• türkiye'de henüz tanımı oturmamıstır. ne is yapıyorsunuz soruna editör dediğiniz anda her 10 kisiden 9'u mutlaka soru dolu gözlerle size bakar. bilemez editör kitabın, gazetenin, derginin neresindedir cünkü bütün yazarların kitapları tam takır sekilde veya yazarların köse yazılarını, muhabirlerin haberlerini yayına hazır sekilde getirdiğini zanneder ki olmadığını göstermek için editörlük yapması gerekmektedir. okuyorum dediğiniz anda cok basit iş gözüyle bakarlar aynı formula 1 izleyen genclerimizin "ne var ben de hızlı araba sürüyorum" deyişi gibi. fazla takmamak gerek ne de olsa yazarlar ne iş yaptığını bilir editörlerin. bilmeyenlere yardımcı olsun diye bir zamanlar bir yerden aldığım, kimin yazdığını hatırlayamadığım kısaca editörler ne yapar, ne ederler, ne yerlerle ilgili bir yazı..

    ---------
    yky'de bir tür iç eğitim programı yapmaya karar verdik - editör nedir, yayıncı kime denir, sebepleri nelerdir temeline oturan bir etkinlik. dışarıya kapalı olarak gerçekleştirilecek bu toplantıların ilkinde güven turan ve ben, editörlüğün ne menem birşey olduğu üzerine laflayacağız önümüzdeki hafta. bu güzide etkinlikten mahrum kalmak istemeyecek sapkın kişilikler için, anlatmayı düşündüğüm şeylerin kaba taslağını aşağıda sunuyorum. afiyet olmasını diliyorum.

    şefin salatası:
    editör - senin görevin, tabii eğer kabul edersen...

    birtakım tanımlar

    editör türleri.
    editor: yazarların sahibidir. onları bulur, onları besler, onlarla konuşur, yol gösterir, "onu yap bunu yapma" der, anlaşmalarını yapar, turnelerini ayarlar, yeni romanının bölümlerini okur ve eleştiride bulunur, yeni yazarlar ve kitaplar bulur, kitapların satışında sorumluluk payı vardır. dizi editörü de bu kapsama girer - program oluşturma, bütünlük kurma, denge gözetme gibi görevleri vardır. kitaba ve yazarına gözbebeği gibi bakar. o gidince yazar da gitmek ister. bağımlılık yaratır.

    şöyle ayrıştırabiliriz yaptığı işleri:
    developmental editing: ayrıntılara değil, resmin bütününe bakmak, kitabın amacını, içeriğini, genel organizasyonu, satışı, hedef kitleyi düşünmek ve gereksiz olan büyük metin parçalarını saptamak.
    instructional editing: yazarın coach'ı bir nevi – işin "onu yap bunu yapma" deme kısmı.
    line editing: ayrıntılara bakmak, o metafor oraya olmuş mu, anlam açık mı, tutarsızlık var mı, gramer hatası, uygunsuz deyişler var mı, pasif-aktif dengesi, cümle ve paragraf gelişimi gibi şeylere takmak. bir parça developmental editing tarafı varsa da, bu daha spesifik, daha az global.
    content editing: aynı şey. önce bu yapılır, sonra copy editing tabii ki.
    copy editing: bkz. copy editor.
    assistant editor: büyük yayınevlerinde öyle her önlerine gelene "gel kızım şuraya otur sen editör oldun" demezler. bir editörün yanına çırak verirler. işte gavurda bu çırağa verilen ad.
    associate editor: kalfa editör. kolay değil bu işler.
    senior editor: bu işleri bilen adam. senyör olmuş editör. aşmış. selahattinlere karışmış.
    copy editor: redaktör dediğimiz şey. kitapların –telif olsun, çeviri olsun- hatasız çıkmasını sağlamakla yükümlü kişi. metni didik didik eder, her satırını okur. işin mekanik kısmına bakar diyelim.
    acquisiton editor: gelen dosyaları okumakla, iyilerine yayın programında yer açmakla görevli kişi.
    fact-checking editor: metindeki verilerin doğruluğunu kontrol eder, yazar "milliyet'in 23 şubat 1973 sabahı attığı manşette 'yunan oyunu bozuldu' deniyordu" demişse, gazetenin o sayısını bulur. yazarın lafına asla güvenmemekle yükümlüdür. kimi zaman copy editor da bu işi yapar. çoğu zaman stajyerlere yaptırılır. "yazarın sorumluluğu, bana ne," denmez.
    managing editor: editörlük de yapan bir yayın koordinatörüdür. üretim aşamalarından sorumludur.
    executive editor: işin sahibi olan editör, idareci editör, yönetici editör. editor-in-chief de denir.
    editor-in-chief: baş editör, yayın yönetmeni. editörlerin lideridir, karizma sahibidir. kıdemli ve deneyimlidir. boru değildir. ağır konuşur.

    diğer şahıslar.
    technical editor: manüskriyi dışarıdan okuyan uzman kişi. herşeyi biz bileceğiz diye birşey yok.
    book doctor: kitabı adam etmesi için bir yazar ya da yayınevi tarafından tutulan kişi.
    proof-reader: düzeltmen. yayınevinin yayınlarının tutarlılığından da sorumludur. saplantılı bir kişiliktir. hattı müdafaa etmez, sathı müdafaa eder.

    dünyada editörlük
    yayıncılık dünyasında editörlerin görev kapsamı ve saygınlığı değişkenlik gösterir. bu değişkenliğin ana değişkeni, yayıncılık sektörünün endüstrileşme derecesidir. editörlerin gücü, endüstrileşme oranıyla doğru orantılıdır genellikle.

    bir başka değişken, bir ülkede yazarlığın kutsallık derecesidir. editörlerin gücü, bu değişkenle ters orantılıdır. zaten genelde yayın endüstrisinin gelişkin olduğu ülkelerde yazarlara "kutsal söz sahibi" olarak bakmazlar.

    abd, yayıncılığın endüstri olarak dalağının yarıldığı güzide bir ülkedir. editörlerin en güçlü ve mühim olduğu ülke de budur. ne kadar mühim? yılda yaklaşık 35-40 bin dolar edecek kadar. fena değilse de, karşılaştırmalı olarak bakıldığında çok fazla bir para değil bu. örneğin editörüne bu parayı veren yayınevlerinin portföyündeki yazarların çoğu bundan fazla kazanır. söz konusu yazarların hemen hepsi, "assistant editor"lardan fazla kazanır. bu durum, editörler arasında diş gıcırdatmasına ve ülsere yol açar, çünkü kitapları adam eden onlardır.

    endüstrileşme, üretilen malın tüketici beklentisini karşılaması, malın belirli bir standarda uyması, müşteri taleplerinin doğru olarak ölçülmesi ve buna uygun üretim yapılması kaygısını getirir. müşteri büyük şehir ofislerinde geçen aşk romanları okumak istiyorsa, "çocuğuna balon alamayan alt sınıf mensubu babanın boğazındaki düğüm" gibi konular işleyen öykü kitapları dayatılmaz. editörlerin görevi uygun malları bulmak, ürettirmek, neyin uygun olduğunu doğru saptamaktır.

    öte yandan, latin amerika ve türkiye gibi ülkelerde, yazarlara romantik gözlükler arkasından bakma huyu yaygındır. o yüzden de adam ne demişse odur. karışılmaz pek. e o zaman da editöre pek hacet kalmaz.

    yine de her durumda editör, burnu iyi koku alan, hangi konularda karar vermesi gerektiğini, hangi konularda kararı başkasına bırakabileceğini bilen, doğru yerde doğru karar verebilen insandır. düşünen insan, gülen insan, alet yapan insan vs. değildir.

    editörün marifetleri
    burun ve karar meselesini açalım.
    burun. bu daha çok adıyla sanıyla "editor" dediğimiz kişinin iyi çalışan bir uzvudur. editörün kendine özgü bir uzmanlık alanı vardır, misal çağdaş romandan anlar, misal şiirden anlar, misal denemecidir. ülkeler bazında uzmanlığı olabilir. uzmanlık kesbettiği piyasada olup biteni yakından takip eder, neler olup bittiğini bilmekle kalmaz, genellemeler yapabilecek durumdadır, yönelimleri saptar, üç yıl sonra neler okunacak kestirir. çevresi geniştir, yazarlarla sık sık bir araya gelir, onlara insan gibi davranır, bir nevi arkadaş olur, onların güvenini kazanır. yabancı kitap dergilerini, edebiyat dergilerini izler. başka yayınevlerindeki editörlerle muhabbeti vardır, herşeyi copyright'çıdan beklemez. mesleki uluslararası organizasyonlara katılır, neler konuşuluyor dinler, kendine pay çıkarır.

    editör, yalnızca var olan ve keşfedilmeyi bekleyen kitapların peşine düşmez. yazarlarla yakın ilişkisi sayesinde, onların halihazırda yazmakta olduğu kitapları bilir, müdahil olur, sahiplenir ve yayınevine kazandırır.

    editör bununla da kalmaz, tümüyle folsuz yumurtasız kitapları yoktan var eder. derlemelere kalkışır. kitap yazmayı düşünmeyen, ama potansiyel gördüğü insanları zehirler ve onlara kitap yazdırır.

    editör, bütün bunları hem kendi kariyeri için, hem de şirketine duyduğu aidiyet duygusuyla yapar kuşkusuz. dolayısıyla da her kitabı tekil birer proje olarak değil, bir bütünün parçası olarak oluşturmaya çalışır. böyle bir tutarlılık, bir bütünlük, bir süreklilik arayışındadır.

    karar. bu işin hem masabaşı aşamasında, hem de sonraki aşamalarında verilmesi gereken pek çok karar var. yazara ne kadar karışılacağı, en önemli masabaşı kararlarından biridir. yazara karışabilmek için, yazarın ona güvenmesi için geçerli nedenler sunabilmesi gerekir editörün. yani dile ve yazına hakim olması gerekir, "beğendim/beğenmedim"in ötesinde yargılar getirebilmesi ve bunları anlaşılır örneklerle destekleyebilmesi gerekir. bu işi daha önce yapmış, sonuç almış biri olsa iyi olur. bu en nihayetinde bir insan ilişkisi olayı tabii, al-ver olayı, adam gelmiş elinde kitapla, uğraşmış etmiş, belki daha önce yayımlatmış birkaç kitabını, kabul görmüş iyi kötü, niye dinlesin yani editörün lafını? kitapta niye değişiklikler yapsın, bazı bölümleri yeniden yazsın, bazı karakterleri yok etsin, birinci tekil şahıs yerine üçüncü tekilden anlatsın? pazarlamayla ilgili öneri ve talepleri niye ciddiye alsın? onu ikna edecek şeylerin başında, deneyimli, ne dediğini bilen biriyle, kitabın iyiliği için konuşan biriyle karşı karşıya olduğunu bilmek gelir. ardından da, işte insan ilişkisi bölümü, konuşmasını ve ikna etmesini, gerektiğinde karşısındakinin söylediğini kabul etmesini bilen biriyle konuştuğunu hissetmesi gelir. ha, aynı şey çevirmen bazında da geçerli tabii, uzatmıyorum.

    sonuç
    editörlük sevgiyle yapılan, emek isteyen bir iştir. ay akşamdan ışıktır.

    edit: cem akas yazmıs. buradan tesekkürlerimizi iletiyor, devamını bekliyoruz.
    http://www26.brinkster.com/cemakas/06agus02.htm
  • adamın biri editöre sorar.
    - göreviniz kitap basmak mı?
    - hayır bu matbaacının işi.
    -ohalde onları dağıtıyorsunuz?
    - hayır bu dağıtımcının işi.
    - kitap mı satıyorsunuz peki?
    - hayır bu kitapçının işi
    o zaman yazoyor musunuz?
    - hayır bu yazarın işi
    - peki editörün görevi ne?
    - geri kalan herşey.
    -
  • biliyorum çok kötü ama ben yapmadım (bkz: büdütör)
  • ülkemizde çok ama çok iyi editörler var.

    yayınevleri onları kapalı kutularda saklıyor.

    ama iyi editörlerin sayısı okurların bildiğinden çok daha fazladır.

    kimini yakından, kimini uzaktan tanıyorum ve ve iyi editörlerin hepsine özel bir hayranlığım var.

    takip ettiğim editörlerin yaptıkları kitabı arar bulurum. ben felsefeden anlamıyorum demem, bazen bir dipnot için uykusuz kaldıklarını bilirim, arkadaşlarının başını etini yediklerini bilirim.

    iyi editörler, okumayı ve güzel kitapları sevenlerin gizli kahramanlarıdır.
  • iyi roman nedir bunu anlayan editöre denk gelmek çok zordur. iyi kitap editör için her şeyden önce satılabilir olandır. bu yüzden ülkede yığınla uyduruk roman var. "mavi bir yalnızlıkla sevişiyordu ve ufku kadar temizdi yüreği" benzeri cümleler kuran insanlar kapış kapış satılıyor çünkü bu kitapların hedef kitlesi olan okurlar "okuyayım ama hiç kafam yorulmasın, anlamaya çalışmayayım, beni olduğumdan daha ileri bir noktaya götürmesine gerek yok, okuyor görüneyim yeter" diyen kitledir.
    kitabı internette fotoğrafını çekip paylaştın mı? altına bir iki alıntı koyup bir uyduruk cümle de kendin ekledin mi tamam. mühim olan görülmek ve aidiyetimizin o şeye yakın olduğu hissini oluşturmak.

    editörler hakkında yığınla şey duyarım, bunlardan ilki kitapların ilk sayfalarını okuyup ilgi çekici bulmazlarsa devamını okumadıklarıdır. yani siz gerçekten önümüzdeki yılların iyi bir yazarı olacaksanız bile standart bir metin yazarak bunu göstermediyseniz o kitabı beğenip basılabilir bulmaz editörler.

    "konuya hızlı girmemiş" derler. proust konuya hızlıca giriyormuş gibi, murakami okumak çok kolaymış gibi, sizin okunabilir olmanızı ön şart olarak koşan bu tutum yüzünden editörler ve yazarların yıldızı bir türlü barışmaz.

    editörler yazarlığın nasıl bir şey olduğunu bir yazar gibi içeriden olmasa da bilmelidirler.
    dramatik yapı nedir, dramatik çatışma nedir, ateşleyici sebep nedir, doruk nedir vs. bunları bilmeyen biri okuduğu bir metni yalnızca afilli cümleler ve hikayenin ilginçliği (satılabilirliği) üzerinden okuyarak kendisine ulaşmış yeni yazarların görünür olmak için beklemeleri gereken süreyi uzatır.

    bir kez görünür olan yazar daha sonra istediği kadar avantgarde yazabilir, o zaman o kitapları da basar ve üzerine konuşurlar ama adınız yoksa yapabildiğinizin üst limitini yapmaya kalkışmanız editörler tarafından ancak ukalalık olarak görülür.

    siz yazabildiğiniz için yazıyorsunuzdur ama editör sizin hem onu şaşırtmanızı bekler hem de sizin aslında yazar unvanını hak edip etmediğinizi size söyleyecek kişi olmaktan hoşnuttur. bir yazarın tedrisatında yetişmiş olsanız bile bunun kıymeti yoktur. bir editörün karşısında ünlü bir yazarın "şunu bir oku" demediği biriyseniz beklemeniz gereken upuzun aylar vardır.

    kurmaca yazmakla ilgili deneyiminiz, birikiminiz önemsizdir. editör yalnızca önündeki metne bakar ve siz o metni daha o kişiye gösterdiğiniz ilk anda satmaya başlamışsınızdır. vitrini, yani metnin ilk cümleleri okuma arzusu uyandırmıyorsa editör sıkılır. sizin yazgınızı büker ve çöpe atar.

    aynı metni ünlü bir yazar gönderse böyle mi olur? hayır!

    geçtiğimiz yıllarda yabancı ülkelerden birinde, david lassman adlı bir adam jane austen'ın aşk ve gurur adlı kitabını, bu kitabı zaten basan penguen yayınları dahil olmak üzere dünyanın büyük yayıncılarından bazılarına göndermiş ve reddedilmiş.
    buradan iki sonuç çıkıyor. kitabı basan yayınevinin editörü bile bu klasik metni okumamış ve kitap kötü.

    kitap, dönemimizin şartlarına göre basılabilir olmayabilir bunu anlarım ama kitabı sığ bulduklarını yazan yanıtlar vermişler bu kişiye.

    yani, dil beceriniz iyiyse bile çok satan romanlara özgü hilelerle yazmadıysanız harikulade bir şey yazsanız bile bir editörün bunu görmesi çok zor görünüyor.

    yayınevlerine çok fazla sayıda dosya ulaşıyormuş. ülkede okur az ama yazabileceğini düşünen, yazabildiğini düşünen çok insan var. edebiyat eleştirmenliği diye bir mefhum olmadığı için, herkes cesaret buluyor ve "ben de yazabiliyorum" diyor.

    peki editörler ne yapıyor?
    görülmek isteyen onlarca işe yarar yazar varken "düzgün bir şey gelmiyor" diyorlar. nedir bu düzgün şey? kendisi hiç jane austen okumamış olan bir editörün bugünün metinlerini düzgün biçimde okuduğunu, bilgiye sahip olduğunu söylemek ne derece mümkündür?

    edebiyatımız bir eşik atlıyor. ülkemiz kültürel olarak bir ergenlik dönemi yaşıyor, çok izlenilen tv programlarından tutalım, filmlere, tiyatro gibi görünen ama öyle olmayan şeye, kitaplara bakalım. yalnızca kösnül duyular üzerinden satışı yapılan ürünler tüm dünyada olduğu kadar bizde de satıyor. bu durumda yayınevlerine çalıştırdıkları editörlerin her şeyden önce iyi okur olduğunu anlamak düşüyor.

    bir yazarın 19. yy. klasiklerinin tamamını okumamış olması kusur değildir ama bir editörün, kurmaca yazan insanların ulaştığı ilk ismin okumamış olması kusurdur. editör, yazarı karşı kıyıya taşıyacak olan sandalcıdır ve kürekleri daha evvel yazılmış olan metinlerdir.

    bazı yayınevleri yazar adaylarının fotoğrafını da istiyor, ürününü satacakları insan alıcılarda entelektüel ve arzulanabilir bir görüntü bırakıyor mu bunu bilmek istiyorlar.
  • çeviri kitaplarda iki türü vardir: orijinal dilinden yapilmi$ çeviriyi kontrol edenler ve orijinal metni hiç hesaba katmaksizin dogrudan çevirinin kendisini düzeltenler.

    ikinci türe düzeltmen de denebilir. redaktör de denebilir. zaten bu terimler öylesine kari$iktir ki yillardir bir $ekilde bu i$i yapmi$ da olsaniz bunlari birbirinden kesin çizgilerle ayiramazsiniz.

    bir çeviriyi edit ediyorsaniz tanimadiginiz halde çevirmenle tani$mi$ gibi hissedersiniz. zaten birkaç sayfada belli olur bu i$te yeni mi yoksa çömez mi oldugu. çömezse i$iniz zordur, metni neredeyse ba$tan çevirmeniz gerekir. bazilarinin kar$isinda ise "vay be bunu böyle çevirmi$, helal olsun" deyip kalirsiniz.

    editörlük bir nevi hamalliktir, bülent ersoy'a makyözlük yapmak gibi olur bazen. çok ugra$tirir.
    gönül ister ki hep angelina jolielere makyaj yapalim, güzelken mükemmel olsun.
  • notos eylül-ekim sayısıyla beraber editörlük üzerine bir dizi başlattı. cem akaş'la yaptıkları söyleşinin ardından kasım-aralık sayısında selahattin özpalabıyıklar'dan tavsiyelere yer verdiler. tanıl bora ile yapacakları söyleşiyi merakla bekliyorum ama zaten bora'nın bu hususta müthiş bir yazısı var.

    özpalabıyıklar editör olmak isteyenlere bazı kitap tavsiyelerinde bulundu. meraklılarına ulaştırmış olayım.

    * peter mendelsund'un okurken ne görürüz? kitabını ben her editöre öneririm.

    * simon garfield'ın tam benim tipim kitabı da işin tipografik boyutu için oldukça önemli.

    * matbaa tarihini bilmesinde yarar var, o yüzden orlin sabev'in ibrahim müteferrika ya da ilk osmanlı matbaa serüveni adlı kitabı öneririm.

    * artık satışı olmasa da yky'nin salı toplantıları'ndan kitap üzerine anatomi dersleri: kalemşörlere ve harfperestlere dair kitabı oldukça önemli bir kaynak.

    * facebook ve twitter üzerinden türkçe tipografi topluluğu sayfasının takip edilmesini öneririm.

    * mevcut bütün yazım kılavuzları bir editörün –hatta iyi bir okurun, eco'nun “ideal okur”unun– elinin altında olmalı.

    * filmlerden genius (fırtınalı hayatlar) filmini öneririm. bir editörün neler yapabileceğini, nelere kadir olabileceğini gösteren bir film.
    * deli ve dâhi filmini de öneririm.

    * kurmaca eserlerden de jaguar kitap'tan çıkan william maxwell'in hadi, yarın görüşürüz kitabını öneririm. kurmaca dersi ve editörlük dersi veren bir kitap adeta.

    * çevbir'in sitesinde savaş kılıç'ın ve tuncay birkan'ın türkçe üzerine notları var, onları da öneririm.
  • "en iyi yazar ölü yazardır, çevirmenin de ölüsü makbuldür" felsefesiyle editasyon yapan kişi.
  • iki türlü editör vardır
    biri tamir eder, incedir
    farkında bile olmazsın
    elinden tutar editör
    iyileşirsin, büyürsün.

    biri bozar, sıkıntı verir,
    dağılır ayarı kelimelerin.

    tamir edeni bulmak zordur.
  • kötüsü "edikör"dür.

    tıpkı "grafikör" gibi.
hesabın var mı? giriş yap