dut ağacı
-
meyveleri kaldırımları kirletiyor, kayıp düşenler oluyor diye, artık bazı belediyelerin her yaz özel olarak araç gönderip tazyikli su tuta tuta sokaklara döktükleri, çöpe süpürdükleri ağaçtır.
(bkz: #154039849)
madem bir tanker dolusu suyu ellerine silah gibi vererek göreve yolladıkları eleman bollukları var, üç beş metrelik yaygılar dağıtıp ağaçları birkaç gün arayla silkeletseler ve cânım meyveler israf edilmese, doğal nimet olarak tüketilse ama o incelikli vizyon nerede! ancak budama mevsiminde ağaçları katil gibi kıya kıya gitmek tabiata hizmet sanılıyor, sonra da en çevreci biziz ağıtları ikiyüzlülükle yakılıyor. -
kendisiyle ilgili mitolojik hikaye söyledir:
bir zamanlar birbirlerine aşık iki genç vardı. kızın adı tispe, delikanlınınki ise piremus idi. bu iki aşık genç, yanyana evlerde otururlardı. birlikte büyümüşler ve çocukluklarından beri birbirlerine karşı aşk beslemişlerdi. fakat aileleri birbirlerine uygun olmadıklarını düşünürler ve görüşmelerini istemezlerdi. oysa onlar birbirlerini ölesiye seviyorlardı. iki evin arasında gizli bir çatlak vardı. aileleri bunu bilmezler, onlar da geceleri burada buluşup o aradan birbirlerine seslerini duyurur, aşklarını dile getirirlerdi.
iki aşık bir gece ormandaki ağacın altında buluşmaya karar verdiler. tispe, ağaca piremus'dan önce varmıştı. gittiğinde avını yeni yemiş, ağzından kanlar akan kocaman bir aslanla karşı karşıya geldi. korkarak bir mağaraya doğru koşmaya başladı. koşarken farkında olmadan boynundaki eşarbını düşürmüştü. tispe mağaraya saklandıktan sonra piremus geldi ve gördükleri karşısında adeta donup kaldı. kocaman aslan, ağzında kanlarla birlikte biricik sevgilisi tispe'nin eşarbını parçalıyordu. o an aklına gelen ilk ve tek şey, aslanın tispe'yi öldürerek yediğiydi. tispesiz yaşayamazdı... aklından geçen sadece aşkı uğruna canına kıymaktı. belinden hançerini çıkardı ve göğsüne sapladı. kanlar içinde cansız bedeni yere düştü. bu sırada tispe ise korkusunu bi kenara atıp bir an önce aşkını görmek için mağaradan çıkmaya karar vermişti. ağacın altına geldiğinde o korkunç sahneyle yüzleşti. piremus'un cansız vücudu yerdeydi ve elinde tispe'nin düşürdüğü eşarbı tutuyordu. ilk önce genç kız olanlar karşısında ağlamaktan hiçbir seyi anlayamamıştı... ama düşürdüğü eşarbını ve uzaklaşan aslanı görünce olanları anladı. mağarada bir an düşündüğü o korkunç şey başına gelmişti... ve onun öldüğünü düşünen piremus aşkı uğruna canına kıymıştı. tispe bir an bile düşünmeden hançeri aldı ve göğsüne götürdü. onların aşkı ölesiye bir aşktı ve ölüm bile onları ayıramazdı. eğer piremus aşkı uğruna ölümü göze aldıysa, o da hiç çekinmeden canına kıyabilirdi ve hançeri göğsüne sapladı. birden vücudu piremus'un bendeninin üstüne yığıldı.
o anda tanrılar bu yüce aşkı ölümsüzleştirmek istediler ve bu çiftin üstünde duran ağacı bu iki sevgilinin aşkına adadılar. piremusun kanını bu ağacın meyvelerine, tispenin gözyaşlarını ise ağacın yapraklarına verdiler. o günden beri kara dut ağacının meyvesinin çıkmayan lekesini (piremusun kan lekesini), dut ağacının yaprakları (tispenin gözyaşları) temizler...
(bilir misiniz dut ağacının meyvesinin lekesi çıkmaz, ama elinize ağacın yaprağını alır ovuşturursanız lekenin gittiğini göreceksiniz...) -
baris manco dan dut agaci nin sözleri:
bu sabah doğup büyüdüğüm mahallenin sokaklarında dolaştım
çocukluğumu tekrar yaşamak istedim bu sabah ve bir an keşke bugün
hiç olmasaymış diye düşündüm keşke dün dün kalsaymış
şu sağdaki iki katlı ev nezahat hanımlarındı galiba
yok yok bu yekta beylerinki olmalıydı
nezahat hanımlarınkinin yanı top oynadığımız boş arsaydı
iyi ama nerde boş arsa ya bakla tarlası peki taş mektep
nerdeler kimler götürdü kimler çaldı o güzelim anıları benden
birden rıza amcayı gördüm yine o dut ağacının altında oturuyordu
koştum ellerine sarıldım önce tanımadı sonra rıza amcanın
sımsıcak ellerinde çocukluğumu yeniden yaşamaya başladım
tam karşımızdaki evin üçüncü katında otururlardı
ondört yaşında boyanmaya başladığından mahalleli
sonunu iyi görmezdi doğrusu bu kız çok tango olmuş derlerdi
evlenmiş iki sokak öteye taşınmışlar eskisi gibimi diye sordum
eskisi gibiymiş biraz kilo almış o kadar olsun
kim bilir kilolu olmak bile ne yakışmıştır ona zaten ne yakışmazdı ki
rengini beğenmedim bugün rıza amca üstelik bayağı süzülmüşsün
tabi gece hayatı içki sigara bakmıyorsunuz ki kendinize
ilahi rıza amca birlikler umumi katipliğinden emekli oluvereli
gecesi gündüzü bu dut ağacının altında geçerdi
son üç sadrazamı ve cumhuriyetten bu yana bütün başvekilleri
sırasıyla ezbere bilir bize de saydırırdı çocukluğumuzda
hala hatırlıyor musun diye sordum
hatırlıyor muyum hiç unutmamıştım ki
bilekten bağlı açık sandaletler giyerdi nedense pek derin
nedense pek derin bir iz bıraktı
bende bu sandaletler bir de
kol altları genişçe oyulmuş pembe bulüzü
ilk sigarasını yakışımı hatırlıyorum da
ne gururlanmıştım yarabbim
nasıl bakmıştı gözlerime yıllar yılı bu bakışlarla yaşadım
onlarla uyudum onlarla uyandım şimdi kim bilir
hangi eller yakıyordur sigarasını
oysa bu dut ağacının altında
söz vermiştim söz söz söz hep lafta kaldı dedi rıza amca
yıkılmadık ev bırakmadılar mahallede evlerle beraber
bahçeler de yok oldu
bir şu dut ağacı kaldı onu da kesmeseler bari
birden gözleri parladı
sahi sen televizyona filan çıkıyorsun dedi
tabi ya seni dinlerler bir seferinde
söyle çık pat pat söyle
şu dut ağacını kesmesinler de
aslında dizlerinde derman olsa nafa vekilini bile çıkarırdı
rıza amca gençler ne güne duruyordu ki
söz verdim rıza amcaya
dut ağacını kestirmeyeceğime söz verdim
dünü bilmeden bugünü yaşamanın bedeli öylesine ağırdı ki
yarını bugünden kurtarmak için hayatımda
ikinci kez söz verdim
birinciyi tutamamıştım ama
ikinciyi tutacağıma söz vermiştim -
bu azeri türküsünün başka hiçbir şeye benzemiyor olmasını anlatma gayreti aynı zamanda acziyetin de göstergesidir. ama nefs bu; bozacagini, yanlış anladığına başkalarını da ortak edeceğini bile bile günah işiliyor bu enfes türküden bahsederken, belki taşıyamadığından.. bırakın aciz olduğunu itiraf etsin şu akıl ve gönül, üstünden yük kalkıversin..
bu türküde karşılıksız aşk vardır. aslında tam da karşılıksız denemez burdaki aşka..çünkü taraflar eşit değildir..biri körpe iken diğeri olgundur. aşkın karşılıklı olmaması "denk olmamak" yüzündendir. en acısı da bu olsa gerektir. sevdiceğine kavuşamayan, elde etmeye gücü yetmeyenlerin durumundan katbekat zordur ve çilelidir bu durum. sevdiğiniz, balam dediğiniz kişi sizi hiç anlayamayacak bir hal içindedir..belki çocuktur..belki yüreği körpedir..ama denk değildir..tıpkı kör bir dilbere aşık olmuş yiğidin karmaşasına benzer dert yükünüz..
duvara çarpmaktan farksızdır. hatta duvardır, farktır. -
dut agaci, babil kokenli bir oyku olup, yunan mitolojisinde tekrarlanan pyramus ile thisbe'nin oykusunda gecer. pyramus ile thisbe komsu evlerin cocuklaridirlar ve birbirlerine asiktirlar. ama aileleri gorusmelerini yasaklar, onlar da duvarda actiklari bir delikten, gece herkes yattiktan sonra sabaha kadar konusurlar. bir gun beraberce kacmaya karar verirler ve ormandaki bir dut agacinin altinda bulusmak uzere sozlesirler. thisbe once gider, ancak yaklasan bir aslandan korkup kacar, kacarken de pelerinini dusurur. daha sonra gelen pyramus, pelerini bulunca thisbe'nin oldugunu dusunur ve kendisini oldurur. daha sonra gelen thisbe de pyramus'u olu bulunca intihar eder. bunlarim uzerine, dut agacinin beyaz olan meyveleri, asiklarin kaniyla kipkirmizi kesilir.
-
bugun kizimi etude birakirken, bir kac tanesine rastladim. her zaman yaptigim gibi itina ile daldim dutlara. gunes goren yerlerde daha olgun ve lezzetli dutlar vardi. agacin biri, kohne, eski bir koskun bahcesinden disari tasirmisti dallarini. koskun solgun, eski goruntusu ile hos bir tezat olusturmustu. tabi ki bir an bunu dusunup ki, bir an kisa bir an. tekrar dutlara daldim ben kim, boyle bohem kaygilar kim.
dut agaci gordunuz mu, sagina soluna bakmadan, gunes goren yerlerdeki dallarinda bulunan, olgunlasmis dutlari yiyin.
ha bu arada biraz arsizdir bu agac. sagindan solundan filiz fiskirir. -
sade, duru bir su gibi akan, sevdayı bağırıp, çağırmadan ,alçak gönüllü ve mutedil, saklı isyan tadında anlatmayı tercih eden azeri türküsü.
-
barış mançonun 24 ayar albümünde söylediği şarkılardan birinin ismi
-
"menim balam ay balam
körpe balam ay balam"
"senden mene yar olmaz
gel olah bacı gardaş"
kime neyledik de boyle oldu? dedirten sarki... -
kelimelerin, notaların ve doğru ses tonunun kesişiminde ortaya çıkardığı inanılmaz ve gerçeküstü hüzün ile dikkat çeken şarkı... özellikle mp3 devrimi sonrası belki on binlerle ölçülecek sayıda parça dinlemiş şahsımın nacizane kanaatince türkçe* icra edilen en hüzünlü beş parçadan biridir...
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap