• balkan estetiğinin biricik ecesi eleni karaindrou. balkan estetiği dediğim, bize rahmetli theo babadan miras kalmış bir cins ruh haleti. balkan dramının puslu, yağmurlu, karlı havasını, insanın iliklerini dürten helenistik aşkını, ideolojik maneviyatını, nostaljik ve melânkolik tabiatını iyi tanıyan bir ruh haleti. bu halet-i ruhiyeyi, istanbul da bilir. bilhassa kışın istanbul'a hava ekseri balkanlardan gelir. zaten bir balkanlıyı, bir ortadoğuludan gayrı kim anlayabilir?

    eleni karaindrou'yu dünya gözüyle gördüğüm günden beridir gam yeme oranımda epey azalma farkettim. o ne güzel bir oluş, ne sadelik, ne ruhanilik. el salladım, el salladı. umarım, o da beni tanıdı. zira bu şehre ne zaman pus, yağmur, kar yağsa, eleni hep aramızdaydı.
  • "kameranın hareketleri ile ilişkim, her zaman senaryo ile ilişkimden daha önemli olmuştur. tabii ki müzik öykünün bir altbaşlığıdır ve film müziği, elbette filmin öyküsünü kavramalıdır. ancak bir filmin anlamı her zaman senaryoyla sınırlı değildir. görüntü ve müzik, sözlerle her zaman kolaylıkla ifade edilemeyecek olanın bir bileşeni olmalıdır. bazen senaryoya baktığınızda hiçbirşey göremeyebilirsiniz. harold pinter'ın dediği gibi, asıl anlam söylenmeyendedir. müzikle yapmaya çalıştığım filmin tüm bileşenlerinin-senaryo,mekan, oyuncular, montaj- etkilediği öyküye bir yankı yaratmak, onların seslerine ses vermektir."
    e. karaindrou
  • "meşhur düşman yunan"ın kalesinden kaçırılacak ilk prenses.

    bana ne kadar yakın olduğunu hissettiğimde hiç tepki vermedim, ses çıkarmadım; dinliyordum çünkü, meşguldüm. sinemada izleyiciye ayna tutmak, akıl imkanı sunmak, boşluk bırakmak, görsel gevezelik etmemekten bahsettiğim şu dönemlerde karaindrou'yu dinledikçe ne kadar sustuğunu farkediyorum, ne kadar boşluk bıraktığını dinleyiciye. bu akıldan ve edebten bir parçadır.

    beğeniyle, saygıyla..
  • "... bütün bu şeylerden insanı da kurtarmaya çalışıyor"

    ne diyorsun? kim, insanı nereden kurtarmaya çalışıyor?

    cümle ali şeriati'ye ait. kendi başına bir anlam ifade etmediğini biliyorum, fakat öncesi hiç mi hiç ilgimi çekmiyor. ama merak edenler ve bu yazıyı nereye vardıracağımı kestiremeyip sabırla okumaya devam edenler için cümlenin önünü alıntılıyorum;

    "hayır, aristo’nun iddia ettiği gibi değil; san’at her zaman nesnel ve somut olandan, ve eski yunan hümanizmine, gerçekçilik sevgisine, dağların, vâdilerin güzelliğine ve hepsinden çok insan vücudunun güzelliğine dayanan bir bilim konusu olmaktan kurtulmaya çalışmıştır. hem kendisi kurtulmaya çalışmakla kalmıyor, bütün bu şeylerden insanı da kurtarmaya çabalıyor."

    yani sanat, bütün bu şeylerden bizi kurtarmaya çalışıyor. kendi vadilerimizden, kendi güzellik ve gerçekliğimizden. ama bir sorun var! modern insanın bir sanat algısı var mı? yahut kaldı mı? ne çıkar zihnimizi eşelesek? güneşi ta içimize çevirsek ne vurur yüzeye bataklığımızdan? hiç. -benim için hiç- kendi gerçekliğinden kurtulmak için bir çıkış aramayana sanat ne yapsın? tunçtan vadileri sanat suyu nasıl bassın?

    modern çağda bilimden yakasını kurtarmak için uğraşan iki şey var; biri insan, diğeri sanat. aynı hedefe doğru yürüyen iki kardeş. yolun sonundaki ışığı gördükçe birbirlerine kapris yapmaktan çekinmeyecek iki huysuz kardeş. insanın "kurtar beni ey sanat" yakarışı, sanatın "bana yer aç ey insan" nidası. iç içe girdikçe birleşen, birleştikçe tarifsizleşen.. sanat ve insan.

    bence sanat daha baskın insandan.- insan allah'ın bir sanatıyken hem de- insanın kalbinden neşet ettiğini bildiğim halde, üstüne basa basa söylüyorum ki, sanat daha yukarıda, daha müteal. çünkü o, 'ol' emrinin ta kendisi, insan ise ancak olduktan sonra kendini var eden emrin arayışına başlayabiliyor. emirle hayat bulan, sonra emrin sanatın ta kendisi olduğunu anlayabiliyor. bakalım kulak kesilecek mi?

    sanatın insandan daha yukarıda olduğunun bir başka kanıtı da, (bin küsur örnekle bu tezimi yerle bir edebileceğinizi bile bile) kendini bir insan vücudundan belirgin bir nitelik olarak göstermeye kalktığında o insan bedenen minyonlaşıyor. o kimse, kendisine bakıldığında bir vücut değil, bizzat icra ettiği sanatın cisimleşmiş bir hali oluyor. minyonlaşıyor ki üzerinde dolaşan göz kendisini geçip aslolana varabilsin diye. asıl, bizzat sanatın kendisi.

    işte geldik. yahut geldi diyelim, benim bu kıytırık fikirlerimin nicelerinin daha önce masaya yatılıp kavramsallaştırıldığı topraklardan hem de. tam da bana düşündürdüğü gibi sanata yer açmak için minyonlaşanlardan biri; eleni karaindrou.

    yazıya "bütün bu şeylerden insanı da kurtarmaya çalışıyor" cümlesiyle başladım ki, "eleni karaindrou bütün bu şeylerden bizi kurtarmaya çalışıyor" cümlesi ali şeriati'nin bir cümlesi gibi gözüksün diye. herkes o'nun müziğiyle daha başka düşünür. çağın gerçekliğine denk düşmeyen bir fikir yok aslında, eleni karaindrou'nun müzik yaptığı çağa yetişemediği için kusurlu olmakla lanetlenmiş fikirler var.

    dünya gözüyle gördüm bu akşam. sanırım o da beni gördü. görmemesine imkan yoktu zira, konserden hemen sonra başlayan imza merasiminde hep yanında durdum. bakıp bakıp güldü. üç imza attıysa dördüncüsünde mutlaka bana bakıp tebessümlü bir es verdi. eğer bilseydi ki, yukarıda yazabildiğim ve şu an zihnimi toparlayamadığım için daha derinine inemediğim bütün fikirleri yanıbaşında dikildiğim o anlarda ürettim, belki daha başka gülerdi.

    eliyle telefonumu yakalamaya çalıştığı an, artık bir fotoğraf olarak bende. piyanoya bıraktığı parmak izleri fotoğrafta net olmasa da. -zaten bu akşam bıraktığı izler yeter de artar bana-

    -işbu entry canım kardeşim ve canım kardeşimin kocası olan canım kardeşimin kocası için yazılmıştır-

    kim demiş sonda prelüd olmaz diye!
  • film müziklerinden oluşan bir konser şu an itibariyle canlı olarak dinlenebilir.

    https://www.youtube.com/watch?v=-7cx_cdn3vc

    aynı linkten tekrarı da izlenebiliyor, sevenlerine duyurulur :)
  • "hiç" mertebesine eriştiren derviş.
  • sonsuzluk ve bir gun muzigi, beko'nun içinde astronot, uzay gemisi ya da dünyayı yıkayan camasir makinesi olmayan tek hoş reklamında kullanıldı. süper müzik..
  • the suspended step of the stork'le basladi arkadasligimiz, uzun yazilarla gecen uzun gecelerimde yanimdaydi hep. music for films'le iyice karanlik, iyice gri, iyiden iyiye pusluydu artik. eternity and a day benim icin buyuk bir neseydi bunlarin ardindan, hayatima renk katti! tam sevinmisken bana sundugu farkli renklere, ulysse's gaze'le yine o icimdeki yolculuga, o geri donulmez yolculuga ruzgar oldu. rosa wandering hep ozledigim, duymak istedigim, hayalimdeki sesleri sundu bana. ve son olarak trojan women tuhaf bir urkuntu, zamanimi sasirtan, gozlerimi bulutlandiran, havayi degil de icimi puslandiran pis bir hava olarak geldi oturdu icimde. eleni karaindrou boyle bir insan. sahi, o bir insan mi? ben onu bir insan olarak dusunemedim hic, fotograflarina baktigimda bile...
  • theo angelopoulos için şöyle der bu güzel kadın:

    "çoğu kez hayatı yönlendiren karşılaşmalardır. angelopoulos'la karşılaşmam belirleyici rolü oldu. doğaçlama yapıyor, klasik müzik ve oyun müziği yazıyordum, mutluydum. film müziği alanında yeniydim, sadece bu alanda kalmayı hiç istemiyordum. angelopoulos'la tanışmamızı sağlayan ikinci film müziğimdi. ilk filmlerinde hiç özgün müzik kullanmamıştı. elinde kronometreyle stüdyoda çalışacak bir besteci istemiyordu. üretim sürecini birlikte yaşayacağım koşullarda çalışmayı teklif etti. tuhaftı, çünkü film çekilmeden yazıyordum müziği. öyküyü anlatmasını istiyordum, sesini kaydediyordum. bazen ses tonu, vurgu, duraklamalar sözcüklerden çok anlam taşır. bu duygu doğrultusunda bestelerim. senaryo okuyup, sinematografik beste yapmadım hiç. görüntülerden esinlendim, özgürce besteledim. angelopulos bir şair, filozof. ondan çok etkilendim. hayatımdaki ikinci belirleyici olay ecm'in kurucusu manfred eicher'le tanışmam. prodüktör değil, fikir alışverişi yaptığım bir dost oldu."

    "angelopoulos çok hissedip az konuşan bir adam. o nedenle, filmde sözlere dökülmeyecek şeyleri anlatabilmem için onun işinin temelinde yatan fikirleri kavrayabilmem çok önemliydi. bazen senaryo yazılmadan bile önce ben ana temayı bulmuş olurdum.”

    yine angelopoulos'un ulysses gaze filmi için ise;

    "angelopulos'un sesinden bütün hikâyeyi dinledim. bu benim için çok önemli çünkü ben bir müzisyenim. duyduğum kelimelerin altında yatanın ne olduğunu hissedebiliyorum. ayın zamanda sessizlikler, hareketler, filme dair pek çok şey yönetmenin iç dünyasıyla ilgili bilgiler veriyor. "ulis'in bakış"'ndaki tutumumu angelopoulos'tan filmin hikâyesini dinlemem belirledi. genellikle senaryodan sonra beste yapıyorum. bazen de sadece onun hikâyesi üzerine müzik yazıyorum. "ulis'in bakış"nda çekimler başlamadan besteyi yapmıştım. kafamda bir fikir oluşmuştu. synthesizerımda doğaçlama yapıyordum ve tamamı - 17 dakika - o sırada ortaya çıktı. ilk dakikasından itibaren aklımda sadece kim kashkashian vardı. kim kashkashian, ermeni asıllı bir amerikalı. muhteşem bir viyola sanatçısı. bu iş için onu düşünmüştüm, çünkü kim'le birkaç sene öncesinde, münih'te ecm'in kurucusu manfred eicher vasıtasıyla tanışmıştık. manfred eicher kim'le aramızdaki benzerliği hissetmişti ve birlikte çalışmamız kafasında şekillenmişti. tabii bu işbirliği benim "ulis'in bakışı"nın öyküsünü dinlememle ortaya çıktı. "ulis'in bakışı nedir?" diye düşündüm. ana fiki,r masumiyetin kayboluşuydu; insanlığın kaybolmuş masumiyeti. bu fikir doğrultusunda kendi iç dünyamda bir şeyler bulmaya çalıştım; ben de acı yaratan bir şeyler. kim'i düşünüyordum, çünkü onun bakışında bütün o masumiyet vardı. hatta hayatımda tanıştığım en iyi insan diyebilirim. o muhteşem bir müzisyen çünkü aynı muhteşemlikte bir ruha sahip."

    angelopoulos ile aralarındaki bağ sorulduğunda ise şöyle diyor:

    " bir yönetmenle bir müzisyen arasındaki ilişki zaten sihirli bir özellik taşır. bunu anlatmak kolay değil. angelopoulos'un benim müziğimde uzun yıllar aradığı bir şeyi keşfettiğine inanıyorum. kronometre ile stüdyoya giden müzik yapımcılarıyla ilgim yok benim. onun da böyle bir arayışı vardı ve onu bende buldu. aramızda ideolojik, estetik ve ruhsal bir ilişki var. aşk nasıl anlatılamıyorsa müzikle-sinema arasındaki kimya da anlatılamaz. böyle olunca angelopoulos ile aramızdaki dostluğa da aşk diyebilirsiniz."

    angelopoulos ise 2006 senesinde, karaindrou'dan şöyle bahsediyor:

    ben çok uzun zamandır aynı insanlarla çalışıyorum. gençken birlikte başladık ve birlikte yaşlandık. bir evlilik gibi. bu, bir seçim değildi, bu benim ailem. eleni ile de böyle. eleni ile nasıl çalışmaya başladım biliyor musunuz? başka bir film için müzik yapmışlığından haberim vardı. onunla ilk karşılaşmamda, karar vermek için onu tanımam gerektiğini, bunun için de konuşmamız gerektiğini söylemiştim. evime yanında bir kayıt cihazıyla geldi. ona birlikte çalışıp çalışamayacağımızı bilmediğimi ama filmin hikâyesini anlatmak istediğimi söylemiştim.

    filmin hikâyesini anlatmaya başladım, yaklaşık iki saat konuştum ve o da tüm bu konuşulanları kaydetti. ben belki görüşürüz belki görüşmeyiz derken, bir hafta sonra elinde bir kasetle geldi. kasette bir müzik parçası, piyano parçası vardı. “sizin konuşmanızı koydum ve dinlerken bunu çıkardım nasıl buldunuz?” diye sordu. ve bu, filmin müziğiydi! şimdi bile her seferinde bana bir kayıt cihazıyla gelir, anlattıklarımı kaydeder ve sonra müziği yaratmaya çalışır. dolayısıyla bu buluşma bir aşk gibiydi, aramızda bir çekim oluşmuştu. tüm çalışma arkadaşlarımla aram böyledir."
  • 3 aralık 2006 istanbul konseri sonrası: bir türk ile yunanlı karşı karşıya gelince yalnızca kan değil, göz yaşı da dökülebileceğini bana uygulamalı olarak göstermiştir kendisi.
hesabın var mı? giriş yap