• orta bahçede çardağın önündeki merdivenlerden "çıkamazken", arkamızdan yediğimiz kürtçe laflarla öğrendik aramızda bir "ayırımcılık" olduğunu. tek sorun kimin kimi dışladığındaydı.

    kim ne derse desin. dtcf kürtleri sevilmez; ama kürt oldukları için değil, insan olmadıkları için.
  • içinde solun 234567 fraksiyonunu barındıran fakültem.
    son bir ayım kaldı orada. düşünüyorum da ilk adımımı attığım andan bu güne neler olmuş bitmiş. işgaller, kavgalar, eğitime verilen aralar, kamera yerleşimi için yapılan ağaç katliamı, bahçesindeki kedileri, çardak solcuları, ispanyol çukurunda kız kesen andavalları, nebi çim'i, arka bahçe faşistleri, fuayesinde ısınılmak için içelen çaylar ve gene aynı fuayede zıplayıp duran sinoloji öğrencileri...
    pkk'lisi, fkf'lisi, kolektiflisi, ekim gençliği elemanları, tgb'lisi, mhp'lisi, alperen ocaklısı, fettullahçısı, feministleri, tkp 1920'nin belki de sahip olduğu 10 kişiden 3ü*, kaldıraççısı, alıntericisi, akp'lisi ve apolitikleri hepsi aynı bahçede yoğuruluyor. dil binasının giriş katı poster dolu. birinci katta birbirine eskrim kılıcı sokmaya çalışan bol paça dans pantalonu giymiş tiyatrocular...
    mutlaka orta bahçede batak oynayan bir grup, dergi standı açan bir kaç solcu, kedi besleyen bir kız, bağlama çalan bir genç, son dakika notlarına çaresizce bakan bir arkeoloji öğrencisi, kelime ezberleyen bir dilci...
    tkp* ile kavga eden tkp 1920'liler, kürtlerle kavga eden milliyetçiler, saçma sapan bir kız için birbiriyle kavga eden erkekler ve ders notu için birbiriyle kavga eden kızlar...
    dil binasının merdivenlerine oturup bir çay eşliğinde olanı biteni izlemek...
    1 ay sonra büyük ihtimalle bir daha uğramamak üzere "elveda" demek...

    çok özleyeceğim çok..
    şimdi düşünüyorum da ilk gün içeri girdiğimde ne büyük hayal kırıklığı yaşamıştım. "üniversite" demiştim, "üniversite hayatı böyle olmamalıydı. hani kampüs hayatı? nerede çimlere yatıp uzanmak?"
    sonra farkettim ki belki de en çok dtcf öğretir olanı biteni, gündemi, hayatı, kavgayı bir insana. varsın 3 adet derme çatma binadan oluşsun. varsın minnacık bir bahçesi olsun, varsın eski püskü olsun sıraları.
    bir noktadan sonra anlıyor ki insan o sıralardan kimler geçti. solcusu, sağcısı bir insanın ideolojisini şekillendiren ne isimler ne hayatlar orada yetişti.
    yayılsaydık hacettepe çimlerine daha mı iyi olurdu?
    sıhhiye alt geçidinden damlayan sular, döner kokuları, tren sesi ve otobüs egzosu arasında; 2-3 ağaç bile fazla görülmüşken insana, o beton yığını arasında ankara'nın en soğuğunda bile ısınabildik biz.
    şimdi şimdi fark ediyorum o aşırı kaynamış çayın tadının değerini.

    bizden sonra o sıralara oturacaklar, o çayı içecekler için denebilecek tek şey; tadını çıkarın. en nefret ettiklerinizi bile gitmeye yakın sever olacaksınız.
    kedilere de iyi bakın.
  • senede 1 hafta açık olan fakülte. gerisinde olaylar olaylar...
  • nerde okuyosun sorusuna "dtcf" cevabi verildigi taktirde, soran ki$inin "o ne ya? orgutmu?" tepkisini verdiren fakulte...
  • evet doğrudur; devrim gereklidir ama, ülkemin henüz bir devrime hazır olmadığının canlı kanıtı eğitim yuvasıdır dil-tarih. kimse kusura bakmasın ama, faşistin komüniste bıçak çektiği devrime de, komünistin faşiste kafam kadar taşlar fırlattığı devrime de ben ne katılırım ne desteklerim, ne de böyle bir devrimin yaşaması için çabalarım.

    bu dünya üzerinde memleketinde devrim yaparken şiddet kullanmak zorunda kalan kaç tane devrimciyi anladınız siz, orası gerçekten meçhul. che guevara kıçının keyfine mi yıllarca gezdi dolaştı kıtayı, gerizekalı olduğu için mi şiddeti savunmadı, bunu bir zorundalık, hatta çılgınlık, pişmanlık olarak yazdı yıllar sonra? vladimir ilyiç lenin keyfi için mi bekledi finlandiya'da o kadar zaman?

    "tek yol devrim, dil-tarih faşizme mezar olacak!"

    be hey akıllı, evet tek yol devrim de, bir okul bir ideolojiye niye mezar olsun, manyak mısın sen? sonra böyle bir iki söylemle birileri size laf ettiği zaman yok efendim "satılmış emperyalist uşaklarısınız, dava adamı değilsiniz, defolun gidin."

    he canım he. nihayetinde ben belki hepsinden komünist, hepsinden devrimci, hepsinden mücadeleciyim. ama yok arkadaş, bu iş böyle olacaksa ben bunda yokum. ben mücadelemi önce beynimde yapıyorum. şimdi bazıları da diyor ki vay efendim "o beğenmedğiniz solcular olmasa siz böyle marjinal marjinal takılamayacaktınız ortalıkta." söylediğim şey ne "solcuları beğenmiyorumdur", ne de "devrim mevrim bırakın bunlar boş işler"dir. ne de "boşa vakit harcıyorsunuz"dur. söylediğim şey "bugün akademik bir kurumun bahçesinde gördüğüm şiddetin hiçbir şekilde kabul edilemeyeceği"dir. devrim erdem ister, filozof olmak ister.

    yeri ve zamanı geldiğinde, tüm toplumsal şartlar oluştuğunda devrim için harekete geçmekten bir an bile kaçınmamaktır erdem. ama işte zamanı geldiğinde. bu ülkede 40 yıldır insanlar bunun söylemi içinde, ancak elle tutulur birşeyler elde edilebilmiş değiliz ne yazık ki. demekki bunda bir sorun var, bunda bir yanlışlık, bir hata var. işte o hata, sabır eksikliğidir.

    söyleyecek çok şey olduğu halde susmak kadar, susmak için çok sebep varken konuşmak da bir erdemsizliktir.

    hiçbir yüce ve yahut yüce olduğunu iddia eden düşünce, ideoloji, fikir, ülkü, yol; karşısında duran güce gereksiz, sebepsiz, zorunda olmadığı sürece, yaşam hakkı, yürüme hakkı, ilerleme hakkı kısıtlanmadığı sürece şiddet kullanma hakkına sahip değildir. kimsenin şunda şüphesi olmasın ki, bu ülkede bir devrim yapmanın, kitleleri onu esir alan düzene karşı ayaklandırmanın vakti geldiğinde, bunu erdemli insanlarla, düşüncelerle, yüce felsefelerle, itiraz edilemeyecek üstün argümanlarla desteklediğimiz zaman, bu devrimin karşısına çıkacak güç, sadece ve sadece kuvveti ve iktidarı elinde zorbalıkla, şiddetle ve kendisine bağlılığı tehditlerle sağlayan, bu toprakların geleceği için hiçbir kaygısı olmayan koca bir boşluk, satılmış ve paspal bir kuvvet olacaktır.

    ancak o zaman, yaşam hakkımızı savunmak için, pişman ola ola, şiddeti kullanmak zorunda kalırsak kullanacağız. işte che guevara'nın yaptığı budur. yoksa amacımız, bizden başka ideolojileri yüklenmiş insanlara taş fırlatmak, bıçak çekmek değildir.

    şimdi faşistlerin akıl yoksunu saldırılarına maruz kalan kardeşlere seslenmek gerekiyorsa sesleniyorum; geçmiş olsun. sizlere yapılan şeyin hiçbir açıklaması, gerekçesi olamaz ve bu tolere edilemez. lakin sizin yaptıklarınız da, maalesef çok önemli bir konuda yerdiğimiz insanlara yaklaştırıyor sizi. devrim bu değildir. devrim beklemek, beklemek, büyümek, düşünmek, pişmek ve öyle yürümektir. belki 15-20 yıl sonra bizler, sabırla bekleyenler yaparız devrimi, sizler de aklınız başınıza gelirse katılırsınız.

    bugün yaşananları herkes biliyor, pek anlatmaya gerek yok. olaylar bitti, odama geldim, arkadaşlarla olayları konuştuk biraz. sonra;

    "oğlum o değil de anadolu'da neolitik çağ'ı anlatacaktım, o kaldı ona yanıyorum yaa.."

    dedim espririyle. artık bu şekilde saçmalayarak atıyorum stresi, çare yok. arkadaşın buna cevabı öyle güzel anlattı ki herşeyi:

    - "ne üzülüyosun hafız, yaşamışsın işte bugün neolitiği zaten. sıkıntı yok."

    zöge: devrimciler kızgın. tamam bu sabahki olaylar kötüydü, solcu arkadaşların yaralanması, hastanelik edilmesi üzücüydü. fakat benim için de anlaşılmamak üzücü..

    not: entry ilkin kötülenmişti, üzerine yazdım. sonra beğenilmiş. ama ben zöge'yi silmek istemedim. bunu da burda belirtmek istedim ama niye istedim bilemiyorum.
  • öğrenciyken, "evet burası mikro türkiye. farklılıkları yaşıyoruz burada" diye düşünürken, sonraki yıllarda aslında orasının sadece eski bir film seti olduğunu anlarsın. çünkü öyle bir dünya yoktur dışarıda. sizin ideallerinizle kurtarılmayı bekleyen(!) dış dünya sandığınızdan daha küçüktür. hayatın gerçeklerinden çok başkadır, dil tarih'in hayalleri. bunu da o zaman değil, şimdi, o meşhur kavgaların başrol oyuncularından birinin saçı, sakalı gitmiş, gürbüz bir devlet memuru olduğunu görünce anlarsın. haberdar olduğum son güvenlik önlemleri(!)nden sonra olur da bir şekilde girerseniz içeri, orada yüzyıllar boyunca varolmuş tüm insan tiplerini görebilirsiniz. cilalı taş devrinden de adam var, orta çağdan da, '68 ruhundan da... yani o derece ait değil ordaki insanlar gerçek hayata. bir müze adeta! şu an hala geçerli midir bilemiyorum fakat değişik bir huzur ve güven duygusu da vardı bir zamanlar o fakültede. ya da böyle hissetmenin en büyük nedeni o korkunç sıhhiye köprüsü altıydı. oradan insan üstü bir çabayla geçip fakülteye girildiğinde "oh be" denilebiliyordu. çünkü oradaki insanlar omuz atıp sizi devirmeye çalışmazlardı hiçbir zaman. kasten ayağına basıp geçen bir polisle seninle birlikte kavga edebilecek birileri hep olurdu. biber gazından kaçmak istediğin zaman, hep kilitli bulduğun hocaların odaları açık olurdu. biz orada dönen her şeyi bu kadar kanıksamışken, hocalar epey üzülür, korur kollardı öğrencilerini. o zaman anlayamazdım onların bu endişelerini, "hep aynı şeyler" der geçer giderdik. şimdi anlıyorum... meğer "bu çocuklar kendini bu dünyaya fazla kaptırdı" ve "birbirine yabancı bu kadar çok insanın birarada kendilerini böylesine güvende hissedebilecekleri başka bir yer daha olmayacak hayatlarında, ama onlar bunu bilmiyorlar" diye üzülürlermiş halimize.
  • dünyada bu adla kurulmuş tek fakülte. türkiye'nin aynası. farklı bölümler, farklı kültürden öğrenciler... ne ararsan var...
  • kendine bir evren yaratan, gerçek hayatla bağlantısı demir bahçe kapısı olan, yaşayan taş.
    insan yıllar sonra daha çok özledikçe, daha çok merak ediyor, özlendiği kadar özler mi diye dil tarih, içinden geçip gidenleri. yoksa her giden, yeni gelecekler için boş bir yer bırakır diye sevinir mi, her yeni gelenin ruhuna birşeyler verdiği gibi onun ruhundan da bir şeyler aldığından mı bu kalabalığa aldırmaz bir ev sahipliği yapar?
    meydan okur gibi kurumlu kurumlu dikilir sıhhiye'nin ortasında, gidenlere, hali hazırda bulunanlara ve geleceklere. siz olmazsanız bir başkası, o olmasa bambaşkası der, ama ben bir taneyim.
    belki konukları da onun tarafından hiçbir zaman sıcacık sarılıp sarmalanmadıkları için bu kadar huysuzdur, ne geldiklerine memnundurlar ne durduklarına. ellerinde bir çay bir sigara, yahut bir taş bir sopa, bazen öfkeli bazen bezgin, bazen bağıra çağıra bazen sessiz sedasız beklerler demir kapıdan salıverilecekleri anı, orada yaşadıkları kopuk, dil tarih'in taşları gibi soğuk, gölgeli hayattan sıyrılıp gerçek dünyanın kaldırımlarında gezinecekleri zamanı.
    bilselerdi gidenler, ne ortabahçenin ortasındaki içinde çiçek olmayan çiçeklikleri, ne kütüphane binasının önündeki çardağı, ne merdivenin sağındaki ve solundaki duvarları, ne diller binasının merdivenlerini, koridorlarını sahiplendikleri gibi sahiplenemeyeceklerini bir daha hiçbir yeri, terk etmek için o kadar acele etmezlerdi, vakitlerini geleceği hayalleyerek geçirmezlerdi. dil tarih'i yaşarlardı bütün detaylarını ezberleyerek.
    anılarda, zihinde, ne kadar ötelenirse ötelensin capcanlı durur yine de, çünkü iz bırakanlar unutulmaz.
  • öğrencileri siyasi görüşleri doğrultusunda konuşlandıran fakültedir. kapısından girildiği anda farkettirmeden seçmek zorunda bırakır öğrenciyi; sağcıysan seni şöyle "tekbir allahu ekber" nidalarıyla sağ taraftan kantine doğru alalım, "yok ben sol sempatizanıyım" diyorsan şöyle soldan çardağa geç arkadaşlar örgütleyecekler seni, "ya abi benim işim olmaz, ne sağ ne solla, sen beni ortalama bir yere yolla." diyorsan şöyle düz devam et ortamını bulacaksın.
  • her sene, öğrencilerin kendi imkanlarıyla hazırladığı 'geleneksel "yasaklı" dtcf bahar şenliği' nin yapıldığı güzel fakülte. yapılan 'yasaklı' şenliğin sponsoru ise tabii ki öğrencilerin kendisidir. öğrenciler, kendi yaptıkları çiğ köfte,kısır,börek,sarma,kurabiye ve limonatayı herkesle paylaşır, dolaştırılan tülbentte toplanan paralarla birtakım ihtiyaçlarını (ses sistemi,davul,zurna,tulum) karşılarlar. dtcf dekanlığı ise tüm bunlara, elektriği keserek destek olur(!). öğrenciler ise bu desteği dışardan getirdikleri jeneratörle (ki bu yıl jeneratör içinde yanıcı madde var gerekçesiyle gözaltına alındı.) daha da destekler. tüm gün boyunca şarkılar söylenir,oyunlar oynanır,horon edilir ve halay çekilir.

    velhasıl, geleneksel 'yasaklı bahar şenliği' ile diğer bahar şenliklerine benzemeyen, kendine has, bana göre en güzel (yasaklı) bahar şenliğine ev sahipliği yapan ve bu 'yasaklı şenliği' düzenlemek için pek çok emek harcayan güzel insanların bulunduğu,güzel fakülte.
hesabın var mı? giriş yap