• alfred kubin'in bol kelamlı, sert lodoslu, uçuşan romanı. zaman ve tözün patera ismiyle atan nabzı 'rüya ülkesi'nin kaderini tayin ediyor. daima arzulanan bilinmez ve ulaşılmazın yerini sıkıcı, bilinen ve unutulmaya yüz tuttuğundan özlenen geçmiş alıyor.

    hasta yatağındaki karısını, uydurduğu, geçmişi çağrıştıran rengarenk sözlerle uyutuyor: "yatağın kenarına oturup sıcak ellerini ellerimin arasına aldım. içim iyimserlikle dolmuştu, konuşup yorulmasına engel olmak için keyfini yerine getireceğini sandığım her şeyden söz etmeye başladım. güzel mücevherlere olan tutkusunu bildiğim için, ona göl kıyısındaki tapınağı, oradaki mücevher ve değerli taşları anlatmaya başladım. sanki günlerimi orada geçirmişim gibi ışıldayan su kanallarını ve ıssız parkı anlatıyordum. bana sabit, huzur dolu bakışlarla bakıyordu, birkaç kere uzanıp başımı okşadı. hikayelerim hoşuna gittiği için memnun olmuştum, ara vermeden konuşuyordum. gölde yüzen yaldızlı gemiler ve kar beyazı kuğuları anlatırken hikayem giderek daha da renklenmeye başladı; bu solgun, kasvetli 'rüya ülkesi'nde renklerle dolu hikayeler anlatıyordum! hevesle çiçekleri tarif etmeye başladım, karıma gökkuşağının bütün renkleriyle bezeli orkideleri, kan kırmızısı gülleri, üzerlerine hafifçe eğilmiş nazlı saplarını anlattım. anlattıklarımın karımın üzerinde büyülü bir etkisi olduğuna emindim. mavi, beni unutma çiçekleriyle kaplı ormanları, parıldayan milyonlarca çiğ tanesini ve onların üzerine doğan sabah güneşini anlattım. kuşların şarkılarından, gümüş borazanların neşeli seslerinden söz ettim. işte oralara gidecektik, gerekirse kaçarak o görkem ve ışık ülkesine gidecektik. karım orada iyileşecekti. ben en cezbedici kelimeleri seçerek geleceğimizle ilgili güzel şeyler anlatırken karım uyuyakaldı."

    yeni bir dünya yaratmak için geleceğe gitmenin şart olmadığı bir gelecekte yaşamayı arzulayalım; kedim, "şimdi mi demek istedin?" diye soruyor..
  • alfred kubin'in eşsiz romanı.

    altıkırkbeş'in bana göre yaptıkları en güzel işi budur.

    roman, hikayeyi anlatan kahramanımıza bir temsilci gelmesiyle başlar. temsilci, kahramanımıza "rüya ülkesi" adında 31.000 km'lik bir ülke yaratıldığından ve bu ülkenin sahibi de kahramanımızın çocukluk arkadaşı olduğundan bahsedip, o ülkeye davet eder.

    rüya halkı'nı "sadece ruh halleriyle var olurlar", "her türlü ilerlemeye, bilime karşı" olarak tanımlar. ülkeye sadece tek bir kapıdan giriş çıkış yapılmaktadır. geriye kalan tüm alan duvarlarla çevrilidir. ülkeye kabul edilenlerin, doğuştan ya da yaşadıkları deneyimlerle "özellikleri" olan insanlardan oluştuğunu söyler.

    claus patera, yani rüya ülkesi'nin yöneticisi, açıklanmayan bir olayla büyük bir servetin sahibi olduktan sonra, kendisine böyle bir ülke yaratmıştır.

    sayfalar ilerledikçe tekinsiz bir yolculuğa çıkarız. eşini de alıp yola koyulan kahramanımızın içini yiyip bitiren endişeleri olsa da kendisine sunulan para ve rahat bir yaşam, bu endişeleri sümen altı eder. kapıdan geçer geçmez bir daha geri dönemeyeceğini hissetmeye başlar. bu korku hiç de yersiz değildir. insanların görünümü o kadar etkileyicidir ki, kahramanımız böyle bir ülkenin gerçekten de bir rüya olduğunu düşünmeye başlar, fakat kabus dolu bir rüyadır bu.

    bir eve yerleştikten sonra rüya halkı'nı incelemeye başlarız. bu insanların "normal" olduklarını anlamaya başlayınca endişemiz katlanır. insanların sürekli bir kuleye girip orada bir çeşit ayin yaptıklarını fark ederiz. kafede tanıştığı bir adamın "burada hepimiz bir büyünün esiriyiz," demesini yabana atmamak akıllıca olur; çünkü burada, herkesin "her an kötü bir şey olacakmış gibi bir tavırla yürümesi" sebepsiz değil.

    tüm bunların anlamını, insanların patera'dan bahsederken o ürpertisini çözmek için patera'ya ulaşıp, sormak tek çözüm. fakat her bu kararı aldıktan sonra önümüze çıkan türlü engeller* çıkar karşımıza ve ne yapacağımızı unuturuz.

    sonra bir çöküş başlar. her şey değişmeye, insanlar birbirini öldürmeye, yemeye başlar. patera'nın yüzü bir anda silinir, geri gelir. açıkça alay eder. karşınızda bir zamanlar okul arkadaşınız mı, yoksa şeytan mı vardır, bilemezsiniz. her şey çökmeye başlar, değirmen dağılır, kule çöker. acı bir çığlık düşer kaldırımlara. çocuk ağlamaları, hayvan ölüleri, nehrin durması, dağların dağılması başlar. yer sallanır, eşiniz ölmüştür, kaçacak hiçbir yer yoktur.

    diğer taraf tam da budur işte.
  • özel bir kitap. belki ilk bakışta salt uç noktada bir kurgu gibi, uçuk bir hikaye gibi duruyor ama hayatla ilgili çok şey anlatıyor. aklımda yer eden, sağlam etki bırakan eserlerden.
hesabın var mı? giriş yap