• yıl sonu, öğrencilerle film seyrettiğimiz bir gün; “öğretmenim keşke mısırımız da olsaydı.” dediler. hemen bir velimi aradım ve dedim ki “d. hanım, böyle böyle, çocukların canı mısır istedi, aklıma siz geldiniz, yardımcı olabilir misiniz?” “hemen hocam.” dedi. tüm sınıfa yetip artacak kadar mısırı patlatıp, çocuklar rahat yesin diye ayrı ayrı küçük poşetlere pay edip gönderdi sınıfa. güler yüzü, zarafeti, saygı ve nezaketine gıpta ederdim hep.

    üç kız annesi, 33 yaşında, çok sevdiğim bu velimin trafik kazasında vefat ettiğini öğrendim bugün.

    ölümün karşısında konuşmak ne zor… ölüm, sevilenle birlikte insanın dilini de alıp götürüyor sanki. neyse ki inanç var, “bir ağacın gövdesine sarılıyorum”* dedirten bir inanç.

    dua da sözün bittiği yerde açmaya yeltendiğimiz bir kapı işte. ama bazen kapıyı açacak sessiz sözleri bulmak hiç de kolay olmuyor. o zaman da diyorum ki:

    ağlamak da duâdır. sarılacağımız ağaçları yeşerten duâ…
  • 5 yaşındayım. annem dua etmenin ne güzel bir şey olduğunu anlatıyor, dua etmeyi öğretiyor. hoşuma gidiyor bu, olmasını diliyorsun ve çok istersen oluyor.

    o akşam televizyonda bir yabancı film var, şato gibi eski bir evde geçiyor. siyah bir zırh görüyorum, hani şu filmlerde şövalyelerin giydiğinden, ama mat siyah. filmde evin bir köşesinde duruyor. çok beğeniyorum onu. film bitip yatağıma yattığımda dualar ediyorum, allah'ım benim de öyle bir zırhım olsa... nasıl olsa istediğimi dileme özgürlüğüm var, böyle bir hakka sahibim, o mat siyah, görkemli zırhı diliyorum allah'tan. ne olur, ne olur allah'ım...

    unutup gidiyorum, bir zırhım da olmuyor. zaten ne yapacağım ki, kullanışlı değil...

    yıllar yılları kovalıyor.

    askerdeyim. sakin bir şehirde jandarma birliğinde yazıcı olarak masa başında memur hayatı yaşıyorum. bir gün yakındaki üniversitede yaşanabilecek olaylara karşı tedbiren robokop takviyesi isteniyor. karakol komutanı başçavuş, birkaç başka yazıcı ile birlikte uzun boyluyum diye beni de robokop giysisi giymeye yolluyor. heyecanlıyım, zira masa başında çalışmaktan sıkılmışım. çıkıp hava alacağım, zaten muhtemelen olay falan da olmayacak. depodan dağıtılan malzemeleri alırken daha da heyecanlanıyorum çünkü taa 5 yaşında ettiğim duam aklıma geliyor. siyah bir zırhım olacak...

    muhsin bey filminde sahneye çıkmaya hazırlanan ali nazik gibi yavaş yavaş giyinip zırh parçalarını tek tek vücuduma geçirirken 5 yaşıma gidiyorum... tv'deki o güzel, alımlı, görkemli zırh, başımı yastığa koyuşum, dua edişim...

    robokop askerler olarak sıraya geçiyoruz. başım havada, adeta bir yunan heykeliyim. üniversite, olay molay umrumda değil. duam gerçekleşmiş, tek düşündüğüm bu. gülümsüyorum, yanımdaki arkadaşıma diyorum, "bir zamanlar böyle bir zırha sahip olmayı öyle çok istemiştim ki. sonunda duam kabul oldu".

    bölük komutanı geliyor, hepimizi süzüyor. biz yazıcıları fark ediyor, karakol komutanı başçavuşa sesleniyor, "oğlum yazıcıları niye koydunuz lan, olaydan müdahaleden ne anlar bunlar! siz çıkın yukarı!"

    yanımdaki yazıcı arkadaş bana dönüp sırıtıyor, gidip kös kös zırhın bağlarını çözüp teslim ediyorum. olsun, on beş dakikalığına da olsa zırhım oldu işte. daha fazlasını ne yapacağım zaten?

    bununla belki çelişkili olabilir; yaratıcı kudretin iradesinden, gerçekleşme ihtimalinden bağımsız olarak duanın motivasyon etkisine çok inanıyorum. dilemek umut etmektir, umut etmek hayata bağlanmak. dilediklerimiz gökten inmez ama onları gerçekleştirmemiz için bizi motive eder ve umutlarımızı diri tutar. dua ederken içinizde en azından kimi şeyleri gerçekleştirme gücünü taşıdığınızı hissedersiniz. bunun için gayret gösterip erişmeye çalışmak size kalmış.
  • kulun allah’a derdini anlatması değil, derdinin dermanının ancak allah olduğunu bilmesi halidir.
  • proaktif bildirim: tesadüf diye bir şeyin varlığına inanan aşağıdaki satırları okumakla zaman kaybetmesin.

    dünya hayatı gerçekten bir rüyadan, bir oyundan ibaret. ilişkiler, duygular, insanlar, benliğimiz her şey çok kaypak. her şey geçici; güzel anlar, sonsuza kadar sürecekmiş gibi gelen ızdırap dolu dakikalar...

    o kendine çok güvenen kibir abidelerinden biriyle çalışma fırsatı buldunuz mu? benim bir şeye ihtiyacım yok diyen, kendim yaptım, kendim yaparım diyenlerden bahsediyorum. en ufak bir terslikte nasıl paçaları tutuşuyor, nasıl çaresizleşiyorlar, gördünüz mü? peki sizin genel müdürünüzün üst düzey bir yetkili karşısında nasıl süklüm püklüm durduğunu gördünüz mü? been there, seen that.

    istediğin kadar tanrı kompleksine gir, insan acizdir kardeşim. etrafta o kadar çok parametre var ki hayatımızı etkileyen. kötü giden şey birden hayra, iyiye dönüşebiliyor. elde ettiğimize sevindiğimiz şeyler de bazen felaketimiz olabiliyor.

    ben mesela ne zaman şeytana uyup böbürlensem ya da kibirlensem, "ben" yanılgısına kapılsam hemen akabinde bir başarısızlık, fenalık gelir başıma. çünkü ben yoktur, "o" vardır. bunu da bir uyarı olarak algılarım.

    belirli bir dönemden geçtim, belirli bir mana arayışı sonunda dua etmenin gücünü anladım. içten yapılan dualardan bahsediyorum.

    sanıyormusunuz ki siz, siz istiyorsunuz diye yaşıyorsunuz. yatmadan önce ballı süt içtiniz diye mi rahat nefes alabiliyorsunuz. allah yaşatandır. güç ve kuvvet ancak allah'tandır - lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh.

    hasbunallâhu ve ni'mel vekîl- allah bana yeter, o ne güzel vekildir.

    ...allah senin bunalan göğsünü açar. üzerinden yükünü alır. her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. evet, her zorlukla beraber bir kolaylık vardır... (bkz: inşirah suresi)

    son olarak kesinlikle ve kesinlikle insanlar karşısında eğilip bükülmeyin. o kişi patronunuz olabilir başkası olabilir. tabii burada saygıda kusur edin demiyorum. rızkı veren allah'tır. sadece o'ndan isteyin ve o'na güvenin. hamd şüphesiz o'nadır.

    istediğiniz şeyler, çabaladığınız, duanızı eksik etmediğiniz halde belki olmuyordur; takılmayın. önünüzde göremediğiniz daha güzel bir kapıyı açabilmeniz için kapanmıştır belki o kapı. belki de o şeyin olması sizin için hayırlı değildir. kimse de bilmez, o'nun dışında. bu yüzden dara düştüğünüzde ferahlığı ve huzuru sadece o'ndan isteyin.

    son olarak sabırlı olun, dirençli olun ve korkmayın. sadece allah'a güvenin.
  • şu hayatta hayatımı alt üst eden ve enkazını hala temizleyemediğim en büyük musibetlerin çoğu dualarımda kendi nefsimin istediklerini ısrarla istediğim için geldi. trajikomik bir durum. o yüzden herkese tavsiyemdir ki allah’tan bir şey isterken ne istediğinize dikkat edin. dua etmenin de bir adabı ve yolu, yordamı vardır. her konuda olduğu gibi bu konuda da en büyük rehberimiz peygamber efendimiz’dir (sallalahu aleyhi ve sellem). onun dualarına baktığımızda kısa ve öz olduğunu ve onu allah’a yaklaştıracak şeyler istediğini görürüz, dünyevi menfaatler değil.

    allah’tan dünyevi şeyler de istenebilir elbet ama onları isterken de spesifik olarak “şöyle olsun, böyle olsun” demek yerine “dünyam ve ahiretim adına en hayırlı olacak şekilde olsun” demek çok daha iyi çünkü biz, kendimiz için neyin hayırlı olduğunu, neyin olmadığını bilemiyoruz. tabi bazı şeylerin senin için hayırlı olacağından neredeyse emin olabilirsin ama çoğu dünyevi mevzuda hayır ve şer çok görünür değildir. örneğin bir iş görüşmesine gireceksen “allah’ım bu iş kesin olsun” demek yerine “hayırlısı olsun” demek daha güzeldir.

    bir de günümüzde “şöyle şöyle olsun ve hayırlı olsun” diye bir şark kurnazlığı türedi. sonuna da hayırlı olsun ekliyoruz ki hem istediklerimiz olsun, hem de hayırsız bir şeyse de hayırlıya dönüşsün. örneğin, "allah’ım şu başvurduğum iş kesin olsun ve hayırlı da olsun". bunu ben de önceden yapıyorsun ama sonradan fark ettim ki böyle bir dua tarzı ne hazreti peygamber’in (s.a.v) ne de herhangi bir sahabenin veya islam aliminin dualarında var. dua etmek, allah ile olan en özel iletişimimizdir. onla olan ilişkimize anayasada boşluk bulup ondan faydalanan avukat misali yaklaşmamak gerek. böyle bir dua tarzı bana göre iki açıdan tehlikelidir. birincisi, burada kendi istek ve arzularını allah’ın senin için dilediklerinin önüne geçiriyor ve adeta “benim istediğim şekilde olsun” diye diretiyorsun. bu ise tevekkül anlayışına ters ve sanki “ben kendim için güzel olanını daha iyi biliyorum” alt metnine sahip. ikincisi, bu tarz bir dua kabul olmadığında kişinin allah’a karşı negatif hisler besleme ihtimali daha da artıyor çünkü o dünyevi şeyi o kadar istemiş ki “hayırlı da olsun” diye eklemesine ‘rağmen’ olmadığında büyük hayalkırıklığına uğrayıp suçlayacak birileri arıyor. “oysa sadece öyle olsun diye dua etmemiştim ki; öyle olsun ve de hayırlı olsun diye dua etmiştim. neden kabul olmadı bilmiyorum”diye hayıflanıp haşa suçu allah’a atıyor. oysa suçlu kendisidir. allah kimsenin duasını kabul etmek zorunda değildir. allah her duaya “icabet” eder çünkü allah, mucib’tir, 99 isminden biri de budur. ama allah icabet ettiği duayı tam kişinin ettiği şekilde kabul etmeyebilir. onun için daha hayırlı olacak şekilde kabul edebilir, eğer hayırsız olacaksa hiç etmeyebilir veya duayı ahirete bırakarak orada çeşitli ödüller verme şeklinde edebilir. allah, her işi hikmetle yapan hakîm’dir.

    özetlemek gerekirse, benim nasihatim, insanlar kesinlikle nasıl dua ettiğine dikkat etsin. dünyevi konularda bir şey isterken allah’ın hikmetine, lütfuna ve keremine güvenerek, “hayırlısı olsun” şeklinde istesin, ille kendi isteğini direterek değil. sonra o direttiği dua kabul olur ama dilediği şey hayırlı bir şey değildir de ileride başını taşlara vurur. en iyisi peygamberlerin, sahabelerin ve alimlerin ettiği duaları etmektir. hem dünyada hem ahirette bize mutluluk verir.
  • kabul olur olmaz bilmem. inşallah cümlemizin duaları kabul olur.
    lâkin duanın kabul olması mı dua etmek mi daha güzel derseniz herhalde dua etmek derim!

    dua, inanan kimselere verilmiş en güzel hediyedir. hediyeyi açmaktan korkmayın.

    " sabır ve namazla allah'tan yardım dileyin. şüphesiz namaz, allah'a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir. "
  • az önce okudum bir tane. güzel bir duaydi. sizlerle paylaşmak istedim. ateyistler sizler de amin diyinn.

    ve o dua;

    “allah'ım! seni sevmeyi, seni sevenleri sevmeyi ve senin sevgine ulaştıracak amelleri sevmeyi dilerim.”
  • ey her belâyı kaldıran, her duâyı kabul eden, kırık kalpleri saran, iyileştiren, her güçlüğü kolaylaştıran, her garibin sahibi ve yalnızların teselli edicisi, ey kendisinden başka ilâh olmayan! beni içinde bulunduğum sıkıntıdan kurtarmanı, onun için bana bir çıkış yolu nasip etmeni, muhabbetini kalbime koymanı, böylece benim için senden başka bir düşünce ve zikir olmamasını, her türlü musibetten muhafaza buyurmanı, bana merhametinle muamele etmeni isterim. ey merhametlilerin en merhametlisi olan allahım!
  • ruhumu temizliyor benim dua etmek. öyle çok ihmal ediyorum ki onu günlük hayatın koşturmacasında, bu son yaşananların hengamesinde.

    eski kızılderili deyişindeki gibi, geride kalan ruhumu oturup beklediğim, geldiğinde onu cilalayıp parlatıp, tekrar kendime gelmeme, iyi hissetmeme vesile olan anlar hep dua ettiğim zamanlar.

    kimi zaman türkçe, kimi zaman arapça, kimi zaman hiçbir şey söylemeden, sadece kalbimden, içimden, sessizce, dilsizce...

    ve bu gece, aklımdan geçenlerin hangi biri için dua edeceğimi bilmeden oturmuş düşünürken farkediyorum ki, inanarak, isteyerek ettiğim tüm dualarım kabul olmuş benim. hepsi! hep-si! çok istemişim ve olmuş. ve fakat ben, sadece istemişim, sonuçlarının ne olabileceğini hiç düşünmeden, "olsun da nasil olursa olsun" demişim... o yüzden artık biliyorum ki sadece hayırlısı için dua etmek gerek yaradana.

    özenle temizleyip, sakladığım ruhumun daha büyük yaralar almaması, şükrün tadıyla beslenip, tevekkülün güveniyle coşması için, kendim için artık sadece hayırlı evlat,hayırlı eş, hayırlı insan olabilmek için dua ediyorum bu gece. ve hayırlı şifa ve hayırlı ömür için dolduruyorum yüreğimi annem ve bütün sevdiklerim için.

    dua ediyorum bu gece, ruhuma temizleyip, can veriyorum kendime tekrar. her şeye yine gülerek bakabilmek için...
  • aliya izzetbegovic büyük boşnak önder, bilge adam, şöyle bir anısını anlatır; yugoslavya ic savaşında herkes büyük abisinden aldigi silahlarla birbirine saldırırken (sırplar ruslardan, hırvatlar almanlardan) ve boşnakların buyuk abisinin (biz) eli kolu uzayamayıp yardım edemedigi zamanlarda cephede durumun kötü oldugu an genc boşnak bir cocukla aralarında bir diyalog yaşanır. düşman tarafından çevrilmişlerdir. her iki tarafın da beklemekte oldugu bir an genc boşnak cocuk tedirgin şekilde aliya'ya sorar "ne yapalım şimdi". aliya da "dua edelim" der. çocuk o zamanlardaki bir cok bosnak gibi bu konulari cok bilmemektir ve sorar "dua etmek nedir". aliya "kendi dilinde tanrı ile konusmaktır" der.
    cocuk da goge bakar ve ... "merhaba" der.

    bu olay bence dua etmenin esaslarını özetliyor. müşkül durumdayken, samimi ve kısa.
    şatafatlı kandil dualarının kabul görmesine şüpheyle bakışım hep bundandır.
hesabın var mı? giriş yap