• hiçbir şeyi, hiç kimseyi takmamaktır.
    o'na göz olmak, kol olmak, bacak olmaktır. o'nu gözünden sakınmaktır.
    hayata daha sıkı tutunmasını sağlamaktır.
    o'nun en kıymetlisi olmaktır.
    vazgeçememektir..

    ama bazen anne-babayı karşına almaktır.. arkadaşların, dostların acır bakışlarına içerlemektir.
    "yapma dostum, yazık ediyorsun kendine" diyene terslenmek, sana akıl verene küfretmektir engelli birine aşık olmak..
    çok zor bir sınavdır engelli birine aşık olmak.. çok zordur..
  • gerçekten düşük ihtimaldir. aşık olma durumunun çok büyük oranda görsel beğeniden geçtiği varsayımıyla yapıyorum bu tespiti. hani derler ya, "ilk görüşte bir şeyler oldu oldu, olmadı zor."

    tanım faslını geçtikten sonra, bir de engelli birisinin aşık olması durumu vardır, (ki asıl değinmek istediğim nokta burası. sırf yeni başlık açıp @1 olmamak için buraya karalamak istiyorum sözlük. anla işte psikolojiyi) değilse bile o insanı paranoyak ya da takıntılı hale sokar. mahveder, yakar yıkar.

    makinist burada dur, ha pardon, okuyucu burada dur, sıkılabilirsin.

    tahminen 19 yaşlarıma gelene kadar bunun üzerine bir kere bile düşündüğümü hatırlamıyorum. doğuştan gelen sorunlarım olmasına rağmen, engelli mengelli değildim ben, hissetmiyordum öyle. güçlüydüm ben, çünkü arkadaşlarım güçlüydü, illa ki ihtiyaç anında herhangi bir konuda yardım isteyebilecek kadar geniş bir çevrem vardı. bir çeşit adaptasyon gibi düşünün. kendini bilmek erdemdir ya hani, onu yapıyorum ben. istanbul'a gelip de bir arkadaşım uyarana kadar, engellilerin belediye otobüslerine ücretsiz binebildiklerinden dahi haberim yoktu. dikkatli bakmayan bir insan öyle direkt anlayamıyor durumu, bunu da belirtmek isterim. hani dersiniz ya "kendiyle barışık", öyleydim işte. sadece bazı spesifik şeyleri yapamazdım, hızlı koşamamak, sol elimi kullanmamı gerektirecek ince işleri yapamamak gibi. bunlar da sorun olmuyordu tabi. evdeki home computerin joystick'inin + şekilndeki tuşu sağ elimle, diğer tuşları sol elimle kullanmak suretiyle gayet başarılı bir şekilde oynardım. şu yazmakta olduğum entry'i bile sadece tek elimi kullanarak onca kişiden daha hızlı yazabiliyorum. adapte ettim bir şekilde kendimi. engelli mengelli değildim ben...

    düşünme faslı, üniversiteye hazırlanırken ilk defa ciddi şekilde aşık olup reddedilişimle başladı. ilk defa o gün acaba diye sormuştum kendi kendime. kendimi o ilk ciddi aşkımın yerine koyup düşünmeye çalışmıştım, acaba ben onun yerinde olsam ne yapardım? hak verdim tabii ki içim acısa da. olası diğer sebeplerin üzerinde pek durmadım, zira yapıcak pek birşey yoktu. let it go yapmam gerekiyordu, yaptım. türkiye'nin gözde üniversitelerinden birini kazandım. 9 yıl bitti, hala buradayım, apayrı bir konu bu.

    ikinci denemem belki de o bir sene önceki "acaba" nın getirisi oldu. deneme diyorum ama bu da bir önceki kadar kötü hissettiren birşeydi. o zamanki tabirimle "itü'nün en güzel kızı"na aşık olmuştum. bu noktada belirtmek istiyorum ki, yazının girişinde bahsettiğim "ilk görüşte oldu oldu" muhabbeti yalan. en sonuncusu hariç hiç biri böyle olmadı bende. ikisinin de birer altyapısı vardı, anlık değil süreç isteyen şeylerdi. şıpsevdinin teki değilim yani, "davul bile dengi dengine" "ne bok yemeye en güzel dediklerine kaptırıyorsun" demeyin içinizden. bu denemem netekim biraz daha karşılıklıydı. az buçuk karşılıklıymış daha doğrusu, sonradan öğrendim bunu. tecrübesizlik işte, anlamıyorsun sana kur yapılıyormuş, bilmem ne yapılıyormuş. failure sebebi, "beni falanca'nın yerine koymak istiyordu, reddettim." eh, fair enough. fair enough deyip küçümediğime bakma ey okuyucu, 3 sene midem ağrıdı. (şimdi kendime ne salakmışım diyorum, boşver) "acaba" sorusunun gelmemesini sağladı bu ikinci ağızdan gelen gerekçe.

    "acaba" sorusu gelmedi, lakin bu konuda kendine güven olayı bitmişti. kimi insan kendini alkole verir, kimi bilmem neye kaptırır. karşı cinsten uzak durmak için ne gerekiyorsa yaptım sanırım. knight online, wow, itü sözlük. okula gitmemeler, yurt ortamında gece sabahlara kadar ayakta kalmalar. herşey ya herşey. biliyorum çünkü abi, yine seversem, yine yanacağım. kendi ağzıma sıçmaya başladığım süreç oralarda başlamış meğersem.

    tabii ki, üniversite öğrencisi olmanın ilk amacı okulu bitirmek. başından beri biliyorsun bunu. ama erteliyorsun. hazırlık dahil 7. seneye kadar ders durumum felaketti. ilk dönem derslere gitmeye başladım, 4 ders birden geçmiştim. (oha) x=v*t denklemine göre v=0 olursa, x ne kadar küçük olursa olsun, t bitmek bilmez. ders geçmeye başlamıştım, tamam dedim bu okul bitecek. ikinci dönem, aldığım seçmeli derslerden birini, diğer dersin hocasıyla muhabbetimizin iyi olması, "gel bak aa vercem :p" "yok öyle abartılı proje falan, korkma dersin adından" gibi şeyler demesi üzerine drop edip o dersi aldım. (almaz olaydım, ama yok lan...) bu küçük değişiklik beni üçüncü denememe itti resmen.

    hani uzak duruyordum ya hatun kısmısından, ulan sınıftaki tek hatun oydu, gözgöze geldiğim anda dedim ki, "ulan kayzer, dayan olm, yapma bunu." bir hafta falan diretebildim kalbime. yapcak bişey yoktu. 60 derece eğimli bir yerde, aşırı yüklü bir kamyon düşünün. o kamyon bendim. plan yapmalar, sorup soruşturmalar (gidip yurttan oda arkadaşına sormuştum var mı beraber oduğu birisi, öğrenmek için. onu bulmak için de baya bi cinlik yaptığımı hatırlıyorum), geceleri uykusuzluk nöbetleri... hani yazıyorum ama anlatılmaz ki, acı çekiyorsun deli gibi, ama karşılık alma ihtimalin var, mutlu oluyorsun, 10 kaplan gücünde oluyorsun. resmen doping yemiş gibisin. (anaa, itü'yü de böyle kazandımdım lan ben :) neyse, plan şu: o derse ait dönem boyunca sürecek bir ödev için aynı konuyu almak. daha doğrusu, seçtiğin konuyu gidip çakallık yapıp değiştirmek. gayet mantıklı, çünkü başka türlü "merhaba" demeye bile tırsarsın. boru değil, dünyanın en güzel kızı o, sıçayım afedersin o mankenlere, artistlere. o derece.

    plan gayet güzel işliyor, çok sağlam bi bahanen var ortada, arada sırada ödev yapmak için kütüphanede dahi olsa beraber olmak, aynı havayı solumak, birşeyler konuşabilmek. ödev mödev hak getire tabi, yüzde 100'ünü kendim yaptım, o ödevin. çok kritiğini yaptım arkadaşlarımla bu kütüphane zamanlarının. neymiş efendim,

    k-ben sigarayı bırakıcam
    e-neden?
    k-bilmem, bırakıcam işte (sen içmiyordun çünkü, rahatsızlık vermek istemezdim. 2010 da 3,5 ay bıraktım da daha şimdi anlıyorum, meğer ne zor bir şeye girişmişim.)
    e-iyi de bir sebebi vardır yani. (meğersem o oda arkadaşı, çoktaaan fısıldamış buna da haberim yok.)
    k-ne biliyim. (ah konuşabilsem)
    e-belki ben de başlarım ilerde.

    e-aaa köpekler var
    k-bişey olmaz, ben tanklarım, sen dps yardırırsın. (götüne lich king kaçsın kayzer senin. ne bilsin kız "ben seni korurum, başıma birşey gelecekse bile sorun değil" demek istediğini.)

    bunlar onun bana kur yapmasıymış. bana kalırsa bir an önce ağzımdaki baklayı çıkartıp siktiri basmak. çok kritiği yapıldı bunların. bak gördün mü, kendine güvenin h'si bile yok, h zaten yok orda, salla.

    dönem sonuna kadar cesaretimi toplayamadım. final şenlikleri zamanında ödev tesliminin bir gece öncesin son görüşmemde gördüğüm alakasızlık üzerine sordum, "hayrola, acelen mi var?" "sevgilimle buluşcam" ki yoktu, öyle birşey. kendi de söyledi zaten. tabi moral yerlerde. "ben gidiyorum, canım sıkkın" deyip kaçtım oradan. upuzun bir mail yazdım. zavallılığın bu kadarı işte. yüzyüze konuşacak cesaretim yoktu, ancak mail yoluyla anlatabilirdim, msn de bile direk söyleyemezdim. gerçi siktiri yedikten sonra (çok ağzım bozuldu ama dellendim bu gece, depreştim.) telefonda konuşabildim ama ne fayda.

    dedim ya çok kritiği yapıldı bunların, arkadaşlarımla ya da kendi içimde. her ikisinden de bin türlü sebep sonuç çıkıyor. "acaba"lardan dolayı aklıma gelenlerden biri de bu engellilik mevzuu oldu. hani demiştim ya, dikkat etmeyen insan farketmiyor durumumu diye. sanıyorum, kütüphaneden çıkıp, yürümeye başlayınca, delikanlılık yapıp bunun laptopunu taşırken hafif yorulduğumu farketti. ordan sonra garip, anlaşılmaz, sinirli tavırları başlamıştı işte. yüzde 90 olasılıkla böyle oldu, yüzde 10 olasılıkla da ben obsesif-kompülsifin tekiyim. gerçekten bu sebep yüzünden reddedildiysem, "allah belanı versin"... demek isterim bi ihtimal ama diyemem. 2 sene oldu, en ufak bi azalma yok duygu yoğunluğumda. hala her gün onu düşünürüm, arkadaşımın facebook'una girip profil resmine bakarım onun. her gün. halbuki onu görme ihtimalin 10 gün içinde tamamen bitecek. takıntı gibi görünüyordur. hala seviyorum anasını satayım ya. "başka kız mı yok?" yok abi, umurumda değil, kendim bile umurumda değilim neredeyse. belki de herşeyin sebebi budur, bilemem. mümkün değil ben bir daha böyle birisini bulamam, bulmak da istemiyorum. ben o'nu istiyorum. birşeyler olsun, bütün iletişimi koparmış atmış, faceden ordan burdan engellemiş olmasına rağmen yeniden karşılaşalım vs. vs. çok çok zor. neyse, allah'ın işine karışmayalım. hz. ömerin müslüman olması bundan daha kolay değildir, allah isterse olur, o kadar.

    aşk zaten kompleks bir kavram. kadınlardan tırstırılmış birinin aşk hayatı daha da zor, engelli+tırsak adamın aşk yaşaması 7527564312431 bilinmeyenli denklem. hiç bulaşmayın, haddinizi bilin derdim ama öyle birşey ki bu meret, kötürüm adamı yürütür gibime geliyor. karşılıksız da olsa sevmek güzel şey, karşılığı olabileceği ihtimali varsa eğer, kelimelerle anlatılamaz birşey. karşılığı varsa, orasını bilmiyorum, hiç yaşamadım. bu noktadan sonra zor benim için. af gelir, okuluma geri dönerim, köpppekler gibi ders çalışıp, ekmeğimi elime alırım. çok lazım olursa hiç bana uymayacak şekilde görücü style takılırım, ama kimse kalbimde bir numara olamaz, illa ki bir adım geride kalır.

    şu anda farkettim ki aslında doğru başlığa yazıyorum. ekmeğinizi elinize alın, birinin size aşık olmasını bekleyin derim aslında. bir erkek için ters birşey bu bekleme durumu. ama napcan? hayat işte.

    aylar sonra gelen ekleme: çok mu gerekliydi bunları afişe etmek? çok mu önemliydi o 3 reddediliş? çok mu önemliydi detaylar? kendine acındırmak mı istedin, dikkat çekmek mi istedin kayzer? keşke bu kadar acınası hallere düşmeseydin. senin engelin ortopedik değil sosyal. asıl bu konuda yardım almanda fayda var. münzevilik de bir yere kadar. şu esra* muhabbeti de bitse artık keşke. kendini kandırma, bitmeyecek. direndikçe daha çok acı çekiyorsun. git orayı oku bir daha. (26.06.2011 03:10)

    aylar sonra gelen eklemeden 2 yıl 8 ay 13 gün sonra gelen edit: 4 oldu gibi be. çok üzgünüm, içim parçalanıyor. hani diyordum 13 senedir şu okuldan kurtulamadım, hikmeti buymuş falan diye de. belki öyle belki değil. ama aylarca ince ince dantela gibi işlediğin, emek verdiğin hatunu elin yeni yetme züppesi kendi kız arkadaşından ayrılıp 1 hafta içinde elinden alabiliyorsa, pek üzülmeye değmez heralde. elden birşey gelmiyor. malum, hatunların efendi adam yerine piç tercihi. allah'ın safı! böylesi için hiç değmez üzülmeye. yazmaya da değmez bunları ama içim yanıyor be usta.
  • engelli dediğin nedir ki, ben uçamıyorsam uçma engelli miyim? engeller sadece zihnimizde. arada aşk varsa engel bazen bacaklarının olmaması olur bazen toplumsal baskı bazen de aillenin etkisi.

    aşk kesinlikle engel tanımaz.
  • mümkündür. aşk ne ki evlilik bile mümkündür.

    damat bey felçlidir, engellidir, tekerlekli sandalyededir -aslında akülü-. gelin hanım gayet normaldir.

    daha geçtiğimiz pazar bu büyük aşkla, fırtınayla geçen 4 seneye, ailelerin çıkardığı onca arızaya rağmen şahane bir düğünle evlenmişlerdir. geriye kalan herkese de kerevetine çıkmak düşer.

    ed: az evvel, bu muhteşem çiftin yağmur damlası kadar güzel kızları aramıza katıldı. okuyan maşallah desin.
  • engel tanımayan aşkın vuku bulan halidir.
    (bkz: aşk engel tanımaz)
  • kalbi engelli olmamaktır.
  • kozmetik kaygılar toplumun içine o kadar işle(til)miş ki, anormal bir şey olarak görülür, anormal bir şey olarak benimsenmiştir. böyle bir yapının içerisinde bunu başaran ve arkasında durabilenin hissiyatından zerre şüphe duyamazsınız, "gerçek aşk" diye bir şey varsa budur işte.
  • asik oldugun kisiyle aranda asilamaz engeller olmasindan daha iyi bir durumdur.
  • (bkz: değirmen)*

    --- spoiler ---
    (...)

    sen sevgiline ne verebilirsin sanki? kalbini mi? peki, ikincisine? gene mi o? üçüncü ve dördüncüye de mi o? atma be adaşım, kaç tane kalbin var senin? hem biliyor musun, bu aptalca bir laftır: kalbin olduğu yerde duruyor ve sen onu filana veya falana veriyorsun. göğsünü yararak o eti oradan çıkarır ve sevgilinin önüne atarsan o zaman kalbini vermiş olursun.
    siz sevemezsiniz adaşım, siz, şehirde yaşayanlar ve köyde yaşayanlar; siz, birisine itaat eden ve birisine emredenler; siz, birisinden korkan ve birisini tehdit edenler. siz sevemezsiniz. sevmeyi yalnız bizler biliriz.

    (...)

    fakat sevgili bir vücutta bulunmayan bir şeyi kendisinde taşımaya tahammül etmeyerek onu koparıp atabilmek, işte adaşım, yalnız bu sevmektir.*
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap