• batı konferansı karşısında allstar maçlarında 32 galibiyeti, 19 yenilgisi bulunan konferans.
  • nba'de her takim kendi konferansindaki takimlarla sezon icinde 4 kez karsilasirken, diger konferanstakilerle 2 kere karsilasiyor normalde.. yalniz doguda batidan 1 takim fazla var.. bati icin hesaplayinca 13*4+15*2=82 mac ediyor.. dogu icin ayni hesap yapilsa 84 cikacak.. ama ayni sayida mac yapmalarini istediklerinden bu konferanstaki takimlar 2 takimla 3'er mac yapiyorlar 4 yerine.. playoff lar icin tie-breakerlarin ilki kendi aralarinda yaptiklari maclar; bu da 3 mac uzerinden olursa bi adaletsizlik katiyo olmali, ama kimsenin umrunda degil heralde..

    bunlari anlatmak icin gec kalmisiz zaten.. 2 sezon icinde new orleans hornets bati konferansina geciyor, charlotte'tan da yeni bir takim doguya katiliyormus, boylece her iki taraf da 15'er takim olup toplam mac sayisi 82'den 86'ya cikacak heralde..
  • savaşa, sömürüye ve tahakküme karşı bir aydın girişimi.
    mehmet bekaroğlu, ömer laçiner, etyen mahçupyan, nuray mert, yılmaz ensaroğlu (mazlum—der genel başkanı), yasin aktay (tezkire dergisi yayın yönetmeni), salim uslu (sendikacı), mustafa karaalioğlu (yeni şafak gazetesi yazarı), nihat genç (yazar), hrant dink (yayıncı), abdurrahman aslan (sosyolog—yazar), aydın çubukçu (yazar—yayıncı), fikret başkaya (yazar), alev erkilet başer (sosyolog—yazar), ertuğrul günay gibi bir çok aydının ortak girişimi olarak da sayılabilir.
    adını ilk olarak değişik düşüncelerden aydınların türkiye'nin doğusundaki ülkelere seyahatlerle duyurdu doğu konferansı girişimi.

    "doğu nedir?", " doğu'nun mevcut durumu nedir?", " doğu ne yapmalıdır?", "doğu hangi araçlarla alternatif üretebilir?" gibi konularda birbirinden farklı onlarca aydın tartışıyor bu girişimde. son noktada aldıkları kararlar şöyle:
    doğu konferansı kısa ve orta vadede çekim merkezi haline getirilmeli. irak'a temsilciler gönderilmeli. bölgeyle ilgili bilgi ve belgelere yönelik arşiv oluşturulmalı. doğu-batı karşıtlığı yerine ‘doğu-batı birlikteliği nasıl sağlanır?’ sorusu üzerine yoğunlaşılmalı. doğu öncelikle kendi kültürel, tarihi ve ekonomik zenginliklerinin farkına varmalı. işgalin hakim olduğu coğrafyalarda günlük yaşamı kolaylaştıran alternatifler üretilmeli.

    doğu konferansı üyelerinden nihal bengisu karaca`bu konuda bir de yazı kaleme almış; açıklama kabilinden...

    irak saldırısı onyıllardır kültürel ve siyasi kuşatma altında bulunan, doğu'nun zihnine şimdi önemli sorular düşürdü. kimilerine göre uyanmanın, 'silkinme'nin vakti geldi de geçiyor bile... 11 eylül sonrası bir dizi gelişmeye sahne oldu doğu coğrafyası. on yıllar süren tahakküm, paylaşmak için yarıştığımız bir acı olan ikiz kuleler faciasının ardından ‘cadı avı’na dönüştü. küresel sermayenin maniple merkezinde, öngörü, istihbarat, güvenlik ve denetim balonunu patlatan ‘iğne’nin peşine düşüldü önce, sonra samanlıkta iğne aramak pek zor bir iş olduğundan samanlığı tümüyle suçlu saymak uygun görüldü.

    afganistan, terörü destekleyen ülkelerin başında geldiği yargısıyla derdest edildi, filipinler, suudi arabistan, katar, gürcistan, özbekistan, kırgızistan gibi ülkelerde üsler kuruldu, baskıcı rejimleri desteklemek ya da kuveyt’e olduğu gibi, ilan edilmemiş işgaller gerçekleştirmek suretiyle kuralsız bir yayılmanın startı verildi. irak savaşı işgali bütün uluslararası itirazlara rağmen gerçekleşti; ekranlarda bombaların aydınlattığı semaları gördük çoklukla, kararttığı yuvaları değil. yaşanan acıların süzülmüş ve törpülenmiş görüntüleri bile iç burkmaya yetti; komşularımız ölüyordu, bir kez bile ziyaret etmediğimiz, telefon numaralarını bilmediğimiz komşular...

    olaylar sadece dünyanın son derece belirsiz ve karanlık bir geleceğe doğru gittiğini ortaya koymuyordu; türkiye’nin, burnunun dibindeki bir coğrafyaya ve insanına ne kadar yabancı olduğunun da altını çiziyordu. emekli askerler ekrandaki haritalar üzerinde birtakım şeyler çiziktiriyor, irak’ın ne kadar dayanacağı konusunda sürreel spekülasyonlar alıp yürüyordu. bağdat’ın düşmesi ‘sürpriz’ oldu, işgalciler kitle imha silahlarını bile bulamamışken, apaçi’lerin teri bile soğumamışken, bir sonraki hedeflerinin suriye ya da iran olduğunu ilan ettiler; türkiye ve diğer bölge ülkelerine gözdağı vermeyi de ihmal etmediler.

    hem şam’ın şekeri, hem arabın yüzü

    doğu doğudur, batı batıdır, ikisi asla biraraya gelmez demiş şair. bu ‘biraraya gelemeyecek olma’lar dönem dönem kırılıyor gibi görünse de faturası doğuya kesilmiş bir tahakküm süreci var ortada. insan hakları, özgürlük, demokrasi gibi kavramlarla ortak değerler üretmiş, bu idealleriyle batılı olmayan aydınlar için de bir ‘merkez’ olmuş batının, sözkonusu değerler konusunda biraz ‘bencil’ davrandığı; bunların nimetlerini yalnızca —hadi çoğunlukla diyelim— kendi hemcinsleri için ekip topladığı da artık neredeyse herkesin malumu. mesele doğu olduğunda, hatta sadece birinci dünyanın doğusunda kalan balkanlar gibi ‘görece doğu’ olduğunda bile sözkonusu insan hakları süreci bir türlü işlemek bilmiyor. bm kararlarından cenevre sözleşmelerine varan toptan kazanım deline deline hedefe varılıyor. doğu bir bütün olarak tahakküm altında ve çıkardığı detone sesler yüzünden gelecek tehdidin ayak seslerine kulak kesilmekten ve onları tahlil etmekten de uzak bir halde. çözüm nerede o zaman? rotasını batıya çevirmiş, doğu ile olan uzam—zaman akrabalığı iki tarafın milliyetçi söylemleriyle örselenmiş türkiye’nin bu denklemdeki rolü ne?

    asya —afrika dayanışma platformu hem bu minvalde sorulara cevap aramak hem de doğru soruları sormak üzere ilk çağrısını yapmış ve ilk adımı atmış bulunuyor. irak saldırısının vaktin gelmiş de geçiyor olduğunu duyuran bir etmen olduğunu düşünen, herbiri farklı görüşten bir çok gazeteci, yazar ve aktivist topluluğu hem çok yakın hem çok uzak olan doğuyu, parçası olduğumuz coğrafyayı öncelikle tanımak ve maruz kaldığımız kuşatma konusunda çözüm arayışlarına yönelmek üzere yollara düştü. eski saadet partisi milletvekili mehmet bekaroğlu’nun başkanlık ettiği ve aralarında ömer laçiner (yayıncı ve yazar), etyen mahçupyan (yazar), nuray mert (siyaset bilimci ve yazar), yılmaz ensaroğlu (mazlum—der genel başkanı), yasin aktay (tezkire dergisi yayın yönetmeni), salim uslu (sendikacı), mustafa karaalioğlu (yeni şafak gazetesi yazarı), nihat genç (yazar), hrant dink (yayıncı), abdurrahman aslan (sosyolog—yazar), aydın çubukçu (yazar—yayıncı), fikret başkaya (yazar), alev erkilet (sosyolog—yazar), ertuğrul günay (eski milletvekili) gibi isimlerin de bulunduğu müteşebbis kurul bölgedeki ülkelerin aydınlarıyla irtibata geçmeyi, ziyaretler düzenlemeyi ve onları 2004 yılında türkiye’de yapılacak doğu konferansına çağırmayı planlıyor. türkiyeli, iranlı, ermenistanlı, mısırlı, suriyeli, lübnanlı, filistinli, malezyalı, nijeryalı vb. aydınlar, akademisyenler, edebiyatçılar, gazeteciler, yayıncılar ve kültürel işbirliğine katkı sağlayacak bütün branşlardaki insanların katılımını öngören planın bir kısmı işlemeye başladı bile. ilk ziyaret ve ilk çağrı suriye’ye yapıldı. sonuç insani ilişkiler bakımından büyük, amaçlar gözönüne alındığında henüz küçük bir adım.

    altyapı, iletişim ve paylaşım

    batılılaşma yolunda düşe kalka ilerleyen türkiye’nin kendisini doğu’ya karşı mesafe koyma zorunda hissetmesi yaşadığımız kimlik bunalımı ile ilintili bir durum. alınan mesafe kültürel beslenme kaynaklarımızı da tıkamış olduğundan bir asırdır doğu ile ilgili bilgileri batı dolayımıyla alıyoruz. asya—afrika dayanışma platformu ‘çağrıcıları’ en başta türkiye, mısır, iran, irak, suriye ve daha da genişletilebilecek bu havzadaki halkların kendi aralarındaki kültürel ve ekonomik ilişkileri ve bu ilişkilerden doğacak sonuçları paylaşma imkanlarını artırabilmek ve zaman içinde ortak hareket edebilmelerini sağlamak gayesini taşıyor. bunun için ilk elde yapılması gereken bölge ülkelerdeki aydınlar, akademisyenler, sanatçılar ve sivil toplum örgütleri arasında ilişkilerin kurulmasını ve geliştirilmesini temin edebilmek. bunun için türkçe, arapça ve ingilizce olmak üzere üç dilde yayınlanan bir dergi çıkarmak ve web sitesi kurmak; asya—afrika halkları arasındaki entelektüel paylaşımı artırmak ve tanıtmak amacıyla ortak toplantılar düzenlemek ve bu toplantılarda ortaya konulan fikirleri basın ve yayın yoluyla kamuoyuyla paylaşmak önem kazanıyor. asya—afrika halklarının düşünce dünyasını tanıtmak amacıyla önemli eserlerin tercümesini sağlamak; bölge ülkeleri akademisyenlerini kendi coğrafyalarını ilgilendiren konularda bağımsız araştırmalar yapma konusunda teşvik etmek, bu tür araştırmaları desteklemek; doğu—islam dünyasının kendi aralarında bölgesel, ekonomik, kültürel ve siyasal birliklere yönelmesini olanaklı kılacak düşünsel altyapının geliştirilmesine katkıda bulunmak gibi temel hedefler noktasında birleşen aydınlar önümüzdeki günler boyunca bu hedeflerin ‘gerçekleştirilebilirliği’ üzerinde çalışacaklar.

    üçüncü dünyacı ya da anti—batıcı değiliz

    mehmet bekaroğlu’na tüm bu iletişim ve paylaşım serüveninin üçüncü dünyacı suçlamalarıyla karşılaşabileceğini, “türkiye’nin rotası bellidir ve onu doğuya çevirmek isteyenler türkiye’yi geri bir noktaya sürüklemek isteyenlerdir” gibi söylemlerle sıkıntıya sokulabileceğini hatırlatıyorum. bekaroğlu ‘asıl üçüncü dünyacılık tam da bu söylemleri ileri sürenlere yakışacak bir tanımdır’ diye cevap veriyor.

    sığınma içgüdüsü değil, geleceğini kurma arzusu

    ömer laçiner bu birlikteliğin ve dayanışmanın acizlikten kaynaklanan bir kader birliği içinde bir saçak altı bulup onun altında yağmurun bitmesini bekleme noktasına evrilmesine izin verilmemesi gerektiğini söylüyor. çünkü önemli olan saçak altında birbirine acizce tutunmak değil, o saçağın altından çıkabilmenin ve yağmurda ıslanma—ma—nın yollarını aramak. laçiner bunun bir ‘anti—batı platformu’ olarak anlaşılmaması gerektiğini, emperyalist tahakkümün yalnızca doğuyu değil tüm dünyayı ilgilendiren bir sorun olduğunu vurguluyor. hatta bu sorun tahakküm edeni bile bağlıyor. bir bilgenin sözü tam da buraya uygun düşüyor: “tahakküm edilen kadar tahakküm eden de hür değildir”. laçiner’e göre insanoğlu her zaman sinme, savunma ya da silkinme arasında bir tercih hakkına sahiptir. amerikan ya da batı uygarlığının tonlarını kendi renklerinize yedirerek sinebilirsiniz, klişe söylemlere ve palyatif ortaklıklara yaslanıp ‘bizi onlar bu hale getirdi’lerle, husumet besleyip savunmacı bir tutum alabilirsiniz, ya da değiştirilemeyecek süreçlere uzaktan küfretmeyi bırakıp kendinize bakarsınız; bilgi eksikliğinizi tamamlar, kendinize zihinsel bir yol haritası ve eylem planı çıkarırsınız. “savunma, dünyanızı daraltmanızı ister, silkinme ise genişlemenizi, açılmanızı. benim tercihim silkinmeden yana; bu bölgenin insanlarını az çok yönlendirebilecek bir durumdaysak seçim hakkının bu doğrultuda kullanılmasını sağlamalıyız”.

    ‘anti—batı’ olmama vurgusunun önemini etyen mahçupyan’ın cümleleri açıklıyor zannımca: “batı bize belirli bir kültürel despotizm içinde davranıyor noktasını esas alırsak homojenleşiriz ve o noktada kendimizi bir kültürel despotizm içine koymuş oluruz. o zaman da gerçek tartışmalar, gerçek akıl yürütmeler olmaz. tamamen siyasal bir ikili model çıkar ortaya doğu—batı diye ve böyle bir durumda batının karşısında dinlenebilir hiçbir söylem üretilemez”.

    ziyaretler ve tanışmalar zincirinin ilk halkası olarak suriye’nin seçilmesi ise pratik sebeplerden kaynaklıyor bekaroğlu’na göre. suriye, türkiye’ye oldukça yakın. ancak suriye’de elinizi kolunuzu sallaya sallaya hareket etmeniz güç; bu kadar kalabalık bir heyetin kendi olanaklarıyla sivil toplum örgütlerine ulaşması, kadrolu ‘yazarlar’ dışındaki bağımsız muhalif aydınlarla tanışması imkansız. bu yüzden bizi hep resmi yetkililer karşılıyor. kafile olarak neredeyse hepimizin dikkatini çeken mevzu ise suriye’deki ziyaretimiz boyunca görüştüğümüz —vali muavininden meclis başkanına, ve enformasyon bakanına kadar — bütün yetkililerin ‘anti siyonizmi’ devlet ideolojisi haline getirmiş olmaları ve sözkonusu yakın ‘tehdit’ten çok işgal altında bulunan suriye topraklarına —golan tepelerine— vurgu yapmaları.

    nuray mert bu hassasiyetin ‘anlaşılabilir’ olduğunu, ülkelerin dış politikalarının bugünden yarına değişecek şeyler olmadığını, kaldı ki sözkonusu heyette bulunan herkesin israil’in bölgede uyguladığı siyonist politikaları eleştiren kişiler olduğunu söylüyor. fakat bir noktaya dikkat çekmekte ısrarlı: anti siyonizm ile anti semitizm arasına kalın bir çizgi çekmek lazım. çünkü anti semitizm, yani birini ırkından dolayı ‘kötü’ ve ‘yararsız’ saymak hem insani açıdan yanlış, hem de bu israil’in politikalarını eleştirenlere karşı kullandığı etkin bir silah durumunda. ne türkiye’nin ne de böylesi insani girişimlerin bu türden tuzaklara düşme ve sonra da ‘hata yaptık’ deme lüksü yok artık.

    batının doğuya ihtiyacı var

    suriye ziyareti bir projenin olabilirliğinin denenmesi bağlamında olumlu sonuçlar verdi kanımca. öte yandan, suriye’nin kahvesini içmiş olmak, bundan sonra dostlarımıza balayında şam’a ya da halep’e gitmelerini salık verebilecek olmak; yazarından esnafına ‘istanbul’ deyince ışıldayıveren gözlere bakmak bile başlı başına bir kazanım. bu bölgenin başkenti hâlâ istanbul. sorular da yok değil ama. ziyaretimizin devletin resmi ideolojisinin verdiği kodlarla algılanması ve görüşülen politikacı, bakan ve yazar zevatı devletten bağımsız —hatta çoğu devlete muhalif — kişilerle yüz yüze olduklarına inandırmanın zorluğu gelecek zaman diliminde yaşanabilecek kimi sorunlar için ipucu veriyor. bugün beşşar esad yönetiminde bir parça daha özgür ama reformcu da olsa eninde sonunda baskıcı bir rejim tarafından idare edilmekte olan suriye, yarın mısır ya da iran... türkiye bu ülkelerdeki aydınlara gerçekten ulaşabilecek mi? ‘o’ aydın bulunabilecek mi? “ben doğu bünyesi içinde çok zengin bir entelektüel çeşitlilik olduğunu biliyorum, dolayısıyla bütün iş bunların iyi bir organizasyonla bir araya getirilmesidir” diyor etyen mahçupyan. ne çare bu aydın devlete ister istemez eklemlenmiş ve devlet siyasetine katılmak durumunda kaldığı için entelektüel kapasitesini tümüyle kullanamamış bir aydın. hem tahakküme uğrayan hem de dönüp kendi insanına tahakküm eden bir doğu karşımızdaki, koşullar böyle iken verimli zeminlerde buluşulup özgürce tartışılabilecek mi peki? mahçupyan doğu avrupa deneyimini örnek veriyor; “onların durumu bizimkinden daha iyi değildi, ama direndiler ve çıkışı yakaladılar.” mahçupyan’a göre bunun bir bedeli var elbette, bu bedele tek başına katlanmak zor ama eğer bir platform oluşturulursa hiçbir tekil ülke bunu bastıracak gücü kendisinde bulamaz ve böyle bir platform batıda muadilini hemen bulur.

    kolların doğu için sıvandığı bir ortamda doğudan bir çözüm üretebilmenin yolunun yine batıdan geçmesi kulağa ironik geliyor ama düzlemi ‘gerçekçi’ bir temele oturttuğumuzda bunun mantığını kavrıyoruz. gerçekten ancak donanımlı ve alternatif bir üretim içine girebilen bir doğu, bu iki dünyanın birlikte hareket edebilmesine ‘imkan veren’ küresel dünyada muhatabını bulacaktır. üstelik buna batının da çok ihtiyacı olduğunu vurguluyor mahçupyan. çünkü batı zaman içinde kendi kendisini eleştirme ve tanıma olanağından yoksun kaldı. tıpkı patronun işçilerini ancak sayısal olarak tanıması, işçilerin ise patronun herşeyini, hatta kendisinin bile farkında olmadığı huylarını yakınen bilmeleri gibi bir durum bu. doğu hem aynasını yitirmiş bir batı için, hem de doğuyu anlayıp anlamlandırma noktasında eksik alan batı için çözümler üretebilecek köklere ve deneyime sahip. çünkü hem binlerce yıldır doğuluyuz ve kendimiz hakkında söyleyeceğimiz herşey anlamlı, hem de batıyı on yıllardır izliyoruz ve onu artık çok iyi tanıyoruz. “aydınların benzer pozisyonlar üretmesi ve iki farklı dünyadan iki tür aydının ortak bir noktada buluşması çok ihtilalci bir şey ve dünyanın buna çok ihtiyacı var.”

    sonuçta iş laçiner’in de dediği gibi herkesin kendi çeyizini getireceği ve paylaşacağı mütevazı fakat bilgili bir sürecin hızla ilerlemesine kalıyor. fakat titizlikle ve incelikle; mustafa karaalioğlu’nun tasvirindeki ‘bir açık ruh ameliyatı’ başlıyor şimdi. hayalkırıklığından korkmayan ve kendini aldatmaktansa hayalkırıklığına uğramayı yeğ tutan bir perspektiften...

    yilmaz ensaroğlu*: yolumuz çok uzun

    aydınlanma sonrası oluşturulan ulus devletlerin sınırları, özellikle hep sorunlu çizilmiştir ve bu devletler arasındaki ilişkilerin pek dostça olmadığı da bilinmektedir. birbirlerini ‘düşman’ olarak gören bu devletler arasındaki gerilimden doğal olarak ülkelerin aydınları da etkilenmiştir. asya — afrika aydınlarının, birbirlerini bile batı üzerinden tanıdığı ve tanımladığı bir dönemde türkiyeli aydınların asya—afrika dayanışma konferansı veya kısaca ‘doğu konferansı’ projesiyle yola çıkmalarını önemsiyorum, anlamlı buluyorum. birbirimizi neredeyse hiç tanımıyoruz, birtakım kavramlara kimlerin hangi anlamları yüklediğini bile tam bilmiyoruz. elbette amacımız, sadece bir direniş ağını örmek veya şu ya da bu saldırganlığa ortak tepki vermek değil. bir medeniyet projesinin peşinde isek; insanı, bölgeyi, dünyayı hatta tarihi yeniden sorgulayacak isek, yolumuzun uzun olduğunu ve büyük sabır gerektirdiğini unutmamamız gerekiyor. suriye gezisinin verimliliğini de bu aşamada ölçmek mümkün değil. doğu konferansı heyetinin ziyareti dolayısıyla suriye medyasının yaptığı yayınlar da, bu ziyaretin hepimiz açısından yararlı bir başlangıç olduğunu göstermektedir.
    * mazlum—der genel başkanı

    nuray mert: ‘dil’ çok önemli

    bu henüz bir başlangıç, bir ilk adım ve buna rağmen pek çok kazanımı oldu daha şimdiden. bu insanlarla yüzyüze gelmiş olmamız, zenginliklerine yakınlaşmamız ve hatta artık tatil planı yapan arkadaşlarımıza ‘şam’a gidin, halep’e gidin’ gibi tavsiyeler yapma noktasına gelmiş olmamız bile çok önemli. bu türden yakınlaşmalar türkiye’nin artılarını görmemizi sağladığı gibi doğuya nasıl da sırtımızı dönmüş olduğumuzu, onun hakkında hiçbir şey bilmediğimizi yüzümüze vuran çok yönlü bir deneyime dönüşüyor. bölgenin ortak dilinin tartışmasız bir şekilde ‘arapça’ olduğunu ve doğuya koyduğumuz mesafe nedeniyle bu konuda çok eksik kaldığımızı farkediyoruz şimdi. bir süredir yöresel diller önem kazanıyor ama ortak bir dile ihtiyaç var. vakıa ingilizce’nin ortak dil olması. ama dünyadaki belli kültürel havzaların o kültürü kodlayan dil üzerinden iletişim kurmalarının da önemli olduğunu düşünüyorum. elbette türkçe de farsça gibi bölgenin üç önemli dilinden biri, ama arapça’nın bölge için önemi daha büyük, hem islam dininin orijinal dili olması açısından hem bölgedeki kültürün arapça üzerinden gelişmiş olması bakımından. bu nedenle bu coğrafya ile ilgili sağlıklı girişimlerin ‘dil’ faktörü ıskalanmadan yapılması gerekiyor.

    mustafa karaalioğlu*: doğu’yu anlamak için açik ruh ameliyati

    herkesin aklından geçen, zihninde şekillenen bir ideal hayata geçiyor. doğu aydınlarına onyıllardır ilk defa, temsil ettikleri halkların gözlerindeki parlaklığı, ruhlarındaki heyecanı ortak bir hedefe taşımak için bir zemin oluşturma fırsatı ortaya çıkıyor. “ortak zemin”de zaten adım atabilmek gerekli çünkü, kimsenin ya da hiçbir aydın grubunun tek başına yapabileceği fazla birşey yok. bölgenin entelektüel sermayesi bir mecrada buluştuğunda ortaya, hem moral veren hem de herkesin heyecanla seyredeceği bir manzara çıkacaktır. bu proje aynı zamanda doğunun heyecanını ve enerjisini ortaya çıkarmaya yarayacak bir açık ruh ameliyatıdır. şimdi yapılması gereken, hastalıkla cesur bir şekilde yüzleşmek ve eller titremeden bu hassas ameliyatı gerçekleştirebilmektir.
    * yeni şafak gazetesi yazarı

    mehmet bekaroğlu*: milliyetçi reflekslerden kimseye fayda yok

    biz emperyalizme karşı örgüt ya da direniş cephesi kuruyor değiliz, bizimki kültürel ve düşünsel cephe. yıllardır, araplar bizi arkadan vurdu dedik durduk, ne şam’ın şekeri ne arab’ın yüzü gibi son derece üsttenci çirkin laflar ürettik. onlar da osmanlı emperyalizminden bahsettiler. bunlar yıllarımızı aldı. yakın tarihlerde suriye ile pkk gerilimi, iran ile rejim sıkıntıları yaşandı. bugünden yarına herşeyin birden değişmesi mümkün değil ama kaybettiğimiz zamanı yakalamalıyız. bizim de onların da abarttığı bir şey var: milliyetçilik. milliyet unsurunu diğerlerine karşı üstünlük vesilesi saymak kendine güvensizliğin bir tezahürü. bu milliyetçilik tezahürüne rağmen insanlar gördü ki ben burada mutlu olmak, refaha ermek istiyorsam bu suriye’nin, iran’ın mutluluğu ile mümkün. şunu kimse unutmamalı; avrupa bugün tek devlete, siyasi ve kültürel birliğe böyle böyle varmıştır. biz neden kendi entegrasyonumuzu kurmayalım?
    nihal bengisu karaca
  • tüsaid'ın inisiyatifleri sayılmazsa, ki pekâlâ sayılmayabilir, türkiye'deki ilk "civil diplomacy", "second hand diplomacy" örneği çatı organizasyon.

    sırasıyla suriye, iran, lüban, mısır, tekrar suriye, ermenistan gezilerini gerçekleştirmiş, kâh rejim yanlıları kâh rejim muhalifleri ile görüşülmüştür. medya, üniversite, sivil toplum, edebiyat, sinema dünyasının bu ülkelerdeki önemli ve değerli isimleriyle "kendi geleceğimizi kendimiz kurabilir miyiz ?" sorusu etrafında mülahazalar edilmiştir.

    nihat genç'in ateşi kimi zaman kibrit suyu kıvamında olmuştur.

    ancak ömer laçiner'den yıldız ramazanoğlu'na, aydın çubukçu'dan mehmet bekaroğlu'na, nuray mert'ten ferhat kentel'e güzel insanların (ve kral geyikçiler:) buluştuğu tefekkür ve barış potası.
  • yarın bir sekretaryaya kavuşacak ilk ciddi sivil diplomasi girişimi.

    abd'siz ve diktatörsüz bir ortadoğu özlemi.

    hakan albayrak'ın "neden chavez ortadoğulu değil?" sorusunu sorduğu girişim.
  • lübnan ve filistin halkına olan desteklerini göstermek üzere 25 temmuz salı günü şam a giderek bir basın açıklaması yapacak organizasyon
  • dünyanın onuru için biraraya gelmiş ,haysiyet ve duruş sahibi aydınlık yüzlü insanların girişimi...bugün şam"da coşkun bir kitle tarafından karşılanmış ve basın açıklaması yapmıştır.ülkelerinden çok ortadoğu halkları tarafından tanınmaktadırlar.

    nuray mert, medya açısından duyarsızlığı kösesinde şöyle tarif etmiştir.

    "lübnan'da olanlara karşı tepki vermek adına çıktığımız yolda bize eşlik edecek medya mensubu bulamıyoruz. birkaç iyi adam/kadın dışında herkes vebalı gibi uzak duruyor. 'miting yapmıyoruz, gelin en azından lübnan'dan suriye'ye kaçanlarla konuşun' dediklerimiz, bize geri dönemeyecek kadar meşgul veya tatile çıkmış. promosyon gezilerine yazılmak için sırada bekleyenler, marka gezileri için işlerini iptal edenler sırra kadem basmış. insanlık küçük çıkarlarıyla meşgul, ölüm kalımla uğraşacak zamanları yok. insanlık tatile çıkmış, yaz tatillerini kimse bombalayamaz. işte, durum bu, vicdan sahiplerinin takdirine sunmak istiyorum."
  • önce şunu söyleyelim. türkiye menşeili olup uluslarası bir hüviyet kazanmakta olan, fakat bunun geçerliği ne kadar kesin olacak, bu muğlak olan bir girişimdir. bahsi geçen şahısların pek çoğu bu girişimi terk etmiştir (mahçupyan, nihat genç falan). mühim değil. adı hiç anılmayan bir başka ismi ben şimdi zikredeyim:
    (bkz: cem somel)

    geçen sene, yani 2005 kasım ayında ilk uluslararası toplantısını düzenleyen doğu konferansı, bir sonraki konferansını muhtemelen mısır'da düzenleyecek (mısır'lı katılımcılar vazcaymazlarsa).

    bir de şunu ekleyelim: 2007 nisan ayında, ilk yayınları olacak olan aylık düşün dergisi "doğudan" ilk baskısını yapmış olacak. heyecanla beklemekteyiz (en azından ben, bizzat şahsen kendim evet).
  • şimdiden

    (bkz: doğu'dan)
hesabın var mı? giriş yap