11666 entry daha
  • 12 eylülü ve o tarih öncesinde yaşadıklarımı unutmuyor, unutamıyorum. her şey üniversitenin altın saçlı kızı solcu irem'e aşık olmamla başlamıştı. kızla ortak bir payda onu daha çok görebileceğim bir yer ararken kapıldım sosyalizme ve sosyalist akıma. ailem menderesçiydi ama fanatik olmayanından. bizim evde siyaset pek konuşulmazdı bi atatürk bi demirel bi de menderes bilirdik. iyi bişeydi bu ama yontulmamış bir odun gibiydim sosyalist arkadaşlar için. yeni doğmuş çocuk politik saflığındaki yetişkin bir adamdım. derslerden sonra buluştuğumuz lokalde sırayla bana sosyalizm dersi verirlerdi. sıranın irem'e hiç gelmemesi başta sinirimi bozsa da güzel şeylerdi bu adamların anlattıkları. onları"gomunist anarşikler halk düşmanları" olarak tanımlayan babama inat bu adamlar eşitlik, kardeşlik ve daha güzel bir dünya vaadediyordu. onlarca kitap okuyup kapattım "yoldaş"larla olan açığımı 1 senede. bu süre zarfında iremle olan en yakın temasım el sıkışmaktan öteye gidemedi. uğruna dünya görüşümü değiştirdiğim kız hayatımdaki önemini yeni dünya görüşüme kaptırmıştı. halen aşıktım ona delice ama devrim ve ideallerim herşeyin önündeydi artık.

    ailem bendeki değişimi az çok farketse de milimal düzeyde tutuyordum farkındalık eşiklerini. artık çaylak bir sosyalist değil çaylak sosyalistlere sosyalizm dersi veren bir usta olmuştum. işin şiddet kısmından hep kaçmaya, bulaşmamaya çalıştım. cephane gibi dolaşan sağcı ve solcuların devrinde cephane gibi dolaşma imkanım olmasına rağmen sadece bir sustalı taşırdım koruma amaçlı. sosyalizme inandığım kadar tanrıya da inanırdım çünkü amacım kendimi korumak ve savunmak olmadığı sürece hiç bir insanın canını yakmamak araç değil amaçtı nihai hedefe giden yolda. hiç kimse gelip de bana yükseldin artık falan dememişti ama yükseldiğimi hissediyordum. bir zamanlar ne yapmam gerektiğini sorduğum insanlar bana ne yapmaları gerektiğini soruyordu. tahminime göre sistem içerisinde 1. veya 2. sıradaydı irem emir komuta zincirinde. çok nadir görürdük onu gördüğüm zamanlarda yüzümü kaplayan aptal gülümsemeye engel olamaz, bir anda nerede olduğumu unuturdum. o tutkuyla konuştukça ona olan tutkum ezerdi benliğimin en derin noktalarını. bir kaç ay sonrasında ise artık bana tamamen güvenmeye başlıyorlar o dönem oldukça yaygın olan ajan ve köstebek modasına uyup uymadığıma karar veremeyenler. babamın sağcı geçmişi pek de yardımcı olmuyor hani sol çizgide sürdürdüğüm mücadelede. tüm karar mekanizmasının başında 2 ay öncesine kadar sıradan bir devrimci sandığım kendini mükemmel kamufle den mustafa, sonrasında sağ kolu kerim, sonrasında irem ve ben geliyorduk. irem'i benden üst sanmamın sebebi kerim'in bana pek güvenmemesinden geliyormuş.

    kerimle aramızdaki esas sorunun ortak irem sevdamız olduğunu anlamaya yetecek kadar uzun bir iki ay sonrasında ortak bir toplantıya yolluyor bizi mustafa kendi adına katılmamız için aksaray'a. sidik yarıştırıyoruz adeta toplantı boyunca kerimle. sanki aynı adamı temsil eden bir ikili değil de, düşman iki adamın iki ayrı temsilcisi gibi konuşuyoruz. onun onayladığına ben, benim onayladığıma o itiraz ediyor. toplantı bitip birbirimize küfrede küfrede lokale dönerken çeviriyor önümüzü siyah giymiş 10 kişi. ben daha ne olduğunu dahi anlamamışken boynuma yediğim darbe yüzünden bayılıyorum. ellerim ve ayaklarım bağlı şekilde uyanıyorum. taş çatlasa 10 metre büyüklüğünde bir odadayım, hemen yanımda kerim aynı pozisyonda. yüzünde belirgin bir yara izi olan iri yarı bir adam gözlerini bağlıyor. uyandığımı görünce ters ters bana bakıyor. "bak amına koduğumun iyice bak, bana kalsa siksen takmazdım şu göz bantlarını size yapacaklarımızı görmeniz için ya diğerlerine dua edin siz diyor" ve yüzümü eliyle kavrıyor. sorgu odalarında bulunan ve içerden dışarsını göstermeyen cama bakıyor "bu vatan hainlerinden mi korkacaz, kafasına sıkmayacaz mı ikisinin de sonuçta" diyor, ve kendini toparlıyor. sinirli ve kolay kendini kaybeden biri. söylememesi gereken çok şey söyledi yanımızda. camın arkasındakinden iyi bir azar belki de dayak yiyeceğini anlamak için kahin olmak gerekmiyor. gözüme siyah bandı takıp çıkıyor odadan.

    "orrrospu çocuğu onur", "armut dibine düşer demedim mi mustafağğğ" nidaları uyandığını anlamama sebep oluyor kerim'in. 1 saat sonra geberecez belki, nerde olduğumuz bile belli değil adam halen benim babamın sağcı olmasını dert ediyor. "he kerim he ondan ondan" dediğimde anlıyor kendisinden farklı bir durumda olmadığımı. 2 senede toplam 1 saat konuşmadığım adamla 3 saat boyunca konuşuyoruz sıkıntıdan. isim veya mekanlar hariç her konuda konuşuyoruz. ortak irem sevdamız olmasa gayet çok iyi arkadaş olabileceğimizi anlıyorum bir süre sonra. tahminen 5-6 saat sonra açılıyor demir kapı. tek soru sormadan başlıyorlar işkenceye. biliyorlar çünkü yıpranmadan konuşmayacağımızı. zaten yeterince konuşulduğu ve televizyonda gösterildiği için kısa keseceğim işkence seansını. hatrı sayılır tokat ve yumruklar sonrası klasik elektrik işkencesine başlıyorlar. üç kişiler tahminen birisi yüzünü gördüğüm yaralı yüz, diğeri beni tokatlayan demir yumruk ona öyle diyorum çünkü yumrukladıkça nara atıyor. beni yumruklayanın yaralı yüz olmadığını kerim'i yumruklayıp her yumruğa ayrı yorum yapmasından anlıyorum. demir yumruk da arada konuşuyor ama 3. kişi hiç konuşmuyor. sadece ayak seslerinden anlıyorum onun odada olduğunu. belki 3. kişi bile yok paranoya yapıyorum ama o an bahis oynasam tüm paramı 3. kişinin odada olduğuna yatıracağımı biliyorum.

    iki tane mandal bağlıyorlar göğsüme veriyorlar elektriği. tarif edilemeyecek kadar ağır bir acı. tv de gösterilen ve işkence sahnelerini unutun. karizmatik gösterilip gıkını çıkarmayan adamları da, küçük bir kız çocuğu gibi bağırtıp, ağlatıyor bu meret. tv de hiç bir zaman göremeyeceğiniz bir diğer olaysa elektrik yiyen insanın idrarını tutamaması. ne zaman eski solcuların elektrik yediği bir sahne izlesem küfrederim çekene bu detayı atladığı için, bu detayı atlaması ya kahramanı karizmatik gösterip bizi ve gerçeklerimizi yok saydığını ya filmi çekerken işkence görmüş eski bir solcudan değil eski bir işkenceciden tüyo aldığını gösterir çünkü. neyse günlerce sürüyor bu işkence kendi sidik kokumuzdan boğulacak hale geliyoruz oda içerisinde. işkenceleri genelde yaralı yüz, nadiren de demir yumruk yapıyor. benim var olduğunu iddia ettiğim, kerim'in ise deliriyosun yok öyle bişey dediği 3. kişi yok piyasada. günleri bize bir kere tahminen öğlen vakti verdikleri yemek ve sudan anlamaya çalışıyoruz. ama hangi gün, hangi ay ve hangi saatte olduğumuza dair en ufak bir fikrimiz kalmıyor bir süre sonra elektiriğin de etkisiyle. demir kapı ne zaman açılsa ellerim titremeye başlıyor artık.

    tüm bu işkencelerden sonra soruyorlar öğrenmek istedikleri ilk ve tek soruyu; "mustafa nerde yaşıyor", zaten en ufak bir fikrim olmadığı için, olsa dahi konuşmayacağım bir konu olmasına rağmen rahatlıyorum. ama kerim'in bunu bilen tek insan olduğunu ve asıl hedefin kerim olduğunu da anlıyorum o anda. adamlar kerim'in peşindeyken piyango oluyorum adeta onlar için. onlar da sanki bir bok bilmediğimi biliyormuş gibi kerim'e yoğunlaştırıyorlar işkencelerini o saatten sonra. kerim beklediğimden çok daha büyük adam çıkıyor, bana bir bok bilmememe rağmen burnumdan gelen kanı ağzımdan içiren adamlar ona neler yapıyorlar ama yine de konuşmuyor çocuk. tahminen 2 hafta daha sürüyor bu böyle.

    bir gün her zamankinden farklı bir şiddetle açılıyor demir kapı ne yaralı yüz gibi mal mal konuşuyor, ne demir yumruk gibi homurdanıyor içeri giren. 3. kişi diyorum bu içimden. ben düşünür düşünmez kovadan dökülen su sesini duyuyorum. kerim şehadet getiriyor. bir kısmı koluma çarpıyor buz gibi suyun. elektrik vermeye başlıyorlar kerim'e. daha önce duyduklarımın 10 katı kadar bağırıyor kerim. sesini son duyuşum oluyor bu çığlıklar. geldiği sessizlikte çıkıyor 3 numara. haklı çıktığıma lanet ederek ağlıyorum sessizce. işkencesiz geçen tahminen 4- 5 gün sonra ceset kokusu ekleniyor sidik kokusuna. burnum inanılmaz hassaslaşıyor artık. yaralıyüzün getirdiği yemeği, o daha önüme koymadan anlayabiliyorum kokusundan. veya onların camın arka kısmında yediği lahmacun kokusu sarıyor artık burnumu. görme yetimi tahminen 2 aydır, duyma ve konuşma yetimi de kerim öldüğünden beri kullanmadığım için burnum inanılmaz güçlenmişti.

    artık öldürmeleri için yalavaracak bir perişanlıktayken açılıyor kapı yine. giren 3 numara, usulca yaklaşıyor yanıma, o yaklaşırken eşsiz derecede ilginç olan vücut kokusu sarıyor bedenimi. daha önce sadece bir kişide duyduğum bir koku bu "irem?" diyorum istemdışı, "özür dilerim" diyor sessizce irem karnıma hançeri yemeden 3 saniye önce. deli gibi gülmeye başlıyorum akan gözyaşlarıma aldırmadan. hep nasıl öleceğimi düşünürken ölümüm bir zamanlar uğruna öleceğim kadının elinden ağır bir ihanetle geliyor.

    hastahanede açıyorum gözlerimi. ağır yaralı bir haldeyken hasköy inşaatında bir inşaat kumunun üzerinde bulmuş beni bir amele. taş çatlasa 2 aydır tutsak sanarken kendimi 4 aydır kayıp olduğumu öğreniyorum, babamın vefat ettiğiyle ve 2 gün önce darbe yapıldığıyla birlikte. iyileşir iyileşmez mustafa'yı görmeye gidiyorum. ama ne mustafa var piyasada ne diğer yoldaşlar. ya öldürülmüşler ya mustafa gibi darbe günü tutuklanmışlar. 1 sene sonra ortam yumuşayınca ulaşıyorum mustafa'ya. inanamıyor irem'in ihanetine onun da ben ve kerim gibi kaçırıldığını sanıyormuş meğer. sağcı, solcu, dindar her kimki bana irem'in ölüsünü getirirse onu paraya boğarım diyerek başına ödül koyuyor irem'in mustafa.

    yılllar geçiyor yıl 2001, evlenip çoluk çocuğa karışıyorum, ellerimin titremesi baki kalıyor. çocuklarıma neden demir kapı sesi duyduğumda irkildiğimi açıklamam gerekiyor. mustafa dahil tanıdığım devrimcilerin neredeyse tamamı hakkın rahmetine kavuşuyor. irem'den halen bir haber yok. çevremin ısrarlarına dayanamayıp kitap yazıyorum. eski sosyalist yeni kapitalist yayınevi sahibi tıfıl ibrahim'in "bir yayınevi için eski bir istibahratçının kitabını basmaktan kötü olan tek şey eski bir devrimcinin kitabını basmaktır" sözü kırıyor şevkimi. bi gün gazetenin 4. sayfasında görüyorum insana umut aşılayan gözlerini. yıllar ona benim kadar acımasız davranmamış, halen çok güzel. gerçek adı irem değilmiş meğer bunu öğrenmekten çok onu gördüğüm haberin içeriğine şaşırıyorum. "hayırsever iş kadını evinde ölü bulundu" yazıyor dev harflerle. iş kadını olmasına mı, ölmesine mi şaşırsam bilmiyorum. soğuk kanlı elleriyle onlarca cinayete karışan kadın, azize gibi gösterilmiş gazetede bozuluyor moralim. kısa bir internet araştırması sonrası darbe sonrası 10 yıl ingilterede yaşadığını, kağıt üzerinde ve teoride gayet düzgün görünen bir adamla evlendiğini ve hiç çocuk yapmadığını öğreniyorum. uzun araştırmalarıma rağmen öğrenemediğim yegane şeyler parasının kaynağı ve karanlık geçmişi oluyor. zaten bildiğimden öğrenmeyi beklemiyorum ya neyse. onca gücü ve parasına rağmen işlediği faili meçhul cinayetlerin bedelini faili meçhul listesine eklenerek ödüyor irem. kılıçla vurup kılıçla ölüyor...
  • şanssız bir adamım. ne zaman bir şeyi çok istesem kesinlikle önüme büyük problemler çıkıyor ve o istediğim şey olmuyor. insanlarla ilişkilerimde de bu böyle... bir insandan hoşlandığım veya muhabbetinden/kişiliğinden haz aldığım zaman o insanla yollarımı bir türlü kesiştiremiyorum. dağları yol bile yapsam, imkansızı imkanlı hale de getirsem olmuyor. eğer insanlarla istediğim seviyede diyaloglara girebilsem, görüşebilsem ve sonucunda istemediğim bazı olaylar yaşasam bunu kendime dert etmem. olaylar ancak ne kadar ters gelişebilirse o kadar ters gelişiyor ve değer verdiğim insanlar hayatımdan bir bir çıkıyor.

    yoruldum artık. olmayacak işler ve hayatıma dahil edemeyeceğim insanlar için çabalamaktan yoruldum. yine kendimi kişisel gelişime verdim. vitesi boşa attım, gidiyorum. ama nereye? hiçbir fikrim yok...
  • daha önce kırıldım diye etrafımda ördüğüm duvarların içinde boğulmak üzereydim. sonra biri geldi, yıkmaya karar verdim. ama şimdi sanki o kişi bir öyle bir böyle davranıyor. ya da ben öyle hissediyorum. oysa ben duvarlarıma geri dönmek istemiyorum ki!
  • en yakın arkadaşım biriyle bi günlüğüne yalandan sevgili gibi takılıp eski sevgilimi kıskandırmam konusunda gaz verip duruyor. işin kötüsü benim de kafama yatmaya başladı. cuma günü karşılaşacağız kendisiyle. ama çevremdeki kızların hiçbirine böyle bir şey teklif edemiyorum. bir kadına böyle bişey söylenir mi lan çok ayıp bence. ama bi yandan da istiyorum sanırım kıskandırmayı. ne yapıcam bilmiyorum...
  • sevgili ev arkadaşım* her banyoya girmemde, saçlarına şekil vermek için kullandığın jöleyle, çok güzel koktuğu için ellerimi yıkıyorum* *

    zöe: aq sanki sizin jölenizle yıkıyorum elimi.*
  • daha az uyuyorum,
    daha fazla sigara içiyorum,
    daha fazla gülüyorum
    daha mutsuzum sanki,
    daha bi tezatım kendime,
    daha sinirliyim,
    daha asosyal oldum,
    daha fazla merak ediyorum,
    daha fazla özlüyorum,
    daha bu bana az diyorum.

    hep düşünüyorum, zannedersem daha fazla sevmeye başlıyorum.
  • her akşam, iş çıkışı "bugün 23:00 gibi erkenden yatarım" diye plan yapıyorum, ama henüz uygulamaya geçiremedim.
  • yorgunum, coktan daha fazla hicin epey kati.
  • gece uyku tutmadığından işte uyumaya başladım. öyle az buz 5 10 dakika değil, ağzı düz yarım saat. ama ne kadar dinçleştiriyor insanı anlatamam.

    ha bir de, ufak bir yastık götürmeyi düşünüyorum işe.

    nolacak bilmiyorum.
  • kafam büyük. şapkalara sığamıyorum.
259362 entry daha
hesabın var mı? giriş yap