• ölümün taşeronlarının günü. bugün.
    günler geçiyor, ölmek madencinin kaderi diyenler, madenciler güzel öldüler diyenler hala koltuklarında oturuyorlar..

    yerin 500 m altında alın teriyle evine ekmek götürmek için didinen emekçilere, madencilere selam olsun,
    unutmak insana mahsus ama unutmamak için, unutturmamak için; duydun mu?
    http://www.youtube.com/watch?v=_vqm2vdjfgo
  • her yıl tüm dünyada 4 aralık tarihinde kutlanan gün.
    4 aralık tarihi, madenciliğin piri olarak kabul edilen santa barbara'ya adanmış olup, roma imparatorluğu zamanında babasının gazabından kaçarak, madencilerin çalışmakta olduğu bir mağaraya sığınan ve bu madenciler tarafından azize kabul edilen santa barbara'nın aynı zamanda izmit'te yaşamış olması ve efsanenin geçtiği mekânların anadolu olmasının da ayrı bir önemi vardır.
    madencilerin koruyucu azizesi olarak kabul edilen santa barbara'nın 4 aralık tarihinde bu mağaraya yerleşmesi ve mağarada çalışmakta olan madencileri koruyor olması, önce anadolu'da daha sonrada avrupa ve tüm dünyada "dünya madenciler günü" olarak anılmaktadır.

    *
  • konyalı akınsoft'un ısrarla "dünya bilişimciler günü" diye dayattığı, 4 aralık günüdür.
  • çok zor şartlar altında çalışan maden emekçilerinin günü kutlu olsun.
  • tüm dünyada önemli ama memleketimde daha da önemsenmesi gerektiğini düşündüğüm emekçi insanların, madencilerin günü.

    neden? bir ülkenin kaderini değiştirecek insanlardır madenciler. hayat hikayeleri fedakarlıklar üzerinedir gerçekten. ışığı saatlerce görememek, aldıkları nefesle birlikte toz yutmak, simsiyah gülen yüzleri süsleyen bembeyaz dişler... madencinin ruhundadır isyan duygusu. savaşını doğaya karşı verir ve onun hediyesini, ona zarar vermeden almaktır tüm çabası.

    işte bu isyan duygusu ile 80 ihtilanin ölü toprağını, o günlerin daha da korkutucu şartlarına rağmen büyük bir direnişe çevirmiş ve kar, tipi, soğuk dinlemeksizin zonguldak'tan ankara'ya yapılan yürüyüşle memleketimin insanının üzerinden kaldırmıştır. madenci, ülkenin o günkü kara günlerde uyuyan halka uyan diyebilmiştir. bu meslekte doğal zorluklara karşı verilen mücadele, halkın ve ülkenin kaderinin değişmesi gerektiğnde tekrar madenciden bekleniyorsa, toz yutan, emeğini alın teriyle kazanan bu babayiğitlerin gününü daha fazla önemseyerek kutlamamız gerekmektedir. bu insanları yanlızca 5'er 10'ar göçükte bıraktığımızda anarsak, onlarda güçlü direnişlerinden bizi mahrum bırakır. madenci bunun sembolüdür ve hiç bir zaman unutulmamalıdır.
  • (bkz: yusuf yerkel) geldi aklıma nedense...
  • dünya madenlerinde (uzayda yakalarsam affetmem) çalışan işçilerin hiç bir şekilde faydasını görmediği, sevgililer günü gibi hediye alıp vermedikleri bana göre gayet anlamsız gündür.

    ben şahsen bizzat kendim olaraktan bir faydasını görmedim. göreni de görmedim.

    dünya madenciler gününüz kutlu olsun. he.
  • bugündür, tüm maden emekçilerinin bu özel günü kutlu olsun
  • (bkz: 4 aralık 2020 dünya madenciler günü)

    sene bin dohuz yüz çift sıffır, o zamanlar a ile b’yi eleyip c ile d’nin arasında senelerce kalmış birisi olarak bildiğin matematiğe bilmem kaçıncı kere calculus diyorum. the fundamental theorem of calculus mevzu bahis ders için nasıl bir beybiyse eğer ben de öyle bir beybiyim kendi çapımda.

    bir ayın en güzel günü yedinci olanı. bütün zaman akışı her ayın bu güzide gününe göre şekilleniyor. dünyanın neyin etrafında ne kadar döndüğü falan zerre umurumuzda değil ben ve benim gibi olan güruh olarak. gece oluyo sonra gündüz oluyo da; la isyan la isyan, gardaşım bi ayın yedisi olsun, zıraat’e ama zıraat’e para düşsün ve biz de yiyelim la ama de mi? sonuç olarak ekonomiyle gelen ay ekonomiye gidiyor la.

    bazı şeylerin zıraat’le de alakası yok tabi. o çim senin, bu bank benim yayılıyorum. o bölüm senin, şu bölümün çatısı benim sabahlıyorum. o şişe bitti, bu şişe gelebilirse gelsin takılıyorum. 201, 202’lerle falan uğraşmam gerekirken hala 101, 102’lerde dolanıyorum ama keyfim on numara, keyfim gıcır, keyfim yerinde. bu arada belirtmeden geçemeyecem, sana tapamam ama sana aşırı saygım var devrim!

    ankara sikko ama kampüs cennet. bölüm sıkıntı ama ortam güzel. zaten maden’e bilerek gelen bir iki kendini epey bilen dışında ne yaptığın bilen yok. milletin alayı ha bu okul olsun da sonrasına bakarız kafasında gelmiş. daha teknik derslere de “hi, my name is maden. fine thanks and you?” kıvamında girildiğinden aralarda kantinde falan, başta ben olmak üzere, bebelerin çoğunda “napıyom lan ben burada, bunlar ne amına koyim? underground yeraltı demek de mi la, oha olm yeraltında mı çalışcaz” duruşu var. hepimiz hayretler içinde izliyoruz derslerde olan biteni. bi ders ben farkına varıyorum gittiğim yolun, bi sonrası diğeri. her ders “olm gobel dedim kendi kendime, yolu yok çekeceksin. isyan etmenin faydası yok. kaderin böyle. yol belli. ey başını usul usul yürü şimdi…” şeklinde bi aydınlanma geliyo sanki.

    ha işte bu şekil aydınlana aydınlana zaman geçerkene, biz benliğimizi çimlere, kampüsü de kanımıza katarkene, bölümümdeki değerli bebelerimin hepsinin harıl harıl uğraşını görmeme istinaden, bir aydınlanma daha yaşadım. zbam! o yaz staj yapmak zorundaymışım. yoksa okul uzayacakmış. sanki sonrasında uzamadı amına koyim de neyse konumuz bu değil.

    hiç doğru dürüst oturamadığım için yine eğri oturup, inceden konuya girem ben, girem ben, kurban olam, ölem ben o zaman.

    o yaza da minnak sülalem ortaklaşa güzelçamlı’da bi yazlık kiralamış. böyle yazlık falan kiralamak bizim gördüğümüz, bildiğimiz şeyler değil. bu imkan bize işte o yaşa kadar yaşadığım sürede bi iki kere falan gelir. kaçırılır mı lan, olm yazlığın sitesinde havuz da varmış. hiç es geçilir mi? sikseler geçilmez. e ama staj da var. madene gidip 20 iş günü geçirmen lazım. e vay fuck! maden dediğin de hani böyle şehrin kucağında değil ki, dağın başında. e ne yapcan?

    ne yaptım? tabi ki ben o kadar yılda gelen bu fırsatı kaçırmadım. gittim, söke ağaçlı kavşağında, yazlığa 30 dakika mesafede, küçük bir yeraltı kömür işletmesinde staj ayarladım. ayarladım ayarlamasına da, salladığım da yok mevzuyu. zaten maden ile ilgili hiçbir şey yapmayacam ki ben mezun olunca. alakam yok! ben yazlığa gidicem, tatil yapıcam. kafam nasıl da pırıl pırıl. umut pırılın ekmeğiymiş her zaman, şimdi anlıyorum.

    ulan zaman geçti 102’ler 201’lerden bazılarından kopamadım, bazılarını yolculadım ve staj zamanı geldi. yazlıktan dolayı sülalede bir bayram havası ki sorma. ben de kafada planı kurdum. gidecem sabah staja, gündüz vardiyasında yapıcam mesaiyi, sonra denize bırakacam götüme kaçan kömür tozunu, yazlığa dönerken de havuza atlar deniz tuzundan kurtulur, sülaleye karışırım. neresinden bakarsan bak tertemiz plan.

    şimdi yeraltı bilmediğim ortam falan ama, bende de hiç geri durma yoktur. hani benim madenle alakam yok kafamda ama bir iş yapılacaksa yaparım. her ne kadar madenle zerre alakam olmasa da, yeraltıysa yeraltı. sonuçta insanlar çalışıyor orada. ekmeğini kazanıyor. her gün evine dönüyor. sıkıntı tinne. korku zero.

    neyse gittim işletmeye, dedim ben geldim ayarlamıştık. dediler eyvallah, dedim eyvallah. başladık staja. üç vardiya amiriyle takılıyorum ben. mesai 8’de başlıyor ama 11 gibi iniyoruz ocağa, 3 gibi çıkıyoruz. plan tıkırında. çıkıyoruz ve tıkırında da bu noktada maden ocağının belirli kesimlerinden de bahsetmek gerek. bahsederken de benim oxford’da işletme okumuş ınstagram filtrem de anlasın diye madencilik terimleri yerine daha anlaşılır olmasını umduğum anlatımlar kullanmak gerek. öyle de olacak. les go.

    bu ocak klasik yöntemle kömür üreten, baya küçük ölçekli bir işletme. ocak üretim galerisi kesitleri, yani diyelim ki üretim alanına giden tüneller en geniş yerde 2 metre yüksekliğe 2 metre genişlik. yani 4 metre kare. yeraltında tahkimat odun direklerle sağlanıyor. odun direk dediğim şey bildiğin ağaç gövdesi. 2 tane sağa ve sola olmak üzere dikilene direk ya da yan direk denir, bi de bunları üstten birleştiren parça vardır o da boyunduruktur. farklı yerlerde farklı isimleri de vardır ama ben yine boyunduruk diyecem. bu galerinin yani tünelin tam ortasından da zincirli konveyör denilen bir tür nakliye ekipmanı vardır. o genellikle çalışır ve kömür taşır ki, üretilen kömür yukarı taşınsın. bu galerilerde yürürken kesinlikle bu konveyörün olduğu yere basmaman lazımdır. çünkü sürekli yürüyen bir ekipman ayağını kapıp götürebilir ve yaralanmana sebep olabilir. -dip not olarak, gerçek manada ilk defa yeraltına giriyorum. tabi bu konseptlerin, isimlerin hepsi o zaman bana yabancı. hiç biri hakkında zerre fikrim yok. zaten ingilizce ders alıyorum, bildiğim 2 terim varsa o da ingilizce, şimdi gelmişim gerçekliğin ortasına. zaten bilinen bir okuldan geldiğim için kimse beni sallamıyo, dalga geçiyolar. fark ediyorum ama çaktırmıyorum, sonuçta yazlığa dönecem. hacı dur lan buraya da girersem bu yazı bitmez, neyse ne, tasvire devam. dip not çıkışı tam burasıdır. devam.- şimdi üretim galerilerinde yükseklik 2 metre, yani 200 santim. boyunduruk 20-30 santim. e ortaya da basmaman lazım, zincirli konveyör var. yanlarda da yukarılardan akan kömürler 45 derecelik açıyla yığılmış. ilerlemek için o kömürlere basman gerek, e gitti mi neredeyse bi 20 santim daha. kaldı mı sana iyi halinden 160 santim yükseklik. benim ebeveynlerimin aktardığı genetikten gelen boyum 186 santim lan! ha bi de kafamda baret var o da bi miktar santim katıyo ve alanımı daraltıyo. yanlardan da kömürler vs. derken 2 kolumu tam açamıyorum. bu bahsettiğim galerilerden ayaklara, yani üretim yapılan yerlere gidene kadar sanki birisi canlı yayına bağlanmış da çevirmeli telefondan oynanan, makus talihine bırakılmış hugo gibiydim. hayır 2’ye bassam eğilecem de, ortam öyle bir ortam ki, çevirmeli telefonda hugo oynamak daha kolay amına koyim. bu dediğim odun tahkimatlar 1 metre arayla konulur genelde. ulan hepsine mi kafanı vurusun? yemin ederim yine kahramanımız hugo’nun altınları topladığı gibi bütün boyunduruklara kafa atıyodum. yeri gelmişken olayın vahametinin bana verdiği yetkiye dayanarak o zamanlar yaşadıklarıma dönüp bakınca, alınmasınlar ama bu konseptte hugo’nun da amına koyim tolga abinin de. cadı sila bekle geliyorum, o kadar diyim. yine de yılmadım tabi. stajyer bey buraya gel, ha gidem. stajyer bey şuraya yörü, ha ben yörüyem. takıldım bi süre. 1 metreye 1 metre, tabuttan küçük, dim dik 45 derece eğimli açıklıklardan tırmandım, kaydım, süründüm…

    öyle böyle de, günün sonunda yukarıda bahsettiğim deniz ve havuzda temizlenme ritüelimi uyguluyodum ve keyfim yine tıkırdı. staj yakında bitecek olm nasılsa, yazlığın da bir haftası kalacak bitince. bundan daha güzel win-win situation mu olur modunda pozitiftim. ben yine böyle artı kutup şekli, götüne duracell ayıcığı kaçmış mode on iken, günlerden o gün üç vardiya şefiyle bu sefer saat 12 civarı, yani yemek saatinde yine aşağıya indim. gözünü sevemediğim üç vardiya şefi dedi ki la stajyer bey, stajyer bey hu huu, gel de bi madenci yemeği ye. he yiyem gadası başına kalaca, he yiyem! lan dedim ne var ki yerim, yemek değil mi? eğer orada ben görmeden kaş göz yapıp beni sikmeye çalışmadılarsa, ki bu yüksek bir ihtimaldir, o gün yanına oturduğum o işçinin yemeği kuru soğan ekmekti amına koyim ya. hala düşündükçe çıldırıyorum. ben ki o güne kadar salata dışında hiç çiğ ve löp kuru soğan dişlememiştim. o gün tabi kendimi kanıtlamak için, gözümden yaş gele gele yedim ama yerin altında saatlerce fiziki emek veren o işçilere sadece kuru soğan ve ekmeği reva gören her türlü işletmenin ben ta …, neyse hepimiz anladık.

    anladık ve yemek saatinin de sonuna geldik. sonuna gelmemizle yukarıdan üç vardiya şefcaazımın aşağıya “stajyer bey hele gel artık yanıma da işimize bakalım” minvalinde seslenmesi bir oldu. yukarıdan dediysem bu işlerin aşağısı da yukarısı da yerin ortalama 300 metre altında tabi. dedim hemen geliyorum üç vardiya bey ve yola koyuldum. koyulduğum yolu anlattım demin. yanımda kömür yığınları, altımda konveyör. oraya dokunma, buraya basma. zaten daracık yer, spiderman’ın sıçar pozisyonundan, batman’nin sopa yemiş kasıntı pozisyonuna oradan gargamel’in kamburuna sonra da dibinde kız kaçıran patlamış bebe şekline geçe geçe, kafamı vura vura yürüyorum derken…

    güüm diye bir ses geldi çok yakından ama ne ses. arkasından da tüm bedenimi sarsan bir güç dalgası. sanki bütün maden üstümüze yıkıldı. yerin 300 metre altında, göt kadar yerde, bir sürü dikkat etmen gereken şey var iken, bir de portakalda vitamin haline geri dönmek isteyeceğin boyutta büyük bir patlama duymak! işte bunu tarif edemiyorum. o an zaman durdu. cidden durdu. saniyeler matrix neo’nun kaçtığı kurşunlar gibi yavaş yavaş geçti. öyle bir korktum ki, bütün hislerim gitti. sıcak, soğuk, ses, koku, hareket hiçbir şey algılayamadım bir süre. öldüm dedim, öldüm. öldüğüme inanmama rağmen o kadar sap sadeydim ki, hiçbir hissim, duygum bile yoktu. anlık olarak hepsini ve hiçbir şeyi hissettim ve hiç üzülmedim. dondum kaldım bir süre. sonra yavaş yavaş bir sürü yıkılma sesi duydum. ayağıma büyük bir şey çarptı. orada ayıldım ve gözlerimi açmayı akıl ettim. gözlerimi açtım ve bir baktım, her yer dumanlı dumanlı bembeyaz. aynı filmlerdeki gibi. öldüm lan ben dedim, cennete mi geliyorum? sonra barut kokusunu aldım. altımdaki konveyörde takla atan kömürlerin çıkardığı sesi duydum. dedim ki olm, demin de burdaydın. anladım ki hala yaşıyorum. sikerler madenini de stajını da, o üç vardiya şefi’nin de ta amına koyim. bastım çıktım yukarı, yeryüzüne.

    2 saat sonra geldi üç vardiya yavşağı. sırıtıyo piç gibi. dedi ya nooldu stajyer bey? cevap olarak söylediklerimi burada yazarsam okuyan çoğunuz benimle ilişkisini keser, o yüzden dedim bir şeyler işte. ya dedi bi şaka yaptık sen de amma abarttın. ulan şu anda buraya yazamadığım küfürlerin muhatabı, böyle şaka mı olur? öldüm sandım lan ben, cidden öldüm sandım lan öldüm, öldüm. gözlerimi açtığımda her yer beyazdı, bu ne şakası. yok dedi stajyer bey, sen bilmiyon, toysun diye seni çağırdık ama patar* attırdık yer altını yaşa diye şeklinde sırıttı. adama dalmamak için kendimi zor tuttum ama dalmadım. yakarsan yak lan stajı, seni de ocağını da severim(!?) dedim ve o günden sonra da bir daha o ocağa gitmedim.

    zaman geçti, şimdi maden oldum. bu işle alakalı bir işten para kazanıyorum. bu olay bende bir travma yarattı ama korkumun üstüne gittim ve çabuk geçti. ancak, ben orada yaşadığımı, oradaki emekçileri, o madenci yemeklerini hiç unutmuyorum. hiçbir zaman da unutmayacağım!

    bir avuç kömür için bir ömür verenlere!

    emeğinizin gerçek değerinin bilindiği günlere uyanmak dileğiyle.

    tüm maden emekçilerinin dünya madenciler günü kutlu olsun!

    bu da böyle bir anımdır.

    yallah tazyik!

    *patar, yeraltında yapılan patlama sonucunda konveyörle taşınmayacak kadar büyük kalan parçaların daha az miktarda patlayıcıyla tekrar patlatılması, parçalanması.
hesabın var mı? giriş yap