televizyonu var da devlet üniversitesi neden olmasın. bu bağlamda eskiden akla gelen tek bir üniversite gelirdi: onlarca bakan, vali, kaymakam, büyükelçi çıkarmış ankara siyasal.

    fakat seçimle yatıp seçimle kalktığımız şu günlerde gündeme hakim olan aktörlerin mühim bir kısmının gazi üniversitesi'ne temas ettiği görülüyor. eski adı ankara iktisadi ve ticari ilimler akademisi olan ve günümüzde bazı fakülteleri hacı bayram veli üniversitesi'ne devredilen gazi üniversitesi'nin "devletlûluğu" için halihazırda hayatta olan ve ülke gündemini bir şekilde belirleyen devlet ricâlinden, bu okulda hocalık/öğrencilik yapmışları hızlıca bir sıralayayım:

    - iktisat bölümü öğretim üyesi: mhp genel başkanı devlet bahçeli,
    - çeko bölüm başkanı: mevcut çalışma ve sosyal güvenlik bakanı vedat bilgin.
    - kamu yönetimi bölümü öğretim üyesi: zafer partisi genel başkanı ümit özdağ,
    - maliye bölümü öğretim üyesi: chp milletvekili abdüllatif şener,
    - maliye mezunu: chp genel başkanı kemal kılıçdaroğlu,
    - iletişim mezunu: chp genel başkan yardımcısı tuncay özkan,
    - kamu mezunu: akp sözcüsü ömer çelik,
    - işletme mezunu: türkiye odalar ve borsalar birliği başkanı rifat hisarcıklıoğlu,
    - iletişim mezunu: twitter trolü melih gökçek.
  • zenginlerin hesaplarına paraları her ay düzenli olarak bilinmeyen bir güç tarafından yatırıldığından dolayı, zenginler tarafından finanse edilen kurumlardır.

    zaten zenginlik böyle bir şey, misal doğarken kura çekiliyor, eğer %1lik dilimdeysen paran her ay hesabında, sonra bu paraylan devlet üniversitesi mi finans edersin, otoyol mu yaptırırsın bilemem. çalışanların emeğini sömürmek, kazandığın parada diğerlerinin alın teri falan olması bunlar yalan olaylar.

    zengin olma işini kura belirler arkadaş, kazanılmış haktır, sümme haşa bu parada kimsenin emeği yoktur, kullanım hakkı zenginimize aittir. ister vergi kaçırır, ister diğerlerini aşağılar.

    not: bu girdiyi yazan kişi yurt dışında doktora yapmakta olup, butik özel üniversitelere oynamaları için bokunu bile yollamaya tenezzül etmez. hem mazallah bokun etrafına altın çerçeve koyup, işte imkanlarımız diye teşhir edersiniz. bu vakıf üniversite yalakaları da kendi okullarını harvard, mcgill, yale falan sanıyor ha, işte ben de buna hastayım. hadi şimdi siktirin gidin.
  • üniversite hocası, öğretim görevlisi olabilmek uzun ve çetrefilli bir yol -ki bu hesaplama minimum bazdadır: 4 senelik lisansı tamamlayıp + 2 sene yüksek lisans yapıp + 4 senede doktorayı tamamladıktan sonra, ancak ve ancak kadro açıldığı ve kişi o kadroyu kazandığı taktirde hoca olunuyor. toplamda "minimum" 10* senelik bir birikim, akademik kariyer ve geleceğe yatırımı gerektiriyor. bu akademik kariyer esnasında ise sadece akıp giden zamanı saymıyoruz, bir sürü sosyal aktiviteden ve en azından (!) bir dolu makale ve kitap yazımından da bahsediyoruz. master yaparken araştırma görevlisi olarak "bir yerden başlansa" bile, maaşın yetersiz olması şöyle dursun asistanlık kisvesi altında hocaların işkencelerine, sömürüye maruz kalınması olası. e müsade edin de adamlar maaşlarını alsınlar bu kadar eziyetten sonra.
    özel üniversiteler artık eskisi kadar "maddi" yönden göz korkutmuyor. bir özel üniversitenin ders alanları, sosyal aktiviteleri, imkanları hatta öss puanları bile şu an devlet üniversiteleriyle yarışır halde. devlet üniversitelerindeki ilgisizlik, maaş yetersizliği ve gerek fakülteye gerek üniversiteye ayrılan fonların yetersizliği gayet taşaklı profesörlerin, doçentlerin özel üniversitelerden aldıkları teklifleri kabul etmelerine sebep oluyor. dolayısıyla özel üniversitelerdeki eğitim kalitesi yükseliyor ancak devlet üniversiteleri sahipsiz kalıyor.
    hatta aileler "çocuğum dizimin dibinde olsun" düşüncesiyle -ki son derece karşıyız *, yakınlardaki özel üniversiteleri tercih edebiliyorlar. çünkü bir öğrencinin yıllık kira, okul, yol masrafı zaten bazı özel üniversitelerin bazı bölümleriyle neredeyse eşit.
    bu sene değişen yönetmelikle birlikte devlet üniversitelerindeki harçların da eskisine oranla epey yükseldiğini görebiliriz. ders başına öğrenciden para almanın yanında "artık sikecek kimse kalmadığıdan öğrenciye mi sulanıyorlar?" sorusu bonus oldu, 700 tl harç yatıran öğrenci tanıyorum.
    ha tabi 700 tl, bilgi üniversitesi işletme bölümünde okumak için verilen neredeyse bir araba parasının yanında nedir ki? gets de bir araba modeli olup dört tekerleği vardır.
    hazır vergi konusuna değilinilmişken 'vergi kaçıran' "zengin"leri de tanıyoruz, genelleme yaptım iyi de oldu çok güzel iyi oldu tamam mıa!
    yanisi tutup da verilen vergilerin çocukları (çocuk?) okuttuğunu söylemek abes kaçıyor. bu bir inkar ya da isyan olmamalı, tam tersine gurur kaynağı olmalı, "okuma masraflarını karşıladığınıza" inandığınız (!) o öğrenci, ileride "vergi vermekle gurur duyduğunuz devlet"inize yararlı bir insan haline gelebilir.
    ya da isterseniz devlet üniversitelerinin kapısına dayanıp, içeri giren çıkan öğrencilere toplu halde höykürebiliriz: "babamızın parasıyla okuyosun pezevenk!".
    mantıklı düşünmek başka, birilerine kızıp höykürürken saçmalama lezzeti bambaşka. diploma dediğimiz şey yaldızlı bir kağıt parçası. evet, sadece bir kağıt parçası. hangi üniversiteden ya da bölümden mezun olduğunuz gerçekten o kadar hayati bir önem taşımıyor. diplomanıza değil, o diplomayla neler yapabildiğinize bakacaklar. diplomanızı astığınız duvara bakmayacaklar, akışkanlar mekaniğinden a* ile geçmeniz de kimsenin sikinde olmayacak, diplomanızı ellerine alıp özel/genel ayırımı yapmayacaklar. ister avukat, ister doktor; önünüze çıkan/çıkacak şansları değerlendirmezseniz, aklınızı kullanmazsanız, kendinizi yetiştirmezseniz; ister odtü veya boğaziçi, ister bilgi veya yeditepe fark etmeyecek.
    çünkü üniversitenin bu saatten sonra - kazık kadar adam olmuşsun, afedersin, size verebileceği bir şey yok, siz üniversiteyi sömürmelisiniz, siz bilgi açlığında olması
    gerekensiniz. üniversite bir basamaktır, diplomanız da fırsatınızdır.
    babası vergi vermekle övünen "zengin"ler, yarın bir gün, vergi vermenin yanı sıra bir devlet üniversitesinin herhangi bir fakültesinin herhangi bir labratuarını finanse etse, öğrenci okutsa, o öğretim görevlileri ne zorluklarla kitap bastırıyorlar bunlara yatırım yapılsa (ki yapmıyorlar demiyorum yapanlar da vardır, genelleme yapmak haddim değildir) böyle bidi bidi çemkirilmese, hayat sevince güzel, vapurlar bulutlar..

    düzeltme: ":".
  • devlet dairesi mantığıyla çalışan üniversite türü.
  • bir süredir bazı başvurular sebebiyle çeşitli statülerdekileriyle ilişkiye girdikten sonra şunu söyleyebilirim ki, eğer bu ülkede bir insan halkçı olmak istiyorsa devlet üniversitelerine, temsil ettiklerine ve onların yaşamdaki varoluşlarına kökten karşı çıkmalıdır. korkunç ve köhne bir durumdadır bu üniversiteler.
  • her fakültesinde, her bölümünde, mutlaka; öğrencilerin bütün hayatlarını ilgilendirecek kadar önemli kararları verirken düşünmeden adım atan hocaların bulunduğu eğitim mekanlarıdır.

    devlet üniversitesi hocalarının tabi ki hepsini aynı kefeye koymak haksızlık olacaktır. ama içlerinde bu tip hocaların sayısı da azımsanacak kadar düşük değildir.

    içlerinde hocalık yapan ve aynı zamanda öğrenci de olan birçok insan vardır. kadro, makam, merhale peşinde koşan, aynı zamanda kişiliklerinden ödün veren bu insancıklar maalesef hem bir takım komplekslere sahiptirler, hem de geldikleri konumun gerektirdiği manevi yetkinliklerden yoksundurlar. hayatının her aşamasında türlü üçkağıdı yapmış, kimi zaman kopyayla, kimi zaman torpille, kimi zaman yalakalıkla bir yerlere gelmiş insanlar, nedense bir anda karşınıza ahlak abidesi olarak çıkarlar.

    fakat unutulmaması gereken birşey vardır, erdem üniversitede öğretilmez. çünkü erdem öğretilmez. öğrenilir. en çok da erdemli olmayandan öğrenilir.

    bazı hocaların da öğrenciye erdemi öğretmeleri için, derse girmeleri, "öğretmek" adı altında öğrenciye zulmetmeleri değil, varolmaları yeterlidir.

    işte bu tip hocaların en çok devlet üniversitelerinde bulunur.
hesabın var mı? giriş yap