• bu tür bir kriminal vakayı şekillendirirken filme ait değeri yani filmin kendisini yaratacak şeyleri iyi süslemek gerekiyor. bunu her şeyden önce iyi bir senaryoyla yapabilirsiniz. senaryonuz iyi değilse iyi bir yönetmenlik ve oyunculuk bazı şeyleri kurtarabilir. zira elle muhteşem bir senaryoya sahip değil zannımca. işte senaryo budur diyebileceğiniz bir senaryosu yok bence filmin. ama iyi bir yönetmenlik ve olağanüstü bir oyunculuk performansı filmi alıp götürüyor.

    senaryonun oyuncuya borçlu olduğu bir film bana kalırsa elle. zira 63 yaşındaki ısabelle huppert öyle bir cinsel personayla perdeyi dolduruyor ki insan ona bakmaktan, onu izlemekten gözlerini alamıyor. ama elbet senaryonun kötü olduğunu söylemiyorum. senaryo iyi ama ayırt edici bir nitelik olarak film başarısını senaryodan ziyade huppert'ın performansına ve elbet huppert'a böyle bir alan yaran verhoeven'e borçlu. yaniilk elden parlayan şey senaryo değil bana göre.

    paul verhoeven'ın en meşhur ve bilinen filmi basic ınstinct olsa da bence en iyi işleri ülkesinde çektiği de vierde man ve turks fruit filmleridir.

    verhoeven'ın kara film sevdalısı bir yönetmen olarak femme fatele yaratma konusundaki ustalığı aşikar. her ne kadar bu filmlerde yoğun sembolizm ve freudyen alt metinler bzen fazlasıyla aşikar olsa da hepsi seyir duygusu güçlü filmler. zira elle'de kağıt üstünde sıkıcı bir sanat filmi şablonuna sahip olsa da verhoeven'ın biraz da amerikan sinemasından ödünçlediği anlatıcı tafsilatnameyle seyir duygusu da keyifli bir filme dönüşüyor. yönetmenin avrupa ve amerikan sineması arasına gidip gelen kariyeri bence bu film için çok işine yaramış. avrupalı bir yönetmenin elinde her açından sıkıcı, fazlasıyla rahatsız edici bir filme dönüşebilirdi elle. amerikalı bir yönetmenin elinde de vıcık vıcık bir istismar romansına da dönüşebilirdi. ama iki sinemanın kültürel, endüstriyel, felsefi vs kodlarına hakim bir yönetmen olarak verhoeven usta işi bir işe imza atıyor.

    -------------- buradan sonra spoiler ----------------

    hikayeye kestirmeden dalıyoruz. serim bölümü uzamadan, sarkmadan, dolanmadan karşımıza çıkıyor. meselenin içine balıklama dalan izleyici ilk sahnede yaşadığı şokla michèle'in hikayesine ortak oluyor. ama bu durum izleyiciye de katharsis efektini uyandırmadan vuku buluyor. yani izleyici karakterle empati kurma şansına sahip olmuyor. yönetmen izleyicisine böyle bir alan tanımıyor kesinlikle. gördüğümüz eylemin yaşattığı şok ise eylemin gösterilme biçiminden ziyade sıradanlığından kaynaklı. bu eylemi de herhangi bir şekilde estetize etmiyor yönetmen. böylelikle duyguları istismar etmeyeceğinin altını da çiziyor.

    michèle karakteri her açıdan sakat bir karakter. geçmişe dönük yaşanan travma benliğin bugünkü inşaasını sürdürürken, bugüne dönük sürdürülen her ilişki biçimi geçmişi refere ediyor. bugün vuku bulan her şey geçmişe dönük travmanın izlerini örtüyor, bazen aralıyor, bazen küllerine üflüyor, bazen yarayı dağlıyor.

    ama yönetmenin esas derdi bu geçmişe dönük travma üzerinden michèle'in yaşadıklarını gösterip sempati kazanmak değil. michèle'i herhangi bir şekilde duygulanım yoluyla kahramanlaştırmak hiç değil. michèle'in bugün yaşadıkları karşısında verdiği ve bizlere garip gelen tepkilerin ikiyüzlülüğünü de yüzümüze çarpmak. ziramichèle'i izlerken başına gelen kötü olaylardan dolayı yardım istemeyen karakterin bu halini bizlerde normalleştiriyoruz film boyunca. yaşadığı travmatik durumlar karşısında takındığı soğuk kanlı, tepkisiz, eylemsiz halini kabullenip, başına gelen şeyler için üzülmek yerine normalleşen bu eylemlerin kabulüne de ortak oluyoruz. bu noktada da karaktere üzülmek yerine yapabileceği şeylerin sınırlarını görmeye dönük bir merak duygusu kaplıyor içimizi. yönetmen zekice bir hamleyle suç ve ceza mefhumlarının yasal, vicdani, ahlaki sınırlarını bulanıklaştırıyor ve insan tepkilerinin, öğrenilmiş davranışların, genetik mirasın, kodlanan toplumsal kuralların, yasaların, rol yapma deneyiminin, deneyimin manipülatif teatralliğinin şablonunu bir anda aşan gri bir bölge yaratıyor hınzırca.

    özellikle bu tür cinsel istismar davalarına erkek egemen bakışla şekil veren yasa ve kanunların ikiyüzlülüğü de eleştiriliyor aslında ince bir şekilde. zira kanunlar (hele ki bizim ki gibi ülkelerde) onları onaylayan eril hükümranlığın bir tür yansıması ve özellikle kurban bir kadın olduğunda yasanın, kanunun normal işleyişi daha çok kadına yönelik acıma ve lütuf duygusuyla işliyor. işte film içinde bu durum bir anahtar görevi görüyor. zira michèle kanun hükmünde yaşadığı şeylerin nasıl şekilleneceğini aşağı- yukarı biliyor. kimsenin sempatisini, acımasını, lütfunu istemiyor. ve film tam da michèle'in bu tutumu üstünden mesajını, anlamını- derdini izaha koyuluyor.

    michèle etrafındakiler aynası aslında. michèle'in her türden reaksiyonu, normalin dışında görünen her eyleminin altında etrafındaki insanlar yatıyor. michèle böyle bir karaktere sahip olmak için yeterince travmatik nedene, sebep- sonuç ilişkisine sahip zaten. ama onu istismar eden şey yani başta gördüğümüz tecavüz eylemin bu istismarın metaforu aslında. çünkü etrafındaki herkes michèle'i başka türlü hallerle istismar ediyorlar zaten.

    michèle karakterini dengesiz, soğuk, obsesif, karanlık, travmaya bağlı stres bozukluğu yaşayan , depresif bir karakter olarak tanımlayabiliriz eylemlerinden ötürü. ama ya etrafındakiler. işte yönetmenin senaryoda yaptığı zekice hamle burada. michèle'in üstlendiği eylemler, eylemlere verdiği tepkiler başta bir şey ifade etmiyor izleyci için. yönelimi ve tavrı net olmasına rağmen durumları dramatize etmeden rahatsız edici bir açıklıkla dile getirmesi onu kötü bir karakter olarak algılamaya müsait bir hale bile getiriyor. hatta bu durum onu duygusuz bir katil gibi gösteriyor neredeyse.

    peki ona sığınan hiçbir işte tutunamamış, başarız, sorumsuz evlat. ondan boşanıp genç kızların peşinde koşan başarısız eski koca. en iyi arkadaşının peşini bırakmayan kocası. onunla yatmak isteyen, eşcinsel eğilimi olan en yakın arkadaş. yarı yaşında bir jigoloyla evlenmeye çalışan anne, üst orta sınıf, mahallenin temiz yüzlü delikalısı görünümündeki sapık komşu, iş yerinde onu arzulayıp, fantaziler üreterek onu taciz eden çalışan aşırı dindar, modern-muhafazakar komşu. ''peki tüm bu insanların sorunu ne?'' diyor yönetmen verhoeven film boyunca. michèle'in her hareket ve eyleminde haklılık taşıyan tutarlılığı ve elbet yakasını asla bırakmayacak olan çocukluğuna ait o büyük travma gün gibi ortadayken diğerleri neden bu kadar problemli? ya da daha basit bir ifadeyle sadece michèle'mi sorunlu, yoksa michèle'in karakterini, geçmişini istismar ederek ondan sürekli bir şeyler almaya çalışan diğerleri mi?

    şimdi yönetmenin michèle'in yaşadığı psikolojik travmaları nasıl karakterleştiriğini örnekliyeyeyim.

    psikolojik travmalara birkaç örnek olarak genellikle aşağıda görülen durum- olaylar örnek veriliyor. google yazıp görebilirsiniz. işte yönetmen senaryonun da yardımıyla aşağıdaki maddeler üzerinden michèle karakterini ve karakterin etrafındaki insanlar üstünden de aslında michèle'in diğer karakterlerini, yansımalarını, alt benliğini, benliklerinin otopsisini yapıyor.

    fiziksel,duygusal,cinsel istismar: çocukluğu- ve elbet babası yüzünden yaşadığı o büyük olay

    fiziksel ve duygusal ihmal: oğlu- annesi- eski kocasıyla yaşadıkları

    aile içi şiddet :kocasının ona vurması- oğlunun ona el kaldrımaya yeltenmesi

    saldırıya uğramak ya da bir saldırıya tanık olmak: tecavüz olayı ve devamında tecavüzcüsüyle kurduğu ilişki

    trafik kazaları: geçirdiği trafik kazası ve kazadan sonra dramatik bir şekilde ailesinden birini aramak yerine kurbanı olduğu adamı araması ya da sadece ona ulaşabilmesi.

    hayatı tehdit edebilecek hastalıklara yakalanmak ya da yakalanan birini tanıyor olmak: annesinin hastalanması ve ölümü

    savaş: belki burada fiziksel bir savaş imleniyor ama bir kadın olarak michèle'in oyun piyasasında söz sahibi güçlü bir kadın olması ve iş yerinde erkeklere, tacizlere karşı verdiği psikolojik harp

    işkence: yine tecavüzcüsüyle yaşadığı şeyler, bu ilişkinin sado-mazoşist bir şekilde sürmesi. dayak.

    doğal afetler: film boyunca doğal afet kavramı sadece yoğun rüzgarın olduğu bir gece, tecavüzcüsüyle yakınlaşmasına sebep olan bir tür atmosferik an için kullanıyor yönetmen. ama totalde yaşanan her şey michèle'in yaşadığı felakatleri refere eden ilişkiler yumağı ve hepsi doğal afetler gibi michèle'in benliğinde kırılmalara yol açıyor. tüm benlik kırılması başka bir düzeyde, başka bir benlik ve kişilik kavı içinde yeniden doğan başka bir michèle'e işaret ediyor.

    tüm bunları üstüste koyunca korkunç dramatik bir karakter çıkıyor ortaya. izleyicinin empati-sempati duygusunun tavan yaptığı, kathartik bir sınavdan geçtiği ve karakterle sonuna kadar özdeşleşip onu koruması altına aldığı bir durum. ama işte bunların hiçbiri olmuyor. michèle'in durumlar karşısındaki şaşkınlık verecek sükuneti, kararlılığı, soğukkanlılığı izleyeni teslim alıyor. ve elbet tüm bunların müsebbibi 63 yaşında her açından böyle görkemli bir oyun veren ısabelle huppert . kariyeri boyunca birçok arızalı karaktere can veren (en meşhuru haneke'nin piyano öğretmeni'dir elbet.) oyuncu bu filmde de adeta gövde gösterisi yapıyor.

    başka bir oyuncunun karakter gelişimi esnasında özellikle duygusal geçişleri manipüle edebileceği her anı ustalıkla örüyor, karakterin travmatik tutarlılığı insanın başını döndürüyor. cinsel personası da yaşına ve öyle çarpıcı bir güzelliği olmamasına rağmen perdeyi dolduruyor.

    son olarak bir kadın filmi olara elle gibi bir filmi carol gibi demode ve sırtını oscar şablonlarının konformizmine yaslayan melodram güzellemesine yüz kere tercih ederim ben (evet benze filmler değiller. oras aşikar). kesinlikle çarpıcı, ayrıksı cesur, büyük bir film elle. üstelik tüm bu sıfatları ele aldığı konun her türden istismara açık izlence konformizmine düşmeden, manipülatif, ajitatif bir biçim/içerik dengesi gözetmeden yerine getirerek bu tür filmlere nefes alacak bir alan açıyor. ve böylelikle sinema tarihinde özel bir yer kazanıyor.
  • sıradan insan psikopatlığına dair, karası %80, komedisi %20 oranında bir kara komedi. bu filmi hollywood'da çekemezsiniz, almanya'da da çekemezsiniz, haddizatında bu filmi fransa'dan başka yerde çekemezsiniz. fransızlar inkar edilen ama bir kaya parçası gibi orada duran insan duyguları ve davranışlarını açık etmede çok çekincesiz ve galiba dünyada tekler.

    --- spoiler ---

    bu film bir hollywood yapımı olsaydı, michele rolünü nicole kidman alsaydı olacaklar aşağı yukarı şöyle gelişirdi:

    michele'in cinsel saldırı sonrası acıklı müzikler fonunda katatonik tepkiler vermesi, nicole kidman'ın donuk yüzünde dolan gözleri.
    michele'in ertesi gün şirkette gözlerinin dolması, insanların "neyin var cnm ://" diye sorması, burnunu çekip hiçbir şey diyerek çantasını alıp çıkması.
    annesine gidip neden jigololarla yatıyorsun diye acıklı bir konuşma yapması, jigolonun michele'e göz koyması, michele'in annesine sarılıp ağlaması, paris sokaklarında yürüyerek ağlaması.
    michele'in akılsız oğlunun durumuna çok üzülüp ona hemen şirkette iş ayarlaması ve evladını bağrına basarak, "ne kadar beyinsiz, loser ve baş belası olsan da sni çk svyrm my baby" temalı bir kadın anam konuşması yapması, ana oğul karşılıklı ağlaşma, sümük.
    film boyunca şefkate muhtaç olduğu için eski kocasıyla en az bir kez yatması.
    komşuyu dürbünle izleyip liseli gibi kızarıp bozarmalar, böyle salak salak hareketler. komşuyla bakışmak.
    zenci bebek doğuran gelinin herkesten özür dileyip ezilip büzülerek ortamı terk etmesi.
    oğlanın (vincent) biraz sarsılsa da annesinin desteğiyle şirkette iyi bir pozisyona gelmesi ve sadık, tatlı bir kız bulması.
    michele'in kadın = zayıf ve duygusal olduğu için işe güce asla dikkatini verememesi, şirketin zarar etmesi.
    annesini sofrada rezil edip inme inerek ölmesine sebep olduğu için "özür dilerim anne sni çk svyrm :(( temalı ağlamalı konuşma.
    babası intihar edince "seni affettim baba sni çk svyrm :((" konuşması, ağlamalı.
    en yakın arkadaşına kocasıyla yatan kişinin kendisi olduğunu ağlayarak itiraf etmesi ve sonra "biz çok iyi dostuz, her şey düzelecek, sni çk svyrm :))" sekansı.
    tecavüzcünün komşu olduğunu anlayınca ona "sana aşık olmştm oysa ben" diye ağlayarak aşk itirafı ve affetsem mi piremsimi/hayır affetmemeliyim ikilemi.
    oğlu tecavüzcü komşuyu öldürünce oğlanla birlikte oturup ağıt yakarak ağlamak.
    şirketi bir erkek adama devredip küçük bir kasabaya yerleşmek ve kaslı ve güçlü bir erkekte gerçek aşkı bulmak <3 <3 <3 <3

    hollywood philippe djian'ın romanını yamultur, eğip büker, ısıl işleme tabi tutar, çiğner çiğner ve bunu tükürürdü izleyin diye. çünkü bu filmin tüm kahramanlarının huyları, kişilikleri, yaşadıkları ve yaşadıklarına verdikleri tepkiler "olmamız gereken kişi"ye tamamen aykırı ve biz burada insanoğlunun o karanlık, kusurlu, güçlü, bencil tarafını sevmeyiz, örtbas ederiz ve örtbas edildiğini görmeyi talep ederiz, aksini değil. neyse ki o set orada kurulamamış, oyuncular senaryoyu fazla cısss bulmuş, michele rolü nicole kidman'a kalmamış, o iş iyi ki olmamış. hahaha.

    --- spoiler ---
  • (bkz: spoiler)
    başından sonuna değin değişmeyen tek bir şey var bu filmde: inkar. nasıl ki oyun müptelası biri eline joysticki aldığı anda tv ekranındaki görüntülere yapışır ve gerçeklikten koparsa, filmdeki tüm karakterlerin yaşamı da gerçeklikten uzak oyun ekranı gibi. michelle karakterinin partide söylediği gibi: "eğlencemize bakalım." gerçekler bazen su yüzüne çıksa da bu kimseyi incitmez çünkü herkes and içmiş gibidir canının yanmamasına. görünürde can yakıcı bir sürü şey olsa da bunlar oyun ekranının sanallığını aşıp da karakterlerin içine nüfuz etmez. şatafat ve snobluk evreni.

    ilk sahnede michelle'in bacağı kanadığında ve sonrasındaki araba kazasında yine bacağı kanadığında sanki kanayan kendi bacağı değilmişcesine umursamazca hareket ediyor oluşunun sizde yarattığı etki "ne kadar da güçlü/aşmış bir kadın"sa eğer, bunu bir daha düşünün derim çünkü o güçlülük imajıdır ki hislerin tamamen kuruyuşunu, apatiyi gizler.

    sadece baş karakter de değil, filmdeki herkes inkar eder kendi gerçekliklerini. bence bu yüzden filmin öyküsünün içinde çokça yer almıştır ps oyununun kurgusu. yüzeydeki kurgu oyunu oynayanı, filmi izleyeni baştan çıkaracak kadar mükemmel olmalıdır ki kişiyi gerçekliğe döndüren "e bu ne şimdi!" hissi ortaya çıkmasın, sahtelik anlaşılmasın.

    inkarın üzerinde kurulu ilişkiler evreninin sonunda cinayetin, ölümün, toplu ölümlerin, kaçışların, ölümcül kazaların gelmek zorunda oluşu da eşine almadovar filmlerinde de sıkça rastlamanın mümkün olduğu bir kader örgüsü. la piel que habito'yu andıran bir yanı var elle'in.

    filmin sonunda michelle hala dimdik ayaktadır ve evinin duvarlarının rengini değiştirmekle uğraşır. ona birşey olmaz, etkilenmez, canı yanmaz çünkü on yaşında ölmüştür ruhu ve bu görüntü de vardır filmde: küçük bir kız çocuğu, vücudu yarı çıplak halde ve küllerle kaplı. o küçük kızın ekrandaki görüntüsüne denk gelen michelle için ondan sonrası sadece sapkınlığın apatik ve can sıkıntısına yazgılı evrenidir. bu haliyle de nymphomaniac'daki joe karakterini ve onun dişbudak ağacına (ash tree) duyduğu sevgiyi, canlılara karşı hissizliğini yeniden anımsattı bana elle.

    (bkz: spoiler)
  • sapik insan emri.
  • fragman, detaylı bilgi ve analiz için link

    paul verhoeven’in on yıl aradan sonra çektiği ilk film elle, adından başlamak gerekirse, fransızca’da dışı cinsine yönelik işaret sıfatı (her, o). bunu kanıtlarcasına dikkat çeken, işaret edilen bir kadın karakter başrolde. basit bir tecavüz olayı ya da sıradan bir tecavüz kurbanı filmi değil bu, önceden belirtmekte fayda var. zaten filmin başarısı da verhoeven’in cinsel arzular, saplantılar, bastırılmış hisler ve içgüdülerin psikolojisi konusundaki ustalığından geliyor.

    --- spoiler ---

    michele bir kere çok kuvvetli bir karakter (zaten huppert dışında kim oynayabilirdi ki). tecavüz sonrası kendini paralayıp mağduru oynamak yerine önce yerden kırılan camları topluyor, tecavüze uğradığı elbisesini çöpe atıp köpüklü bir duş alıyor, sonra da kendine sushi sipariş ediyor. hatta kedisiyle konuşup “illa pençelerinle gözünü oy demiyorum ama bir dahaki sefere en azından orada durup izleme!” diye tembihliyor. verdiği tepki hiç de sıradan olmadığı için hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam edeceğini sanıyorsunuz. hatta arkadaşlarına olaydan bahsederken bile: “bunu nasıl anlatırım bilmiyorum, en iyisi öylece söylemek: tecavüze uğradım.” öyle değil aslında, akıllıca yaklaşıyor konuya, kontrolü kaybetmemeye çalışıyor. babası nedeniyle polise gitmiyor evet. ama doktora görünüp muayene oluyor, evin kilitlerini değiştiriyor. her ne kadar soğukkanlı görünse de psikolojisi de bozuluyor tabii ki; kabuslar, fırtına esnasında çamların çarpmasıyla elinde bıçakla uyumalar, şüpheci bir tavır edinmesi vs olaya karşı verdiği doğal tepkiler. kurban rolünü kabul etmediğini söylemiştik, ancak toplumsal olarak kendisine farklı bir rol model bulamadığından, başına gelene nasıl bir tepki vereceğini de kendisi aramak zorunda. film boyunca da bu arayışı seyrediyoruz.
    --- spoiler ---

    harika yönetilmiş, muhteşem oyunculuk içeren leziz bir film elle.

    fragman, detaylı bilgi ve analiz için link
  • beklentilerimin bir tık altında kaldı ama isabelle huppert'a olan sevgim yüzünden her türlü beğendim. 60 yaşlarında bu kadar çekici olabilsek keşke.

    --- spoiler ---

    michele'in durumuna inkar ve güç kavramları yüklenmiş iki ayrı yazar tarafından. ilk bakışta çok güçlü bir karakter gibi dursa da inkar ağır basıyor bana göre. 10 yaşında babanın tüm mahalleyi ve mahallenin hayvanlarını doğrayıp kanlar içinde eve geldiğine tanık oluyorsun ve o süre zarfından sonra haliyle savunma mekanizmaları devreye giriyor. michele hep o yıkılmayan, kafasına estiğini yapan kadını "oynamış". çocukluktan gelen travmayı hiçbir zaman atlatamadığı halde her şeyi mış gibi yapmaya alıştığı için savuşturuyor. tecavüz olayında da olduğu gibi. kafasında kurguladığı bir karaktere büründüğü için yabancılaşma başlamış. bütün bu hastalıklı durumlara karşı tepki gösterememesinin nedeni de bu sanırım. babasıyla hiç yüzleşmiyor. annesine hayatı boyunca tepkili. onu ve oğlunu olduğu gibi kabullenmiyor. tüm bu durumlardan sürekli bir kaçış ve bunu seks ile telafi yoluna giden problemli bir kadın.

    kırılma noktası annesinin ölmesi. o kadar gerçeklikten kopuk ki annesine inme indiğine bile inanmıyor. doktor eminim diyene kadar rol yaptığı konusunda ısrarcı. kadın ölürken bile ona sitem ediyor. o noktadan sonra arkadaşına kocası ile yattığını söylemesi, babası ile yüzleşmeye gitmesi, oğlunun hiç sevmediği kız arkadaşını kabullenir bir tablo çizmesi michele için bir adım sayılabilir belki. en azından ben böyle yorumladım.

    --- spoiler ---
  • beni delirten ayakkabıcı.

    çizmenin topuğu çıktı gittim verdim yaptılar. bi de yok efendim diğerini de sağlamlaştıralım kusura bakmayın falan filan derken bu akşam da diğer tekinin topuk çıktı.

    napıyonuz siz orda anlamıyorum ki.
  • neredeyse tüm çalışanlarını uzun boylu yapılı erkeklerden seçmesi dikkati çekmiş bayan ayakkabıcısı.. mantıklı bir satış stratejisi gibi gözükmekte..
  • geçenlerde yolda yürürken gördüğüm bir kadının üzerindeki t-shirt'in markası. işin ilginç yanı bu yazı tam da kadının göğüslerinin üzerinde yazılıydı. ulan dedim acaba bu kamera şakası mıydı? fakat kadını uzunca süre izledim, gayet doğal bir şekilde topluluğun arasında yol almaya devam etti. taktir edilesi cesaretini buradan tebrik ediyor, elle isimli t-shirt furyasının çıkmamasını diliyorum. *
  • fransiz sinemasinin gercek ustu gercek'lerinden yalnizca biri daha.
    isabelle huppert disinda kim oynayabilirdi diye dusunuyorum izledigimden beri ancak hala yanit bulamadim. kendisini yillar once katildigi bir seminerde izlemis, etrafindaki herkes tarafindan ilgi odagi olmasinin keyfini nasil cikardigini bizzat gormustum. bu mukemmel ego, kusursuz fizik ve jest/mimikler ile rol icin bicilmis kaftan! keske sonsuza dek yasasa.

    --- spoiler ---

    beni en cok sarsan tecavuzcusu ile film boyunca sizli bizli konusmalari oldu. en yakin temasta bulunduklari anlarda dahi hep "vous" oldular birbirleri icin. son zamanlarin muazzam filmlerindendi.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap