• "hayir" dedi seyfullah, derin bir nefes aldiktan sonra. "bu sefer ba$aramayacaklar. kar$ilarinda bir kaya bulacaklar bu sefer!".

    seyfullah aslinda insanlarla nasil anla$abilecegini bilen, icina kapanik, mulayim bir insandi. peki niye birden sinirlenmi$ti? gece gunduz aklindan cikmayan o fikirdi onu bu kadar panik yapan belki de. belki de surekli aklina gelen sayamayacagi kadar $anssizlik. hayir hayir kesinlikle bu sefer gercekten metanetini koruyacak, sonuna kadar sabirla yuruyecekti.

    buyuk gun gelmi$ catmi$ti. seyfullah, sabaha kadar bir gidim uyku uyumami$, daha fazla dayanabilmek icin elindeki kupayi surekli tazeliyor her seferinde biraz daha fazla kahve koyuyordu suya. ve kapi acildi ve ismi soylendi..

    ---2 saat sonra---

    -hmm.. gercekten etkileyici bir portfolionuz var. peki..
    tam bu sirada sabaha kadar olmamasi icin yalvardigi $ey ba$ina geldi. adamin elindeki dosya, seyfullah'in kol alti yakinlarina gelmi$ti ki seyfullah'tan gayri ihtiyari "nskkk" sesi cikiverdi. birden yuzu kipkirmizi olan seyfullah, durumu kurtarabilmek icin.
    -ozur dilerim. te$ekkur ederim az onceki sozleriniz icin.
    dedi. fakat adam, buz daginin altinda kalan kismi ke$fetmi$cesine:
    -huylaniyon mu lan gudik? dedi. i$te seyfullah icin zor anlar ba$lami$ti. her ne kadar insanin fizyolojisinden bahsetmek istediyse de, bir turlu adamin lafi beyninin icindeki yankisinin $iddetini surekli artiriyordu: "gudik! guddiiikk! gguuuuuddddiikkkk!!". birden aklina sabrin sonu selamet sozu geldi ve hicbir kar$ilik vermedi. adam:
    -tamam. testi gectiniz. sizi tebrik ediyorum. pazartesi i$e ba$layabilirsiniz.
    seyfullah, en sonunda ba$armi$, bir i$ sahibi olmu$tu. hem de bu onun dunyanin en zengin 4. insani olmadan 10 yil once bu yoldaki metre ta$larini dizmeye ba$layacagi i$iydi.

    (bkz: tavuk suyuna oykuler)
  • fizik amfisinin karşısı*
    çimlerin üstünde dayamışım sırtımı ağaca, gölgesinde romantik yalnız tavrıyla oturuyordum. o geldi yanıma. gitmesini söyledim, ayağa kalkıp bir elimi ağaca dayadım, diğeriyle öteleri göstererek "git!" dedim. beni takmadı, bir metre kadar uzağıma uzandı. bir ara bana baktı ben de ona baktım. "kalsın!" dedim kendi kendime, yalnız olacağıma onunla olurum. bir süre öylece oturduk. tedirgindim, düşünmek için oturdum oraya ama o gelince kendimi rahat hissedemedim. elimi uzatıp dokunmak istedim, vazgeçtim. birazdan yavaş yavaş aşağılara doğru gitmeye başladı. sarmamıştı geyiğim, uzaklaşıyordu benden. 5-6 metre kadar uzaklaşmıştı ki, arkamdan doğru köpek sesleri gelmeye başladı. ayağa kalktı, o tarafa döndü ve koşmaya başladı. bir taraftan koşuyor bir taraftan da havlıyordu.

    "iyi ki dokunmamışım" dedim, "şimdi pire kaynıyordur üzeri."
    02.09.1998
  • “komiser adnan için son bir ay ömrünün en yoğun en yorucu ve en sıkıntılı ayıydı. bundan 34 gün önce bir cinayet vakası, mensubu olduğu istanbul emniyet müdürlüğü’ne iletilmiş, komiser cemil için sıradan vaka olan olay bir hafta içinde benzer 8 cinayet daha işlenmesi üzerine komiser adnan’ın bölümüne devredilmişti.
    cinayetlerdeki tek ortak nokta maktullerin işaret parmaklarının kesilmiş olması gibi görünüyordu. komiser adnan ve ekibi istanbul’un değişik semtlerinde (hatta türkiye’nin değişik illerinde), kadın veya erkek, farklı yaş gruplarında, farklı dünya görüşüne sahip, farklı din ve mezheplerde, farklı kültürlerde yetişmiş kısacası birbirinden tamamen farklı ve elle tutulur ortak yanı olmayan 127 kişi son bir ay içinde öldürülmüştü. öyle ki, öldürülenlerin içinde 2 ispanyol, 1 amerikalı, 1 yunan, bir duyma özürlü, 12 yaşında bir çocuk dahi vardı.
    cinayet mahallerinde bulunan tek tük kanıtlar katillerin ve öldürülme şekillerinin de birbirinden farklı olduğunu ortaya koyuyordu. olay yerinin birinde 37 numara bayan ayakkabısı izi ve sarışın bir bayana ait saç teli bulunmuşken bir diğerinde kameralara siluet olarak yansımış katilin zayıf 19-20 yaşlarında bir genç erkek olduğu görülüyordu. vakanın birinde katil maktul ile oturup sohbet etmiş, koltuktaki izlerden katilin en az 90 kiloluk erkek olduğu ortaya konulmuştu. maktullerin kimisi vurularak, kimisi boğularak, kimisi bıçaklanarak, kimisi zehirlenerek öldürülmüştü.
    tek ortak nokta olan işaret parmaklarından yola çıkarak ortada bir suç örgütünün olduğundan neredeyse kesin olarak emin olan komiser adnan ve ekibi, cinayetlerin tek tek kişiler tarafından işlendiğinden de neredeyse emindiler. yani katiller ortak bir amaç için hareket ediyor ama münferit davranıyorlardı. can sıkıntısı yaratan, tüm ekibin uykusunu kaçıransa bu amacın ne olduğuna dair hiçbir fikrin olmamasıydı.
    127 kişinin eğitim durumu, aileleri, harcamaları, görüştükleri kişilere, sık sık gittikleri yerler tüm ekip tarafından defalarca gözden geçirilmiş tek tük birkaç kişi arasında yakalanan benzerlikler dışında herhangi bir ortak yön bulunamamıştı.
    işte son bir aylık bu yoğun koşuşturma sırasında kendine zaman ayıramayan komiser adnan, bugün evine biraz erken gelebilmiş bilgisayarında nispeten önemsiz olduğunu düşündüğünden günlerdir okumak için beklettiği maillerine göz atmaya karar vermişti. boş gözlerle ekrana bakan komiser adnan’ın dikkatini bir mail çekti. başlığında art arda sekiz-dokuz tane “fw:” olan bu mailin diğerlerinden daha önemli olabileceğini düşünen komiser, maile bir göz atmak için tıkladı. alt alta dizilmiş yüzlerce mail adresinden sonra “dikkat bu maili sevdiklerinize forwardlayın. bu mail 1.000.000 kişiye ulaşmazsa msn paralı olacakmış.” diye başlayan ve bunun nasıl olacağını 4-5 paragraf koca koca harflerle anlatan mailin devamını okumaya bile gerek duymadan “forward” linkine tıkladı. zira bu çok önemli bir mevzuydu.
    komiser “to:” kısmına “arkadaşlarım” yazmış tam "send" tuşuna basacakken gözüne tanıdık bir isim ilişti: “feraye çelik”. feraye çelik bu maili adnan’ın bir arkadaşına göndermiş, adnan’ın bankacı arkadaşı da adnan’a yönlendirmişti. adnan’ın gözleri ışıldadı bir anda. feraye çelik bu maili 8 gün önce göndermiş ve 7 gün önce öldürülmüştü. adnan aşağıdaki diğer mail adreslerine bakınca aynı maili yönlendirenlerin içinde 12 maktulün daha isimlerini görmüştü.
    o anda gözü ekrandan yavaş yavaş uzaklaştı ve sayfayı aşağı kaydırmak için fareye tıklamak üzere olan sağ işaret parmağına takıldı.”
    forward manyağı arkadaşlarıma ithafen yazdığım bu hikayenin, konusunu baştan belli etmemek için yazamadığım adı:
    “bu hikayeyi 10 kişiye gönderirseniz ağzınıza sıçarım!”
  • gri ve uzun bir koridorun sonunda büyük kapıların ardındaki oda binanın belki de en kuytu köşesinde bulunmaktaydı.. binayı tasarlayanlar, odanın içinde yapılacaklardan sanki önceden haberleri varmış gibi onu gizleyebilecekleri en kuytu noktaya koymuşlardı.. her ne kadar bir devlet binası da olsa insanları içinde barındıran her yapı gibi pisliği saklama görevini başarıyla yerine getiriyordu..

    47 yaşına gelmiş olan cihan bey (ki insanların ona bey demesi rütbesinden dolayı değil sevilen ve saygı duyulan bir emekçi olmasından kaynaklanmaktaydı) her gece yaptığı gibi binanın çeşitli noktalarını teftiş edip, eksiklikleri tek tek not ediyordu.. mesaisi aslında kesin saatlerle belirlenmemiş olan tek personeldi.. her odaya girme yetkisi vardı.. ve insanlar onun geceleri odalarına girip çıkmasından rahatsızlık duymayacak kadar ona güveniyorlardı..

    "hmm.. yanmayan florasanlar. ve sanırım şurda küçük bir sıva çatlağı peydah olmuş.."
    'ayşegül hanımın odasına yarın bir ekip gönder' diye ekledi not defterine.. binanın ayakta durmasını ve hatta bu işletmenin hala böyle sağlıklı yürümesinin tek sebebi olarak kendinin gösterilmesinin haklı gururuyla işine devam ediyodu.. gündüz her yerde onlarca müdür, idare amiri.. şefler, bakıcılar ve personel varken bu gururdan eser bile olmazdı; ama bina boşalmaya başlayınca.. ya da en azından sadece kalmak zorunda kalanlar binada yerlerine dağılınca olağan turlarına başlar ve bu gururu konuşamayan ve asla duymayan duvarlara sergilerdi.. yavaş yavaş en sevdiği koridora geldi.. binada çalışan herkesin bildiği ama bir şekilde bahanelerle girmek istemedikleri odaya.. daha yarım saat evvel bu kapılardan çıkmıştı cihan bey.. ama işte.. biraz iş ve iş arası aperatif sex yanlısı bir insandı.. evet belki dört dörtlük bir insandı ama kimsenin bilmediği kendince masum bazı kaçamakları da olmuyor değildi... hem sonuçta o da insandı, ve eğer bir insan, günde 16 saat bir binaya kapatılırsa onun içinde yemek yemesi, uyuması ve sevişmesi anormal bir durumu olmamalıydı..

    kapının arkasından beyaz, soğuk bi ışık yeri aydınlatıyordu.. kapıyı iki eliyle itti..
    pek güçlü kuvvetli sayılmazdı cihan bey, 1,80 boylarında kemikli bir vücudu vardı ve güneşe çıkmamanın doğal etkisi olarak bedeni kireç gibi beyazdı.. odanın ortasına çektiği masanın üzerinde sevgilisi uyuyordu.. yarım saat önce yanında ayrılmıştı, ve bu yarım saatte bu geceki partneri uyuyakalmıştı.. ah gözleri kapalıyken bile o kadar saf ve güzeldi ki.. teni bembeyazdı ve saçları altın sarısı.. üzerindeki örtüyü yavaşça çekip boynunu kokladı.. bazı yerleri morarmıştı.. gülümsedi..
    "benim küçük prensesim.. bu geceyi unutmaman için elimden geleni yaptım.."

    suratında ufak bi sırıtış vardı.. gözlerinin içi parlıyodu.. her gece olmasa bile pek çok zaman bu gizli kaçamaklar başka başka partnerlerle de olsa ona hayat veriyordu.. bütün günün yorgunluğunu bu odada atıyodu.. kimse bilmediği sürece bu küçük kaçamakların bi sorun olmayacağını biliyodu.. altın sarısı saçları okşadı.. bacaklarını ve kasıklarını.. partnerinin hala gözleri kapalıydı.. uzun süre öpüp koklama seansı devam etti.. saatin kaç olduğunu vardiya değişimini denetlemek için kurduğu alarmından farketti.. sabah olmak üzereydi.. daha fazla eğlenmek olmazdı..
    "belki de en güzeli bu geceyi fazla uzatmamak.." dedi..
    "sonuçta beni bekleyen işim var.. ve sen de devam etmeye pek hevesli değilsin.."

    kendinden 40 yaş daha taze olan etin üzerinde parmaklarını gezdirdi.. kapalı gözlerini ve boyununu öptü.. odayı temizledi ve uyuyan partnerinin üzerini örttü.. her gece bu hayat böyle sürmez diye düşündü.. uzun ve yorgun bacaklarının üzeride ağır ağır çıktı odadan.. kanatlı kapı gürültülü bir sesle birbirine çarparak kapandı.. bu sefer içerden koridora bir ışık gelmiyordu ama yine de içerde bırakılan altın sarısı saçlı kız çocuğu 7 yaşında ölmüş olmanın verdiği hüzünle kendi gibi bir düzine cansız bedenle dolabında gömülmeyi bekiyordu.. ve belkide altın sarısı saçlarından çıkan ışıltı odanın kapısının üzerinde soğuk harflerle yazan morg yazısını daha da anlamsızlaştırıyordu.. herkes susuyordu oysa odada.. kemikli bir çift ayak koridorda uzaklaşmaya devam ederken oda gittikçe küçülüyordu..

    "oysa yapmayın diyordu tanrı.. o daha bir çocuk.."
  • gece

    gecenin bir yarısı. odanın duvarında asılı olan saate iki farklı soluk eşlik etmekte.. aralık ayı olmasına rağmen odanın penceresi açık..
    gençten bir adam. zayıf ve biçimsiz vücuduyla yanında çıplak bir kısrak ile bozkırın derinliklerine doğru uzanmakta. yaklaşık iki saattir gözlerini sadece kapalı tutmakta. aklında daha önce binlerce kere tekrarladığı senaryonun aynısı dönmekteydi. yıllar önce bir ihantle dünyaya gözlerini açan bu parıltı şimdi olgunlaşmış ve planlı bir intikam ile soluk alıp vermekteydi.. kadın ise herşeyden habersiz gecenin yalınlığına sağmaktaydı memelerinden çıkan gül kokusunu. adam doğruldu.. bir ölü mezarından nasıl doğrulursa öyle doğruldu.. sessiz ve huzursuz.. aşık olduğu ve sonsuz nefretini içinde tek kare renkli bir fotoğraf gibi sakladığı karısına baktı. binlerce zorluk yaşamışlardı o ihanet gecesinden sonra.. ama adam hep bilmezden geldi.. kadın sadece kabuslarında sanıyordu ihanetinin fısıltılarını.. oysa bedeli gün geçtikçe katlanarak yanıbaşında uyuyordu.. adam doğruldu.. yılardır karısını dünyanın en mutlu insanı yapmaya çabalıyordu. yıllardır hep "herşey mükemmel" sözünü iki dudağın arasından söküp alamaya uğraşıyordu.. bu gece olmuştu.. bu gece o büyük geceydi.. bu gece bu çarşaf son defa kan ile buluşup sonra sonsuza kadar hayat denen hikayedeki rolünü devredecekti işte.. bir başka beyaza.. kadın kötü bir şeylerin kötü gittiğini hisseder gibi sayıkladı.. mutluluğunu bozan yada belki bozabilecek karabasanlara kafa tutuyordu bedensiz ruhani alemlerde.. bu dünyada ondan mutlusu olamazdı.. geçmiş hataları tanrı tarafından bağışlanmış bir aziz gibi uzanıyordu işte son nefesini onunla vereceğini düşündüğü adamın yanıbaşında.. mutluydu.. herşeyden herkesten çok mutluydu..
    adam ince kemikli parmaklarıyla yatağın yanındaki komidinin çekmecesini açtı.. baba yadigarı usturasını çıkardı.. kadın yıllardır garipsiyordu hemen yanıbaşında keskin bir aleti barındırma çabasını.. anlamlandıramıyor ama yine de boşverebiliyordu işte.. adam usturayı alıp yatakta oturdu.. etine kemiğine baktı.. damarlarından akan sıcak kana.. nabzını hissetti.. bir anda gelen ve belkide yıllardır kurduğu planı berbat edecek bir ürperti uzandı omuriliğinden kasıklarına.. toparlandı.. keskin metali damarlarının arasına soktu.. ve derin bir kesikle hala sıcak olan öfkesini akıttı çarşafa.. sessizdi jiletin tende açtığı kesik.. ve bir kesikten en fazla bu kadar kan çıkar diye düşünürdü elbet şahit olanlar.. uzandı. nabzıyla birlikte çarşafın rengini değiştiren yaşam sıvısına aldırmadan en sevdiği kadının yanına uzandı.. fısıtı halinde dudaklarından son döklen "tuhaf" oldu.. tuhaf dedi.. ve sonra sustu.. gözlerini yumup son nefesiyle lanetini fısıldadı karısının kulağına.. yatak soğudu.. iki kişiden bir kişiye düşen popülasyon yatağın kişi başına düşen ceset sayısını bir anda bire çıkarmıştı.. kadın uyanmadı.. sabahın ilk ışıklarını umut sanıp.. taki mutluluğa diye gözlerini açana kadar.. kadın uyanmadı sabahın serinliği gözlerine vurdu.. aralamak istemedi gözlerini.. mutlu bir rüyadan uyanmıştı.. biraz daha şımartılması lazımdı.. yavaşça dönüp kocasına, hafifce araladı gözlerini.. kırmızı ne tuhaf bir renkti.. kadın sustu..
  • henüz ismi konmamış bir deneme...
    kar lapa lapa yağıyor,yerler ıslak ve çamurlu ama güneşin hakim olduğu bir hafta sonuydu.ziynet eşyası satan lüks dükkandan çıkarken “daha önce hayatımda hiç bu kadar mutlu olmuşmuydum” diye hayatında o zamana kadar en mutlu olduğu anları aklına getirmeye başladı.cebinde hammaddesi platinden olan taşsız,piyasa değeri yaklaşık 500 ile 600 $ arasında değişen 2 tane yüzüğü taşırken oldukça heyecanlıydı.bir an önce nişanlısına buluşup,o önemli teklifi yapmak için can atıyordu.çift, birbirlerine şehrin en büyük alışveriş merkezinde saat 14.00 de buluşma sözü vermişlerdi.saat 13.00 civarlarıydı.şehrin en işlek caddesinden geçerken gözgöze geldiği şehrin bakımlı ve güzel kızları onun hiç umrunda değildi artık.genç adam iyi görünümlü denilebilecek cinsten,girdiği ortamdaki bayanların dikkatini kolaylıkla çekebilen bir erkekti;fakat bu özelliğini asla ilişkisi sırasında kullanmamıştı.sevgilisini bu zamana kadar kimseyi sevmediği kadar çok seviyor onu tanrı nın ona bir lütfu olarak görüyor,hipnotize edilmiş biri gibi ona delicesine büyük bir tutkuyla bağlıydı.bir an için cebinin titrediğini hissetti.cebini titreten şey cep telefonundan başka birşey değildi.telefonda yeni bir mms iniz var iletisi yazıyordu.şaşkındı;çünkü telefonunu aldı alalı gelen ilk mms ti bu.vakit kaybetmeden mesajı açtı.mms in gizli bir numaradan gelmiş olması genç adamı ikinci kez şaşırtıyordu.resimde öpüşen kadın genç adama tanıdık geliyordu.resmi daha detaylı görebilmek için resmi birkaç kere zoomladı,o anda içinden sıcak birşeyin aktığını hissetti,ateşi aniden çıkmış midesinde bir stress topu varmış gibi midesi şiddetli bir şekilde bulanmaya başlamıştı.ayakta zorlukla durabiliyordu.gözleri kararmaya başlamıştı,yere yığılmamak için duvardan destek aldı.sol elini alnına götürerek kısa bir süreliğine gözlerini yumdu.alnı o kısa sürede inanılmaz derecede terlemiş,üşüme başlamıştı.bunların hepsinin gerçek olmadığını bi kabus olmasını diliyorcasına tanrı ya dua etmeye başladı.ama hepsi genç adamın varlığı kadar gerçekti.uyanamadığı asla uyanamayacağı bir kabustu bu adeta.etraftan geçen insanlar şaşkın gözlerle adama bakıyorlar aralarında konuşmaya başlamışlardı bile.çünkü olay çok ani gelişmişti.adamın etrafında insanlar bir çember oluşturmuşlardı bile.ani bir irkilmeyle o oluşmakta olan çemberin içinden insanları iterek çıktı,hızlı adımlarla olay yerinden uzaklaştı ama olayın şokunu hala atamamıştı üzerinden.zihni deli gibi çalışmaya başlamıştı acaba bu bir şakamıydı,evet bu bir şaka olmalıydı arkadaşlarından biri nişanlısının bir resmini fotomontaj programlarından biriyle değiştirmişti.evet bu kesinlikle bir şakaydı,ama şakası bile lanet bişeydi.bu şakayı yapan herkimse ona feci patlayacaktı.cebindeki telefonun tekrar titrediğini hissetti,evet bu kez şaka yapan kişi yaptığı şakanın tadını çıkarmak için atmıştı bu mesajı,karşı tarafın gelen mesaj sonrası tepkisini öğrenebilmek için atılmış bir mesajdı bu seferki.fakat yanılıyordu mesaj yine gizli bir numaradan atılmıştı.bu seferki mms değil sms ti.”kim olduğum önemli değil,gördüklerin kesinlikle gerçek,inanmak ya da inanmamak senin elinde,ama inanmıyorsanda 7. caddedeki havuzlu parka git,bana inanmıyorsanda gözlerinle göreceklerine sanırım inanacaksındır,acele etmen gerçekleri görmen için çok önemli”mesajıyla ogünün ikinci şokunu yaşıyordu.kalbi tekrar hızlı hızlı atmaya başlamış nabzı yükselmiş morali yine en alt seviyeye inmişti.hala bunun bir şaka olduğuna kendisini inandırmaya çalışıyordu.bunu yapan herkimse bu son yaptığıyla çizmeyi çoktan aşmıştı.onu bulunca feci benzetecekti,çoğu konuda limitleri çok geniş aralıklardaydı ama söz konusu durum nişanlısı ve beraberliği olursa limitin sınırları oldukça dardı;ama içinden bi ses ona “oraya mutlaka gitmelisin” diyordu,eğer ogün oraya gitmesse belkide sonsuza dek içini bu belirsizlik yiyip bitirecekti.7. cadde bulunduğu yere yürüyerek yarım saatten fazla hızlı adımlarla 20 dakkika,eğer tempolu bi şekilde koşarsa bu süre 10 dakikaya kadar inebilirdi ;ama ayakları üzerinde gitme fikrini bi yana atıp çamur deryasına dönen büyük caddeye yöneldi ve ticari taksilerden birini durdurdu.daha içeriye kendini atar atmaz“7. cadde şoför bey,lütfen hızlı gidermisiniz,çünkü gerçekten çok acelem var”dedi.aynasından mert e bakarak söyledikleriniz bir emirdir dermişçesine kafasını yukarı aşağı oynattı.şöför 40 yaşlarında zayıf yapılı tepesi hafif açılmış bıyıklı bir adamdı.mert sürekli olarak saatini kontrol ediyor şokun yarattığı ateş yükselmesinden dolayı alınında oluşmuş küçük ter damlalarınıda arka cebinden çıkardığı kağıt mendille silmeye uğraşıyordu,trafiğin sıkışıklığı sebebiyle araç sürekli dur kalklara maruz kalıyor yorgun görünen şoför sağa sola bağırığ çağırıyordu.yolculuk süresince o ana kadar tam 6 kere ışıkta yakalanan araç mert in iyice gerilmesine sebep olmuştu.kafasını sağa sola çevirerek “bu bir kabus olmalı” diyerek hayıflandı.şöfor de şaşkın bi şekilde “bunca yıllık şoförüm bu caddenin bu kadar bu kadar yoğun olduğunu önceden hiç görmedim” dedi.gerçekten de cadde de bi tuhaflık vardı ogün,caddeki araçlar bir balıkçının ağına takılan balıklar gibi çoktu ve sanki aralarında anlaşmışlar gibi trafik akışı boyunca ticari taksiyi sürekli taciz eder bi şekilde gidiyorlardı.ticari taksi adeta yolda arabalar arasında slalom yapıyordu.gümüş renkli bir opel sağ taraflarından büyük bir hızla arabalarını adeta yalayarak teğet geçtiğinde millet köprüsüne sadece 300 metre civarı bir mesafe kalmıştı.ağzı bozuk olan asabi şoför müşterisini önemsemeden yanlarından hızla geçen araca sövdü.ama bu durum mert i de fazlasıyla rahatsız etmişti.insanlar ogün araçlarını adate bir ralliye katılmış edasıyla kullanıyor ve sürekli şerit ihlali yaparak içinde bulunduğu ticari taksiyi risk altına alarak belkide bir kaza yapmalarına bile sebep olabilecek derecede çılgınca hareket ediyolardı.yaklaşık 15 saniye önce yanlarından geçen gümüş renkli opel in camlarının siyah bantla kaplı olduğunu farketti.birazdan yanlarından geçen mavi station toyotanında camı siyah filmle kaplıydı.dikiz aynasını kontrol ettiğinde arkalarındaki iki arabanında camlarının siyah filmle kaplı olduğunu farketti sağlarından takip eden bordo fiatın camlarında diğerlerinden farklı değildi.genç adam çılgınca sağına soluna arabalara bakıyor zihni hızla çalışıyordu.her tarafta camlarına siyah film çekilmiş arabalar vardı.acaba cadde de camı şeffaf olan bir araba görebilir miyim umuduyla koltuğunda ters dönerek dirseklerini koltuğun baş kısmına koyarak göz bebeklerini biraz büyüterek dikkatli bi şekilde araçlara bakmaya başladı.siyah siyah siyah siyah siyah hepside siyahtı...bunun bi açıklaması olmalıydı.araçların hepsininde plakasının 99 abc 999 olduğunu görünce içine heyecanla birlikte bir ürperti çöktü...
  • bir süre daha yarım kalacak..

    1.

    uçuşan eteklerini görmezden gelen mavi, kendisini bekleyen basın ordusunun arasına karıştı. günlerdir bütün medya, haber ya da magazin ayrımı yapmadan mavi'nin peşine en cevval muhabirlerini takmışlardı. tek istedikleri, iki satır açıklamaydı. mavi, günler boyunca peşinde dolananları atlattı, ağzından tek kelam çıkmadı. sonunda kendisi çağırdı hepsini. "gelin, anlatacam anacım" dedi.

    mevzu şuydu:

    mavi, bir süredir koyugrigiller familyasından griüstüsiyahçizgili ile (elbette ki) seviyeli bir birliktelik yaşıyordu. griüstüsiyahçizgili alışıktı bu tür birlikteliklere. hatta, kırmızıpuanlı ile yaşadığı seviyelere gelesi aşk, uzun süre memleket gündemini meşgul etmişti. ancak mavi farklı bir renkti. bir kere hakikaten çok güzeldi, iki: ünlüydü, üç: eski sevgilisi sarımsıbeyaz hakkında ilginç şeyler biliyordu. ve bu ilginç şeyler (tamamını öğrenebililirse şayet) çok işine yarayacaktı. böylece en güçlü, en kayda değer rakibini piyasalardan iki tık ile silebilecekti. mavi ile arasını çok iyi tutması ve ona güven vermesi gerekiyordu. hatta gerekiyorsa, evlenecekti.

    mavi'nin ise umurunda değildi güven duymak, ya da duymamak. kendine güvenmeyi tercih ederdi her daim. sağlam basamaklar arardı mavi, üstelerine basıp yükselmek için, biraz daha, biraz daha. her adımda, her solukta. sevgilileri hakkında bilgi edinmeye çalışırdı, sırlarına ortak olmak için bütün marifetlerini sakınmadan, çekinmeden dökerdi ilişkisinin arka odalarına. vitrinde ise her zaman, sadece aşk olurdu. cebinde, küçük bir ilaç kutusunda taşırdı aşk'ı. hap ve hap olarak. gerektiğinde yuttururdu tek tek, ama asla kendisi yutmazdı.

    mikrofonlar, kameralar, kablolar, sıcak! mavi, daha konuşmaya başlamadan bunalmıştı. eliyle yardımcısı açıkyeşil'e, 'şak diye düşüp bayılacam ciciş, uzak tut şunları benden' işareti yaptı. açıkyeşil, mesajı gayet net almıştı, fakat yapabileceği hiçbir şey yoktu. mavi'yi bekleyen güruh kontrolden çıkmıştı. gözleriyle mavi'ye 'annem bunlar kudurmuş ayol, anlat bi'şiler kısa kesersin' mazereti yolladı.

    mavi, birbirinin üzerinden atlayacakmış gibi duran haddinden fazla kalabalık basın mensuplarına baktı, ve kafasının içinde küçük bir çan mız mız çalmaya başladı. dikkat diyordu küçük çan, dikkat dikkat dik-kat-dik-kat-dik-kat! gittikçe yükselen kafa sesini susturmaya çalıştı mavi, şimdi hiç sırası değildi. ama çan susmadı. dikaaatdikkatdikkatdikkatdikkatt! zincirlerinden boşalmış gibi çalıyordu, hem sesini artık sadece mavi değil, açıkyeşil de duymaya başlamıştı.

    'nooluyo kız?' diye kaş göz yaptı açıkyeşil. 'ayy ne bu bee? valla bilmiyorum ki' diye saçıyla oynadı mavi.

    olan şuydu:

    basın buluşmasının yapılacağı otelin şık ve gözlerden uzak bir dairesinde, sabahtan beri kapalı kalmışlardı. kimseyle görüşmemişlerdi, konuşmamışlardı. birkaç saat için de olsa, kendilerini her şeyden koparmışlardı. ne telefon, ne televizyon, ne radyo, ne şu, ne bu. tam bir inziva haliydi şu birkaç saat. ve, en sevdikleri saatlerdi aslında. dedikodu, strateji, sırlar, saklanması gereken haberler, yayılması gereken haberler, griüstüsiyahçizgili hakkında son bilgiler, eski sevgililer, vs. vs. dolayısıyla sabahın erken saatlerinde ofisinde boğazında bir bıçakla bulunan sarımsıbeyaz'dan haberleri yoktu.

    mavi'nin kafasında kendini paralayan küçük çanın anlatmaya çalıştığı da buydu işte. dikkat diyordu, dikkat! neden bu kadar kalabalık geldiler? neden birbirlerini eziyorlar? dikkat et! bir şey olmuş, bu halleri normal değil! sana ne soracakları belli değil! dikkat mavi, dikkat!

    ...
  • yola çıktı sıcak bir yaz sabahı.
    tozlu toprak bir patikaya vardı yolu.
    yürüdü kıvrımlı patika boyunca.
    tozlu toprak yol sonunda bir başak tarlasına kavuştu.
    içine kuru ekmekle peynir koyduğu çıkınını çözüp başak tarlasına bakarak yaptı kahvaltısını.

    yaz sabahı başakları ona bilmediği bir dilde fısıldadı.

    - "ne?" dedi başaklara, "bilmiyorum dilinizi?"

    başaklar sustu bir daha konuşmadı.
  • melek olmak çok zor...özellikle kanatlarını kaybettiysen daha da zor...

    hani düşen melekler vardır ya çizer durursunuz kısa ömrünüz boyunca; çok hüzünlüdürler. kanatları kırılmış, yarı çıplak bedenlerini kaldıramayacak kadar aciz... dizlerini göğüslerine çekmiş olmayan şeylere bakan, gelmeyen şeyleri bekleyen... bilmiyorum kim uydurdu bunu ama her kimse olayı biraz fazla duygusal "aktarmış".

    birçok sebep var düşmek için ama ben yalnızca benimkini anlatabilirim size;

    görevlerimiz çoktur. vücudunuz için vitamin neyse evren için biz de oyuz. düzenleyiciyiz kısaca. birşeyler oluyorsa bilin ki arkasında o "beyaz kanatlı, haleli" tiplerden vardır.
    öyle kitaplarda anlatıldığı gibi iradesiz, şekilsiz, süper iyi arkadaşlar değiliz. her okuduğunuza inanmayın! çok büyük çeviri hatalarına kurban gidiyorsunuz birçoğunuz... yine de tutan bazı kısımlar da yok değil...

    ben bir nevi valeydim galiba. ya da rehber, artık hangisi daha çok hoşunuza giderse...

    gelene gidene geldikleri ve gidecekleri yeri göstermekle yükümlüydüm. güzel bir işti. kısa, sıkıcı olmaya bile fırsat bulamayan muhabbetlerden öteye gitmezdi sosyal ilişkiklerim sizlerle.

    - ne oldu?
    + öldün.
    - ama durduk yere şim-
    + bekleme yapma arkadaşım hadi ışığı kapatıyorsun, tüneli tıkıyorsun. ilerleyelim orda herşeyi anlatacaklar. hadi güzelim, hadi aslanım, kaplanım...

    sizleri sevmesem de incelemek hoş oluyordu. özellikle son dakikalarınız gerçekten eşsiz; çoğunuz farketmiyor bile 5 kalp atışlık ömrünün kaldığını. farkedenlerin %99'unda hep korku hüküm sürerdi. kaçınılmaz olan birşeyden bu kadar korkmanızı hiç anlamazdım... bu korkanlar genelde patronla karıştırırlardı beni. sanki bütün işi o yapıyormuş gibi? evet belki sayınız azken yetişebilirdi ama maşşallah hiç durmadınız. eh sektör büyüyünce, talep fazla olunca mecburen... neyse işte tek başına çalışmıyor artık. hatta izinlerini biriktirmesine bile gerek yok bizim gibi. kafasına eserse gidip gelebiliyor...

    geriye kalan %1 ise en ilginçlerinizdi...

    nedenleriniz var elbette bunun için ama yinede... ben yapmazdım en azından. yani neden iyi kötü devam eden birşeyi bitireyim ki? zaten bitecek bir yerde sonuçta? neden sonuna kadar bekleyip olacakları görmek istemiyorsunuz ki? bu zayıflığınız ve aptallığınız sadece sizin suçunuz... böyle düşünürdüm işte siz son kez gözlerinizi kapatmadan önce...

    çok kişiyle birlikte yükseklerden süzüldüm... çok kişinin son zehirlerini damarlarına sıkmalarını izledim. kendi kanınızın içinde boğulmanıza şahit oldum defalarca. ve hiç üzülmedim.
    o'na kadar...

    geç kalmayı hiç sevmediğimden erkenden gelmiştim yanına. zaten günün son işiydi benim için. yolu gösterip arkasından kapıyı kilitleyecektim ve sonra kafamı dinlemek için birazcık vaktim olacaktı sonunda. zaten zor bir gün olmuştu...

    başta öyle çok özel biri gibi durmuyordu. orta boylu, hoş görünümlü, genç biriydi. üzgün ve yorgun olduğu her halinden belliydi. ağır hareket ediyordu...

    yine kendi kendime söyleniyordum; "aptalsın işte. bok var keseceksin bileklerini? bu senin suçun! dayanabilirsin hala ama vazgeçmek kolay geliyor... hem ne yaşadın ki daha ya?". "ne yaşadın ki daha?" işte bu soru bunları yazmamın nedeni aslında...

    hani dersiniz "ya insanın başına ne gelirse ya meraktan ya ...". bu bizim için de geçerliymiş ki öğrendiğime pek pişman değilim.

    basit bir anlaşmadır aslında; o bayıldığınız kanatlarımızdaki bir tüy karşılığında bir hatıranızı alabiliriz sizden. pek kullanılmaz bu anlaşma. formalite gibi birşeydir. hani olur da birşekilde kendimiz zor bir duruma sokarsak toparlamak için bize verilen bir şans gibidir. bir nevi de ceza tabi. malum tüyler gidiyor... da ne kadarını kaybedebilir ki bir melek sonuçta değil mi?..

    her kötü alışkanlık gibi bu da öyle başladı. "bir seferden birşey olmaz"... gerçi alışacak kadar vakit tanımadım kendime. ilk kullanışım aynı zamanda altın vuruşum oldu...

    yaklaştım usulca. bağırsam da değişmezdi birşey ama o ana uyum gösterdim herhalde. yakınlaştıkça gözleri daha belirginleşti. ıslaktı kirpikleri ve o ana kadar gördüğüm herşeyden daha masum görünüyorlardı. birden o sıradan güzellik büyüleyici bir hal aldı. içimden "erkeklerinizin ağlayan kadınlara neden dayanamadığını" anladığım düşüncesi kaydı geçti. sonunda elim yaşlı yanaklarına değdi...

    size bir öneri; formalite de olsa bir anlaşma imzalıyorsanız mutlaka okuyun önceden. satırlaralarını bile hatmedin mümkünse. ben sadece göreceğimi düşünüyordum ama meğerse o hatıraları hissediyormuşum da! açık söyleyeyim pek hoş bir deneyim olmamıştı benim için ilk anlarda...

    "ne yaşadın ki daha?"

    bunu çok alaycı söylemiştim ama onun yaşadıklarından sadece bir an çaldığımda bile göğsümün derinlerinde çok sinsi bir sızı oluştu. bu nasıl başına gelebilirdi ki masum kirpiklerin sahibi? neden sen yaşadın ki bunu? neyin cezasıydı bu?
    bunları sorarken bir tüy sırtımdan aşağı süzülüyordu farkettirmeden...

    devam ettim. 1 tanecik daha öğrenirsem belki anlarım nedenini diye kandırdım kendimi. 2. hatırayla birlikte o sinsi sızı artık sinsilikten vazgeçmiş alenen saldırıyordu ruhuma. sonra bir tane daha çaldım! bir tane daha! komşunun bahçesindeki erik ağacına tırmanmış arsız bir çocuk gibiydim. fakat farklı olarak benim yediğim erikler pek lezzetli değildi... yine de duramadım.

    bir şekilde temizlemeliydim o kızın ruhunu! o haketmemişti bunları! hakedemezdi! o tertemizdi, çok güzeldi... çok masumdu ve benimdi... benim miydi? belki? benim olmasa bile bu neyi değiştirirdi ki? o mutlu olmalı! bütün yükü gitmeli! hepsi akıp gitmeli karanlığa! bu benim kutsal görevim...

    kanatlarım sandığınız kadar tüylü değildi. yine de onu temizleyebilecek kadar dayandılar...

    uykuya yatırdım onu... sonra da uzaktan izledim... uyandığında gülümsemesi yanaklarından süzülen yaşlar kadar masum ve lekesizdi...

    bir hafta kadar oldu ben düşeli. bir haftadır etrafında dolanıp duruyorum. biliyorum beni asla görmeyecek, bilmeyecek kanatlarımı onun uğruna feda ettiğimi ama olsun... arada gülümsüyor ya. o bile iyi olmama yetiyor... ilk günlerdeki "beni veya onu götürecekler" odaklı kuruntularım da sona erdi. galiba bir melek veya insanla uğraşamayacak kadar meşguller...

    işte böyle düştüm... böyle başladı onunla hikayem... belki yazılacak daha birçok şey olur belki de bundan sonrası sessiz kalmakla yükümlüdür bilemiyorum. şu anda herşey çok flu. yine de çok heyecanlı. kim bilebilirdi ki birkaç tüyün iki şeyin hayatını böylesine aniden değiştirebileceğini??
hesabın var mı? giriş yap