• avrupa insanının buz gibi görünüşünün ardındaki duygusallığı bu denli yansıtabilen bir film daha görmedim şahsen.
    filmin infosunda tür olarak dram yazıyor ya, hah işte; dram sözcüğünün sinemadaki tam karşılığı, bu filmde tokat gibi suratına çarpıyor insanın..

    --- spoiler ---
    ve bir de "ölmek istemiyorum" krizinin ayyuka çıktığı anda, o oyuncunun performansı yok mu.. aman allahım! çok başarılı.
    --- spoiler ---
  • acı içinde son günlerini yaşayan bir adamın söylediği sözler beynime öyle bir kazındı ki, dün akşamdan beri aklımdan çıkmıyor.

    --- spoiler ---

    bana yardım etmen için illa dünyanın diğer ucunda mı yaşamalıyım?
    --- spoiler ---

    vesselam vurucu sahneleri bol ve etkileyici izlenesi bir film olmuş. yapanların ellerine sağlık.
  • sorabilecegi sorularin cogunun pesinden gitmeyen bir film. biyolojik baba mi cocuga emek veren, buyuten baba mi ikilemine saplanmamasi, filmi benzer hikayeler anlatan filmlerden ayiriyor. ama uc, hatta belki dort ayri hikayayi birden anlatmaya calisiyor film ve, jorgen'in hikayesi disindakiler, mesela jacob'un hindistandaki hikayesi, mesela anna'nin ne hissettigi, hepsi biraz yuzeysel kaliyor. en rahatsiz edici yaniysa bence finali.

    --- spoiler ---
    final rahatsiz edici cunku, jacob'un danimarka'da kalmaya karar verme sureci cok hizli geciliyor, ve hikaye her ne kadar biyoloji/emek ikilemine saplanmadan ilerliyor olsa da sonunda kan bagina dayali iliskiler emek vermeye dayali iliskilere tercih ediliyor. daha da rahatsiz edici olan, filmin baslangicinda inanilmaz bir emek ve alturism ornegi olarak sunulan hindistan'daki yetimhane projesini filmin sonunda bati'dan gelen milyon dolarlarla, ve de jacob'un oz kizini ve eski sevgilisini tercih etmesiyle kurtariyor olmasi. "burda hersey cok guzel artik" diyor, pramod, ve biz de seyirci olarak, jacob ona "benimle gelmek ister misin?" diye sordugu ama kendisi kalmak istedigi icin rahatliyoruz; olen oluyor ve de kalan saglarin hepsi hallerinden memnun. ama iste boyle olunca ne jacob gercekci bir karakter olabiliyor, ne de film baslangicindaki cesur sorularini takip edebiliyor.

    --- spoiler ---
  • mads mikkelsen'in basrolde oldugu 2006 yapimi bir susanne bier filmi.

    hindistanda cocuklara yardim amaciyla calismakta olan jacob (mads mikkelsen), bir hayirseverin yardim yapmadan evvel illa ki gorusmek istemesi neticesinde memleketi danimarkaya doner. jørgen (rolf lassgård) helene (sidse babett knudsen) ile evli, birisi kevlenmek uzere olan kizi ve kucuk ikizleriyle yasamaktadir. anna (stine fischer christensen) dugun toreninde jacob'in gecmisine dair tum aileyi etkileyecek bir gizi ortaya cikartir...

    danimarka sinemasinin genel havasina uygun bir film "after the wedding". hareketli kamera kullanimi ve kirli sesiyle olabildigince gercekciligi arttirmaya calisan, oyunculara buyuk isler dusen bir yonetime sahip. yakin cekimler ve diger tum seylerde oyuncularin omuzlarina buyuk bir yuk bindirilmis.

    filmin en buyuk artisi da burada, oyunculuk. mads mikkelsen (ki kendisini en son yeni james bond filmi, casino royalede kotu adam rolunde gormustuk) basarili bir performans sergiliyor. fakat ondan daha ote bir oyuncu var ki bu filmde gercekten insani kendisine bagliyor. histeri krizinde gosyazi dokmemek icin gercekten ugrasmak gerekiyor. jorgen rlundeki rolf lassgard dan bahsediyorum. gercekten cok basarili, ust duzey bir oyunculuk sergilemis.

    oyunculugun disinda filmde dram etiketine yakismayacak duygusal bosluklar mevcut. ornegin hindistan ve jacob'un cocuk sevgisi gibi konular izleyici ile yeterince baglanti kuramiyor ve afaki kaliyor. benzer sekilde iyi bir yan hikaye olabilecek olan anna ile christian arasindaki iliski futursuzca harcanmis. filme ismini verdigi gibi konuya da etki etmesini beklerdim dugun ve sonrasindaki evliligin.

    hareketli kamera ve asiri zoom neticesinde bazen insani mahosluga iten bir duygu hasil oluyor. hareketli cekimlerin gozle uygun gitmeyisi vb nedenlerden oturu bir yapaylik hissetmemek elde degil.

    bu filmi izlerken aklima her nedense basrollerinde julia roberts, susan sarandon ve ed harris olan stepmom geldi. erkekler kadin olmus, kadinlar erkek.

    oscar sahibi olabilecek kadar harika** bir yapim degil, ama izlenmeye deger.
  • bu iskandinavlar ne cool insaanlar yareppim, çocuğu çoluğu kadını erkeği genci yaşlısı hepsi ayrı cool, adam orada
    --- spoiler ---
    i don't want to die
    --- spoiler ---
    diyerekten kendinden geçiyor, ben burada salya sümük olmuştum kadın olanca sukunetiyle sakinleştirmeye çalışıyor. ne panik ne kontrolsüzlük, hiç.

    biz mi pokunu cikartiyoruz herşeyin, kendimize acıyoruz sürekli olur olmaz? sonuçta tepki dediğin öğrenilen de birşey, olaylar karşısında nasıl tepki verileceğine dair kodlar var zihnimizde, ondan sebep bizimkiler biraz tiyatro mu?

    güzel film, yerinde yorumlar yapılmış daha önce, tekrarlamaya gerek yok. 7, 5/10 gider benden, notum kıttır ama.
  • özellikle sinir krizindeki rolf lassgård'ın en vurucu performansı sergilediği; kuzey avrupalılar da hisseder, diyen; hindistan ve danimarka geçişlerinde yaşam standartlarındaki uçurumu gerçekçi bir şekilde aktaran güzel bir film.

    filmin ilk başında jörgen'in anlamsız tavırları bende danimarkalıların fazlaca medeni olduğunu düşündürmüştü, ve fakat sonradan aslında yine fazlaca düşünceli bir babadan başka birşey olmadığını gördüm.

    mads mikkelsen aşığı bir insan olarak yine de bu filmde benim favorim rolf lassgård oldu, özellikle isveçli bir aktör olmasına rağmen isveç şakası -ne kadar komik olmasa da- beni güldürdü.

    güzel film, güzel.. sonundan pek bir şey anlamamış olsam da.
  • son dönemde, lars von trier sayesinde, danimarka sineması dünya çapında karamsar bir sinema olarak tanınmaya başlandı. kara mizah, acımasız dramalar vs. ama bu film kanaatimce bu algıyı birazcık da olsun değiştirdi. von trier'in dogme 95 ilkelerine kısmen bağlı kalsa da, bier bu filmde insan evladının arada iyi şeyler de yapabildiğini, modern insanın alamet-i farikasının ahlaki yozlaşma olmadığını göstermeye çalışıyor.
    genel olarak bakıldığında bu denli iç içe ailesel olaylar ve entrikaların döndüğü bir hikaye insana ister istemez pembe dizileri hatırlatıyor. ama senaristin mahareti ve oyuncuların über performansı bizi o pembe diziler diyarından çıkartıyor.
    bier'in gözlerle ilgili bir obsesiyonu var sanırsam, film boyunca gözlerden alınan yakın planları başka şekilde yorumlayamıyorum zira. hani gözler ruhun aynasıdır derler demeye getireceğim ama yakın çekimde gördüğümüz ilk göz de yol kenarında ölü yatan, ruhsuz bir tilkinin gözü. sonrasında jorgen'in odasında asılı bulunan hayvanların gözleri ve tabi ki konuşma esnasında gözlere odaklanan kamera...
    filmi izleyen çoğu kişi gibi ben de mads mikkelsen hayranlığım nedeniyle izlemeye başladım filmi. ama itiraf etmem gerekiyor ki bu filmde asıl dikkatimi çeken oyuncu mikkelsen değil, jorgen rolünde devleşen rolf lassgard.
    jorgen'in o nazikliğinin arkasında, sıfırdan milyoner olan istekli ve kızgın bir adam var. bu öfkenin ufak bir kısmını restorandaki sarhoş tavırlarında görüyoruz, zaten böyle öfke sahibi olamayan insan milyoner olamaz gibime geliyor. filmi sürükleyici kılan jorgen karakteri, bazen manipülatif bazen aşırı alçak gönüllü ve bonkor. adamın karısına ve çocuklarına beslediği aşkın azameti ve gerçekçiliği ise az filmde bulunan cinsten.
    danimarka sinemasına ilgi duyanların kaçırmaması gereken bir film.
  • gerçekten hiç aklıma gelmeyecek şeylerin olduğu film.

    --- spoiler ---

    başlarda ne olacağını bilmediğim için yaklaşık 5-10 dk dikkatle izledim. özellikle hindistan'daki kısımlarda çok eğlendim. ancak jacob'ın danimarka'ya geldiği anlarda sıkılmaya başladım. hatta aklımdan tam olarak geçen cümle "ulan mads mikkelsen filmi diye bokunu çıkardım. adamın her filmini izleyeceğim neredeyse. bak bu seferki fos çıktı." oldu. ama kapatmadım, devam ettim.

    filmin içeriğini okuduğumda gerilim gibi geldi, aile sırları falan* ama baktım bildiğin sıkıcı drama doğru gidiyor. özellikle düğün ve helene-jacob karşılaşması nedense beni çok gerdi. zaten bir geçmişleri olduğu anlaşılıyor. sürekli bunlar ha yattı ha yatacak modundaydım. yani filme hala vasat gözüyle bakmaya devam ediyordum ki gerçek çok yumuşak bir şekilde ortaya çıktı ve benim de bütün uykum dağıldı.

    o andan itibaren gerçekten sürükleyici bir film halini aldı. helene-jorgen, jorgen-jacob, jacob-helene, anna-3 ebeveyni arasında geçen ilişkiler çok hoşuma gitti. sanki gerçek hayatta meydana gelebilecek gibi sade ve güzeldi.

    herkes gibi ben de jorgen'den bir hinlik beklerken bizi ters köşe yaptı ve ölüm döşeğinde olduğunu öğrendik. tabi ki üzüldüm ama bence jacob'ın durumu daha üzücüydü. senelerdir kimsenin bir şey haber vermediği adamın, jorgen ölmek üzere olduğu için bütün hayatı alt üst oldu. çok büyük bir haksızlıktı. belki sonlara doğru kaynaştılar ama adamın idealleri tuzla buz oldu. hele ki pramod, her şeyden habersiz sadece durumları az da olsa düzeldiği için jacob'tan vazgeçen pramod. ama çocuk da haklı adamın senelerdir sövdüğü memlekete neden gitmek istesin ki.

    askıda kalan bir şey olmadı belki ama hüzünlü bitti. bir adamın ölümü herkesin hayatını değiştirdi. sonuç olarak kapatmadığıma ve mads mikkelsen'e bir şans daha verdiğime memnun oldum.

    --- spoiler ---
  • son zamanlarda das leben der anderen ile birlikte izlediğim en iyi avrupa filmlerinden biri. yalnız hindistan kısmı biraz az tutulmuş. daha güzel yansıtılabilirdi sanki.
  • oluyorken olamamis, iyi kalpli izleyicinin beklentilerine yenik dusmus gibi hissettim jacob - ki yine bir baska mads mikkelsen performansiyla karsi karsiyayiz - ne yonde karar verecegini acik ettiginde. oysaki ters yonden istikamet halindeydi hikaye:

    --- spoiler ---
    cocugundan yillarca haberi olmayan ve hayatini baska memleketlerin cocuklarina adayan bir adam, yillar sonra, çocuğunu besleyip büyüten baba tarafindan cagrilip, bu varsil adam tarafindan cocugun bundan sonraki hayatinda ona goz kulak olmasi teklif edilirse ne yapar? ustelik emanet edilenlerin icinde, cocugun annesi, yani biyolojik babamizin eski sevgilisi, emekci babamizin karisi da varsa? ve de tum bunlar, yaklasmakta olan bir olum nedeniyle oluyor ama olmeye giden iyi kalpli-tas gorunuslu varsil adam, tum bu iyilik tekliflerinin yaninda, pek tabii her insan gibi, olmekten delicesine korkuyor, "olmek istemiyorum!" diye once icten ice ardindan ciglik cigliga bagiriyorsa?

    --- spoiler ---

    yonetmen koltugunda susanne bier oturuyor; ama hikaye ve senaryoda yine anders thomas jensen imzasini goruyoruz. kendisinin daha once izlemis oldugum iki filmindeki (bkz: adams aebler), (bkz: blinkende lygter) yogun kara mizah bu filmde kendini cok sinsice ilerleyen yogun bir drama birakmis. karakterlerin her birinin sahip oldugu hikayeler ayrica islenmeye deger; ama bunun filmin temel odak noktasini bulaniklastiracagi korkusuyla hemen hemen hepsi ya kisaca gecistiriliyor ya da filmin bir aninda gosterilen bir daha donulmeyip orada birakiliyor. bunun icin filmin mimarlarini suclayamam; soz gelimi anna-christian iliskisine, ya da helen-jacob mazisine zaman ayirmak cok seyler de goturebilirdi; ama yine de boylesi bir "her seyin yerli yerine oturdugu ve herkesin olduklari yerden azami memnun olduklari" mutlu son, bu filmin hikayesinin ve sormaya calistiklarinin agirligi yaninda biraz guduk kaliyor. ha, bir de film 2007 oscar odullerinde, pan's labyrinth ve auf der anderen seite gibi iki olaganustu filmle kapismaya layik gorulmus akademi tarafindan. oyle de bir film, hakkini yemeyelim simdi.
hesabın var mı? giriş yap