• belki de en çok okuduğum yazdığım başlık bu.her gün üstünde düşünüyorum bu durumun,
    1-bu dibe vurma kime göre neye göre?bilmem kaç yıllık bir evrende,bilmem kaç milyar kişi gelip geçmiş iken,bu kadar insan varoluş girdabında boğulup intihar etmişken hele..
    2- hangi dibe vurmamis kişi bu başlığı takip eder okur,derdi ne tecrübelerini mi aktarmak,hiç sanmam
  • ayağınız bi yere değsin, suyun altında kaldığınızı bi görün, sonrasında zaten nefes almak için kendinizi suyun üstüne atmaya çalışacaksınız sike sike. bekleyin yani, bırakın dip dediğiniz yer neresiyse bekleyin.
  • gerçekten dibi bulduğunda ışık da orada seni bekliyor olacaktır.
  • temizlik ile başlayabilirsiniz .

    önce duşa girin ve sıcak suyla uzunca bir süre kendinizi temizleyin.
    sonra uzadıysa tırnaklarınızı kesin , sakalınızı kesin , istenmeyen tüylerden kurtulun , biraz fresh olun.

    sonra odanızdan başlayarak evi temizleyin. kirli çamaşırlarınızı yıkayın temizlensin.
    her tarafı tertemiz yapın. nevresimleri , çarşafları da at makineye yıkansın.
    bulaşıklar varsa biriken temizleyip aradan çıkarın. evde kirli hiçbir şey bırakmayın.
    varsa balkonunu , bahçeni , arabanı temizle.

    sonra aç telefonu birikmiş , gereksiz , yer kaplayan her şeyi sil. e-postaları temizle , mesaj kutusunu ve whats appı temizle. rehbere gir görüşmek istemediğin ve sana faydası olmayan insanları sil.

    zihnini meşgul eden şeyleri kağıt kalem ile bir temize çek. zihnini temizle.

    arkadaş çevreni ve yakınlarını gözden geçir . hayat kaliteni azaltan insanları hayatından çıkar. çevrende bulunan kalabalığı bir temizle mutlaka.

    temizlik her zaman iyidir ve en sağlıklı başlangıçtır. hiçbir bok yoluna girmese bile tertemiz yaşamak kaygılarını azaltacaktır inan bana.
  • -alıntıdır-
    bu yazıyı yazma amacım, karşılaştığımız kötü olaylara karşılık biraz olsun rahatlatabilmek sizleri.insanın kendi doğasında onlarca çeşit duygu barındırır: kimi güzel, kimi acı verici. bugün sizler için acı veren duygu olan, üzüntü duygusunu ele alacağım.bazı insanlar duygusal, bazı insanlar daha katı olabiliyorlar hayattaki zorluklara karşı ama elbet her iki kesimde hayatında defalarca kez üzülüyorlardır. insanız sonuçta, doğamızda var üzülmek.üzüntü duygusunun karşımıza çıktığı zamanlar olarak -genelleme yapacak olursak- en çok ayrılıklarda ve cenazelerde bu duyguları yoğun olarak yaşarız.üzüntü duygusunu atlatmanın tek yolu zamana bırakmaktır... zaman, zaman, zaman... ama ne zaman? ne zaman olduğunu ne siz bilirsiniz ne de bir başkası... o zamanın gelmesi için yapmanız gereken tek şey: doya doya dışarı vurun acınızı; ağlayabildiğiniz kadar ağlayın! içinize hiçbir şey atmayınız bu zamanlarda, yazılar yazın, dostlarınızla dertleşin, dışarı çıkın, empati kurun... yani acınızı doya doya yaşayın...!
    üzülme...!
    ne kadar güzel bir tavsiye öyle değil mi? o kadar kolay olsa keşke diye yakındığınız da oluyordur zaman zaman, insanın bir şeyi unutması kolay olmaz hiçbir zaman. gerçeklerle yüzleşerek olayları atlatmak daha çok rahatlatır insanı. hiçbir şey olmuş gibi değil, her şey olmuş gibi davranın. o kadar çok acı çekmelisiniz ki, bu size haz vermeli, haz verdikçe her ayrılık sizi daha da tecrübelendirmeli... ve daha kolay unutabilmelisiniz acınızı...
    insanı bu dünyada uysallaştıran tek varlık olan sevgili...
    sevgilisinden ayrılan insan kadar acınacak bir varlık yoktur tabi günü birlik olmayan bir sevgiliden bahsettiğimi sizler de biliyorsunuz. aylarca sürmüş bir ilişki, yaşanan güzel hatıralar, ilkler... insanın ilklerini yaşadığı birini kaybetmesi ne kadar kötüdür oysaki...eğer sevgilinizden ayrıldıysanız, sakın ola unutmaya çalışmayın! hemen unutuluyor da sanmayın, unutulmuyor işte. bir anda unutmaya çalışırsanız perişan olursunuz. sindire sindire, acı çeke çeke... o kadar çok acı çekinki, biri suratınıza bakıp; ben iyiyim dediğinizde.hayır, sen iyi değilsin diyebilmeli size karşı...her ayrılık yeni bir başlangıca açılan kapıdır aslında, olayın tazeliğinden bunun farkında olmaz insan. ayrılıklar insanı yıpratmamalı aksine tecrübelendirmeli. hiçbir ayrılık unutulmaz, elbet bir iz kalır... her ayrılık yeni bir başlangıca açılan kapıdır sözüme karşılık mevlananın bir yazısını paylaşacağım sizlere:
    la-tahzen! (üzülme!) la-tahzen!
    üzülme! der mevlana ve devam eder.. kaybettiğin her şey başka bir surette geri döner.la tahzen!
    bir yandan korku, bir yandan ümidin varsa iki kanatlı olursun. tek kanatla uçulmaz zaten…la tahzen!
    sopayla kilime vuranın gayesi, kilimi dövmek değil, tozu almaktır. allah sana sıkıntı vermekle tozunu, kirini alır. niye kederlenirsin? ...la tahzen!
    taş taşlıktan geçmedikçe parmaklara yüzük olmaz. yüzük olmak dileyen ezilmeyi ve yontulmayı göze almalıdır...
    eğer bir ilişkiye başladığınızda, karşılık görememe riskini alıyorsunuz demektir buscagliaa göre. bir ilişkiye başlarken, ayrılığı da göze alabilmelisiniz tecrübeli biri olarak. ilişkinizin bitmesi halinde kendinizi üzülmemeye programlamalısınız, üzülüceksiniz elbet ama her zamankinden daha az olmalı bu.
    risk almak...leo f.buscaglianın bir yazısıyla devam edelim...gülmek; “saf” denme riskini göze almaktır.
    ağlamak ise; “duygusal” görünme riskini…
    birine yakınlaşmak; “kendini kaptırma” riskini,
    duygularını açmak; “kendini ortaya koyma” riskini,
    hayalleri ve düşünceleri sergilemek ise;
    “onları başkasına kaptırma” riskini göze almaktır.sevmek; “karşılık görememe” riskini…
    yaşamak ise…; “ölme” riskini göze almaktır.umutlanmak; “hayal kırıklığına uğrama” riskini
    çabalamak ise; “başarısız olma” riskini göze almaktır…
    ama riskler yaşanmalıdır, çünkü; hayatımızın en büyük riski hiç risk almamaktır. hiç risk almayan kişi, belki acı ve üzüntülerden korunabilir ama büyüyemez, sevemez, değişemez, hissedemez, öğrenemez. garanti arayışlarıyla zincirlenmiş bir köle olarak yaşarken, bedelini; özgürlüğünü kaybederek öder.
    başka bir nasihat:
    yüzüyorsanız boğulmayın... içiyorsanız çok için... seviyorsanız sevişin.. üzülüyorsanız.. yapmayın! değmiyor...küçük iskender.
    üzülme! adı altında o kadar yazı varki bir çok üstâd tarafından, elbetteki bir bildikleri vardır; onların yolunda ilerleyin, üzülmemeye çalışın...
    üzülme! ..
    dert etme can!
    görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan... ne mutlu sana! ..
    elinde olmayanları söyleme bana...
    elinde olanlardan bahset can! üzülme! ..
    geceler hep kimsesiz mi geçecek?
    gidenler dönmeyecek mi?
    yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede..
    veya bir bahar sabahında karşına çıkmış.
    bil ki! güzellikler de var bu hayatta.
    gel git’lerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin?
    “hüzün olgunlaştırır...” “kaybetmek sabrı öğretir”...
    (hz. mevlana) herhangi bir yakınınızın vefatıyla doğan üzüntü...
    her insan doğar, büyür ve ölür. bunun geri dönüşü yoktur... yaşamın her anında hissedilir, ölünün arkasından duyulan üzüntü, sakın ola unutmayın vefat eden kişiyi! dua edin, namaz kılıp bir gün onunla buluşacağınızı hayal edin, kıyametten sonraki yaşamı hayal edin ve iyi insan olun; elbet vefat eden kişiyle buluşursunuz başka bir alemde. ölenle ölmeyin, ölenin arkasından dua edin; elbet duanız rabbimiz tarafından kabul olur. yakınını kaybetmiş olanlara allahtan rahmet diliyorum, umuyorum ki bir gün onlarla tekrar birlikte olursunuz.
  • içinde bulunduğum zor zamanlarda (boşanma + depresyon + iflas + hastalık ) bu başlığa da defalarca kez girip durumu değiştirebilmek adına çözüm arayışında olmuş ve en sonunda kendimi bir şekilde dipten çıkarmayı başarmış biri olarak; bu başlık altına tecrübelerimden yola çıkarak dipte olanlara reçete niyetine bir derleme yapma ihtiyacı duydum. umarım yazdıklarımız birilerine ışık olur ve onlarda değişim adına bir farkındalık yaratır. bu başlığa halis bir niyetle katkı sunmaya çalışmış tüm yazar arkadaşlara da selam olsun.

    insan, yaşamında bazen öyle dönemler yaşar ki; çaresizlik, umutsuzluk, mutsuzluk, derin bir keder gibi duyguların pençesine düşmüş bir şekilde acı çeker ve bu duygular gün be gün benliğini tüketir… en sonunda dibe vurduğunu kendine itiraf etmek zorunda kalır zira artık daha da derinlere girecek bir alan kalmamıştır.

    gerek duyduğunda, risk almaktan çekinmeyen ve yaşamın bir figüranı olmak yerine başrolünü oynama cesareti sergileyen birçok insan, hayatlarında bir ya da birkaç kez bu dibe vurma durumlarını deneyimlemiş ve sonrasında çıkmayı başarmışlardır. hayatta önemli başarılar elde etmiş ve bir iz bırakmış insanların yaşam öykülerini incelediğinizde bu gerçeği görebilirsiniz. ancak hali hazırda ya da uzun bir süredir bu dibi yaşayan çokça insan da olabilir. bu bağlamda bu yazımda yer alacak bilgiler, yaşadığı herhangi bir olay ya da olaylar silsilesine bağlı olarak kendisini dipte hissedenlere hitaben bazı öneriler içerecek nitelikte olacaktır.

    aktaracaklarımın kaynağını soracak olanlar icin hemen belirteyim: ilgi duydugum psikoloji, mitoloji, felsefe alanlarının yanı sıra yukarıda bahsettiğim kişisel süreçlerim ve yakın temas içinde olduğum ve araştırdığım diğer dibi görmüş insanların yaşam öyküleri...umarım bu önerilerimin, sessizce bir köşede durup yaşadığı acıların artık bir son bulmasını dileyen ve bekleyen birilerine faydası dokunabilir.

    o halde maddeler halindeki önerilerimize başlayalım ama baştan şunu da belirteyim: basit başlayıp hardcore şeklinde sonlandıracağım olayı.

    1- her ne olursa olsun olaya iyi tarafından da bakmakta fayda var:

    eğer dibe vurduysan, bu; gömülecek ya da dibe vuracak daha bir başka yerin kalmadığına işarettir ve böyle bir durumda gidilebilecek tek yön kalmıştır, o da yukarısıdır. ünlü ‘simyacı’ kitabının yazarı paulo coelho der ki: "ok, ancak geri çekerek atılır. hayat seni zorluklarla geri çekiyorsa, seni daha büyük bir şeye fırlatacağı içindir. nişan almaya devam et." bu bağlamda eğer yaşamda dibe vurduğunu düşünüyorsan gerçekten istersen ayağınla tabanından destek alarak büyük bir sıçrama da yapabilirsin. coelho’nun dediği gibi belki de içinde bulunduğun bu durum; hayatın, seni daha ileriye fırlatmasının bir nevi ön deneyimi olabilir. hiç bu açıdan düşünmüş müydün?

    2- ne yap, ne et sakın umudunu kaybetme:

    aslında şu an bu satırları okuyor olman bile hala umudunun olduğunu göstergesidir ve umut ayakta kalabilmemiz için en önemlisidir bu yüzden de mitolojide pandora’nın kutusunda son kalan olmuştur. dolayısıyla hala umudun varsa bu, değişim için de bir yerlerde saklı duran gücün olduğunun anlamına da gelir ve bu gücü ortaya çıkarmak senin elinde. nazım hikmet’in de dediği gibi: “yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak, unutma aynı gökyüzü altında bir direniştir yaşamak.”

    3- “neden değişmek için çaba sarf etmeliyim?” sorusunun cevabını netleştir:

    insan bazen dipteyken değişmek için çaba da sarf etmek istemez, hayatta hiçbir şeyin anlamı da kalmamış olabilir ve bu aşamada belki “bunu ne için yapayım ki?” sorusu zihnine takılabilir. cevabını verelim: bunu, öncelikle hiçbir zaman aynı eksende kalmayacak olan kendin için yapacaksın. şöyle ki, bugün seni, bir şeyleri değiştirmekten alıkoyan parçan, senin topyekûnunu temsil eden bir durum arz etmiyor; sadece umutsuzluğa düşmüş bir parçan o. oysa sen onun çok daha fazlasından oluşmaktasın ama içine girdiğin negatif durum sana, o umutsuzluğa ve de anlamsızlığa düşmüş parçanı, senin tamamınmış gibi gösteriyor. bu yanılgı doğrultusunda hareket edip kararlar almaya kalkarsan çok yazık etmiş olursun.

    4- sevdiklerine karşı da sorumlulukların var:

    senin kendine karşı sorumlulukların olduğu kadar, seni seven, sana değer veren ve aranızda belli bir bağ oluşmuş insanlara karşı da sorumlulukların var. bu durum, onları da üzmek ya da umutsuzluğa düşürmek gibi bir hakkın olmadığın gerçeğini açığa çıkarmakta. dolayısıyla biraz da onlar için değişime yönelik adımlar atmalısın. küçük prens adlı o harika kitapta geçen şekliyle; “ömür boyu sorumlusun, gönül bağı kurduğun her şeyden”.

    5- iyi haber şu ki, hiçbir hal kalıcı değil:

    bugün sana sanki hiç geçmeyecekmiş gibi gelen bu ruh halin ve içinde bulunduğun koşulların, bir gün gelecek ve geçmiş olacak. sadece şu an için yaşadıklarına yüklediğin olumsuz anlamlar seni bu derece olumsuz bir duygu durumu içine soktu, anlamın değiştiğinde buna paralel olarak duygu durumun da değişecek.

    senden önce de dibe vuran yığınla insan oldu, onlar da senin gibi umutsuzluğa kapıldılar ve bir süreliğine yaşanılanların hiç geçmeyecek olduğuna inandılar ama birçoğu için o çok acı olan dönemler geride kaldı. hatta bu insanlar dipten çıktıklarında “ulan ne dipteymişim” ya da “bunu mu bu kadar kafama takmışım” gibi cümleler kurdular. dolayısıyla sen lanetlenmiş biri falan olamazsın, senin de durumunun bu şekilde olumluya geçiş yapmaması için hiç bir neden yok; yeter ki oyunu kurallarına göre oynamayı bil ve bunun için gereken adımları at.

    6- duygularını kesinlikle bastırma:

    duyguların ifade edilmemesi ya da bir şekilde dile getirilmemesi, sendeki -yaşadıklarına bağlı olarak gelişen- negatif enerjinin boşalmaması anlamına gelir ve sonrasında korkunç şekillerde açığa çıkarlar... bu yüzden de mümkün olduğunca duygularını deşarj etmelisin. bunu seni yargılamayacağını bildiğin bir yakınına, kedine, köpeğine, kuşuna duygularını ifade ederek yapabilirsin. ya da duygularını yazarak, resim yaparak, şarkı söyleyerek/dinleyerek dışa vurabilirsin. doğada kimsenin olmadığı bir yere çıkarak avazın çıktığı kadar bağırmak ya da küfretmek bile sana iyi gelecektir. dolayısıyla ne yap et, duygularını sakın bastırma zira böyle yapman seni geriletecek ve süreci uzatacaktır.

    7- mümkün olduğu kadar eskiden sana iyi gelen şeyleri yeniden hayatına katmaya çalış:

    biliyorum dipteyken bunları yapmayı hiç canın istemeyecek ve bir direnç açığa çıkacak ama kendini bu konuda zorlamalısın. çünkü beynin bu süreçte çok küçük bir alana sıkıştı kaldı ve bu alanda bir nevi patinaj yapıyorsun; o sıkışık alandan çıkabilmenin bir yolu da daha önceleri kullandığın nöronal yolakları ve sinaptik bağlantılarını yeniden aktive etmek. spor yapmak, seyahat etmek, resim yapmak, film izlemek, eski arkadaşlarınla buluşmak, babannenle eskilerden konuşmak vs. artık daha önce yaptığında sana iyi gelen her ne varsa onu tekrar yapma konusunda kendini zorlamalısın.

    böyle davranmandaki temel amaç, bu davranışlardan tekrar zevk alman değil bu arada, zaten ilk etapta zevk falan da almayacaksın ama bu sayede beyindeki mutluluk hormonları salgılatan merkezi tekrar aktive ederek sıkışıp kaldığın o sinaptik bağlantının ötesine geçebilirsin. tabii bu değişim hemen mucizevî bir şekilde de olmayacak neticede beyinde nöroplastisite diye bir durum var, yani beyninin olumlu yöne doğru yoğrulması için biraz zamana, sabır gösteremeye ve sebat etmeye ihtiyaç duyacaksın. hiçbir şey yapamıyorsan bir süreliğine yaşadığın mekândan ortamdan uzaklaş; “tebdil-i mekânda ferahlık vardır” sözü boşuna değil.

    8- bu süreçte çok yalnız kalma ve olayı tek başına halletme konusunda ısrarcı olma:

    bu, başvurulabilecek kötü yöntemlerden biri olur. böyle yaparak bilinçdışının karanlık dehlizlerinde kaybolma ya da ruhsal anlamda dağılma riski de almış olursun. hiç kimse bu tarz konuları tek başına göğüsleyecek kadar güçlü değildir ve bu şekilde davranma konusunda ısrarcı olmak aslında güçlü görünme çabasının bir ürünüdür, onun da altını biraz oyduğunda saklanmış bir güçsüzlükle karşılaşırsın. ayrica bu tarz durumlarda zihnimiz çok küçük bir alana sıkışıp kalabiliyor ve olaya farklı pencerelerden yaklaşamayabiliyoruz ustelik bunun zeki olmanla ya da olmamanla bir ilgisi de yok...

    tüm bu sebeplerden dolayı bu süreçte etrafında mutlaka destek alacağın birileri olsun, illa senin için aktif birşeyler yapmaları gerekmiyor, onlara içine attıklarını duygularını paylaşman bile rahatlamanı sağlayacaktır. hatta gerekirse bu konuda profesyonel bir destek almaktan da çekinme, belki ilk etapta beyin kimyasını düzenleyecek bir takım müdahalelerin yanı sıra olaya profesyonel bir bakış açısıyla yaklaşacak biri iyi gelecek sana.

    böyle durumlarda eğer anlayışlı birileriyse aile desteği almak da çok önemli. sakın aklına kendi derdinle onları da üzmek saçma düşüncesi gelmesin çünkü aynı şeyi aynı nedenle onlar sana yapsalardı sen çok üzülür ve kızardın değil mi, o yüzden burada asıl bencillik, olan biteni paylaşmayıp onlardan yardım alma imkânın varken kendini daha kötüsüne mahkum etmen. bir de ailen ya da yakınların böyle zamanlar için sana destek olmayacaklarsa başka ne zaman olacaklar? dolayısıyla onlara da “iyi gün dostu” etiketi yapıştırmaya da bir son vermelisin.

    9- sorumluluğu alacak olan kişi sensin:

    bu süreçte ailen ve yakınların sana bir seviyeye kadar destek olabilirler ama dipten çıkabilmek için sorumluluğu üzerine almasını gereken yegâne kişi sensin. kimse bu görevi senin yerine gerçekleştiremez. (böylelikle işin hardcore kısımlarına bir giriş yapmış oluyoruz)

    10- ne ile artık bağını koparman gerektiğini fark edip buna kabul vermelisin:

    bu hususta öncelikle feraha çıkabilmek için neleri değiştirebileceğini kendine dışarıdan tarafsız bir şekilde bakarak tefekkür etmeye, derin düşünmeye çalış. eğer senin dışında gelişmiş ve değiştirmen gerektiğine kanaat getirdiğin bir husus tespit edersen bunun için adımını atman önemli, atılması icab eden o adımı at ve onu değiştirmek için gerekeni yap. fakat bazen bizim dışımızda değiştirmemiz gereken herhangi bir şeyin olmadığı acı gerçeğiyle yüzleşebiliriz; böyle bir durum, değiştirmemiz gereken yegâne unsurun kendimiz olduğu anlamına gelir. işte o zaman o tarafsız gözlemi kendi içimizde yapmamız gerekir.

    bu tarz durumlarda çoğunlukla artık bir şeylerden vazgeçmemiz gerekirken sırf o vazgeçişimizin bizde yaratacağı acıyı göze alamadığımız için yok saydığımız bir durum söz konusudur. dolayısıyla içinde bulunduğun halden kurtulmak için yaşamda karşına çıkan ve senin tarafından kabul edilmeyi bekleyen kaçınılmaz acın her neyse onunla artık yüzleşme cesareti göstermelisin. bunu okur okumaz belki içinden bir ses hemen buna itiraz edecek ve hiçbir şey den kaçmadığını vurgulayacak ama tecrübelerime dayanarak söyleyebilirim ki kazın ayağa hiç de öyle değil. yaşamda vazgeçemediğin, terk etmediğin, bağını koparman gerekirken koparamadığın, ısrarla tutmaya çalıştığın bir durum var ki sen dibe vurdun.

    bunun ne olduğunu anlayabilmek için biraz geniş ve tarafsız düşünmeye ihtiyacın olabilir. bağını koparamadığın bir şey; bitmiş bir ilişki, artık miadını doldurmuş ‘kurulu’ bir düzen, içindeki ayrışamadığın anne figürin, yaralı çocukluğun, ölmüş bir kişi, yitirilmiş bir sağlık, ekonomik bir kayıp, sende aslında hep olmuş olan ama hiç kabul etmek istemediğin çarpık bir düşünce, nahoş bir huy ya da duygu vs. olabilir. eğer kendini biraz derinlemesine, egodan sıyrılmış ve tarafsız bir şekilde gözleyebilirsen, bunun ne/neler olduğunu bulabilirsin ve ancak onu fark edip onun senin bir gerçeğin olduğunu kabul verdiğinde o konuda değişimi başlatacak olan o ilk adımı atabilirsin. aksi takdirde aynı döngü içinde kalmaya mahkûmsun.

    11- hakikati görmene engel olan savunma mekanizmalarını fark etmelisin:

    bazen yüzleşmemiz gereken hakikatimiz hemen açığa çıkmaz; zira terk derdi konforunu bozmamak olan egomuz, farklı savunma mekanizmalarını devreye sokarak bizi o alandan uzaklaştırma yoluna gidebilir ve emin ol egomuz bunu ustaca yaparken bizim ruhumuz bile duymayabilir. işte o zaman gerçeği ya da yüzleşmen gerekeni yadsımak adına egonun sana neler yaptırabileceğimi şu hususlara bir göz gezdirmekte fayda var diye düşünüyorum.

    inkâr savunma mekanizması (bkz: yadsımak) ve tipik inkâr cümleleri: “böyle bir olay benim başıma gelmiş olamaz”, “bu bir rüya olmalı” ve “her şey eskisi gibi olacak" vb.

    pazarlık savunma mekanizması ve tipik pazarlık cümleleri: “eğer şu şekilde davranırsam bu başıma gelmemiş olurdu”, “şunu değiştirsem bu acı olayı yaşanmadan kontrol altına alabilirim.” , “keşke şöyle olsaydı, o zaman böyle olmazdı.”

    öfke ya da yansıtma savunma mekanizması ve tipik yansıtma cümleleri: “olayı bu hale getiren ben değil”, “lanet olası hep senin/o şerefsizin yüzünden ” , “kahpe kader", "hepsi benim yüzümden", "ne günah işledim de beni buldun!" "şikayetim yaradana" vb. kısacası işi arabeske bağlamış olmak.

    sorumluluk almama savunma mekanizması ve tipik cümleleri: “bu konuda değişmesi gereken ben değil o”, “bir kurtarıcı bekliyorum gelip beni tüm bu dertlerimden kurtaracak o.” , "bir mucize olacak ve her şey eskisine dönecek"

    paylaşılanlardan da anlaşılabileceği gibi egomuz bizi yüzleşmemiz gereken hakikatin uzağında tutma ya da çevresinden dolandırma konusunda çok ustadır. eğer onun bu tuzaklarına kanar ve yukarıdaki savunma mekanizmalarının bir ya da birkaçında takılı kalırsan süreci uzatma ya da bir kısır döngü içinde kalma olasılığın çok yüksek. bu şekilde davranarak aslında öğrenmen gerekirken dersini asan bir öğrenci gibi davranıyorsundur ve dersin hocasının bu tür sorumsuzluklara tahammülü olamaz ve seninle alakalı gereken neyse onu yapar, yani notunu kırar. bu bağlamda bütünlemede takılı kalmamak için sergilenecek en makul tutum, hissedilebilecek acıyı göze alarak gerçeklikle yüzleşmek olacaktır. sana bu konudaki goethe’nin şu sözlerini anımsatayım: “herkesin gizlice sokulduğu kapıları / cüret et sen ardına dek açmaya.”

    aslında işin özü şu: yaşamda bir şekilde bir kayıp yaşadın -bu kayıp dediğimiz şey; bir kişi, ilişki, para, mal, mülk, itibar, sağlık, huzur her şey olabilir- ve o kayıp karşısında tamamlaman gereken yas sürecini tamamlamayıp bir yerlerde takılı kaldın. bu durum da zamanla seni dibe çekti. bir de şunu hicbir zaman unutma: yaşamda acı da var. bu bu dünyada maruz kalmak zorunda olduğumuz dualiteve onun bizde yaratacağı tekamül ün ya da ruhsal dönüşümün gereği bu böyle... bu hakikat karşısında bize düşen görev ise yaşamda karşımıza çıkan kaçınılmaz acıyı -yas sürecini- bir süreliğine deneyimlemek. böyle bir yolculukta olan herkes için aynı kural geçerli ve joseph campbell 'ın dediği gibi eğer yürüdüğün yol tertemizse büyük bir ihtimalle bir başkasının yolundasın. ve sen bir başkasının yolunda yürümek için gelmedin bu hayata, kendi kaderinin dizginlerini eline almalısın yoksa onun vereceği yanıta bağlı kalırsın ve bu hususta ısrarcı olursan da bedelini eninde sonunda ruhsal olarak ödersin. ayrıca şu yazıya bir göz atmanda fayda var: http://www.tarotdergisi.com/hero.htm

    12- irade sergileyip bir süreliğine acı çekmeyi ve konfor alanından çıkmayı göze almalısın:

    evet, tüm bu edinmiş olduğun farkındalıklar kendini dipten çıkarmak için yeterli olmayacaktır. düşünce gücüyle falan da bunu değiştiremezsin, senin harekete geçmen lazım. bu şekilde irade gösterip harekete geçerek bir süreliğine konfor alanından uzaklaşmak zorunda kalsan da aslında bu senin kabuk değiştirme sürecin olacak, doğal olarak kabuk değiştirirken biraz acıtacak ama sonunda yaşadıklarından dersler çıkarmış, kendini eskisinde daha bilge bir hale taşımış, yenilenmiş tazelenmiş hatta güzelleşmiş bir şekilde yeni hayatına “merhaba” diyeceksin. bu bağlamda şu video da bir göz atsan iyi olur: https://www.youtube.com/watch?v=7vtpnwbbvmu

    son olarak sana bir sır vereyim; değiştirmen gerekenleri gerçekten fark edip onları değiştirmek adına cesur adımlar atmaya başladığın takdirde, bu asil davranışından dolayı evren de seni gizil bir şekilde desteklemeye başlayacaktır. yani bu süreç içerisinde sen kendini her ne kadar yalnız hissetsen de aslında o kadar da yalnız olmayacaksın, tüm evren senin arkanda… dolayısıyla değişim için adım atma cesareti ve iradesi gösterdiğinde, kesinlikle dönüp arkana bakmadan ve korkmadan kararlı bir şekilde yürümeye devam et zira bu sayede önemli bir eşiği geçecek ve gireceğin yeni alan, kaderinin değiştiği nokta olacaktır. şarkıda da geçtiği gibi: geçse de yolun bozkırlardan, denizlere çıkacak tüm sokakların...

    bu tarz psikoloji konularında daha fazla bilgi edinmek için aşağıdaki kanalı takip edebilirsiniz: https://youtube.com/user/psikoterapitim
  • özellikle de şu zamanlarda hayat inanılmaz zor. parasızlık insanı en çok dibe götüren nedenlerin başında gelir. sağlığa erişimde bile eşit değiliz. eğer ki hayatınızda her şey tepetaklak gitmeye başladı ve üstelik maddi sıkıntılarda kafanıza kafanıza vuruyorsa dip çok uzakta değildir. tam bu nokta aslında insanın hayatının kırılma noktasıdır ya arabeske sarar hayat sillesi gibi bahanelerle dip yüzeylerde ömür boyu gezilir yada bir süre (artık olmak istenen her neyse ona ne kadar süre gerekiyorsa) birçok şeyden vazgeçip hayatı değiştirecek şeylere kanalize olmak gerekir . işten zaman mı kalmıyor ? kalır bir saat az uyu , arkadaşlarla bir saat az goy goy yap vs vs.
    insan bu kırılma anlarında psikolojisine nasıl bir çukurda olursa olsun hakimiyet kurmaya çalışıp karanlığı yarmaya çalışırsa düştüğü dipten dönüşmüş olarak çıkıyor. dibe vurmuşluğu her zaman olumsuz sonuçlarla bu yüzden değerlendirmemek gerekir. bazı dipler kurumuş dallardan kurtulup tazelenmek ve kökleri daha derinlere salıp büyümek için gereklidir.
    kendinize bakış açınızı ve olayları yorumlama şeklinizi değiştirin . tek tavsiyem bu olabilir . sorunlarınızı kendiniz çözmek zorundasınız ve bunun için tek bir anahtar yok yapın yıkın tekrar yapın tekrar yıkın...
  • dinliyorum
hesabın var mı? giriş yap