• yüzlerce yıl islam adlı ortaçağ arap ideolojisine kanan ejdadımısssın! "mübarektir" diyerek fetiş haline getirdikleri arap alfabesi ve arapça yüzünden türkçenin gelişememesinden, güdük bırakılmasından rahatsız olmayanların, öztürkçecilik denildiğinde nasıl da alerjik reaksiyon gösterdiğini gösteren ulusal devrim.

    o arapça fetişisti ejdadımısssa sitem etmek lazım önce aslında ki, onların saplantıları yüzünden kendi dilimiz imla bakımından gelişemedi yüzlerce yıl. o yüzden türkçenin gramerini oluşturma çabalarını küçümseyeceğinize, sorumluluk üstlenin de yardımcı olun, geliştirin?

    aslında osmanlıca denen çakma dil kadar rezil bir dil görmemiştir yeryüzü. osmanlıca gibi kendi dilimize ihanetin ve asimilasyonun, yozlaşmanın dik alasını yaşadığımız için yüzlerce yıl, en sonunda da dil devrimi gibi kimsede görülmeyen bir devrime imza attık.

    türk dil devrimini gömmeye çalışan eziklerin kullandığı sözcüklere ve dile bakın, dil devriminin ne kadar başarılı olduğunu görürsünüz.
  • ''bir akşam atatürk, sofra bittikten sonra, yanı başındaki iskemleye oturmamı emretti.
    –''dili bir çıkmaza saplamışızdır.'' dedi.''[1]

    ''dil kılavuzu çıktı ama, kimseyi tatmin etmiyordu. atatürk bir gün:
    –''ismet paşa'yı gördüm. konuşamıyoruz. dilsiz kaldık. bu kadar çalıştık, yalnızca küçük bir kılavuz çıkarabildik.'' dedi.''[2]

    "(...)iki şeyde inkılap olmaz: dilde ve musikide!"[3]

    atatürk'ün bu sözlerinden görüldüğü üzere, türkçe, içinden çıkılmaz bir hal alıyor. gazi'nin dil devrimi ısrarı gittikçe yumuşuyor ve zamanla son buluyor. peki türk dil devrimi neden çıkmaza girmişti? gazi'nin söylediği gibi dilde devrimin tatbiki mümkün değil miydi? dil devrimi, türk dilini geliştirmiş ve zenginleştirmemiş miydi?

    öncelikle harf devrimiyle dil devriminin aynı şey olmadığını söylemek gerekir. ikisi çok karıştırılır. harf devrimiyle latin harfleri esas alınarak yeni bir türk alfabesi oluşturulurken, dil devirimiyle yabancı kökenli kelimelerin değişimi, tasfiyesi ve yeni kelimelerin üretilmesi amaçlanmıştı. dil devriminin esas amacı, türkçe yazı dilini konuşma diline uyarlamaktı. osmanlıca'da halk diliyle seçkin dili arasında büyük bir fark vardı. yapılması gereken şey, halk dili ve elit dilini birbiriyle kaynaştırmaktı. fakat seçkin dili doğrudan çöpe atıldı. kültürel anlamda bir travma yaşandı.

    dilde sadeleşme ve özleştirme hedefi büyük bir hevesle başlamıştı. chp'nin 1935 tarihli programı'nda yer alan bazı kavramlar şunlardı: ''törütgen yetkiler, irde kaynağı, özgür ertik sahipleri, kınavlar arasındaki uyum, yoğaltmanlar arasında asığ kavgaları, çıkat tecimi için kipleştirmek, hayvan yeğritimi, taplamak, tutaklar ile kapsıkları ayırmak, klas kavgası ergesi, şarbaylıklar, arsıulusal ergeler''[4]

    türkiye'ye gelen isveç prens ve prensesinin onuruna 1934'te verilen bir yemekte gazi'nin yaptığı konuşma olay oldu. konuklarına baştan aşağı öz türkçe sözcüklerden oluşan bir konuşma yapmıştı: ''(...)avrupa'nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar; onlar, bugün en güzel utkuyu kazanmıya anıklanıyorlar: baysal utkusu!''[5]

    chp progamı ve özel akşam yemeğindeki seçilen kelimelere bakacak olursak, dil devriminin amacından saptığını açıkça görebiliriz. çünkü bu kelimeler türkçeyi halk diline yaklaştırıcı nitelikten çok uzaktı. dil, birlik kuracağı yerde iletişim aracı olmaktan çıkma noktasına gelmişti. türkçeyi sadece türkçe kökenli sözcüklere indirgeme çabası ideolojik bir cinnetin ürünüydü. osmanlı'nın çöküşüyle beraber uyandırılmak istenen milli bilinçte aşırıya kaçılmış ve dilde ırkçılık doğmuştu.

    gazi paşa, derslerde okutulmak üzere hazırlanan medeni bilgiler kitabında, kendilerine türklük fikri dışında kimlikler arayacak olanları şöyle niteliyordu: ''bugünkü türk milleti camiası içinde, kendilerine kürtlük, çerkeslik, boşnaklık ve hatta lazlık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız vardır. fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış tevsimler(adlandırmalar) birkaç düşman aleti mürteci ve beyinsizden başka hiçbir millet ferdi üzerinde üzüntüden başka bir tesir hasıl etmemiştir.[6]

    gazi her ne kadar bu ülkenin kuruluşunda emeği geçenleri türklükte birleştirmek istese de önünde çok uluslu bir osmanlı halkı vardı. 1935 istatistiklerine göre türkiye'de;

    türkçe: 13.899.073 kişi
    kürtçe: 1.480.246 kişi
    arapça: 153.687 kişi
    yunanca:(rumca) 108.725 kişi
    çerkesçe: 91.972 kişi
    lazca: 63.253 kişi
    ladino: 42.607 kişi
    ermenice: 57.599 kişi
    gürcüce: 57.325 kişi konuşuyordu.[7]

    lozan barış antlaşması uyarınca türkiye, tüm yurttaşlarına anadillerini kullanma konusunda güçlük çıkarmamayı taahhüt etmişti. antlaşmanın 39. maddesinde bu durum şöyle açıklanıyordu: ''herhangi türkiye tebaasının münasebat-ı hususiye veya tüccariyede, herhangi bir lisanı serbestçe istimal etmesine(kullanmasına) karşı hiçbir kayıt vazedilmeyecektir.(ortaya konulmayacaktır)[8]

    lozan'a uyulmadı. önce nisan 1926'da ''iktisadi müesseselerde mecburi türkçe kullanılması hakkında kanun'' meclisten geçti.[9] ardından 1934 yılında iskan kanunu kabul edilerek yürürlüğe girdi: ''türk kültürüne bağlı olmayanlar veya türk kültürüne bağlı olup da türkçeden başka dil konuşanlar hakkında askeri, siyasi ve içtimai sebeplerle, lüzumlu görülen tedbirleri almağa mecburuz. toptan olmamak kaidesiyle başka yerlere nakil ve vatandaşlıktan ıskat etmek(düşürmek) de bu tedbirler içindedir.''[10]

    1928'e gelindiğinde dil devrimindeki arzu, basının ve gençlik örgütlerinin başını çektiği bir kampanyaya dönüştü:''vatandaş! türkçe konuş!'' bu kampanya sırasında bazı ilçelerde türkçe dışında başka bir dil konuşan insanlara çeşitli para cezalarıverildi. para cezalarını izleyen dönemde uyarılar dozunu artırarak şiddet boyutuna vardı.[11] bu tutum, yalnızca gayrimüslim yurttaşlarla sınırlı kalmamıştı. lazcanın konuşulduğu yörelerdeki okullarda, bir eğitsel kol olarak "lazca konuşanlarla mücadele kolları" oluşturulmuş; lazca konuşan öğrenciler baskı ve şiddet görmüştü.[12]

    devletin, yaklaşık 1.5 milyon vatandaşının konuştuğu kürtçeye yaklaşımı nasıldı? el-cevap: yok sayarak. diğer dillerin hiçbiri için yok hükmü verilmezken, kürtçe diye bir dilin olmadığı savı çok uzun bir süre devlet politikası olarak kabul edildi. hatta birinci türk dili kurultayı'nda kürt diye bilinen bir ırkın mevcut olmadığı söyleniyordu. kürtçe için ''medeni olmayan kabileler tarafından konuşulan dil'' ifadesi geçiyordu. doğu'da kürtçe konuşanlar para cezasına tabi tutuluyor, hapse atılıyordu.[13]

    atatürk, dil devrimi için ''ülkesini ve yüksek istiklalini korumasını bilen türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.''[14] diyordu. fakat her ne hikmetse batı kökenli sözcükler ''yabancı'' olarak görülmüyordu. gazi, 1935'teki tbmm konuşmasında, yıllardır dilimizde yeri olan türkçeleşmiş sözcükler yerine, batı dillerinin kelimelerini kullanacaktı: asri yerine modern, cemiyet yerine sosyete, iktisadi yerine ekonomik, akılcı yerine rasyonel gibi.[15] dilde özleştirme çabaları bambaşka bir yöne evrilmişti.

    avlanacak sözcükler arasında batı kökenlilerden ziyade arapça ve farsça kelimeler ağırlıktaydı. yabancı damgası yalnızca doğulu sözcüklerin boynuna vuruldu. örneğin, arapça olan şeref kelimesi yerine fransızcadan onur kelimesi getirildi. cemiyet için sosyete, müspet için pozitif, meclis yerine parlamento kelimesi fransızcadan ''transfer'' edilmişti. bazı kelimeler ise yabancı dillerden doğrudan alınmıştı. mesela fırka için parti, ilahiyat yerine teoloji gibi.[16] tüm bu kelimelerin arasında beni en çok şaşırtanı ise onaylama sözcüğü olarak ''okay'' kelimesinin kullanılmasının salık verilmesiydi.[17]

    dilimiz, zenginleşmek bir kenara dursun, gittikçe fakirleşiyordu. fakirleşmenin objektif boyutlarını sözlükler sayesinde saptayabiliyoruz. ferit devellioğlu'nun osmanlıca-türkçe sözlüğü yaklaşık 60.000 kelime ihtiva ediyordu. bunlar 1900'lü yılların başlarında kültürlü bir türk'ün kelime hazinesindeydiler. fakat bugün hemen hemen hepsi kullanımdan düştü. dilimizden 60.000 kelime mütemadiyen atılmış oldu. yerine ise sadece 3.000 civarında kelime türetildi. bunlardan bazıları zaman içerisinde dilin kullanımına giren öz türkçe kelimelerdi. fakat öz türkçenin mutlak anlamda dile iştirakı mümkün değildi. nitekim divanü lugati't-türk'te dahi 7.500 türkçe kelime varken, 60.000 kelimelik boşluğu salt öz türkçe kelimelerle doldurmak imkansızdı.

    tasfiye ve özleştirme hareketi çok büyük bir sorunu da beraberinde getirmişti. türetilen kelimeler, eski kelimelerin anlam inceliklerini göstermeye elverişli değildi. örneğin takip ve seyir kavramlarının ''izlemek'' sözcüğünde birleştirilmesi, bu iki kavramın arasındaki ince ayrımları yok etmişti. gömü sözcüğü definenin anlamını tam manasıyla karşılıyordu fakat arapça kökenli ''hazine'' kelimesi, yeri doldurulmadan dilden atıldı/atılmaya çalışıldı. kelimelere, gereken anlam genişliği verilmeden muadilleri yok ediliyordu. stres kelimesi; gam, gussa, hasret, hüzün, kahır, yeis, efkar, tasa, dert, mihnet, keder, melal, inkisar, elem, enduh, kuduretin anlamını tek başına karşılayabilir miydi?

    gazi gidişatın farkındaydı ve geri dönmek istiyordu. hermann kvergic'in ortaya attığı güneş-dil teorisi'ne sarıldı. bu teoriye göre dünyadaki en eski dil türkçeydi ve tüm sözcükler türkçeden geliyordu. örneğin amerika kıtasına giden türkler büyük şelaleyi görünce ''ne yaygara ne yaygara!'' demiş ve zamanla şelale niagara ismini almıştı. teorinin iddia ettiği bir başka örneğe göre; kıta keşfine devam eden türkler, güney amerika'ya kadar gelip büyük bir nehir görmüşler ve ''amma uzun!'' demişlerdi. zamanla bu ''amma uzun'', yerini amazon'a bırakmıştı.[18] gazi'nin bizzat geliştiricisi olduğu bu tez, daha da ileri giderek aristoteles'in(aristo) ali usta'dan ileri geldiğini iddia edecekti.

    bu teoriye göre halihazırda dünya üzerindeki tüm kelimeler türkçe kökenliydi. dolayısıyla artık dilde sadeleştirmeye gerek olmayacaktı. yapılması gereken sadece kelimelerin türkçe kökenli olduğunu ispatlamaktı. dünyadaki en eski kavmin türk kavmi olduğunu iddia eden türk tarih tezi'nin de verdiği gazla dilde özleştirme önce yavaşladı, sonra tamamen durdu. sözcüklerin canı bağışlandı. bunun en net kanıtı güneş-dil teorisi'nin başlatıcısı ve yönlendiricisi konumundaki gazi paşa'nın kendi sözleriydi. teoriden önce ve sonra türk dil kurumu'na çektiği telgraflardaki fark açıkça görülüyordu:[19]

    1934 telgrafı:
    ''dil bayramı'ndan ötürü türk dili araştırma kurumu genel özeği'nden, ulusal kurumlardan, türlü orunlardan birçok kutunbitikler aldım. gösterilen güzel duygulardan kıvanç duydum. ben de kamuyu kutlularım.''

    1936 telgrafı:
    ''dil bayramını mesai arkadaşlarınızla birlikte kutluladığınızı bildiren telgrafı teşekkürle aldım. ben de sizi tebrik eder ve türk dil kurumuna bundan sonraki çalışmalarında da muvaffakıyetler dilerim.''

    1937 telgrafı:
    ''dil bayramı münasebetiyle türk dil kurumu'nun hakkımdaki duygularını bildiren telgraflarınızdan çok mütehassis oldum. teşekkür eder, değerli çalışmalarınızda muvaffakıyetinizin temadisini dilerim.''

    güneş dil teorisi ve türk tarih tezi mizah malzemesinden başka bir şey değildi. özleştirmenin bu teorilerle gerçekleştirilmesinin arkasında yatan sebebin ne olduğunu tahmin etmek zor değil. dürüstçe; yan yollara sapmaksızın hatadan dönülmek yerine ''efendim bunlar zaten tükçeymiş kalsın bari'' denildi. bilim dışı savları yaygınlaştırmak için çokça emek ve zaman harcandı. türkleri ve türkçeyi göklere çıkarmak uğruna, tarih ve bilim yerlere çalındı. bilimsel ahlakın böyle bir darbe yediği toplumda, bilimsel düşünce de büyük yara almış oldu. öylesine bir dönemdi ki; siyasi otoritenin gözüne girerek bilimsel kariyer yapılabiliyordu.

    atatürk'ün biyografisini yazan kinross, dilin çıkmaza girdiği o dönemde gazi'nin etrafında bulunan yalakaları şöyle aktarıyor: ''gazi şimdi eylem alanından, yabancısı olduğu kuram alanına yönelmiş, inanmak istediği şeylere inanır olmuş; kafası alışık olmadığı ve gerçeklerin yarı-gerçekler ve yanlışlarla iç içe girdiği bir labirentte dolaşmaya başlamıştı. gün geçtikçe birtakım uzmanlar, sözde uzmanlar, şarlatanlar ve ukalalar çevresini alıyor; tarih, arkeoloji, antropoloji, kafatasçılık, kökçülük, dilcilik konularında kendilerine uygun teorileri ortaya atıyor; kendi beğendikleri eserleri onu aydınlatmak bahanesiyle öne sürüyorlardı.''[20]

    güneş-dil dersleri veren ibrahim necmi dilmen, gazi yaşamını yitirdikten kısa bir süre sonra derslerine son verdi. sebebini soranlara: ''güneş öldükten sonra, onun teorisi mi kalır?'' diyecekti.[21] halbuki ''bilimsel'' bir teorinin, destekçileri öldüğünde bile varlığını sürdürmesi gerekmez miydi? gazi'nin vefatının ardından güneş-dil teorisi de ismet paşa'nın emriyle dil ve tarih-coğrafya fakültelerinden kaldırıldı. nihayetinde güneşin batmasıyla beraber dil katliamı... affedersiniz dil devrimi de son bulmuş oldu.

    elimizin altındaki literatürün eriyip gitmesi, zamanla düşünce gücümüze de ket vurdu. 1997 haberi'negöre ilköğretim ders kitaplarının kelime fakirliği dikkat çekiyordu: türkiye'deki ders kitaplarında 7.260 sözcük bulunurken abd'de 71.681, almanya'da 70.400, japonya 44.224, italya 31.762, fransa 30.193, suudi arabistan ise 13.579 adet kelime ihtiva ediyordu.

    dildeki ''yabancı'' sözcüklerin -bilhassa doğu kökenlilerin- atılması gerektiğine dair makul ve mantıklı bir açıklama olabilir mi? bir sözcüğe sırf başka bir dilden alındığı için ''temizlenmesi gereken bir pislik'' gözüyle bakmanın altında yatan psikolojik sebep nedir? şovenizm? din düşmanlığı? birinci dünya savaşı'nda arapların bizi yüzüstü bırakması? netice itibariyle dilde ırkçılığın bahanesi olmaz. nicedir dilde işlev gören öğelerin soyuna sopuna bakıp ''bunlar öz türkçe değil'' diyerek atılışı izaha muhtaçtır. nasıl ki bugün kendisine türk diyen adamın şeceresini istemiyorsak, yıllardır düşüncemizin parçası haline gelmiş bir kelimeyi, dedesinin dedesi yabancıymış diye dilden atamayız.

    şu bir gerçek ki dünya üzerinde yüzde yüz arı bir dil yok. dil, canlı bir organizma. bugün hayatımıza ''bilal'e anlatır gibi anlatmak'' diye bir deyim girdi. istesen de yasaklayamazsın. dilin canlılığının en net göstergelerinden biridir bu. bazı kelimeler doğar, büyür ve ölürler. kimi dile pelesenk olur, otoriteleri deler, yüzyıllarca yaşar. kimisi de bir ömürlük nefes gibidir, solar, ölür. dilde otorite olmaz. inatlaşma hiç olmaz. o yüzden bardakçı'nın da dediği gibi; sopa zoruyla bir şeyleri yıkmak kolay fakat ama emir ile onları inşaa etmek çok zor.

    kaynaklar:
    [1] bkz. çankaya, cilt ıı, s.452, dünya yayınları
    [2] atay, falih rıfkı, çankaya, istanbul, bateş, 1984 s.479.
    [3] ahmet cevat emre, atatürk'ün inkılap hedefi ve tarih tezi
    [4] parla, siyasal kültürün resmi kaynakları c. 3, s. 100-105.
    [5] https://www.atam.gov.tr/…liskileri-hakkinda-konusma
    [6] a. âfetinan, medenî bilgiler ve m. kemal atatürk’ün el yazıları (haz. a. sevim, a. süslü, m. a. tural), ankara, aktdyk atatürk araştırma merkezi yayını, 2010, s.450-451.
    [7] istatistik yıllığı cilt:10, ankara, başbakanlık istatistik umum müdürlüğü, 1938-9, s.64-65
    [8] lozan sulh muahedesinin kabulüne dair kanunlar, kanunlar dergisi, 1339 (1923), c.2, s.12.
    [9] resmî ceride, 22.04.1926, s.353, s.1290.
    [10] iskân kanunu, kanunlar dergisi, 1934, c.13, s.783.
    [11] bali, rifat n. (1999). cumhuriyet yıllarında türkiye yahudileri bir türkleştirme serüveni ; (1923 - 1945) (7. bs. bas.). istanbul: iletişim. ss. 137–147. ısbn 9789754707632.
    [12] ali ihsan aksamaz, “laz kültürel kimliğini yaşatma çabaları”, modern türkiye’de siyasî düşünce cilt:4, milliyetçilik içinde, s.924.
    [13] ismail beşikçi, türk tarih tezi ve kürt sorunu, 2. baskı, stockholm, dengê komal yayınları, 1986, s.183. https://www.haberturk.com/…onmasi-ve-dil-devrimimiz
    [14] şavkay, t., dil devrimi, istanbul, gelenek, 2002. 77-8.
    [15] tbmm zabıt ceridesi, 01.11.1935, c.6, s.2-3.
    [16] öztürk, ali özgün, dil devrimi sonrası türkiye türkçesine giren türkçe kelimelerin söz varlığına etkileri, gazi üniversitesi sbe türk dili ve edebiyatı bölümü doktora tezi, ankara, 2008.
    [17] bkz. türkçeden osmanlıcaya cep kılavuzu, istanbul, devlet basımevi, 1935.
    [18] geoffrey lewis, trajik başarı-türk dil reformu, (tercüme: mehmet fatih uslu), paradigma yayıncılık, ıstanbul 2007, sayfa 58.
    [19] lewis, g., the turkish language reform: a catastrophic success, new york, oxford university press, 1999, s.68.
    [20] kınross, lord, atatürk, bir milletin yeniden doğuşu (çev. necdet sander), 12. baskı, istanbul, altın kitaplar, 1994. sf. 540
    [21] g. lewis, a. g. y., s.96
  • 9 agustos 1928 gunu sarayburnu'nda cok kabalik bir toplulugun bulundugu bir konserde acele ile bir kagida birseyler yazmakta olan mustafa kemal ataturk un elinde kagida yazmayi bitirdikten sonra kagidi falih rifki atay'a uzatarak yuksek sesle halka okumasini istedigi notla gerceklesmenin ilk adimini atmis devrimdir. kagitta aynen soyle yaziyordu
    " arkadaslar! guzel dilimizi ifade etmek icin yeni turk harflerini kabul ediyoruz. arkadaslar, bizim guzel ahenkli, zengin lisanimiz yeni turk hafleriyle kendini gosterecektir. asirlardan beri kafalarimizi demir cerceve icinde bulunduran, anlasilmayan ve anlayamadigimiz isaretlerden kendimizi kurtarmak mecburiyetindeyiz. lisanimizi muhakkak anlamak istiyoruz. be yeni harferle behemahal pek cabuk bir zamanda mukemmel bir surette anlayacagiz, ben buna eminim, siz de emin olunuz.
    vatandaslar, yeni turk harflerini cabuk ogreniniz! butun millete, koyluye,cobana, hamala sandalciya ogretiniz. bunu vatanperverlik ve milliyetperverlik vazifesi biliniz. bu vazifeyi yaparken, dusununuz ki bir milletin, bir ictimai heyetin yuzde sekseni okuma yazma bilmiyorsa, bu ayiptir.
    bundan insan olanlar utanmak lazimdir. bu millet utanmak icin yaratilmis bir millet degildir. iftihar etmek icin yaratilmis ve iftiharla tarihini doldurmus bir millettir. milletin yuzde sekseni okuma yazma bilmiyorsa hata bizlerde degildir. hata onlardadir ki, turk seciyesini anlamiyarak bir takim zincirlerle kafalarimizi sarmislardir. mazinin hatalarini kokunden kazimak temizlemek zamanindayiz. hatalari tashih edecegiz" .....
    ve burda anlatilmak istenen, dokuzuncu yuzyilda islamiyete gecen turklerin, cok kisa bir zaman icinde, kendi oz gecmis tarihini ve dilini birakarak islam tarihi ve osmanli tarhine yonelmesiyle unutulmaya baslanmis gercek turk dil, kultur ve tarihi arapca, farsca okuma yazma sinrlari icinde ancak cok kisiti bir kitleye hitabederken, halkin cogunlugu cahillige itilmistir. bu zaman zarfinda, turk kavimlerinin gercek gecmisini ve dillerini yabanci ulkelere ait arastirmacilar ortaya cikarip incelemeye alirken, osmanli hanedanliginin islami baskisindan kurtulamayan aydinlar ondokuzuncu yuzyil sonlarina kadar oz turk kulturu hakkinda hic bir arastirmada bulunamamistir. bu durumda onyargili infazlarda bulunmadan once, gerceklerin su yuzune cikarilmasi ve nedenleri, atilan adimlarin ne tur sorunlara istinaden atildigi ogrenilmelidir!

    not = yazi baslangicindaki ataturk'e ait paragraf sayin dr. afet inan'in derlemeleriyle meydana getirilmis ve basbakanlik kultur mustesarligi cumhuriyetin 50. yildonumu yayinlari 1923 - 1973 baskisinda turkiye cumhuriyeti ve turk devrimi kitabindan alinmistir.
  • rüya görenlerce kötü bir şeymiş gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.

    1928 itibariyle ülkede kadınlarda %0,3, erkeklerde %7 okur-yazar oranı vardır. bunun temel sebebi alfabe, sonra da yetersiz eğitimdir.
    ancak bu rakam kat kat artmıştır dil devriminden sonra.
    osmanlıca nedir? asıl halk olan türk halkı ile alakası olmayan bir dildir. bugün, 200 yıl öncesinin osmanlıca metinlerinden hiçbir şey anlamıyorsak, bunun suçu apaçık osmanlı'dadır. ha bu dilden osmanlı halkları da bir halt anlamıyordu zaten. anadolu'da osmanlıca hiçbir geçerliliğe sahip değildi.

    osmanlı beyliği kurulduğunda, apaçık bir türk beyliği idi. bunun üzerine, halk türk değilmiş, etnik toplulukmuş demek yalnızca saçmalamak, kendi çıkarı için yalan söylemektir. bir türk beyliği, imparatorluk oldukça kendi dilinden kopmuş, arap ve fars dillerinin etkisi altında kalmıştır.

    bugün 400 yıl önce yazılan shakespeare'in eserlerini ingilizler okuyup anlayabiliyor, ama türkler bir nabi'nin gazelini anlayamıyorsa, burada osmanlıca denen yamalı bohçanın boktanlığı söz konusudur. alın size osmanlıca şiir:

    bezm i safaya sâgar ı sahbâ gelür gider
    güya ki cezr ü medd ile derya gelür gider

    açıldığın haber verir ağyara gül gibi
    daim bize nesîm i sebük-pa gelür gider

    olmaz yine marîz-i mahabbet şifâ-pezîr
    rûy-i zemine bir dahi isa gelür gider

    sultan-ı gam nişîmen idelden derûnumu
    sahrâ-yi kalbe leşker-i sevda gelür gider

    görüldüğü gibi, o dönemin resmi dili ile yazılan hiçbir eser halka hitap etmiyor. bir de halk ozanlarının eserlerine bakalım...

    benden selam olsun bolu beyi'ne
    çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır
    ok gıcırtısından kalkan sesinden
    dağlar seda verip seslenmelidir

    düşman geldi tabur tabur dizildi
    alnımıza kara yazı yazıldı
    tüfek icat oldu mertlik bozuldu
    eğri kılıç kında paslanmalıdır

    köroğlu düşer mi yine şanından
    ayırır çoğunu er meydanından
    kır at köpüğünden düşman kanından
    çevrem dolup şalvar ıslanmaldır

    hey gidi köroğlu! adam yüzyıllar önce yazmış, şimdi dahi anlaşılıyor. çünkü halkın dili ile yazmıştır bu yazıyı. anadolu'nun köylüsünün dili 7-8 yüzyıldır aynı, osmanlıca ile alakası yoktur bu dilin. nereden hak bulup da saltanatı aldığı belli olmayan ne idüğü belirsiz bir ailenin hükümdarlığına son vererek, imparatorluktan son bir parça olarak türk devleti kuran atatürk, o ne idüğü belirsiz devletin ne idüğü belirsiz dilini tabi ki bir kenara itmeliydi. itti de. çünkü o dil halkın hiçbir kesiminde kabul görmüyordu. saray dilini siktir etmek kadar doğal bir şey yoktur. hanedanın göt yalayıcılığını 100 yıl sonra bile devam ettirenler, bunu bir düşünsünler.

    bugün; odun yerine hatab, et yerine lahm, pirinç yerine erz, yok yerine namevcut, bekleme yerine intizar, çarpışma yerine müsademe kullanılmıyorsa; bu, dil devriminin halkı cahil bırakmama isteğidir. çünkü osmanlıca bunları kullanırken, halk türkçelerini kullanıyor. osmanlıca, arapça ve farsça sözcükler kullanan ve türkçeyi küçümseyen bir dildir. ulus devlette açıkça söylemek gerekirse yeri yoktur.
  • "...sabımın tüketi eşidgil..." yani, savımı baştan sona (tükeninceye kadar) işitin demiş, kültigin yazıtında bilge han. göktürk hakanı bilge kağan. kültigin yazıtının dikiliş tarihi 732'dir yani neredeyse 1300 yıl...runik bir alfabeyle çinli ustalara yazdırılmıştır bu kitabe.

    yunus emre, karacaoğlan ise çok sonraları yaşayıp bugün bile anlaşılacak kadar sade ve türkçe yazmışlardır.

    ancak hala bazı salaklar dil devrimiyle, bir ulusun bir gecede alim yatıp cahil kalktığına inanabiliyorlar, daha doğrusu bir milletin dilinin değiştirildiğine sanıyorlar.

    dil devrimi, sahip olduğu dilin seslerinin daha uygun bir alfabeyle yazıya dökülebilmesi için yapılmış bir modernizasyondur.
    dil devrimi, kendi dilini arapça ve farça gereksiz sözcüklerden temizlemektir. unutulmaması gereken baskıyla, kararla bir dil değiştirilemez, 732'de dikilmiş kültigin anıtındaki sözcükler hala senin kullandığın türkçe sözcüklerle aynı. elin ingilizi 500 yıl önce yazılmış romanı ne güzel okuyabiliyorken ben 100 yıl önce yazılmış bir şiirden bir şey anlayamıyorum, diye burun çekerek zırlayan salağa dünkü gazeteyi okuyup okumadığını sorsan, yoo diyecektir. son okuduğun kitabın adı ne desen... bir de şu var, 13. yy'da yaşamış yunus emre'yi okuyup anlayabiliyorken 19.yy'da yaşamış ziya paşa'yı anlayamıyorsan suç türkçe yazmayanda değil de kimde...

    son söz, bir milletin cahil bırakılması ya da cehaletin koyun gütmede tercih edilen bir yönetim şekli olması çok acı bir gerçek. son yapılan referandumda istemezük diyenlerin çoğu eğitimliymiş, çoğu batılıymış... buyur diyenler ise köküne kadar teslimiyetçiymiş, ben bilmem beyim bilir diyenlerdenmiş, çoğu neyi oyladığını bile bilmiyormuş...

    12 eylül 1980 tarihinden sonra bu ülke insanı sistematik bir şekilde cahil bırakılıyor. ne de olsa boş kafaların doldurulması daha kolay.

    dil devrimi de böyle bir şeydir işte insanlara aydınlık bir gelecek yaratmak için yapılan bir çalışmadır ama fazla aydınlık karanlıkta duran insanın gözünü alır, rahatsız eder. refleks olarak o aydınlıktan kurtulmak ister naçiz insan.
  • dil devriminde başarısız olmuş bazı sözcükler;

    haber > ucar
    müfettiş > bakman
    dikkat > abay
    takvim > çağbeti
    ticaret > tecim
    eczahane > emget
    müdafaa > savga (sonradan: savunma)
    fevkalade > üsnomal (sonradan: olağanüstü)
    nesil > üren (sonradan: kuşak)

    yerine geçtiği sözcükleri unutturan ve en başaralı olanlardan bazıları;

    itiyat > alışkanlık
    tedai > çağrışım
    muta > veri
    muvazene > denge
    esbabı mucibe > gerekçe
    takrir > önerge
    nakıs > eksi
    zaid > artı
    tayyare > uçak
    tenasüp > orantı
    hodbin > bencil
    kemiyet > nicelik
    istihsal > üretim

    gibi.
  • kültürümüze yapılan ve yüzyıllarca süren tecavüze bir son vermektir.
    eğer bu devrim olmasaydı, hemen ardından gelecek iletişim imkanlarının artmasıyla birlikte türkçe tamiri imakansız hasarlar alırdı.

    osmanlı sarayda arapça farsça kırması bir dil kullanmayı marifet sayarken vatandaş köyünde duru türkçe konuşuyordu yani dili kirlenmemişti. radyonun kullanımının yaygınlaşmasına bu arapça farsça kırması dil ile girmiş olsaydık (devamında da televizyon elbette) şu anda konuşmamıza ne kadar arapça farkça kelime sokuşturursak o kadar iyi olduğunu düşünerek soytarı gibi konuşuyor olurduk.
  • 3 nisan 1938 yılından bir gazete sayfası görsel.
    1 nisan 1940 yılından başka bir gazete sayfası görsel.
    gazetelerden bir kaç alıntı;
    "italyaya atfedilen yeni bir plan daha meydana çıkarıldı"
    "binicilerimiz dün akşam avrupaya hareket ettiler"
    "boluda dereler yükseliyor"
    bu linkten de 1930-40 gazetelerine ulaşabilirsiniz. okunması gayet kolay, akıcı ve anlaşılabilir.
    yaklaşık bir asır sonra bu yazılar hem türkiye türkleri hem azerbaycan türkleri hem ırak türkmenleri tarafından anlaşılabilir. türk vatandaşları için anlaşılamayan 1-2 kelime anca çıkar. yani 100 türk vatandaşı, 1940lardan kalma bir gazeteyi, daha dün halepden gelmemişlerse, gayet kolay okur ve anlarlar.

    bu da 1872 yılından anadolunun bir köyü için tutulmuş alelade bir raporun latinize edilmiş hali.
    metinden bir alıntı; "..karye-i mezbûr civârında tavşancı nâm mahal iki yüz seneden berü eben an ceddin ahâli-i karyenin yaylakları olup eyyâm-ı sayfda umûmen ahâlî-i karye mahall-i mezkûra nakl-i hâne..."
    özel isim ve sayıları çıkardığımızda, türk vatandaşları için anlamayı bırak okuması bile cehennem. üstelik dil devriminin üstünden daha 90 yıl geçmiş. bu süre zarfında koca bir halkın dili bu denli keskin değişemez. başka bir deyişle yazıldığı zaman için bile halkın kullanmadığı kelimeler ağırlıklıymış. yoksa 3-4 nesilde gündelik kullanılan kelimeler, tamlamalar yok olmaz.

    bu 14.yüzyıldan kalma, yunus emre'nin şiirinden bir kesinti.
    "işidün iy yârenler ‘ışk bir güneşe benzer
    ‘ışkı olmayan gönül misâl-i taşa benzer

    taş gönülde ne biter dilinde agu düter
    niçe yumşak söylese sözi savaşa benzer

    ‘ışkı var gönül yanar yumşanur muma döner
    taş gönüller kararmış sarp-katı kışa benzer... "

    birazdan vereceğim metin ise kitâb-ı dedem korkut alâ lisan-ı tâife-i oğuzân yani dede korkut kitabından. yazılış tarihi büyük ihtimal 14-15. yüzyıllar.
    "bir gün kamgan oglı cân bayındır yerinden turmuş ıdı. şâmî günlügi yeryüzine dikdürmiş idi. ala sayvanı gökyüzine eşenmiş idi biñ yerde. ipek hâlîçası döşenmiş idi
    hânlar hânı hân bayındır. yılda bir kerre toy edüp oguz beglerin konuklarıdı gene toy edüp atdan aygırdan. deveden bugra koyundan koç kırdurmış ıdı bir yere ag otag bir yere kızıl otag bir yere kara otag kurdurmış ıdı kimüñ ki oglı kızı yok kara otaga konduruñ kara keçe altına döşeñ kara koyun yahnısından öñine getürüñ. yerse yesün yemez ise tursun getsün demiş idi. oglı olanı ag otaga kızı olanı kızıl otaga konduruñ oglı kızı olmayanı allâh ta'âlâ kargayupdur. biz dahı kargaruz bellü bilsin demiş idi."

    şimdi vereceğim metin ise 8.yüzyıl orhun yazıtlarından. "türk oguz begleri, bodun, eşidin üze tengri basmasar asra yir telinmeser türk bodun ilinin, törüngün kim artatı udaçı erti?". (türk oğuz beyleri, bodun, işitin; üstte tengri bastırmasa, altta yer delinmese türk kavmi; ilini, töreni kim bozabilirdi?)

    7 yüzyıl önce yazılmış dede korkut metni ve yunus emre'nin şiiri, 150 yıl önceki osmanlı metninden daha anlaşılır. 13 yüzyıl önceki metin ise tamamen farklı bir coğrafyadayken ve farklı bir dini inanış içindeyken yazılmasına rağmen sanıyorum bir kaç kelime öğrenerek en azından ite kaka anlaşılabilir.
    bu, dil devrimi sonrası bizim gözümüzden. oysa şuan kullandığımız dil, devrim öncesi dil olsaydı dede korkutu veya yunus emreyi hiç anlamayacaktık. orhun yazıtları ise şekspir'den daha yabancı olacaktı.

    tüm bunların gösterdiği; dil devrimi, türkçeyi çağlar arasından daha anlaşılabilir ve kolay kullanılabilir yapmış.

    bundan başka; kelimelerin köken bakımından türkçe olmamasıyla, kelimelerin türkçe olmaması çok farklı şeylerdir. tehlike kelimesi arapça kökenli türkçe bir sözcükken, bî-vech arapçadır.

    ayrıca yazdığım bu metin, yukarıdaki osmanlı metnine benzemiyorsa dil devrimi başarılı olmuş demektir.
  • 600 sene okuması yazması bile olmayan bir millete, 10 senede medeni bir biçimde okuma yazma öğretiyorsa o devrim, tüm devrimlerin üstündedir.

    dil devriminden ancak türk olmayanlar rahatsız olur. çözümü basit azıcık daha zorlasa kusacakmış gibi arapça konuşulan arap ülkelerinden birine iltica etmek. ah pardon onlar sizin peşkeş çektiğiniz türk yurdu gibi kabul etmezler sizi ;)

    (bkz: bak şurdan siktir git)
  • dil devrimi yeni bir dil yaratmadı. insanları sürekli bu uydurma tez üzerinden kışkırtıyorlar.

    dil devrimi, kullanılan iletişim dili olarak sarayın ve eğitim kurumlarının dayattığı arapça-farsça-fransızca yüklü suni türkçe yerine, şehirde insanların günlük yaşamında kullanılan duru türkçe'yi baz aldı. zaten bunu yapmamış olsa da bir şey değişmeyecekti, zira insanlar bugün bile sorunsuz anlayacağımız, bildiğimiz türkçeyi kullanıyordu. yani aslında o günün yöneticileri, eğitimli devlet insanları, askerleri, elitleri kendi dillerinden feragat edip halkın kullandığı iletişim dilini kabul etti. örneklemek gerekirse, bugün plazada çalışan, iyi eğitimli, outsource edelim, dismiss olmuş, back-up alalım, toplantı skeycıl edelim, deadline bildirelim şeklinde konuşan ve bunu anlamayanları küçümseyen insanların, tamamen türkçe iletişime geçip konuşma dilini arındırdığını düşünün. bir anlamda ciddi bir alttan alma, feragat etme, kendini halkın seviyesine çekme olayı bu. buna uyum sağlaması gereken halk değil, bizzat mustafa kemal paşa, ismet paşa, rauf orbay, fevzi paşa gibi isimler oldu.

    alfabeye gelirsek, yukarıda adını saydığım insanlar zaten arap harfleriyle türkçe yazabiliyordu. "halk da öğrensin, boşuna mı okuduk bunca sene" demek yerine, o yaşta oturup halkla birlikte latin harflerini öğrenmek zorunda kaldılar. mustafa kemal paşa'nın toplantılarda alışkanlıkla eski harflerle not tutmaya devam ettiği ve ismet paşa'nın kendisini "yeni harfleri kullan" diye sürekli ikaz ettiği anlatılır.

    neden girdiler bu zahmete? çünkü bu adamlar eğitimli, sağlam bir dünya görüşü olan, idealist ve vatansever insanlardı. arap harfleriyle türkçe yazılamadığını, birinin yazdığını diğerinin okurken yanlış anladığını, ilave işaret ve noktalamalarla yazı dilinin habire sabunlandığını biliyorlardı. enver paşa da tam olarak bu zihniyete sahipti, cumhuriyet'ten çok önce ilk kez latin harfleriyle denemeler yaptırdığı, harf devrimi yapmak için çalışmalar yaptığı bilinir. yine ilk kez sarayda saltanat ailesinin genç üyeleri tarafından latin harfleriyle türkçe yazılmaya çalışıldığı, aralarında mektuplaşmalar olduğu biliniyor.

    işin diğer yönüne bakarsak, osmanlı'yı da arap harfleri kullandığı için eleştirmek doğru değil zira osmanlı'dan çok önce türkler arap harflerini kabul etmişti. o dönem ticaret yaptıkları, resmi yazışmalar yaptıkları araplarla iletişimi kolaylaştırmak için bunu tercih etmişlerdi. ama ne zaman? dil devriminden 1.000 sene önce. 1.000 senede dünya değişti.

    dil devrimi başından sonuna kadar, her noktasıyla doğru ve haklı bir devrimdir. aşırı sadeleştirme çabasından da bir süre sonra vazgeçerek dilin doğal akışı ve halkın kullandığı dilin kabullenilmesi yolu seçilerek en doğru yöntem seçilmiştir. saçma ve zorlama arapça tamlama, bağlaçlama gibi dile hiç bir zaman değer katmamış ve benimsenmemiş ıvır zıvır atılıp gerisine fazla müdahale edilmemiştir.

    halen dilimizde çok sayıda arapça, farsça ve fransızca sözcük bulunur, bunları zaten zorla çıkaramazsın dilden. arapça türkçe ile fonetik olarak çok uyumlu değilken, örneğin farsça o kadar uyumludur ki, günlük yaşamda kullanılan çoğu farsça sözcüğün öz türkçe olduğu sanılır. hafta (yedi gün), pençe (beş parmak), padişah (peder-i şah / şah baba), çeşme, kahraman, para, şehir, bostan gibi. oysa arapça sözcüklerin arapça olduğu hemen fark edilir. türkçe'de dini tabirler bile arapça'dan değil farsça'dan alınmıştır, namaz gibi, peygamber gibi. farsça'da da yüzlerce türkçe sözcük bulunur.

    dil bir şekilde doğal akışını bulur, müdahale edemezsin. dil devrimi bu doğal akışın önüne çekilen seti kaldırmıştır sadece, olan budur..
hesabın var mı? giriş yap