• gerçekten de badem gözlüydü.
  • geçenlerde kendisi hakkında ilginç bir şey öğrendim. büyük aşkı, iki kez evlenip boşandığı richard burton son ve kesin ayrılıklarından epeyce sonra ona bir mektup yazmış ve tekrar biraraya gelmeyi deneyebilirler mi diye sormuş. fakat sonra beyin kanaması geçirip ölmüş. yazdığı o mektup elizabeth taylor'ın eline ancak cenazeden evine döndükten sonra ulaşmış.

    bazı mektupları hiç almamak daha iyi olabilir mi?
  • gelmiş geçmiş en güzel kadınlardan biriydi. toprağı bol olsun.

    öbür tarafta hayatının aşkı richard burton ve çok sevdiği, hayattayken her zaman yanında olduğu, destek verdiği arkadaşı michael jackson ile buluşur umarım.
  • 1932'de ingiltere'de amerikali bir çiftin çocugu olarak dogmus, ikinci dünya savasinin kaçinilmazligi ufukta belirince california'ya göç etmistir. daha yedi yasindayken ruzgar gibi gecti'de rhett ve scarlett'in attan düserek ölen küçük kizi rolü için istenmis, fakat babasi nedense izin vermemistir.
    en azindan her on senede bir yenisi çevrilen jane eyre uyarlamalarindan 1944 tarihli ve mr. rochester rolünü orson welles'in oynadigi versiyonunda jane'in çocukluk arkadasi helen burns'ü canlandirmistir.
    sekiz ay süren ilk evcilik oyununu on sekiz yasinda, hilton otellerinin veliahti nick hilton'la oynamistir. yanilmiyorsam üçüncü esi olan musevi film yapimcisi mike todd yüzünden dinini degistirmis, ve daha sonra arap ülkelerinde boykot edilme pahasina bile olsa bu dinde kalmistir. mike todd'un bir uçak kazasinda ölmesinin ardindan kendisini teselliye gelen aile dostlari sarkici eddie fisher'la hizla bir iliskiye girmis; fisher o yillarin sevilen oyuncusu debbie reynolds'i bosayarak menekse gözlü yildizimizla evlenmistir. amerikan halki liz'in acili dul yerine bu yuva yakan fettan kadin imajindan rahatsizlik duymus, debbie reynolds'un o siralar yaptigi "am i that easy to forget" plagi listelerde yükselmistir.
    cleopatra filminde tanistigi richard burton eddie'yle olan evliliginin de sonu olmustur. burton'la on iki yil beraber kalmis, yirminci yüzyilin bu medyaya en fazla malzeme olan birkaç evliliginden birinde basrol oynamislardir. birlikte çevirdikleri filmlerden yalnizca kim korkar hain kurttan basarili sayilir.
    80 ve 90'lardan beri sagligi ve kilolariyla ilgili ciddi sorunlari vardir. en son eski bir insaat isçisiyle evlenip (nikah sahidi kankasi micheal'dir hatta) sonra tahmin edilecegi üzere bosanmistir.
    ruhani seylere, yardimseverlige vermistir artik kendini. özellikle devlerin aski filminden dostu (imkansiz aski) rock hudson'in ölümünden beri aids'le savasima çok katkida bulunmustur. istanbul'a da çeçen çocuklara yardim edecegim diye bir gelmistir.
  • ceren şehirlioğlu, artık yayın hayatına devam etmeyen tempo dergisi'nde elizabeth taylor - richard burton aşkı'nı birkaç yıl önce enine boyuna kaleme almıştı. tempo dergisi'nin internet sitesi olan tempomag'da bu içeriğeve birçok farklı içeriğe halen ulaşılabiliyor. takdir edersiniz ki kapanmış bir dergi'nin internet sitesi'nin ne kadar daha yayında kalacağını kestirmek zordur. dolayısıyla böylesine etkileyici bir aşkı bu kadar güzel anlatan bir yazıyı buranın formatı'na çevirerek de kayıt altına almak istiyorum.

    elizabeth taylor & richard burton: kim korkar aşktan?
    elizabeth taylor 23 mart 2011'de öldüğü güne kadar, kalbinde, kemiklerinde, güzel gözlerinde richard burton'ın aşkını sakladı. 20'nci yüzyılın efsanevi çifti aşkı, korkusuzca, vahşice, birbirlerini parçalarcasına yaşadı. iki kere evlenip, iki kere boşandılar, ama ruhen hiç ayrılmadılar. belki de taylor'ın dediği gibi "beraber olamayacak kadar çok sevdiler." elizabeth taylor'ın ölümünün beşinci, liz ve dick'in evliliğinin 52'nci yıldönümünde hollywood tarihinin en coşkulu romansını hatırlayın.

    elizabeth taylor, gözlerinin içine uzun süre bakamayacağınız vahşi hayvanlar gibi. uzun süre bakışırsanız, ya kafanızı bir hamleyle gövdenizden koparacak ya da ilgisizce arkasını dönüp gidecek bir aslan. bazen buz gibi soğuk bir kraliçe, bazen sıcacık seksi bir kedi. 10 yaşından beri şöhret, "ünlü olmaktan başka bir şey bilmiyorum" diyen bir diva. o, gerçek bir yıldızın gökten kuzguni saçlar ve insanın kalbini durduracak güzellikte gözlerle inmiş, biz ölümlülerin arasında vücut bulmuş hali.
    richard burton, taylor'ı 1953'te ilk gördüğü zamanı "o kadar güzeldi ki, içimden kahkahalarla gülmek geldi" diye hatırlıyor. o sırada 21 yaşındaki liz bu karşılaşmayı anımsamıyor bile. burton'ın anlattığına göre, stewart granger ve jean simmons'ın bel air'deki ev partisinde, havuz başındaki şezlonga uzanmış, sarhoş kalabalıktan uzakta bir dergi karıştırıyordu. dakikanın onda biri bile etmeyecek bir aralıkta derginin arkasından başını kaldırıp, müstakbel aşkıyla göz göze geldi. "ne yıldı ama!" diyordu burton günlüğünde. "üç büyük film, bogie'yle içmeler, garbo'yla flörtleşmeler..." ama yılın en büyük olayı hiç kuşkusuz, elizabeth taylor'ın küçücük bakışı oldu. taylor ise, bu hassas galler çapkınını her oynadığı filmde rol arkadaşıyla yatan bir ayyaş olarak tanıyordu. 1962'de ilk kez aynı seti paylaşacakları, tarihin en pahalı prodüksiyonu kleopatra'da başrol oynamayı kabul etmeden önce burton’ın cazibesine kendini kaptırmayacağına söz vermişti. zaten bu sırada müzisyen eddie fisher'la dördüncü evliliğini sürüyor, hâlâ trajik bir uçak kazasında kaybettiği üçüncü kocası mike todd'un yasını tutuyordu.
    burton ise o zamana kadar zsa zsa gabor'dan jean simmons'a, onlarca aktrisle ilişki yaşamıştı. hatta her hafta en az üç ayrı kadınla yattığı, hollywood'un en büyük seks bağımlısı olduğu söyleniyordu. (sonrasında 1947-1975 arası 2 bin 500 kadınla beraber olduğu iddiası ortaya atıldı.)
    taylor'ın üç evlilik ve bir büyük aşk acısıyla genç yaşta yaralanan kalbinin böyle zamparalıklara katlanacak gücü yoktu. ama hayat beklenmedik bir yerden vurdu. çekimin ilk gününde burton sete inanılmaz derecede akşamdan kalma, sefil bir halde gelmişti. soyunma odasına kapanmış, bir fincan kahve söylemiş kendine gelmeye çalışıyordu. bir türlü çekilemeyen sahneyi beklemekten usanan taylor, burton'a bakmak için odasına girdi. karşısında elleri tir tir titreyen, fincanı ağzına götürmekte güçlük çeken yıkık dökük bir adam vardı. önünde eğildi, fincanı alıp bir bebeği besler gibi yavaşça dudaklarına götürdü. burton, şefkatle eriyip giden bir buzdağı gibi bu güzel kadının kollarına yığılıp onu kucakladı. taylor, önyargılarının ötesinde, bambaşka bir şey bulmuştu. o bıçkın hovardanın içinde kırılgan, korumasız, çocuk gibi bir ruh yatıyordu. iddialara göre ilk kez 'kleopatra' setindeki o soyunma odasında seviştiler. ve o andan sonra hiçbir şey aynı olmadı. ikisi de evliyken başlayan yasak aşk, hollywood tarihinin en ateşli ilişkisine dönüşecekti.

    vatikan'ın kınadığı skandal aşk
    'kleopatra', sadece liz ve dick efsanesini yaratması sebebiyle değil, bitmek bilmeyen prodüksiyon masrafları, aksilikleri, uğursuzlukları, harcanan milyon dolarları ve neredeyse tüm ekibi delirtecek imkânsızlıkları sebebiyle sinema tarihinin en karanlık yapımı olarak yer etti.
    liz taylor, o dönemde görülmemiş bir ücrete, 1 milyon dolar + kârın yüzde 10'una anlaşmıştı. film bütçesi bugünün parasıyla 300 milyon doları aşmıştı. başrol oyuncuları, roma'yı 'le scandale' ile ayağa kaldırmış iki çılgın âşıktı. vatikan, yapım şirketine ve yıldız çifte açık bir mektup yollayarak günahlarını kınadı. ama tüm bu fırtınanın, kâbusun içinde kleopatra ve mark antony'nin kamera önündeki elektriği inanılmazdı.

    aşkın her hali (soldan saat yönünde)
    taylor ve burton, kleopatra'nın çekimlerinde (1963). çift, nikâh günlerinde (1964). taylor, müstakbel kocasının saçlarını kısaltıyor (1964). 'the v.ı.p.s' çekimlerinde (1963). aynı yıl, bir davetteler.

    “ne sandın? karınla yatıyorum”
    yönetmen joseph mankiewicz defalarca çektikleri öpüşme sahnesini hatırlıyor: "her çekim bir öncekinden uzun sürüyordu. sonunda 'pardon, sahneyi kesmemin sakıncası var mı?' diye sormak zorunda kaldım. motor durdu ama öpüşme yine durmadı." mankiewicz'in "hayatımın en zor filmi" ve "bir volkanın üstünde oturmak gibiydi" diye tanımladığı kleopatra macerası, setin çevresinde ağaçlara tırmanan paparazzileriyle liz ve dick'i anıtsal şöhretlere dönüştürdü.
    bu sırada taylor, burton'a karısı sybil'den ayrılması için sürekli baskı yapıyor, hatta kendini öldürmekle tehdit ediyordu. kendi kocası eddie fisher'ın da, olup bitenlerin tüm dünyayla birlikte farkına varması uzun sürmeyecekti. fisher, söylentilere dayanamayarak floransa'daki evine sığındığında, bir gün roma'daki villalarında kalan karısını aradı. ama telefonu burton açtı ve "senin orada ne işin var?" sorusuna "ne sandın? karınla yatıyorum!" diye cevap verdi. doğal olarak boşanma dilekçesi de arkasından geldi.
    sonunda roma kargaşasından kaçıp londra'ya yerleştiler. dorchester otel'de karşılıklı iki süit kiralamışlardı. güne bloody mary ile başlıyor, öğlen sek votkayla devam ediyorlardı. burton, eski arkadaşlarıyla geceleri londra publarını turluyor, taylor da çoğunlukla ona eşlik ediyordu. hatta bardakları birbiri ardına fondip yapmak, ağız dolusu küfretmek ve baca gibi sigara içmek konusunda burton ve kankalarıyla yarışıyordu. "richard beni birayla tanıştırdı, ben onu bulgari'yle" diye anlatacaktı genç yıllarını.
    1964'te ikisinin de boşanmaları nihayet sonuçlandığında, 15 mart'ta özel bir uçakla montreal'e uçtular ve ritz carlton'da küçük bir seremoniyle evlendiler. elizabeth taylor, sarı şifon elbisesi ve 150 bin dolarlık safir gerdanlığıyla göz kamaştırıcıydı. onlarınki zamanın ilk reality şovu, kitlelerin önünde cereyan eden en heyecan verici melodramıydı. evliliğin sıkıcı kabul edildiği hollywood'da, nikahlı aşkı seksi bir şeye dönüştürdüler.

    "sonsuz tek gecelik aşkım..."
    aralarındaki cinsel çekim adım attıkları her yeri yakacak kadar dikkat çekiciydi. taylor, "scrabble oynarken bile tahrik oluyorsanız, işte bu aşktır" diyor, burton karısının memelerinin vahiy, vücudunun ise dünyanın sekizinci harikası gibi olduğunu söylüyordu.
    evliliklerinin ilk zamanlarında günlüğüne şunları yazmıştı: "balkonumuzda üzerimde sadece iç çamaşırımla oturmuş, bu satırları yazıyorum. ellerimi, gözlerimi ondan alamıyorum. geçen gün bir anda yatak odasının kapısı aralandı ve karşımda transparan geceliğinin tek omuz askısı düşmüş e duruyordu. o benim sonsuz tek gecelik aşkım..."
    karısına yazdığı aşk ve tutku dolu onlarca mektuptan birinde de şöyle diyordu: "kokunu arzuluyorum... ve yuvarlak belini, bacaklarının içinin hassas yumuşaklığını, bebek poponu, dudaklarını ve galler aygırınla sevişirken gözlerinde beliren yarı hırçın ifadeyi..."
    şöhret konusunda burton'dan çok daha tecrübeli ve dolayısıyla temkinli olan taylor, aşkını bu açıklıkla kâğıda dökmese de, kocasına tutkusunu hiç gizlemedi. burton'ın ölümünden sonra bile hayranlığını ifade etmekten çekinmedi. "hayatımda tanıdığım en ince, komik, şefkatli adamdı. çocuklarım da ona tapıyordu. her zaman ilgili, sevgi doluydu richard. son nefesini verene kadar aramızdaki bağ kopmadı. kalbimde bir yerde hep üçüncü kez evleneceğimize, tekrar bir araya geleceğimize inanıyordum. roma'da ilk göz göze geldiğimiz o andan bugüne kadar birbirimize çılgınca âşıktık."
    şehvet, tutku, votka ve şaşaaya rağmen günlerini normal karı kocalar gibi geçirdikleri de oluyordu. çocukları okula bırakıyor, yatağa uzanıp beraber kitap okuyor (burton kiloyla kitap okumasıyla meşhur bir bibliyofildi), güneşleniyor, köpekleri gezdiriyor, mangalda sosis pişirip, gece yarısı atıştırmak için mutfakta buluşuyorlardı. burton günlüğüne not düşmüştü:
    "gecenin ikisinde kendime lahana çorbası yaptım. bon apetito (taylor'a taktığı lakaplardan biri) da bana katıldı. aynı kâseden yavru köpekler gibi çorba içtik."
    öte yandan 1960'larda hollywood filmlerinin kazandığı paranın yarısını ikisinin filmleri karşıladığı için para da su gibi akıyordu. müsriflikte rekor kırdıkları, lüksün kitabını yazdıkları bir hayat yaşadılar.

    mutlu günler
    taylor ve burton'ın fırtınalı ilişkisinde, hayatın toz pembe olduğu bir gün. kare, 1970 tarihli.

    sosyeteyi sevmeyen burton
    o dönem kazandıkları 88 milyon doların (bugünün parasıyla yaklaşık 600 milyon dolar) yarısından fazlasını kürklere, mücevherlere, özel tasarım giysilere harcadılar. elizabeth adında bir jetleri, garajlarında rolls royce filosu, kalizma adında 40 metrelik yatları, kanarya adaları'nda muz bahçeleri, irlanda'da at sürüleri, meksika'da villaları, isviçre'de şaleleri vardı.
    buna rağmen, madenci bir babanın 12'nci çocuğu burton geceleri elektrikten tasarruf etmek için ışıkları kapatıyor, karşısında 65 bin dolarlık mücevherleriyle oturan karısıyla yemek yerken ucuz şarabı sipariş ediyordu. sadece köpeklerin sürekli çiş yaptığı kalizma'nın halılarını değiştirmek için ayda bin dolar harcıyorlardı. burton'a kalsa yalnızca karnını doyuracak ve içki parasını çıkaracak kadar çalışsa yeterdi. ama zengin bir ailenin el üstünde tutulmuş güzel kızı taylor'ın, çocukluğundan beri aşırı pahalı zevkleri vardı.
    prens rainier-grace kelly, prenses margaret, onassis ve kennedy'lerle isviçre alpleri'nde ya da fransız rivierası'nda vakit geçirmek burton'a ölümcül derecede sıkıcı geliyordu. karısına doğum gününde koca bir panter hediye eden rainier'nin pembe suratının ortasına tokadı yapıştırmak istiyor, margaret'ı inanılmaz boş buluyor, kennedy ailesinin seks maceralarının dedikodusunu yapıyordu. kraliyet davetlerinden, hollywood partilerinden çoğunlukla körkütük sarhoş dönen çift ya çılgınca sevişiyor ya da şiddetle kavga ediyordu.

    "senin için kendimi öldürebilirim"
    burton'ın içki problemi, çapkınlıklarının da doğru orantılı artmasına sebep olmuştu. taylor da aynı aşırılıklarla, intihar tehditleriyle, yumrukla, odaya kilitlemeyle, cam çerçeve indirmekle, kıskanç misillemelerle karşılık veriyordu. ama ne olursa olsun, birbirlerinden uzak olamıyorlardı. "tüm imkânsızlıklarıma, ayyaşlığıma tahammül ediyor. uzak kaldığımda karnımda bir ağrıya dönüşüyor ve en önemlisi beni seviyor!" diyordu burton.
    1971 yazında yine çok içilen bir gecenin ardından taylor, burton için kendini öldürebileceğini söyledi. kocasının "hiçbir kadın benim için kendini öldürmez" demesi üzerine ecza dolabından kaptığı bir kutu hapı ağzına boca etti. "büyük bir gustoyla, soğukkanlılıkla, sükûnet içinde yaptı bunu" diye anlatıyor burton. sonunda evlerinin önünde bekleyen paparazzi sürüsünü yararak hastaneye koşmak zorunda kaldılar. evlilikleri bu kadar dramayı kaldıramadı ve haziran 1974'te boşanmaya karar verdiler.
    burton, sophia loren'le çekeceği filmin hazırlıkları için loren ve ponti'nin villasında kalmak üzere italya'ya gitti. loren, evinin rehabilitasyon merkezine döndüğü dönemi "bedeni evde ama aklı başka yerdeydi" diye anlatıyor. burton, loren'e yazdığı mektupta,"elizabeth'i hiçbir zaman kemiklerimden sökemeyeceğim ama en azından artık aklımdan çıktı" diyordu. fakat ikisinin de aklından çıkmadığı belliydi. bir sene geçmeden botswana'da küçük bir seremoniyle yeniden evlendiler. ama son kavuşmaları da sadece yedi ay sürdü. (burton'ın yazdığına göre "yedi ay, yedi sene gibi gelmişti.")
    1975'te ikinci kez boşanmalarına ve sonrasında her ikisi de ikişer evlilik daha yapmalarına rağmen aralarındaki bağ, richard burton'ın son nefesine dek hiç kopmadı. 2 ağustos 1984'te, 58 yaşındaki burton, hayatının aşkına son mektubunu yazdı. mektup, elizabeth taylor'ın kaliforniya'daki evine 7 ağustos'ta, burton'ın beyin kanaması nedeniyle ölümünden iki gün sonra ulaştı. mektubu titreyen elleriyle, hıçkırarak okudu ve 23 mart 2011'de öldüğü güne kadar sakladı. hayatının aşkı son mektubunda "eve dönmek istiyorum" diyordu.

    dünyanın izlediği aşk
    taylor ve burton'ın hayatlarından sızan hikâyelere, fotoroman tadında aşk dolu kareleri eşlik etti.
  • şerefine önce cat on a hot tin roof'u ardından giant'ı bir kez daha izleyip kendisiyle birlikte paul newman, james dean, rock hudson ve dennis hopper'a kadehimi kaldırıp, sizden kaç tane kaldı diye soracağım...
  • menekşe göz kavramını literatüre kazandıran gelmiş geçmiş en taş hatunlardan...allah rahmet eylesin, biricik aşkı richard burtona kavuşur umarım...
  • menekşe gözleri sonsuza kadar kapanmış güzel oyuncu. toprağı bol olsun.
  • ntv son dakika veriyor ölmüş, ne desem bilemedim ki, güzel kadındı.

    not: link uçmuş galiba.

    edit 2: ne vuruyorsunuz ulan ben mi öldürdüm. ben de üzüldüm, anneannem ölmüş gibi üzülmesem de üzüldüm ama bu kadar sinirli değilim.
  • ayrıca kendisi için "bakışlarım konusunda kompleksim yok, ama bacaklarım kısa, kollarım jöle gibi, adem elmam fazla iri, gerdanım çok dolgun, ellerim ayaklarım haddinden fazla büyük, çok da kiloluyum" demiştir bu bayan.

    (bkz: yorum yok)
hesabın var mı? giriş yap