• öykülerinden bildiğimiz behçet çelik'in romanı. "halet-i ruhiye romanı" demişler, zaten hikayeleri de öyledir, heyecanla bekliyoruz.
    kanat kitap'tan çıkmış. kapak resmini hakan gürsoytrak yapmış,gün ortasında arzu da olduğu gibi. yine güzel olmuş

    http://dunyaninugultusu.blogspot.com/
  • en çok depresyondayken duyulur ve rahatsız olunur sanırım.

    herkes için söylenenleri sen duyarsın. ayşeye her seslenilişinde sen kafanı çevirirsin. ahmet her haksız öfkesini sana kusar. tüm mahalle çayını karıştırır kafanın içinde. tüm nehirler senin içinde akar. gök gürler, yağmur yağar. bir yerde güneş açar. kavruk yaz güneşinde bir uyuz sinek vızıldar. biri suya dalar. şıpırtısı senin kulağına konar. suyun içinde, suyun dışında sen varsın, sen yoksun.

    duymamak için sürekli uyunur. ama uykuda da rahat bırakmaz bu uğultu. ya derin bir sessizlik olur rüyalarda uğultulu görüntüler eşliğinde ya da beyni kemiren, susturmaya güç yetmeyen olağan sesler toplamı.
  • ne sevindirici ki edebiyatın şov dünyasına döndüğü şu ortamda, sayıları az da olsa behçet çelik gibi kalemiyle kaza kaza var olan gerçek yazarlar var. dünyanın uğultusu öykülerini sevdiğim bir yazarın ilk romanı, bir edebiyat kitabı.
  • okuyunca çok tanıdık gelen haller yaşatan türden bir roman.

    hani gün içinde dışarılardan sürekli sesler gelir, yoldan geçen arabaların motor sesleri, komşudaki televizyonun uzaktan gelen sesi, seyyar satıcılar, anonslar vs. öyle doğal gelir ki farketmezsiniz. sonra gece sessiz bir ara, evdeki buzdolabının, gün içinde hiç farkına varmadığınız hafiften boğuk sesini gürültü gibi algılarsınız. kulaklarınızda uğuldar, boğuverir sizi o ses. o halleri yaşatan bi kitap bu. durup dururken alakasız şeyleri aklınıza getirmesi gibi bir yan etkisi var. anlatılanlarla hiç alakası yokken anaokulunda bir öğleden sonra, sınıftaki havayı getirdi aklıma mesela, ki bu en az 35 senelik hikayedir. içinizde varlığını bilmediğiniz düğmelere basıyor, tuhaf kıpırtılar yaşatıyor. boğazınızdaki düğümlerden içinizdeki parkeler kabarıyor, yüreğiniz kabarıyor, ama bişey de olmuyor aslında hikayede. okudukça kendi içinizde gömülü hevesler, yaşanamamışlar, yaşanmışlar aktifleşiyor sanki. birbirinden farklı karakterlerin her birini tanıdık ve yakın buluyorsunuz, hangi birine daha yakın olduğunuzu kestiremeyebiliyorsunuz. hepsi bir o kadar da uzak ve eleştirilebilir geliyor. velhasıl, ilginç bi adam bu behçet çelik. insanın içindeki tozları kaldırıp bahar temizliği yapmak isterse değerlendirebileceği bir ortam hazırlıyor bir anlamda.

    anlatılan uğultu çok tanıdık. insan olmanın uğultusu sanırım.
  • temposunu başından sonuna dek sürdürerek çatısını gündelik hayatın durağanlığı ve monotonluğu üzerine kurmuş, kimi yerlerde bir tespit böceği kadar azimli ve kararlı bir ruh hali yansıtıcısı, kimi yerlerde düşünmeye vakit bulamadığımız ayrıntı tarayıcısı başarılı bir ilk roman.
  • dünyanın uğultusudur belki iç sesimizin söylediği tüm şeyler. toplumun yapmamızı istediklerinin içimizde ki yansıması… belki de hayat dediğimiz bu karışık mücadele bu uğultuyu dinleyip dinlememek arasındaki ilişkiden ibarettir. romandaki kahramanların akıllarını karıştıran bir soru işareti bu.

    ilk sayfalarda zor geldi bu romanı okumak. belki de ben hikâyenin içine giremedim. yalnız şu var ki, o işsizlik sıkıntısı sizde, okurken, hissediyorsunuz. romanın sonu bağlanmamış gibi geldi bana. bu roman okurken en sevmediğim durumdur. bir yazar klişesi vardır, “öyküyü okurun bitirmesi istedim” diye. ulan yazar, öyküyü benim bitirsem ne işe yarar bu roman. sen söyleyeceksin olacak, sen söyleyeceksin ölecek… bana kalsa ahmet gay olacak murat’ı baştan çıkaracak. saçmalık… ayla’nın murat’ın eşi olduğuna dair bir şey yakaladım ama romanda bunun cevabı yok. şimdi denilebilir ki, romanı cevaplar için mi okuyorsun? tabi ki, hayır.

    öte yandan, ayla’nın girişmiş olduğu toplantı girişimlerinden, toplumdaki yetkin işsizleri birleştirmeye çalışmasından, bir yer altı edebiyatı tadı yakaladım. işsiz olduklarından hiçbir faydaları yok kendilerine, topluma. ama onlar bir şirketin genel müdürlüğü yapabilecek kadar yetkin insanlar. işsiz olduklarından toplum gözünde mikropturlar ama aynı zamanda kalifiyeli işsiz olduklarından; toplumun kalifiyeli mikropları onlar.

    roman güzel güzel olmasına, karakterleri tanıdıkça daha da ilgileniyorsunuz ama iyi bir roman değil. evinizin önünüzde ki çöp konteynırını karıştıran çirkin ve pis evsiz, kapınızın önünde duran son model arabanızı beğenmiyor. benim ki de o durum. siz çalışmışsınız onun için. kıçınızdan ter akmış. ama ona oradan seslenmiyor. belki de sesleniyor ama böylesi daha kolay gibi.
  • yazarın, "galiba en çok geleceğe duyduğumuz güveni sarsıyor kriz" diye anlatmaya başladığı roman. ayşe düzkan'ın yaptığı söyeşide deşilmiş bu ruh hali. http://dunyaninugultusu.blogspot.com/…isimleri.html
  • az evvel okuyup bitirdiğim behçet çelik romanı. aslında ben ifade tarzını biraz, çok azıcık tutunamayanlar'a da benzettim. zaten karakterler resmen tutunamayangillerden.

    --- spoiler ---

    ahmet, ayla, aynur... ayla biraz daha kelimelere, benlikten çok bizliğe hitap eden bir metafor. amet daha bizden, daha biz. birey olarak ben mesela, ya da sen. bu anlamda biz. yoksa hiçbir anlamda biz kelimesini dolduracak durumda değil. aynur ise, bizim sıkışıp kalmış tarafımız. istemeye istemeye yaşadığımız zorunlulukları hayat etmiş olma gerçeğimiz.

    yine de sonunda ahmet aynur'u seçsin, yılbaşını birlikte geçirsinler isterdim ama, ahmet o kadar sen veya ben ki, yalnızlığını paylaşsa, yalnızlığı yaşayamayacağını biliyor. o, onu biz gibi hissettirecek ayla'nın peşinde. galiba aynur'la olamama sebebini yalnızca yazar bilecek daima..
    --- spoiler ---
  • iletişim yayınları tarafından basılan yeni baskısını yarından itibaren edinebilecegimiz kitap.
hesabın var mı? giriş yap