1046 entry daha
  • ayın 17'si ile 20'si arasında toplam üç gün bulunduğum muhteşem şehir. dün itibarıyla döndüm, hüzünlüyüm ve memleketim hakkında bir şeyler karalamaya anca fırsat bulabildim. biraz uzun olacak çünkü içimdekileri başka türlü anlatma imkanım yok.

    güya memleketim ama hayatımda ilk defa gitme fırsatını yakaladım. bizimkiler küçük yaşlardayken dedemle istanbul'a göçtüğünden doğru düzgün bir memleket olayım olamamıştı hiç. soranlara diyarbakır derdim ama gerek tip olarak doğululara benzemediğimden gerekse de hayatımda diyarbakır'a hiç gitmediğimden hep ek açıklama yapmak durumunda kalırdım. neyse ki bu mükemmel şehri çok kısa bir süre de olsa gördüm ve gezdiğim için memleket kavramı ufak da olsa oturmuş oldu bende, bu yüzden kendimi şanslı hissediyorum.

    diyarbakır... hiç tahmin etmediğiniz kadar modern bir şehir. anlatılan efsanelerdeki gibi değil asla, ne yobaz insanlarla dolu ne de gelişmemiş bir şehir. aksine her çeşit insanın yer aldığı kozmopolit bir yer. sur ilçesi merkezi gibi, burada olabildiğince büyük bir çarşı var. bu çarşı öyle düzenli ve o kadar güzel bir kültüre sahip ki anlatamam. her köşede tadabileceğiniz onlarda doğal yiyecek ve içeceklerle dolu. dükkanların yanı sıra kaldırımda çeşitli meşrubatları satan bir sürü seyyar satıcı var. bu satıcılardan meyan kökü şerbeti ve reyhan şerbeti içmenizi tavsiye ederim.

    merkezde ziyaret edilmesi gereken bir sürü yer var. hz. süleyman camisi ve etrafında bulunan surlar, hasanpaşa hanı, mardinkapı, dört ayaklı minare, ulu cami, gazi köşkü, ziya gökalp'in evi, surp giragos ermeni kilisesi vs vs. say say bitmez. şahsen üç güne sığdırabildiğimi sığdırmakla yetindim ama kesinlikle yeterli miktarda gezdiğimi hissedemiyorum. araya kaynamasın, dört ayaklı minare'de tahir elçi'yi selamlamayı unutmayın.

    esas memleketim olan ergani ilçesine gelelim. buranın havası da çok farklı, oldukça gelişmiş bir ilçe bir kere. kocaman ve dümdüz ovalara sahip olduğundan tarım için inanılmaz elverişli. burada kesinlikle makam dağına çıkın. bu dağa makam adının verilmesinin sebebi hz zülküf'ün makam yeri olması ve yıllarca burada kalmasıdır. buranın zirvesinde küçük mezopotamya denilen kocaman ovanın manzarasını seyredin. o kadar geniş ve büyük ki sonu görünmüyor, bu yüzden küçük mezopotamya deniliyor. arabayla en tepelerine kadar gelip yaya olarak biraz daha çıkıp zirveye ulaşıyorsunuz, çok yorucu olduğu söylenemez.

    ergani'ye uğradıktan sonra diyarbakır'a dönerken eğil ilçesine mutlaka uğramak gerekiyor. burada hz. zülküf ve hz. elyesa'nın türbeleri var, bunların dışında 7 peygamberin daha bu ilçe sınırlarında defnedildiği söyleniyor. kesinlikle bambaşka bir havası var. türbelerin olduğu yer çok güzel yeşillendirilmiş ve mükemmel bir manzaraya sahip.

    diyarbakır merkezde ciğer ve burma kadayıf yemeniz gerektiğinden bahsetmeme gerek yok sanırım. şahsıma bilen biri tarafından ergani'de inanılmaz bir ciğer yedirildi ama mekanın ismini unuttum malesef. eminim merkezde benzer kalitede yapan yerler vardır. kadayıfı ise sıtkı usta, hacı levent veya saim ustadan yiyebilirsiniz. yerlisi tarafından sıtkı usta en kaliteli ve en garanti görülür, bu yüzden ben de sıtkı usta'dan yedim gerçekten yediğim en iyi kadayıftı. peyniri de çok meşhurdur cağnım şehrin. uçakla dönecekseniz dil peyniri ve örgü peyniri almanızı kesinlikle tavsiye ederim. öyle peynirler ki kısa sürede tek başınıza bir tabak yemiş olarak buluyorsunuz kendinizi. bunlardan başka her türlü baharat ile kurutulmuş biberi çarşıda bulunan kör yusuf'tan alabilirsiniz, döndüğünüzde yaptığınız yemeklerin tadının ne kadar değiştiğini fark edeceksiniz.

    her neyse, turist rehberi yazısına dönüşmesini istemiyordum ama olan oldu artık. bana bambaşka duygular yaşattığını bunlardan bahsetmeden anlatamazdım. diyarbakır'da dolaşırken insanların bir tık daha mutlu olduğunu hissettim, sonuçta istanbul'daki o iğrenç kargaşa hali ve hayat pahalılığı burada yok. yediğiniz her şey çok daha doğal olduğu için hepsinden ayrı bir lezzet alıyorsunuz. diyarbakır'da dolaşırken istanbul'da aslında yaşamadığımı fark ettim. kendimi bir kaos düzenine kaptırmışım ve ona uymaktan başka bir şey yapmıyorum burada, bir günü daha çıkarınca şükredecek kadar acizim.

    iki yüzlülüğün, pahalılığın ve kalabalığın olduğu bir yerde yaşamak istemiyorum artık, samimi insanların arasına karışarak doğallığı tatmak istiyorum. hiç tanımadığı birine evini açmaya, onu yedirip içirmeye hazır bulunan insanların arasında yaşamak istiyorum. bir yere yemek için oturduğumda verdiğim paranın hakkını verecek kalitede çeşit ve lezzet olsun istiyorum. çarşıda dolaşırken satma amacıyla da olsa bir şeyler ikram etmek için sıraya giren insanların arasına karışmak istiyorum. caddelerinde veya sokaklarında dolaşırken yüzümde aptal bir sırıtma ve hayranlık ifadesiyle kendimi ana kaptırarak ait hissedebileceğim bir yer olsun istiyorum. kısaca yaşamak istiyorum ve bu yüzden beni çok etkiledin diyarbakır, daha önce hiç gelmemiş olsam da memleket olduğundan gen çekti belki de bilmiyorum. umarım en kısa sürede tekrar buluşuruz ve bu sefer daha uzun kalıp adım atmadık hiçbir yerini bırakmam, çünkü üç günde kendimi bu kadar ait hissedebileceğim başka bir yer bulabileceğimi sanmıyorum. hoşçakal iki gözüm, tekrar kavuşmak dileğiyle...
  • her içilen çay mutlaka kaçak çaydır. benim ilk başta çok garibime gitmişti ama sonradan fena alışmıştim kaçak çaya :)) buradan ayrıldığımda da yıllardır içtiğim çay bir tuhafıma gitmişti. tavsiyem o yüzden eğer gitmişseniz birkaç paket kaçak çay alın hiç pişman olmayacaksiniz.

    insanları da genel olarak sıcaktı diyarbakır'ın. sur'daysaniz mutlaka bol halayli, kürtçeli hareketli şarkılar soylenecektir. benim çok hoşuma gitmişti mesela bu durum, herkesin yüzünde gülücüklerin olması benim daha da çok mutlu olmami sağlamıştı.

    sülükluhan'a bayıldım.. hiç kahve sevmeyen bana bile sevdirmisti kahveyi. sallari hele! müthişti.. hepsi birbirinden otantik. çok sevdiğim yakın bir arkadaşım üniversitedeyken, bolca diyarbakır'a giderdi ve bol bol rengarenk olan sallardan alirdi. sanki onun dolabı o koskoca rengarenk olan sallardi. bakarken "deli kız ya hepsinden almış" diye bir gülmedim değil ve kendisine bol bol sallarin önünden fotograf attım :)) takılar da aynı şekilde çok tatlı ve natureldi.

    yemek olarak, şüphesiz ki hep ciğer'i öneriyorlar ben çok sevmem ama yine de güzeldi. birde her yerde tatlicilar var. mutlaka ama mutlaka her tatlıcinin önü yapış yapış olmasınin nedeni halka tatlısinin anında pisip serbete sokulmasiyla tüketiciye hemen sunulmasi çünkü insanlar beklemiyor :)) hemen yemek istiyor. o yüzden tuhafiniza gitmesin o yapış yapislik hissi.

    ve son olarak esnaflarda "etiket kavramı" yok. gerçek anlamda yok! bir dükkana gitmiştim bir çantanin fiyatıni sorduğum da ilk başta "60" biraz sonra yine gidip sorduğumda unutmuş olmalı ki beni "70" dedi. işte bunu yapmayın bak, gerçek anlamda yapmayın! sırf böyle yaptığı için almadım o gupguzeller çantayi. hele anlasınlar misafir olduğunu acıma duyguları gerçekten de yok esnafta. bir bunu hiç sevemedim diyarbakır'da...

    genel olarak güzeldi. hatırladığımda ve ismini duyduğum da mutlaka yüzümde bir tebessüm bırakır diyarbakır.

    belki daha güzel günlerde görüşürüz yine...
  • birkaç gün önce habertürk'te izlediğim bir habere göre; son 1 yılda türkiye'nin en fazla turist çeken ilk 3 şehri'nden biri olan kadim şehir.

    ben de yakın zamanda bunu fark ettim. özellikle son 1 aydır diyarbekir'le ilgili bilgi almak için [istisnasız her gün] en az bir mesaj geliyor. "önerebileceğin bir ciğerci var mı? tavsiye ettiğin bir kadayıfçı var mı? özellikle nereleri gezelim?" vb. sorular...

    size en önemli tavsiyem: "eğer bi' rehber'le gezecekseniz iyi bir rehber'le" gezin.

    bazen sırf gönüllü rehberlik için ulu camii avlusu'na, ahmed arif veya cahit sıtkı tarancı ya da ziya gökalp müzesi'ne gidip turist kafilelerini izliyorum. çoğu rehber bi' b.k bilmiyor. hep yanlış anlatıyorlar.

    mesela en son yaşadığım olayı anlatayım;

    yine pırıl pırıl güneşli, güzel bir gün diyarbakır ulu camii avlusu'ndaki banklardan birinde oturmuş akın akın gelen kafileleri izliyordum. yakınımda olan 15-20 kişilik bir topluluğun rehber'i ulu camii hakkında [yalan yanlis] bilgiler veriyordu. dayanamadım. gittim yanlarına.

    - birkaç şeyi düzeltmeme izin verin lütfen, dedim ve ulu camii'nin taşlarından direkleri'ne, avlu'daki "güneş saati"nden orda kalan peygamberler'e kadar her şeyini anlattım.

    doğal olarak rehber bozuldu ve "10 dk serbestsiniz, sonra cahit sıtkı tarancı müzesi'ne gideceğiz." diyerek kaçtı. sonra ben de başladım hasan paşa han'ını anlatmaya. tabii kafile'den 1 kişi bile ayrılmadan can kulağıyla beni dinlemeye başladılar.

    içlerinden biri "siz bizi gezdirin. ücretinizi veririz." diye ahlaksız bi' teklifte bulundu. tabiî ki kabul etmedim ve kibar şekilde geri cevirdim.

    son olarak da sadece cahit sıtkı tarancı müzesi'ne gitmemelerini ve hemen yanindaki ahmed arif müzesi'ni de gezmelerini önerdim.
  • gabo adında vegan mekanı olan şehir, çoğu yerde vegan mekanlar yok ilginç.
  • türkiye’nin en güzel şehirlerinden biridir. gezmeye doyamazsınız. halkı sizi samimiyeti ve yardımseverliği ile mahçup eder. turist kazıklama ile ayakta duran şehirlerden değildir. aksine yardımcı olurlar. ilkokula giden çocukla sohbet edin bilgisine şaşırırsınız. çok iyi gazete okuyan, tv izleyen bilinçli bir halkı vardır. azınlık olmak ve kürt sorunu üzerinden politize olmaları ile ilgilidir bu. her konuda farkındalık yüksektir. esnafı iyidir. hele batıdan geliyorsanız canınızı sıkacak meselelerle sizi başbaşa bırakmamak için çaba sarf ederler. çoluk çocuk gittik, gecenin bir yarısı sokaklarda dolaştık. asla rahatsız eden bir şeyle karşılaşmadık.

    yemekleri, tatlıları güzeldir. camileri, kiliseleri tarih kokar. şehirde birkaç gün geçirince diyarbakırlılık diye bir bilinç olduğunu görürsünüz. ilçelerinde pek zaman geçirmedim ama merkez böyledir. imkanım olsa orada bir süre yaşamak bu şehrin parçası olmak isterdim.
271 entry daha
hesabın var mı? giriş yap