• kurabiye
    zaman zaman çok yalnızım kalbiye
    arsız sarmaşıklar gibi her sabah
    bıkmadan tırmanıyorum güneşin tahta perdesine
    mor çiçeklerle açılmak için dünyaya.
    güneş tozlar püskürtüyor koca ağzından
    aslında hiçbir şey görünmüyor kalbiye
    kalbim kocaman bir kelebekti kalbiye
    bir elmasın içinde unutulmuş yıllar önce.
    pembe bir merhemle doğardı günler
    saçlarımı çözerdim, taze elmalar gibi sayardım bedenimi
    bahar, simit, salatalık, midye kokardı her yan
    dünya artık bir daha hiç
    bir okul çıkışı gibi kokmayacak mı?
    hayatın kalbiye, o iri dudaklı çingenenin
    ellerini hiç tutamayacak mıyım bir daha?
    elmasın çatlarken çıkardığı sesi duyuyor musun,
    bedenime çarpan incilerin sesini?
    bir kadeh içindeki tozu üflüyor
    her şeyi bir veba salgını gibi hatırlayarak
    bekliyorum beklediğim neyse onu.
    zaman kalbiye, zaman şimdi
    kalbimde habire uzayan bir minare
    zaman zaman çok yalnızım kalbiye
    bugün ağlayarak kurabiye yerken,
    çay fincanında kendimi seyrederken
    çay beni içti, ben de çayı kalbiye
    ruhumdan çaylar aktı saatlerce
    aşık olduğu için kahve döküyordu terliklerine
    heinrich böll'ün palyaço'su
    mary onu bırakıp gitmişti, yalnızdı.
    sonra yosunun latincedeki adı laminarya'ydı ...
    içimde gezinen salyangozun tırnakları
    her hatırladığım şey için bir santimetre uzuyor kalbiye
    aslında hiç istemiyorum ama
    ne yapsam rutubetim sözlere bulaşıyor kalbiye.
  • bir yığın insan tanıdım ama hep yalnızdım.
  • artık büyüdü diyorlar bana
    ekmeğini salatanın suyuna banma
    ben artık büyüyüm füsun
    zengin evlerinde harry potter oldum bu yaştan sonra
    istanbul'un kargaları istanbul kadar kocaman
    bağırmak denen bir adam saltanatını kurmuş burada
    birçok şarkının ortasında yürürken istiklal caddesi
    tomtom mahallesi'ne taşıyor beni
    ben yürümüyorum füsun cadde yürüyor
    bir cadı olduğumu burdan anlıyorum
    hiçbir takım tutmuyorum, yıldızların takımından başka
    bilirsin işte erkekler büyükayı, kadınlar küçük cezve
    bugün bir harf girdi atmosferime, tutuştu ve yandı
    siyah bir gelinliğe benzeyecek bu şiir
    uzun kuyruklusundan

    imgelerle yer değiştiriyorum füsun
    şiirin bir odasına üç yüz milyon vereceğim
    durmadan mazmunlara sürgün gidiyorum olmuyor böyle.
    cümle kapıların önünde kelimelerle beş taş oynuyorum.
    karanlık sokaklardan biraz korkuyorum
    ama korkmuyorum da esasında.
    pardon diyorum ayağıma bastığında dünya
    saçlarımın ucundan başlıyor artık kırılma
    kelimelerin tadına bakıyorum
    zehrinden korktuğum acı kelimeler yutuyorum yanlışlıkla.

    kahverengi bir delik açıyor sayfanın ortasında
    elimde tuttuğum sigara
    ucu olmayan dize yakışıyor şiire
  • kaç zamandan
    bu akşam ruhuma uygun, mavi
    taftadan bir tuvalet giydim, ayla abla
    sen de artık bir irmik helvası yaparsın
    irmikler pembeleşince
    (sen de pembeleşirsin)
    irmikler tane tane olunca
    (sen de dağılırsın köşe bucağa)
    anlatacaklarını en rüküş kalbinle
    anlat ayla abla
    ben de göğsüme kırmızı bir gül takarım.
    kaç zamandan beri saate bakıp bakıp saçlarını tarıyorsun
    kaç zamandır şu hayata
    bir oldu bitti gözüyle bakıyorsun.
    sanki aynalar sarkıyor bu kış yine gözlerinden
    artık eve meyve de almıyorsun
    pembe kristal bir likör takımı gibi
    altı kadehinden birini hep boş tutuyorsun
    sen sanki bir denizin dibinde
    bir balıkla öpüşüyorsun ayla abla.
    hep bir mucizenin alt katında yaşıyorsun.
    keşke yağmura biraz daha yakın dursan
    kedilerin gıdılarına dokunsan
    keşke biraz illegal olsan ayla abla.
    hayatıma kakül kessem, cinayetler işlesem
    bana yakışır mı ayla abla?
  • yıllardır kendini bulutlarda saklayan illegal bir yağmurum.
    bir yağsam pahalıya malolacağım.

    (bkz: didem madak)
  • bıktıgım şeyler ve yeşil fanila
    gözlerin bir yeşil fanilaydı balkonda uçuşan
    sicim yağmur taklidi
    bıkmıştım zor geçen kışlarımı anlatmaktan
    bardağa birkaç çiçek ıslamaktan.
    parmağımın ucunda kırmızı kenarlı bir bulut
    onu uzatırdım sana, yalnızlık gibi iri bir damla
    parmağına düşen bir damla kandı aşk.
    seni sevince pazara çıktım sevinçten
    enginar aldım "süper enginarlar" diye bağıran adamdan
    oturup ağladım sonra, şaşırdın.
    bu "süper" oluşta canımı acıtan bir şeyler vardı.
    canımın acısıydın.
    ben bir tek o canı unutmamak için her şeyi hatırlamıştım.
    sevişmiştik.
    evde binlerce tespih böceğinin ayak izleri
    sevişmiştik.
    biri başımdan aşağı pırıltılarla dolu bir sözlüğü boşaltmış gibi
    seni sevince kıpırdayan her şiiri
    kahverengi bir çaydanlıkta saklıyorum.
    sonra gittin.
    birlikte kışlıkları naftalinleyecektik.
    söz vermiştim unutmayacaktım gözlerini
    bir yeşil fanila gibi ipte, alıp ütüleyecektim.
    herkese iyi akşamlar demeyi öğretecektim gözlerine.
    sonra gittin.
    çocuk oldum bir daha, ağladım.
    kaç şiir, kaç kere sular altında kaldı.
    kitaplar, aşk, her şey.
    her şeyi son bir kere daha kurtaramazdım.
    keşke nane şeker gibi mentollü bir buluttan doğ aydım
    sonra gittin.
    beyaz bir küf büyüdü evde, tersten yağan kar gibi.
    keşke dünya toz şekeri ile kaplı olsaydı.
    çocuk oldum sonra ağladım, yağmur bile beni ayıpladı.
    söz dedim, söz verdim.
    yüzüme bir daha çiçekli masa örtüleri sermeyeceğim.
    sokakta kuş ölüsü bulmuş çocuk gibi ağladım.
    söz dedim, söz verdim.
    yüzüme bir daha çiçekli masa örtüleri sermeyeceğim.
    sokakta kuş ölüsü bulmuş çocuk gibi ağladım.
    söz dedim, söz verdim.
    ruhumu gömdüğüm yer hala belli.
    güneşi özledim, sonra seni
    keşke gölgesine razı bir fesleğen olaydım.
    sonra gittin
    gözlerin bir yeşil fanila unutulmuş balkonda
    sicim yağmur taklidiydi
    artık iyice inceldi.
  • ...
    dünyayı bir salyangozun izlerinde dolaşsam,
    elimde parlak bir harita
    hiçbir atlasta henüz yer almamış.
    ardımsıra yollara hayalimin kırıklarını bıraksam
    yeter mi bu izler beni kendime getirmeye acaba?
  • ...
    ne çok dikeni vardı ahlat ağacının tanrım,
    ulaşılamazdı,
    sen sarılmak istesen ona,
    o sana sarılmazdı.
    ne çok dikenin vardı tanrım!
    ne çok isterdim,
    sana sarılamazdım.
    ve şöyle derdim o zaman:
    ah!
    ..
  • ‘’bir zamanlar kendimi
    bulunmaz hint kumaşı sanmıştım.
    kaç metredir benim yokluğum?
    benden daha çok var sanmıştım.
    benim yokluğumdan dünyaya
    bir elbise çıkar sanmıştım.
    dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan
    sonunda ben de alıştım.
    ah...dedim sonra,
    ah!’’
  • ...

    kış başında bir ton kömür yığarlardı kapıya
    bazen görülen rüyalar gibi kapkara
    bir ton rüya çıtırdarken
    sen kar yağmadan önce başkaydın,
    kar yağdıktan sonra bambaşka.
    sanki hep buluğ çağındaydım.
    kuşlar zaptederdi her yeri, sabahları
    binlerce kez söylerlerdi söyleyeceklerini
    bizim hiç anlayamayacağımız bir şeyi
    senin şarkıların aç kuşlara buğday saçardı
    kediler yusyuvarlak dururdu karın ortasında
    kar manzaralı bir resmin ortasında durur gibi
    gri kediler sarmıştı etrafımızı, gri dağlar...
    bir tek senin çocuklar üşüyecek rengi saçların vardı.
    ....
hesabın var mı? giriş yap