düşün ki o bunu okuyor
-
geçmişe dönebiliyor olsaydım, tek bir gün bile sana "seni seviyorum/çok seviyorum" demeden seni uyutmazdım.
-
15.03.2024 saat 07.57
bugün daha önce yazı dilinde pek denemediğim bir yöntem olan, komik unsurlar içeren, başımdan geçen bir hikâyeyi yazmak istiyorum. hikayedeki kahramanların adlarını değiştireceğim.
yıl 2008. yaz dönemi. ben üniversitedeyim. normalde bitmiş olması gereken okul henüz bitmemiş ve bitmesine de 1 yıldan fazla bir zaman var. okullar tatil ve ben o zamanlar hayatımın sonuna kadar yapacağımı düşündüğüm ve kariyer hedefi olarak müdürlüğü belirlediğim tezgâhtarlık yapıyorum. işimde de başarılıyım hani. doğuştan gelen bir ikna kabiliyetim olduğunu, henüz işe başladığımın ikinci ayında mağazalar satış rekoru kırdığımda fark ediyorum. sattığım/satmaya çalıştığım şey ise ayakkabı. kadınlara karşı olan nefretimin/tiksinçliğimin o günlere dayandığını da itiraf edebilirim.
günde 13 saat çalışıyorum, haftada bir gün iznim var. işin yorucu olması ve tüm gün ayakta durulması hasebiyle de izinli günümü evde oturarak geçirmeyi temenni ediyorum. ama zaman ayırmam gereken de bir sevgilim var ve biz yürümeyi çok seviyoruz. bu sebeple izin günümde sürekli yürüyoruz. oturmanın tam tersi bir eylem olarak hep yürüyoruz.
günlerden bir gün, maddi olarak yetersizlikler çektiğimiz bir dönemde, izinli günümde evde oturma imkanına kavuşuyorum. çünkü ne bende ne de sevgilimde para yok ve biz buluşamıyoruz. hüzünlü gibi görünse de benim adıma keyifle karşılanan bu olayın üzerinde bütün günü televizyon izleyerek geçirme hayali kurarak güne başladım. ama hayal kurmamak gerekiyordu sevgili okur. zira böyle bir hayal kırıklığını hayal dahi edemezdim.
telefonum çaldı. arayan mahalleden, ilkokuldan, çocukluk arkadaşım ramazan’dı. ramazan; benim hayatta tanıdığım en değişik insanlardan biridir. birazdan yazacağım hikayenin baş aktörü olan ramazan’ın ne denli değişik olduğunu neden örneklendirmediğimi de sadece bu hikayeden yola çıkarak anlayabileceksin.
uzaktan gelen sesi; okula gitmesi gerektiğini, yaz okulu sınavı olduğunu ve benim kendisine eşlik etmemi istediğini söyledi. bu eşlik etme eylemi boyunca da benim sigara masrafımı karşılayacak, yemek ısmarlayacak hatta bana araba sürmeyi bile gösterecekti. gidilecek yer karasu’da yer alan sakarya üniversitesine ait bir yerleşkeydi. gidilme şekli, ramazan’ın babasına ait reno brodway arabaydı. ehliyetini henüz yeni almış ve babası onun tek başına gitmesine müsaade etmemişti. o da makul bir teklif ile beni de bu yolculuğa dâhil edebileceğini düşünmüş ve ikna da etmişti.
benim için mühim olanın oturma eylemi olduğunu düşünerek, ve arabada da oturacağıma karar vererek teklifi kabul ettim. tabi sigaramın ve kendisini alacak paramın olmadığını da düşünürsek teklifi kabul ederken bu önerinin de payını göz ardı edemeyiz. kısa bir zaman sonra buluşmak adına sözleştik. ben o arada sadece sevgilime konuyu izah ettim. onu da ev telefonundan arayarak yaptım, zira telefonumda yer alan kontör sadece çağrı atmaya yarayacaktı. ve çağrı atarak bu durumu anlatmam pek mümkün değildi.
kendimden de kısaca bahsedip, yolculuğa çıkabiliriz. ben (hala da aynı) eğer evden dışarı çıkıyorsam ve özel bir amacım yok ise, üzerimde ne varsa onunla çıkarım. bu bazen yırtık bir eşofman, bazen babamın terlikleri, bazen de ne cüzdan ne anahtar hiç bir şey olmadan çıkmak demekti. hatta bir keresinde evden ekmek almak için çıktığımda, bakkalın önünde toplanan arkadaşlar, galatasaray maçına gideceğiz bilet var sende gel dediği için, benden ekmek bekleyenlere haber dahi vermemiş, onlara katılmış ve eve 4 saat sonra dönmüş bir kişiyim. maça da terlik ve eşofmanla gittiğimi belirteyim.
ramazan beni almaya geldiğinde de eşofman ve terlik kombinasyonumla onu bekliyordum. bu sefer haber vermem kişileri bilgilendirmiş ve içinde para olmayan cüzdanımı da yanıma almıştım. kısa bir sohbet sonrası yola çıktık. yolculuğun ikinci dakikası dolmamıştı ki ramazan gitmeden önce bir yere uğrayacağımızı söyledi. benim için arabadan inmedikten sonra sorun yoktu. beni aldığı yere bıraktığı müddetçe her yere uğrayabilirdik.
sahil yoluna indik ve erenköy taraflarında arabaya bir kız bindi. kızı tanımıyordum ama ramazan’ın ilişkinin henüz ikinci haftasında yüzük taktığı sevgililerinden biri olduğunu tahmin etmiştim. evet, ramazan’ın böyle bir huyu vardı. gümüş rengi bir çift yüzüğü vardı ve mütemadiyen aylık bazda değiştirdiği sevgililerine, ilişkinin ikinci haftası dolmadan bu yüzükten takar, kendi çapında sözlenirdi. kızın adını hatırlamıyorum ama sonradan bu kızla evlendiğini öğrendim. kızın adına da berfin diyelim.
bu kara kuru berfin’le aynı iş yerinde çalışıyorlardı. iş yeri de çok bilinen bir dondurmacı. hatta bir kere ramazan bizi dondurma yemeye davet etmiş, bizi bağdat caddesinde, caddeye en yakın masaya oturtmuş ve bize alevli meyve tabağı ısmarlamıştı. ne çok utandığımı tekrar hatırladım şimdi. neyse konumuza dönelim.
sahil yolundan ilerlerken pendik civarına geldiğimizde kara kuru berfin’in arka koltuğa boylu boyunca uzandığını fark ettim. yatıyordu. sanki orası oturulması için değil de yatılması için varmış gibi bir doğallıkta yatıyordu. merakımı mazur görmelerini temenni ederek neden yattığını sordum. hâlbuki bu olması gereken bir şeydi değil mi? biz neden oturuyorduk o soruyor muydu? keşke bunu söyleseydi. abileri varmış. abilerinin sayısını tam bilmemekle birlikte birde arkadaşları varmış. bu civarlarda çok gezerlermiş. (onların avlanma sahası gibi) eğer onu arabada görürlerse başımız derde girebilirmiş. derde girmek fiilini epey yumuşatarak kullandım. çünkü derde girmiş olması bizim başımıza gelecekler karşısında epey masum kalabilir.
pendik sahilden uzaklaştıkça kara kuru berfin’de normal pozisyonunu alarak oturur konuma geldi. pendiğin o dönemler çok rağbet görmemiş uzak mahallelerinden birinin ücra bir köşesinde kızı indirdik. indirdikten sonra kavuştuğum iç rahatlığımın aslında bundan sonra başımıza gelecekler karşısında hiçbir hükmü olmadığını henüz bilmiyordum.
ehliyetini yeni almış ramazan’ın sakin sakin kullanması adına, benim ona sürekli verdiğim telkinler işe yaramış ve nihayetinde yavaş yavaş da olsa karasuya varmıştık. hayatımda ilk defa geldiğim bu küçük belde tam bir yazlık havası veriyordu. hayal meyal hatırladığım, sahil ile evleri birbirinden ayıran bir yol ve kapı önlerinde üzerinde ateş figürü bulunan deniz şortu satan dükkânların olduğu. yolun arka tarafında ise pek yüksek olmayan ve birçoğunun bahçesinde havuz bulunan villa tarzı evler vardı. bu evlerin kış aylarında öğrencilere kiralandığı, yaz aylarında ise asıl sahiplerinin geldiği ve orada yaşadıkları fikri geldi aklıma. bu fikir nedense bana çok mantıklı geldi.
saati tam hatırlamamakla birlikte öğlen olmuştu diyebilirim. ramazan sınavına girdi. ben ise arabada oturup onu bekledim. arabada beklerken ramazanın bana vaat ettiği arabayı sürme eylemine hazırlık olması adına şoför tarafında oturup, vitesle oynamış ve kendimce sesler çıkartarak devri yükselen arabada vites değiştirmiştim. ayna kontrollerini ihmal etmemiş, arada selektör bile yapmıştım.
sonra ramazan geldi. önce sahile gidelim önerisinde bulundu. ben ise araba kullanmayı beklediğim için bunu istediğimi belirttim. ana yola çıkarak arabayı bana teslim ve yapılması gerekenler tarif etti. bu debriyaj, bu vites şöyle değiştir böyle yap vesair.
arabayı kullandım. sanki yıllardır kullanıyormuşum gibi. ancak nedense gözüm sürekli arabanın kaç km hızda gittiğine kayıyordu. abi bu kaç basıyor? sorusu ile büyümüş olmanın verdiği refleks burada devreye giriyor sanırım.
bir iki tur sonra arabayı ramazan’a teslim ettim. yapacak son bir işim daha vardı. buraya kadar gelmişken, karadeniz’in serin sularına kendimi bırakmalıydım. normalde, yani caddebostan da olsam bu eylemi yapmak için üzerimdeki eşofmanı çıkartmam yeterli iken, yani bizde ata sporu olan don ile denize girebilecekken, burada pek hoş karşılanmayacağına hükmederek bir deniz şortu almaya karar verdik. bunu tabi ki yolculuğun sponsoru olan ramazan yapacaktı. bana gidip bir deniz şortu aldı. bende denize girdim. böylesi dalgalı bir denizde daha evvel hiç yüzmemiştim. değişik bir tecrübe oldu. biraz da korkuttuğunu itiraf edebilirim. sudan çıkıp, şortun biraz kurumasını bekledikten sonra tekrar yola çıktık. başımıza geleceklerden habersiz.
yola henüz çıkmıştık ki ramazan’a mesaj geldi. evet bildiğin kısa mesaj. o zamanlar 2 kontöre mal olan bir kısa mesaj. kendisi kısa, anlamı uzun, upuzun bir mesaj.
ramazan telefonu bana verdi ne mesaj gelmiş oku bakalım diyerek. ben okudum. bu zamana kadar gerekli gereksiz bir sürü mesaj okumuş olan ben bu gelen mesajın tebliğ edilmemesi konusunda milisaniyeler içinde karar verdim. ramazan mesajı sorduğunda önemli değil, gidince bakarsın dedim. ısrar etti, geçiştirdim. ama nafile. illa öğrenecek pezevenk.
bende okudum mesajı. mesajı gönderen kara kuru berfin’di. mesaj kısa ve netti. “ramazan ben ayrılmak istiyorum.” şimdi, be kahpe, ne oldu yani. biz seni evine bırakmadık mı? hizmetin neyini beğenmedin. yolda çay ve kek ikram etmedik diye mi bu tantana. birde acelen nedir. gündüz vakti ayrılık mesajı mı atılır. geceyi bekle. hadi onu da geçtim. mesajla ayrılmak nerden çıktı. hangi yüzyılda yaşıyoruz.
bunu duyan ramazan, cevap yaz dedi. “geliyorum”.
öncelikle ramazancığım, yanlış anlama ama arabada iki kişiyiz. ve bende beş kuruş para olmadığını düşünürsek beni eve götürmek zorundasın. ha geliyorum derken beni eve bıraktıktan sonra gitmeyi planladıysan oh ne ala. ancak gözünden ve arabanın sürekli yüksek devirde seyretmesinden anladığım kadarıyla senin beni eve bırakmak gibi bir niyetin yok. beni istemediğim bir planının içine dahil edeceksen “geliyorum” diyemezsin. geliyoruz dersin onu da benim rızamı aldıktan sonra söyleyebilirsin. ama görüyorum ki benim rızam alınmadan bir eyleme kalkışıyorsun ve ben bu kalkışmanın bir tarafı olmak istemiyorum.
gayet naif ve sakin başlayan bu yolculuk, sonu boktan bir yere çıkacak zaman kaybına doğru gidiyordu. gelirken sakin sakin kullanan ramazan, dönerken sanki arabada fren yokmuşçasına basarak gidiyordu, altındaki arabanın cinsinden haberi yokmuş gibi.
pendiğin o dönemler çok rağbet görmemiş uzak mahallelerinden birinde, yine çok rağbet görmemesine şaşılmayan, eski bir evin önünde durduk. hava kararmıştı. telefonu aldı ve bir şeyler yazdı. ne yazdığını bilmiyorum ama ne yazdıysa gayet etkili oldu ve kız bir anda ortaya çıktı. arabaya bindi ve biz oradan uzaklaştık. kara kuru berfin, sanırım havanın kararması sebebiyle arka koltuğa yatmadı. sonra bir parkın yanında durduk. onlar indiler, parkın içeri girdiler ve benim görüş açımdan çıktılar. ben arabada, elimde telefon, sevgilime çağrı atarak kendisi ile iletişime geçmeye çalışıyorum. keşke o dönemler mors alfabesinden haberim olsaydı. bu yolla iletişim daha sağlıklı olabilirdi.
biraz zaman sonra arabanın, benim tarafındaki camı bir el tıklattı. camı açtım. açmadan önce bu elin sahibine görmek adına gösterdiğim kısmi çaba, bu kişinin üniformalı olduğunu görmemi sağladı. gelen kişi polisti. bana arabadan inmemi söyledi. indim. ben ve henüz tam olarak kurumamış deniz şortum adama bakıyorduk. kimliğimi istedi. verdim. neden istediği konusunda bir fikrim olmadan. derken parkın karanlığından, önde ramazan, arkada kara kuru berfin, onlarında arkasında başka bir polis memur geliyorlardı. şikayet var dediler. adaba uygun olmayan bir takım eylemler gerçekleştiriyordunuz, bu arkadaş da gözcülük yapıyordu dediler. bu arkadaş ben oluyorum. konu gerçi bu değil, sana ayrılık mesajı atmış bir kız ile, 15 dakika içerisinde adaba uygun olmayacak eylemler seviyesine nasıl gelindi ben orasına takıldım. ramazan kimliğini verdi ama kara kuru berfin vermedi. yok kimliğim dedi. bizim önünde durduğumuz park, polis lojmanlarına aitmiş. artık bu pislikler ne yaptıysa şikayet edilmiş. kız kimliğini vermeyince bizi aldılar karakola götürdüler. ben ve hala tam olarak kurumamış deniz şortum dahil. biz kendi aracımızla, polis ekiplerini takip ederek karakola geldik. orada kimlikler tekrar kontrol edildi. benim gözcülük yaptığım konusunda çok eminlerdi. bende neredeyse inanacaktım. sonra kara kuru berfin’den babasını aramasını ve kimliğini getirmesini istediler. babamla görüşmüyoruz dedi. annen getirsin dediler, annem evde yok memlekette dediler. çok ısrar ettiler ama nafile. nihayetinde ablasının getirebileceği yönünde karar alındı. orada beklerken, deniz tuzu sebebiyle yapış yapış olmuş vücudumda bazı uzuvlarımın yerini değiştirmek için yaptığım hareket polis abilerce hakaret olarak alındı. bunun için fırça yedim ve doğru durmam gerektiği konusunda uyarıldım. bu uyarı sonrası, bizim gidebileceğimizi, kızın kimliği geldikten sonra onunda gönderileceğini söylediler. ama bizim gerizekalı, kızı almadan gitmem dedi. sürekli ben orada değilmişim gibi karar veriyor. iki kişilik düşünmelisin ramazan. ama yok.
biz orada bekledik. kızın ablası geldi, yanında eşi. bizim ki ona bacanak diyor. allahım ne saçma bir rüya. uyandır artık tamam yeter güldüğümüz.
asıl sorun bundan sonra başladı. keşke gitseydik. kızın yaşı 18’den küçükmüş. hop oldu mu şimdi çocuk istismarı. bende gözcü. keşke gitseydik. tekrar ifadeler alındı. bizi sonra çocuk şubeye sevk ettiler. gidip bir posta da orada fırça yedik. sonra saldılar. ama bizim ki hala kızın peşinde. kız buna yüz vermiyor. karakoldan biz çıktık kapıda onları bekliyoruz. onlarda çıktı. yarın konuşuruz dedi kız ve kurtulduk sonunda.
buraları hızlı geçiyorum çünkü komik bir tarafı kalmadı olayın. başımızdan geçen bu olay ve birkaç tanesinden sonra biz ramazan’la koptuk. bir daha hiç görüşemedik. bunlar vesile değil tabi. aramıza zaman girdi diyebilirim.
çok sonra duydum, evlenmiş bu kızla. çocukları bile olmuş. umarım mutlu olurlar. -
seni nasıl özledim, tarifi yok… kendi gönül ölçülerini kullanabilirsin *
-
artık usandırdın. ısrarlı takip türk ceza kanunu'na göre suçtur ve seni savcılığa verme noktasındayım. bunun yapmamı istemiyorsan, bir daha beni rahatsız etme, gözümü kararttırma.
-
özlüyorum hemde cooook ama geri gelsin istemiyorum, konuşmak istiyorum ama yazmak istemiyorum, umrumda değil ama aklıma geldiğinde özlüyorum, seviyor muyum yoksa unutuyor muyum bende bilmiyorum :/
-
bu artık kaçıncı seviye anlamlandıramıyorum. haksızken bu kadar üste çıkan, geçmişteki saçmalıkları aynen sürdüren ve hatalarından ders çıkarmayan sadece seni gördüm arkadaşım. ite köpeğe gösterilen saygıyı görmemiş olmam da benim suçum. ne demişler "sevdiğin insanlara karşı zor olmamak için o kadar basitleşiyorsun ki, sana değer vermemeye başlıyorlar." ben bir daha aynı kısır döngüye girip karşılığında da kikikiki sen haklıydını duymak istemiyorum. ez cümle "sen bilirsin, görüşürüz!"
-
yine yeniden buralarda ve yine yeniden göremeden.
-
hiç kavuşamasak da,
araya dağlar yollar girse de,
beni sana hasret de koysalar,
durup durup yutkunduğumuz
bir bitmez şiiriz seninle... -
beni öldürdün ama mezarıma çiçek bıraksan affederim seni.
-
sana kapımı çalma artık dedim ama o kapıyı da hiç kilitlemedim, bilmezsin.
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap