yer yer didaktik bölümleri olsa da oldukça başarılı, eğlenceli ve en önemlisi iyi niyetli ve mütevazı bir film.
filmin eleştirisine geçmeden önce bu filmin hangi şartlarda çekildiği ve böylesine yırtıcı bir sektörde nasıl gösterime girebildiği hakkında konuşmak istiyorum. çünkü, her şeyden önce,
devrimden sonra filmi, kolektif bir üretim süreciyle hayat bulmuş bir eser. sinemayla öyle ya da böyle ilişkili biri olarak bu noktayı çok önemsiyorum.
türk sineması (varsa eğer böyle bir şey)
attila ilhan'ın deyimiyle minik istisnalar haricinde "baştan aşağı lümpen sineması" olmuştur. yenilikçi ve yetenekli birkaç sinemacı (
ömer lütfi akad,
metin erksan,
atıf yılmaz ve tabii ki
yılmaz güney gibi) haricinde çoğunlukla hollywood'un kötü bir kopyası olmaktan öteye gidememiştir. her ne kadar yeni dönemde
nuri bilge ceylan,
reha erdem,
semih kaplanoğlu gibi güçlü sinemacılar çıkarsa da bu yönetmenlerin başarıları daha bireysel olmuş ve bu sinemacılar seyirciyle buluşamamıştır. bu tamamen ayrı bir tartışma konusu. günümüzde türk sinemasında üretim yapanlar, garip (ve belki de mecburi) bir şekilde, festival (sanat) sinemacıları (az önce saydığım grupta yer alanlar, ki bilen bilir, çoğu, filmlerini festival tarihlerine göre ayarlar.) popüler sinemacılar ve hemen hemen bu ikisinin tam ortasında yer alan toplumcu gerçekçi (
seren yüce,
handan ipekçi,
inan temelkuran,
özcan alper gibi)diyebileceğimiz sinemacılar olarak 3'e ayrılmıştır. birinci ve üçüncü grupta yer alan sinemacıların bir kısmı reklam, dizi, tanıtım çekimi gibi işler yaparak, bir kısmı kültür bakanlığının desteğiyle (bazen de yurt dışı fonlar ile), az bir kısmı da festivallerden kazandıklarıyla yapım şirketi kurup finanse ederler filmlerini. popüler sinemacılar ise daha çok sponsorlar ve kültür bakanlığı desteğiyle çekerler filmlerini. oyuncuların, ekibin asgari ihtiyaçları haricinde para harcanmayan, "sıfır maliyet" ile çekilmiş filmler bile 300-500 bin tl. arasında bütçe gerektirmektedir. türkiye'deki yapım şirketleri sinemacılardan çok, tacirlerden oluştuğu için kimse bir filmin başarısının, getirisinin ne olacağını bilmeden bir filme, hele hele bir "ilk film" e bu kadar para yatırmak istemez. çünkü yapımcıların çoğu için, filmin kendisine getireceği para, ya da en azından harcadığının geri dönüşü, filmin herhangi bir sanat değeri olmasından daha önemlidir.
şimdi böyle bir ortamda (endüstri diyemedim)
devrimden sonra'yı inceleyelim. filmin yönetmeni
mustafa kenan aybastı'yı uzun zamandır tanırım. pek çok kısa filmde, belgeselde ve televizyon kanalında çalışmış, senaryoları ve kısa filmleriyle her zaman "derdi olan" bir sinemacı olmuş, gördüklerini ve yaşadıklarını, toplumsal bir süzgeçten ve sosyolojik bir analizden geçirmiş bununla birlikte hikayelerini sade ve vurucu bir sinema dili ile anlatmayı tercih etmiş bir sinemacı.
arkadaş filminin sonunda burjuva kadından tokat yiyen
yılmaz güney der ya "bir gün elbet bu tokadın hesabını soracağız" diye. işte mustafa kenan bu tokadın hesabını soracaklardan birisidir. (bu arada o hesap şimdiye kadar sorulmadığı gibi, üstüne emekçi sınıf tokatın allahını yemiştir ve yemeye devam etmektedir.) amatör işlerinde bile daha iyi bir teknik yakalamak için kamera ve ışık üzerinde kafa patlatan, ucuz yoldan ekipman sağlamak için değişik projeler üreten (bunlardan biri su borusundan yapılmış glidecam'dir.) gerilla usulü sinema yapımını benimseyen, çarklar arasında sıkışmamak için bağımsız filmin önemi üzerinde duran, bunu yaymak, bu alanda örgütlenmeyi sağlamak için dergiler çıkaran, seminerler veren, her zaman amatör sinemacılara yardımcı olan bir isimdir. en büyük hayalini (uzun metraj bir film çekmek) gerçekleştirmek için senelerdir çabalamıştır, ve nihayet bu hayalini gerçekleştirmiştir. eminim ki yönetmenin
devrimden sonra ile başlayan uzun metraj dönemi güçlenerek devam edecektir. bu filmin hayata geçirilmesi tabii ki sadece yönetmen sayesinde olmadı.
nazım hikmet kültür merkezi'nin çalışkan ve özverili insanlarının, böyle bir iş için para almayan oyuncuların, müzisyenlerin katkısı da es geçilmemeli. zaten film "hepimizin katkılarıyla" düsturuyla yola çıkmıştı. ve bunu hepsinin katkılarıyla başardı. hepsinin emeğine, yüreğine sağlık. bu tarz bir örgütlenmeyle, yardımlaşmaya vizyona girdi
devrimden sonra. bu çok önemli. tekrar ediyorum, başardı. üstelik bu ülkede dolaysız yoldan, direkt, sosyalizmi anlatan bir film, bunu başardı.
filmin eleştirisine gelirsek..
sanırım herkesin en çok aklında kalacak bölüm
mert fırat'ın şahane bir oyunculuk sergilediği, çiftliklerin ortaklaştırılması bölümü. sosyalizmin s'sinden haberdar olmayan bir köylüyü canlandırıyor filmde mert fırat. topraklarını genişletmek, için kızını zengin birisine vermeyi düşünen ağanın (
selçuk uluergüven) kızına aşık. bakıyor ki tarlalar, sosyalizm sayesinde ortaklaştırılacak ve üreten ile işveren arasındaki gelir uçurumunun önüne geçilecek, komünistlerden yardım istiyor.
sosyalizmin dolaylı yoldan da dolaysız yoldan da tüm köylülerin çıkarını gözeteceği, sömürünün karşısında olacağı çok komik bir aşk hikayesinin içine ustaca yerleştirilmiş. izleyenler bu bölümde çok gülecek. bir de cahit berkay'ın enfes müzikleri var ki, ister istemez
şener şen'li,
kemal sunal'lı köy filmlerini hatırlıyorsunuz.
fırat tanış,
levent ülgen'in oynadığı bölüm, bir tetikçiden yola çıkarak, milliyetçiliği masaya yatırıyor. mafya babalarının çılgınlarca alkışlandığı, gazetecilerin, düşünürlerin göz altına alındığı, öldürüldüğü ülkemizde "bir yurdu sevmek" ne demektir, belinde tabancayla dolaşan, mücahitlik yapan, racon kesen adamların ne kadar kültürü, ne kadar gerçekçi bir "vatan sevgisi" var, onu tartışıyor. levent ülgen ve fırat tanış ne kadar iyi birer oyuncu olduğunu kanıtlıyor bu bölümde.
şerif sezer'in rol aldığı ev sahibi - kiracı bölümünde "e ama sosyalizm gelirse bizim evlerimize ev mi koyacak? niye yaa, o kadar çalışmış etmiş babam" diyenlere gereken cevap veriliyor.
cezmi baskın ve
ali çatalbaş'ın bölümünde ise sağlık sorunları işleniyor. baskın'ın eğlenceli oyunculuğu ile birlikte bir kez daha düşünüyoruz devletin sağlık politikasını, hastane kapılarında kuyruk bekleyenleri, ölenleri ve dahi parasızlıktan hastaneye bile gidemeyenleri.
filmin her bölümünde ülkedeki bir saçmalığı görüyor ve fikir yürütüyorsunuz;
"gerçekten bizim abd gölgesinde ne işimiz var? gerçekten neden askerlerimiz nato'nun emperyalist çıklarları için oraya buraya gidiyor? gerçekten neden yıllarca çalışan insanlar bir eve bile sahip olamıyor? gerçekten neden parası olanın, daha iyi bir eğitim ve daha iyi bir sağlık hizmeti alma şansı var? gerçekten neden aydınlarımız hapislerde? neden öldürülüyorlar?
kısaca, "başka türlüsü mümkün mü? o kadar da zor mu başka türlüsü acaba?"
devrimden sonra bu sorulara yanıt arayan, daha da önemlisi bu konuları gündeme getiren ve tartışmaya açan bir film. herkese tavsiye ederim, gidin, izleyin, anlatın, tartışın..
not: filmde teşekkür ediliyor ama bir de buradan teşekkür edelim;
başta senarist ve yönetmen
mustafa kenan aybastı ve
nazım hikmet kültür merkezi olmak üzere,
oyunculara;
ali çatalbaş,
ali uyandıran,
altan gördüm,
aysan sümercan,
aytaç arman,
bedia ener,
belit özükan,
beran soysal,
cansu fırıncı,
cengiz kılçer,
cezmi baskın,
çiğdem özkurt spickermann,
çisem soylu,
elif arıcı,
emin gürsoy,
ender yiğit,
engin alpateş,
erdinç tok,
erhan alpay,
ferhat aktaş,
ferhat karaçak,
fırat tanış,
hale tüblek,
halil ersan,
halil küreş,
hasan tanay,
hüseyin akşen,
hüseyin taş,
levent ülgen,
mert fırat,
metin coşkun,
murat vanlı,
musa ağacık,
mustafa payat,
müge saut,
nevzat süs,
orhan aydın,
pınar sağ,
renan bilek,
selçuk uluergüven,
serdar orçin,
serkan durak,
serpil özcan,
sevtap özaltun,
suha çalkıvik,
suna selen,
şerif sezer,
taner cindoruk,
timur acar,
timur ölkebaş,
tuğçe tanış,
umut topaloğlu (çocuk oyuncu),
vecihi ofluoğlu,
vuslat saraçoğlufilmin müziklerini yapanlara;
cahit berkay,
akın eldes,
emin igüs,
ayşe tütüncü,
sesler ve düşler,
volkan akkoç,
nhkm müzisyenler atölyesi koro ve orkestrası,
bulutsuzluk özlemi,
redddiğer emeği geçen tüm insanlara ve sinemaya gidip bu filmi izleyecek herkese teşekkürler..
şimdi sözü
emre aköz,
engin ardıç ve "sol öyle bişi diil yeeaa"cı solculara bırakıyorum. dilediğiniz gibi lenin alıntıları yapıp, teorik tartışmalarınıza devam edebilir, ya da solu aşağılayan yazılarınıza devam edebilirsiniz. bu film, bu topluma ve insana, muhtemelen tüm yaşantınız boyunca yaptığınızdan daha çok fayda sağlayacaktır.
ek: filmin galasında herhangi bir medya kuruluşu göremedim. tabii ki kolpaçino gibi bir film varken bu filmi görmezden gelecekler. değerleri de o film kadardır zaten.