144961 entry daha
  • açtığım başlık sansüre uğradı. artık burada yazmak bile istemeyecek hale geldim bu yüzden. eski ekşi sözlüğü çok özledim.
    (bkz: ben neden tecavüze uğramıyorum diyen savcı) başlığına entry girince sol frama de gözükmüyor. ekşi de yandaş medyaya uymuş ve artık bazı olayların gündem olmaması için çaba harcar hale gelmiş. cidden yazık sözlüğün ilk günkü ve şimdiki haline bakınca ciddi manada üzülüyorum.
  • yine geldim kürkçü dükkanına. bir şeyler yazacağım yine buraya, bu sefer kendimden de bahsedeceğim. yani sanırım.

    vincent van gogh'u eserlerinden biri olan yıldızlı gece ile tanıyoruz neredeyse hepimiz. ünlü ressam, hayatının büyük bir kısmında resim galerilerinde çalışarak başkalarının yaptığı eserlerin satılması için çabalamış. daha sonrasında da kendisi tablolar yapmış. fakat eserleri hiç değerli bulunmamış. kimse tarafından satın alınmamış. ancak ölümünün ardından eserleri tabiri caizse "kıymete binmiş" ve satılmış. günümüzdeki popülaritesine ulaşması ölümünden sonra olmuş. yani van gogh, belki de tüm ömrü boyunca elde etmek istediği başarıyı ancak öldükten sonra elde edebilmiş.

    kendi hayatımı bazen bu yaşanan duruma benzetiyorum. meydana getirdiğim bir eserim yok. muhtemelen olmayacak da. ölümümden sonra arkada bırakabileceğim tek şey çevrem tarafından nasıl hatırlanacağım olacak. her gün bunun için çabalayıp buna göre yaşıyorum. mirasım kendim olacağım çünkü!

    bana gelecek olursak; ben sadece bazı huylarımın, davranışlarımın, çabalarımın, başarılarımın, mutluluklarımın yeteri kadar değer görmediğini düşünüyorum. tıpkı van gogh'un yapmış olduğu tablolar gibi... bazı şeylerin hak ettiği değeri görmesi için illa ölmek mi gerekir? illa onu kaybetmek mi gerekir?

    yanlış anlamayın, burada size kendimi övmek ve güzel şeyler söylemenizi beklemek değil asla niyetim. insan sadece sayılı kişilerden bekliyor zaten tüm bunları. hayatta en değer verdiklerinden.

    bir kişinin yaptığı davranışları, huyları, çabaları görün. görün, fark edin ve takdir edin, paylaşın, mutlu olun.

    her şey için çok geç olmadan.
  • eski sevgililerimin benimle hala irtibatta olmasından rahatsız oluyorum. bir de pişmiş pişmiş yeni flörtlerini anlatmıyorlar mı? hayır kıskandırmaya çalışmaktan başka kozunuz olmamasına üzülüyorum sadece. kıskandığım ya da bilendiğim yok. bana bir şey hissettirmiyorsunuz.
  • beni böyle olduğum gibi kabul edecek birine ihtiyacım var. bu en olmamış halimle. eksiğim zira. çok eksiğim. eksik hissediyorum. sessiz sedasız ölmek istiyorum bir de şu an. "öff bu da ölüm ölüm yeter be" diyeceksiniz... nolur susturmayın, doldum. içimden bu geliyor bir tek, susamıyorum şu an. her yere yazasım geliyor. ölüm, ölüm, ölüm, ölüm... istiyor muyum acaba gerçekten, sahiden şu an elime bi düğme verseler, bak, deseler, şu an buna bastığın anda her şey acısız son bulacak.. basar mıyım bilmem... ara sıra gelen ümitli halim için basmazdım herhalde, gelecekten umarak... ya da şu bizim çocukların gülüşü hatırına yapmazdım ama şu an şu dakikaları öldürmek istiyorum. zira şu an bunu yapmak bile kandırmıyor beni. çok hüzünlüysek komik şeyler yapmak lazımmış ama şu an bunlar bile avutmuyor beni.
    bizim mustafa gelir aklıma tam düğmeye basacakken belki de.
    şu fotoğrafa bakardım. sonra bi film sahnesi gibi flachback yaşardım, o konuşmamız aklıma gelirdi,
    - diktin mi bakalım ağacını?
    - evet.
    - ben yaşlanınca, sen büyüyünce buraya bi daha geliriz. beraber diktiğimiz ağaçlara bakarız he, ne dersin?
    - ama nasıl bulucaz?
    - bilmem, bulamasak bile en azından bu ağaçlardan biri bizim ağacımızdı diye bakarız hepsine, olmaz mı?
    - ben fotoğrafını çekeyim öyle buluruz.
    sonra o masum masum ağacının fotoğrafını çeker, ben de onun fotoğrafını. ne tatlı. yo hayır, basmazdım düğmeye.

    sonra bu anahtarlığa bakardım. bi flashback daha yaşardım. şunları hatırlardım:
    1
    2
    basmazdım düğmeye.

    buna bakardım. basmazdım.

    çocuklarımın kurdukları hayalî ülkelere, hayalî adalara, hayalî haritalarına ve hayalî kurallarına bakardım. şaka değil, var böyle bir şey. mecaz yaptığımı zannediyorsunuz değil mi?

    bakın, mesela şu ismi emir olan bir öğrencimin içinde çikolata nehri bulunan ülkesinin küçük bir haritası.

    bakın, mesela bu içinde sucuk ağaçları bulunan bir ülkenin (yani beyaz ay adasının ehehehe) fethini anlatan öğrencicağızımın yazdığı bir hikayeciği.

    bakın mesela bu makasya adası. makasya adasında insanlar supermiyumtemizumasdasumatatum suyunda yıkanıyorlar. ejderhalar ağızlarından ateş yerine çiçek püskürtüyorlar, bakın.

    bir sürü var bunlardan. bakıp bakıp hayallere dalardım.

    ne bileyim. güvercinlere bakardım, çantama bakardım, basmazdım.

    hayata dair gülümseten bütün detaylar... kediyi bulduğumuz o gün, teyzenin getirdiği şu tepsi ve muhammed fatih hatırına ,

    basmazdım o düğmeye. basmazdım. vazgeçerdim.

    ama ben son günlerde bir şeyden daha tekrar vazgeçtim biliyor musunuz? son günlerde yine vazgeçtim. yine sevmiyorum kimseyi. artık yine ne olursa olsun diyorum. çünkü yüklediğim anlamlara ailem ve çocuklar dışında değecek hiç kimse yok. boş laflar var sadece. süsler. o kadar. bunu bir kez daha anlamak bana bir şey katmadı. sadece artık daha da inançsızım.

    ben bakkala saygısızlık olmasın diye kulağımdaki iki kulaklığı da çıkarıp gülümseyerek konuşan bir adam olarak insanların bunlara değmeyeceğini düşünüyorum çok garip... sadece bazıları böyle gülümseyerek içten bir teşekkür ediyor ya... inanasım geliyor bazen. ama gene siktir ediyorum aslında hep. kulağımda kulaklığımın tekini bırakıp ya da bazen hiç çıkarmadan paramı verip çıkıyorum. o kadar yıldım artık. önerilere de kibarca gülümseyip teşekkür ediyorum sonra uzaklaşıyorum. son günlerim böyle. gene uzağım, gene uzaklaştım. dünyaya kulaklarımı kestim. ümitsizim, kendimle yaşıyorum, kendimi dinliyorum, kalp çarpıntılarımı dinliyorum. birazdan odadan çıkacam annemle gülücem biliyorum. annemin "bak sana mesir macunu aldım" deyip kahkaha atışına gülecem. yarın çocuklara şakalar yapıp yine gülecem, espiriler yapacam arkadaşlara, biliyorum.
    ama işte bu düşünce var ya, bu ölmek fikri... terk etmiyor zihnimi. bu çok acı. demek gerçekten huzurlu hissedemiyorum hiç.

    eskiden ölümüm tantanalar koparacak zannederdim. ama biliyor musunuz, sessiz sedasız ölünürmüş aslında. ölümümün bir sela dışında çıkaracağı bir gürültü yokmuş. ama ben daha sessiz bir ölüm arzuluyorum. ben karanlıkta dinleniyorum. en huzurlu uykularım zifiri karanlıklarda... gerçekten. gözlerim rahatlıyor, ruhum arınıyor sanki. zaten uyku yarı dinlendiriciymiş, ölüm ise... karanlık, ölümün bir parçası dostlar. karanlık küçük dinlenme... burada küçük dinlenmeler yaşıyorum. ben biliyorum bu karanlığı niye çok sevdiğimi. sonsuz karanlıkla dinlendiğimi, asıl işte o zaman dinleneceğimi hayal ediyorum. bugün okulun karşısındaki mezarlığa bakarak sigara içtim. toprak soğuk soğuk bedenime değiyordu hayalimde. ne zannediyorsam ölümü ben bunca günahımla... hala rahatlayacakmış gibi bir de tutmuş ölümü hayal ediyorum. tamamen sessizlik içinde, tamamen kendimle baş başayken... son uykumu uyuduğumu hayal ediyorum bazen. uzaklaştıramıyorum zihnimden bu fikri tüm bunlara rağmen.

    bu büzülen dudaklarımı, şu acıyan boğazımı, şu akan yaşlarımı toprağın altına koyunca...

    gelmesin bunlar aklıma ya. ama geliyor işte. bazen o kadar çaresiz hissediyorum ki.

    bi ara emniyet kemeri takıyordum ben okula giderken serviste. sonra bi ara takmamaya başladım. sonra gene takmaya başladım. bu ara gene takmıyorum artık. resmen istiyorum ölümü. son sigaramı içip istifimi bozmadan ölmek.
    hani zor günlerde insanlar bi şeyler yaparlar ya. ben nasıl ayakta duruyorum biliyor musunuz? öldüğümü hayal ederek. öldüğünü hayal ederek yaşama tutunmak nasıl bir tezat değil mi?
    sedanter yaşamak diye bir şey var ya. hareketsiz yaşam. kafana silah dayasalar yaşamazsın böyle. sikseler yaşamazsın. ama ne tuhaf ki seni sevip böyle yaşatıyorlar. seve seve, kafana silah dayamadıkları halde tercih ediyorsun bunu. hakikat önümde ama başımı kaldırıp bakacak halim yok. ağlamak istiyorum. çok ağlamak istiyorum ama, anlatamam. içimi çeke çeke ağlamak istiyorum.
    bugün okudum: orwell ve huxley ütopyalar yazmıştılar ya hani. 1984 ile cesur yeni dünya.
    ikisi de bir şeylerden korkuyorlardı. ikisi de ütopyalarından, olabileceklerden bahsetmişlerdi.

    birisi kitapları yasaklayacak olmalarından korkuyordu, diğeri ise yasaklamaya gerek kalmayacak, zaten okuyacak kimse olmayacak diyordu.

    biri enformasyonsuz kalacaksınız diyordu, diğeri o kadar çok enformasyon bombardımanına tutulacaksınız ki pasif ve egoist kalacaksınız diyordu.

    biri hakikat sizden gizlenecek diyordu, diğeri hakikati umursamayacaksınız diyordu.

    biri sizi esir bırakacaklar diyordu, diğeri esareti seveceksiniz diyordu. ben celladıma aşık mı oldum ki? stockholm sendromu mu benim bu yaşadığım? şikayet edip bu hayata devam ediyorum. neden yapıyorum ki bunu?

    bu sedanter yaşamdan sadece 10000 artı 1 adımla kurtulabilirim ama hiç canım istemiyor, hem de bunca imkana rağmen. huxley haklı sanırım. ama değil, kapı açık, görüyorum ama gözlerimi açamıyorum. firavun allah'ından bulsun demek yerine kalkıp mücadele etmem gerekiyor ama hz musa'nın gücünü bulamıyorum allah'ım sanki kollarımda. uyumak istiyorum. sadece bu kadar.
    ağlamak istiyorum. tam şu an çalan şarkıyla geçmişe gidiyorum. bi yandan ağlayabilmenin huzuru sarıyor içimi, bir yandan yine aynı kalp çarpıntısıyla, iç huzursuzluğuyla yaşadığım saatlere dönecek olmanın çaresizliği... kaçıyorum, kaçıyorum, kaçıyorum derken hop bir daha yakalanıyorum. bağırıyorum, kahkahalar atıyorum, ümit ediyorum derken sonra hop bir daha ağla ağla ağla... nereye kadar allah'ım yetmedi mi al artık diyesim geliyor. onu da diyemiyorum ama. ama doldum allah'ım hafiflet biraz nolur. çok olmadı mı? bak ben zayıfım allah'ım, kollarım zayıf...

    neler konuşuyorum böyle... tamam... tamam allah'ım. sustum.

    ama artık böyle uyanmak istemiyorum allah'ım... çok zor bu. bu çok zor...
  • bu gün ilk defa ekşi sözlüğün sansür uygulamasına şahit oldum. (bkz: ben neden tecavüze uğramıyorum diyen savcı) başlık entry girildiğinde sol frame'de gözükmüyor.
  • sözlük bu sefer olacak dediğim şey yine hayal olarak olarak kaldı sadece. geçen yıl kendi halimde takılırken birden telefonum çaldı. onun arkadaşı birlikte ders çalışacağız sen de gelir misin? demişti ben de kabul ettim. tam ders çalışacağımız sırada arkadaşı saçma bir nedenle apar topar kalkıp gitti. biz baş başa kaldık. o an ne oluyor ya demiştim. günün sonunda hoş bir sohbet eşliğinde güzel bir yürüyüşten sonra beni yurda bırakmıştı. o gün bu normal bir şey mi yoksa ben mi yanlış anladım diye sabaha kadar düşünmüştüm.ve bu olaylan sonra beni önemsediğini belirten bir sürü davranışına şahit oldum.

    bugün ise arkadaşlarım onun bir başkasıyla sevgili olduğunu düşünüyorlar. çoğu şeyi ben mi yanlış anladım bilmiyorum ama biraz fazla beklentiye girdim sanırım. şu an o iddianın gerçek olma ihtimali bile çok kötü geliyor.

    sonradan gelen edit: o ihtimal gerçekmiş :) ama hiç de kötü değilim hatta iyi ki benle olmamış diyorum. :) yalnızlığın canını yiyeyim. başka şeyler de var mı böyle bir rahatlık :)
  • kafede otururken bana lavaboya gideceğini söyleyip hesabı ödemesi. çok naif gelmişti bana böyle yapması ve hiç tahmin bile edememiştim hesabı ödeyeceğini sonra tabi bayağı kızıp bağırıp çağırmıştım böyle şey yapmaması için. oturduğumuzda keşke biraz konuşkan ve girişken biri olsaydı ben sustum o sustu, olmadı işte efendiliğin de yetmiyor, yetmedi de..
  • artık yanımda birini istiyorum sevmek öpüp koklamak sabahlara kadar sevişmek tutkulu bakışlar akabinde sarılmak.
    el ele tutuşup dakikalarca deniz kenarında konuşmadan yürümek...
  • 48 yasindaki annemin kalp krizi gecirme ihtimali yuksek grupta oldugunu ve benim uzulmemem icin de bunu bana 2 aydir soyleyemedigini ogrendim.
    bugun onun isiyle alakali seylere yardimci olabilmek, onu yormamak icin 1 saat uzakliktaki bir sehirde saat 9’dan 17.30’a kadar kostudum ve o isi yetistiremedim. ustune bugun ikinci bir doktor gorusu icin saat 16.00’da randevusu oldugunu atladim, onu aramayi unuttum.
    hayatta en cok sevdigim insan, benim takintilarim yuzunden, kendini cok bitkin ve hasta hissetmesine ragmen beni uzmemek icin bana rol yapmak zorunda kaliyor.
    bense onun hayatini kolaylastirmak icin bir seyler yapmaya calisiyorum ama basarisiz oluyorum.
  • gittikçe ümitsizliğe kapılıyorum.

    ve beni ümitsizliğe iten insanlara da hala değer veriyorum.

    çıkış yolunu bildiğim halde ordan gidemiyorum çünkü orada değer verdiklerim yok.

    yanlış yoldan gitmeye devam ettikçe de değer verdiklerim yanımdan yavaş yavaş gidecekler, onun da farkındayım. ama o yoldan da vazgeçemiyorum.

    derdimi biliyorum, dermanımı da. ama dermanıma cesaretsizliğimden, derdime de nankörlüğümden dolayı yüz çeviriyorum.

    ve böylece yavaşça yok oluyorum.
126155 entry daha
hesabın var mı? giriş yap