• günümüz ilişkilerinde bir çarpıklık olmadığından blu tv'nin tıpkı pavyon belgeseli gibi muhtemelen ilk 2 bölümde olan biteni aynen ortaya koyup son bölümlerde bir hikaye çıkartma çabasına girip, gereksiz bir entelektüel sos katmaya çalışıp eline yüzüne bulaştıracağı bir iş olacaktır diye düşünüyorum.

    bir de midnight in paris'i tavsiye olarak bırakayım. geçmiş daha güzel değildi, gelecek de daha kötü olmayacak. insan hep buydu, sadece kötülüğün ya da iyiliğin, bencilliğin ya da paylaşımın enstrümanları değişiyor hepsi bu.

    hasan ali toptaş'ın dediği gibi, ''kolunuzu dayadığınız masa bundan 30 yıl öncesindeki masa değil artık. zamanımız hız çağı.'' sürekli bir değişim var bakın gelişim demiyorum ama değişim var ve buna karşı koymak çok zor. bugün alıp 2 sene sonra yenisiyle değiştireceğin masan ile kuracağın bağ, 30 yıl aynı masaya dirsek dayamış adamın o masa ile kuracağı bağa benzemeyecektir haliyle. fakat diyebilir misin ki o 30 yıllık masayı kullanan adam 2 yıllık masayı atan adamdan daha fazla mutlu oldu? mutsuz olduğunu da iddia etmiyorum, o ayrı. zaten ben hep hayattaki hedefi mutsuz olmamak olarak koymak gerektiğinden yanayım. konu dağılıyor, edebiyat ve sanat da biraz bunun için vardır zaten, ''zamanın hızına müdahale için.'' ama zaman akıp gidecek, değişim kaçınılmaz, ve ilişkiler de flörtler de bundan nasibini alıyor, alacak. umarım yapılacak bu belgesel, eğer varsa bir çarpıklık, onları ortayı koyar ve düzeltmemize vesile olarak daha iyi ilişkiler kurmamızı sağlar. fakat başta dediğim gibi, pavyonu gördükten sonra pek umudum yok. 2 bölüm boyunca pavyona gelen adamı sikme inceliklerini anlatan insanların son bölümde entelektüel bir sosa bulayıp da ''aslında çok iyi insanlar'' diye göstermeye kalkarsan iki üç bölüm boyunca ortaya koyduğun samimiyet ve realite konusunda bile şüphe uyandırırsın sonunda.
  • bu kadar stratejik düşünmeden dolayı ilişkilerde kendimiz olamadığımız dönemler olduğuna inanıyorum demiş raykakumru ve "ilk geceden vermeyerek" ilişki arayışındaki kadınları "oyun, dalavere" çevirmekle ve stratejik düşünmekle eleştiriyor gibi görünüyor paylaştığı instagram postunda.

    sadece bir kesit yayınlandığı için umarım söylediklerinde bunlardan fazlası vardır ancak bu haliyle -bunu yapacak son insanlardan biri olduğunu düşünmek istememe karşın- yine de -sadece- kadınları eleştiren bir ses duyuyorum ben.

    ilişkilerde olduğumuzdan farklı biriymiş gibi yapmayalım, kendimiz olarak var olalım tamam eyvallah. ama bu coğrafyadaki kadınlar , daha da spesifik olmak gerekirse "ilk geceden veren" kadınlar ciddiye alınıyor mu?
    ilişki isteyen kadınlar neden "ilk geceden vermek" istiyorsa bile "vermiyor" da bu stratejilere ihtiyaç duyuyor, neden bunu düşünmesi gerekiyor bunları konuşsak keşke.
    bunun da bir nevi erkek algısının egemen olduğu -ya da kadınları yaftalayan belli kültürel kodların bir türlü aşılamadığı- toplumlarda bazı kadınlarca bilinçli ya da bilinçsizce bir "survival strategy" haline gelmesinden bahsetsek.

    kadınların bazen ağır ağır içmek zorunda oluşu kendini "ağırdan satışı" mı yoksa karşısındaki "first date"e çıktığı insanı tanımadan yanında sarhoş olmak istemediği için mi? kadınların bazen sevgilileri bazen kocaları bazen de tanımadıkları ve peşlerine takılan ama her zaman erkekler tarafından öldürüldüğü bir ülkede yaşadığımızı da unutmayalım bu arada.

    ne yapsın bu kadınlar böyle bir ülkede başlarına bir şey gelmesin diye odalarından çıkmamaları gerekiyor - her şey onların suçu ya hani, o da her birinin kendine ait bir odaya sahip olacak kadar şanslı olduğu senaryoda.

    bu ülkede en modern dediğimiz/sandığımız insanlar bile "ilk geceden veren" kadınları ne kadar ciddiye alıyor gerçekten?
    bir kadın ve bir erkek ilk tanıştıkları gece birlikte oldular diyelim. ertesi gün ikisi de birbiri hakkında demek ki yeni tanıştığı herkesle birlikte oluyor olabilir diye düşünebilir değil mi? peki hangisi bu düşünceyi temel alarak karşısındaki kişiye davranışlarını değiştirir sizce? bu sorunun cevabını birine değil dürüstçe kendinize verin.
    (burada herkesin kesinlikle böyle olduğunu iddaa etmekten ziyade çoğunluğa atıfta bulunuyorum)

    herkes elbette kendini güvenli bir alanda tutmaya çalışacak, ama kadınların sadece duygusal olarak yıpranmamak adına comfort zone'larından çıkmanın zorluğunun ötesinde hayat güvenliklerinin ön planda olduğu bir "güvenli alan"da kalmaya çalıştıklarını unutmasak mı artık böyle beylik laflar etmeden önce.
    aynı yaşam korkusunu erkekler tecrübe etmiyordur demiyorum ancak kimin risk grubunda olduğunu tekrar tekrar tartışıp amerikayı yeniden keşfetmeye gerek yok gibi hissediyorum.

    dijital flörtleşme, türkiyede yine birçok şeyde olduğu gibi , kadınlar ve erkeklerin eşit ve adil bir şekilde tecrübe ettikleri bir olgu ne yazık ki değil. keşke olsa. dolayısıyla blu tv bu yapımında nasıl bir şey ortaya koyacak gerçekten merak ediyorum.
  • ilk bölümü blutv’de yayına girmiş belgesel serisi. buradan sena’ya seslenmek istiyorum beni bul sena, seninle kafes dövüşlerine akalım.
  • an itibariyle ilk bölümünü suratımda alaycı bir gülümsemeyle keyifle izlediğim belgesel serisi. bence başlangıç olarak güzel olmuş. bu durumlar hakkında yapılan bilimsel yorumlar da hoşuma gitti. öyle daha önce hiç söylenmemiş şeyler değil elbet ama bizdeki sıkışmışlığı ekranda bir uzmandan da duymak iyi oluyor.
  • ilk bölümde sesli güldüğüm. hemen mevzuya giriyorum: şu spor salonu gençliği yüzünden bizim gibi dürüst, ahlaklı, soğukkanlı, kültürlü, prezantabl patates kızartıcı erkekler çok yanlış anlaşılıyor. götümüz koltukta, içimiz çay içmekten kurudu. neyse. bir de şey dikkatimi çekti, kadınlar hep karar veren, seçici ve sanki olayla hiç alakası olmayan tipolojide verilmiş. tek boyutlu bir bakış açısı bence. kadınlar da bu yüzden spor salonundaki sarı kafa gibi saniyor hepimizi. çok ayıp. ben de km bölmesine para atıp instagramda, zencilerden aldığım isviçre menşeili spor saatimle elimi yayarak görgüsüzce poz verebilirim, yanarım yanarım da eğlenmek için bile o kafaları hiç yaşayamadığıma yanarım. o değil de odamda kitaplarla kafes dövüşü yapıyorum, dövüşten sonra gözlerim fel fecir okuyor, istersen izlemeye gelebilirsin veya yarın müsait misin bebeyim?

    not:))
  • erkeklerin ne kadar mal olduğunu gösteren belgesel serisi.
  • valla futbol muhabbeti yapan adamla buluşan kadına bile günde 10 11 kişi yazıyorsa diğerlerini düşünemiyorum
  • rayka kumru denen kadını görmem ile kapatmam bir oldu. sonra geri açıp rayka'nın kısmını ileri sardım* içinde her seks geçen şeyin içinde olmak zorunda mısın be kadın?
  • iki bölüm izledim.10 yillik cringe hissi hakkimi kullanmis oldum. icindeki her bir karakter ayri birer folklorik öge. sadece hali yikayanlar dediklerinde samimi. onlar da kafadan kontak galiba zaten.
  • ilk iki bölümünü beğendiğim blutv yapımı docudrama.

    benim hala daha bir türlü başlayamadığım yüksek lisans tezimin konusuyla* benzer olduğu için fazlasıyla ilgimi çekti. oturdum izledim. bence olmuş.

    aslında yaptığım araştırmalarla neredeyse taban tabana zıt olduğunu görünce şaşırmadım değil ama benim araştırmalarım genelde yabancı kaynaklar ve kişiler üzerine olduğu için normal olabilir diye düşündüm.

    ben bu başlık altında belgeselden ayrı olarak “dijital flörtleşme”den biraz bahsetmek istiyorum.

    tabii ki bu yarı belgesel dizideki kişiler umumu temsil etmiyor ve belki de çoğumuz böyle değil. ama genelimizin dijital çağa ayak uydurduğunu da biliyoruz. kendimden örnek vermem gerekirse;

    benim hiçbir sosyal medya hesabım yok, tinder neredeyse hiç kullanmadım ve düzenli ilişkim de yok. peki günümüz dijital çağında ben nasıl mı sevişiyorum? çok kolay(!) aslında tamamiyle konvansiyonel yöntemleri kullanarak. bara, parka, konsere vb. yerlere giderek sosyalleşiyorum. yeni insanlarla tanışıyorum. seslerini duyuyorum, saatlerce uğraşıp özene bezene çektikleri fotoğrafların dışında doğal halleriyle onları tanıyorum. yüz yüze sohbet ettiğim için kültürel olarak donanımlı mı değil mi daha kolay anlıyorum.

    bu muhabbetlerin ardından tam ayrılmaya yakın yine de “instagram var mı?” sorusuyla karşılaşıyorum. bizim jenerasyonumuz konvansiyonel flörtleşmeye alışmamış ve ne kadar zorlarsan zorla yine o işi dijitalleştirmek istiyor.

    bu durumun sebebine gelecek olursak. tanıştığı kişi; yakışıklı, zengin, kültürlü veya yabancı uyruklu olabilir. kadın/erkek farketmez kişi çevresindekilere bununla hava atmak istiyor. “bak, benim flörtleştiğim kadın/erkek bu” demek istiyor. elinde sesli, görüntülü bir kanıt olması gerektiğini düşünüyor. diğer taraftan senin geçmişini, sana sormak yerine o fotoğraflardan veya postlardan öğrenmek istiyor. nelerden hoşlandığını ya da nasıl bir insan olduğunu sana sormak yerine sosyal medya hesaplarından görüp “aaa sen de mi resim yapıyorsun?” veyahut “sen de mi şu kitabı okudun?” demek kolaylarına gidiyor. o mecranın tamamen yalandan oluştuğunu bilmiyormuş gibi davranıyorlar.

    benim hiçbir zaman akıl erdiremeyeceğim bir süreci neredeyse bütün gençlik yaşıyor, insan gerçekten hayret ediyor.
hesabın var mı? giriş yap