• zorunlu edit: öncelikle destek mesajları atan, kendi anılarını paylaşan ( benim kadar uzun yazmamışsınız, ayıp ediyorsunuz bak) herkese çok teşekkürler.
    imla ve akıcılığı da düzeltmeye calışacağım. bu konuda üzgünüm. telefon ile 11 saatte yazıldı, biraz zor oldu anlayacağınız :)

    merhaba, son günlerde çoğu insanın aklında yurt dışı kariyer veya yaşam planları var. ben de size bu uğurda başlayan öykümü ve sonrasında yaşadığım harika aşk hikayemi paylaşmak -yok paylaşmak çok basit kaldi..- resmen haykırmak istiyorum!
    kanada'ya dair merakı olanların da ilgisini çekebileceğini düşünüyorum.

    kanada kısmı ilginizi çekmiyorsa " ----- " kısmına gidebilirsiniz.

    ıki senelik ajans kariyerimden sonra reklamcılık tecrübemi kurumsal bir şirkette devam ettirmek istemiştim. bunun nedeni ajans tecrübemi hayal ettiğim pozisyonda daha verimli kullanacağımı düşünüp , şirketimin çıkarlarını daha iyi savunacağımı düşünmemdi. ankara'da 6 senelik eğitiminin, istanbul'da 2 senelik kariyerimin sonunda 120.000'lik nüfuslu minyatür memletime geri döndüm. istanbul zordu.. iş hayatındaki tehlikeli rekabet, samimiyetsiz ilişkiler , yaşamın her gün daha da zorlaşması beni bir yandan pes edip memletimde mi kalsam diye düşündürüyordu. çünkü hayatım boyunca hırsli bir insan olmadım, para ile ilgili bir derdim olmadi. zengin değildik ama fakir de değildik. mevzu para değildi aslında, hırslı değildim çünkü hayatımı stressli ve savaşarak yaşamak istemiyordum. bir kere geliyoruz bu dünyaya modunda yaşama hayali kuran, tabi ki başarılı ama bunu planlı yapan biriydim, bir anda büyük hirslarla büyük kararlar alan biri degildim. ah, ne aptalmışım! böyle bir şeyi düşünmek bile insanın kendisine yaptığı bir hakarettir. insanın kendine değer vermesi gerekliymiş, ben ise hiç vermiyordum. resmen pes etmişlik hem de daha 26 yaşında..
    memleketimde aile işimize yardım ederek geçirdiğim 6 ayın sonunda bir gün babam'dan "senin kanada'ya gitmenin zamanı geldi, sana bu konuda destek olacağız " cümlesini duydum, normalde herkesin sevineceği, mutluluktan yerlere yatacağı bu cümle bende hic bir şey uyandırmadı. babam bu teklifin bende hiç bir etki yaratmadığını benim yüz ifademden anladı. ( insanlara asla yalan soylemeyi sevmediğimden kimsenin kalbini kırmamak icin gerçekleri yüz ifademle karşımdakine hissettirmeyi seçen biri olarak ) ılerleyen günlerde kendilerine bu parayı kendileri için harcamaları gerektiğini , hayatın tadını çıkarmalarını söyledim, minnet duygularimi belirtip konuyu kapatmaya çalıştım ama nafile.. akıllı, hayat tecrübesi güçlü, mantıklı düşünebilen insanın hali başka. allah razı olsun ki benim düşüncelerimi hiç dikkate almamışlar. belki de karakteri ile gurur duyduklari oğullarının gözlerinin önünde pes etmesine dayanamadılar.

    bu süreçten sonra kanada için dil okulları araştırmasına başladık, bir yandan da acentamızı bulduk. araştırmalarımızı yaptık gerekli belgeleri topladık. 28 haftalık dil eğitimi icin vize başvurumuzu yaptık. bir yandan da gergin değildim desem yalan olur, ne kadar profil olarak uygun biri olsam da "ya red yersem" diye düşünmeden edemiyordum. kanada'da eğitim sektörü önemli, büyük bir sektördür. eğitim için başvuran herkes genelde kabul edilir fakat türkiye'den gelen insan için bu biraz zor.. malumunuz ülkemiz biraz heyecan dolu bir ülke. yaklaşık 1 hafta - 10 günlük sürecin ardından vizem onaylandı. o an yaşadığım rahatlık duygusunu sizlere anlatamam.. bu arada bir vize başvurusundan red yemek ileride yapacağınız başvuruları da biraz zora sokabilecek bir durumdur. fakat kanada'ya vize alip zamanında da evinize dönerseniz ileride bütün ülkelere yapacağınız başvurularda önünüz açılır, onay alma ihtimaliniz oldukça yükselir. ıyi niyetinizi kanıtlamış olursunuz gibi bir şey.
    vizem geldi.. ama bir baktık ki ne görelim! vize 28 hafta değil, 26 haftalık verilmişti. bu demekti ki benim kanada'da vize uzatmam gerekecekti. oysa ki uçak biletim ve okuldan aldığım belgelerim gön önüne alındığında en az 26 kasım'a kadar vize almam gerekiyordu. yaşadığınız sorunu kimse anlayamadı, anlam veremedi. hatta 6 ay sonra vizemi uzatırken okuldaki yetkililer bile anlam veremedi. bu vize gerçek mi yoksa sahte mi diye sorup şaka yapan yetkililer bile oldu. ama böyle nadir gerçekleşen saçma olaylar benim uzmanlık alanım olduğundan çok üzerinde durmadık, hallederiz dedik. eğitime başlamak için de iki hafta sonrasını uygun gördük. hızlıca gidip, bir an önce başlamam gerekliydi. artık kaldığım her dakika gereksiz olarak görülüyordu.
    günlerden 12 nisan uçuş günü geldi çattı .. heyecanlıydım, yeni havaalanı 1 hafta önce açılmıştı . görkemliydi ve ben ilk defa yurt dışında çıkıcaktım. bir sürü garip duygu bedenimde yer etmişti. yapabilecek miydim? tabiki yaparım diyordum. fakat üstümde büyük sorumluluk vardı, insanlar fedakarlıklar yapmıştı, büyük fedakarlıklar.. onların başını eğmemem gerekliydi. aslında bu konuda rahattım, kendimden emindim. çünkü vizemi aldiktan sonraki süreçte kendimi oldukça fazla motive etmiş, sahip olduğum mükemmel aileyi tekrar fark edip, bunu gururunu ve mutluluğunu yaşamıştım. ingilizce oğrenmenin kariyerime olumlu etkisi de reddedilemeyecek büyük bir gerçekti. her gün kendime 1-2 saatlik hayal kurma seansı düzenliyordum, kulaklığımda çalan lost frequencies şarkıları eşliğinde "gelecekteki ben"i hayal ediyordum. uçuşum aktarmalıydı, önce londra'ya gittim. 4 saat orada bekledikten sonra vancouver uçağına bindim. yanımdaki avrupalı cift (muhtemelen bunlar fransız diye düşünüyordum aksandan ötürü ama ingilizce konuşuyorlardı, bilemiyorum altan kafam çok karışık) benim hakkımda konuşuyordu, her ne kadar o zamanlar ingilizcem kan aglıyor olsa da anlayabiliyorum. aralarındaki sohbette türk olduğumu, şu sıralar türkiye'den herkesin kaçmaya çalıştığını ve türkiye'nin zor durumda olduğunu konuşuyorlardı. bu yaşadığım ilk ırkçılıktı sanırım. oysa ki ben ülkemle, ülkemin tarihi ile, harika doğası ile, insanları ile gurur duyan, kendini şanslı hisseden biriyimdir. eğer politika diye bir şey olmasaydı misafirpeverliği, hoş sohbeti, samimiyeti ile ülkem insanı ile birlikte huzur dolu olurdu... tanık olduğum ilk ırkçılığın ardından ne kadar sinirlensem de, sinirim bir süre sonra duygusallığa döndü. rahatım resmen kaçmıştı. her davranışım "türkler uçakta böyle yapıyor, türkler uçakta şöyle yapıyor." olarak yorumlanacaktı belki de. hatta o kadar rahatsız oldum ki 13 saat boyunca yemeğimi alıp yiyemedim, portakal suyu ile koca yolculuğu bitirmiş oldum.

    13 saatin sonunda şehre vardım, evime yerleştim. ev sahibim hintliydi ve iyi insanlara benziyorlardi. ev arkadaşım ise 19 yaşında bir vietnamlıydı. kendi halinde bir çocuktu. ev sahibinin daha sonradan tam anlamıyla felaket bir aile olduğunu anlacaktım ama o zamana kadar her şey güzel gidecekti.

    pazartesi günü okulumda ilk günümdü pre-indermediate seviyesinden eğitime başladım. sınıfım oldukça iyiydi, tipler düzgündü ama ben gergindim. hocaların beni test edeceğini ve iyi olmam gerektiğini düşündüm. bildiğim soruyu bile yanlış cevapladığım basiretsiz anlarım oldu. tabiki sınıfta kimse kimseyi yargılamıyordu her ne kadar pre-intermediate'ta olsak ingilizcesi vasat olan biri ile kimse arkadaş olmak istemezdi. bir iki günün ardından sınıfa alıştım, sonrasında ise ilkokul 1. sınıftan itibaren 17 yıllık eğitim kariyerimin bana öğrettiği " sen kendi bildiğini şöyle " kuralını uygulamaya başladım. ve sonunda bağlanan basiretimi kırmayı başardım.
    normalde her türlü sohbete adapte olabilen, şakacı, espri yapmayı seven hatta kendine hakim olamayıp boş yapan biriydim ve ingilizcemin sosyal hayat için çooook yetersiz olduğunu yaşayarak anladım ve sıkı ders çalışmaya başladım. bu sırada sınıfımda öğrenciler degişiyordu ve ben konuşkanlığımı artırmış, sunumlarda insanları ve hocayı güldürmeye başlamıştım. bu durum insanların da dikkatini çekti. zaten dijitale tasarımcılık yapıp ajans tecrübesine sahip biri olarak sosyal hayatta ayrı bir ilgi çekiyordum. ( mesleğimin en sevdiğim yani bu, az para öderler ama en azından itibarımız var , havalı meslek sanılır ) ınsanlar beni dışarı çağırmaya başladılar, eğlenmesini de bilen biri olarak onlara hızlı adapte oldum. ısviçreli insan sayısı o sıralar yoğundu okulda, kızlar güzeldi. kendime mükemmel bir içici diyemem, ekşi sözlükte bir oturuşta bir 70'lik içen insanlar dolu. onlara ayıp olmasın ama ben de naçizane 7-8 bira içebilen biriyimdir. çok içebilme olayı, içip kolay sarhoş olmamam, içmeyi bilmem sosyal hayatımın büyümesinde büyük etken oldu. ısviçreli tayfanın gözünde büyüdükçe büyüdüm. bu arada güney amerikalılar güzel içiyor ama içince adamlar birine sarılma, elleme eğilimi gösteriyorlar. japonlar bir yere gidince genelde 3 bira civarı içiyor, çok içenleri de var tabi ama ortalama konuşuyorum. ısvicreliler ölene kadar, koreliler ise tam bizim ayarımızda içen bir milllet.
    tabi her milletten arkadaşım olsa da ben daha avrupayi takılmaya çalışıyordum. ülkece avrupa'yı bir şey sanmamız yüzündendi aslında.. avrupa bizim için daha rahat ilişki yapısı, konuşkanlık, samimiyet olduğu için böyle bir tercih yapmıştım. japonya, kore, tayland gibi asya ülkelerinden gelenler türkiye avrupa ülkesi diyordu ve ben kelimenin tam anlamıyla gurur dolu, mest oluyordum. ama bu tamamen saçmalıktı. zamanla anladım ki avrupali arkadaşlarım ilişkilerini çok önemsemeyen, sadece eğlenme amacı taşıyan, duygusu az insanlardı. 1 yıllık sevgilisi olan ve mutlu bir çift olan arkadaşım burda her gün birini öpüyor sorduğumda ise aramızda anlaşma var bir kere öpmek serbest ikincisinde duygular devreye girer diye ikincisi yasak diyordu. benimle de öpüşmüştü, bir yandan benimle uzun zamandır flört de ediyordu. dediğim gibi ne yaptığını düşündüğünü asla anlayamayacağım davranışlar sergiliyorlardı. asya ise harikaydı, örf ve adetler bize yakındı. duygusaldılar, daha cana yakındılar. asyalı olduğum için gurur duyar oldum. bu arada ben genel olarak karşımdaki kadına saygı duyarım, değer veririm. kendim icin playboy diyemem, hiç öyle olmadım. bir şeyler hissetmediğim kadın ile sevişmedim bile. benim için bu tarz duygular önemlidir. tabiki bu benim düşüncem kendime doğruyum diyemem ama ben buyum, siz sizsiniz. ılerleyen süreçte bende duygusallığı bir kenara bırakmış, ilişki yaşamıyor ama kız-erkek arkadaş ilişkilerimi çok önemsemiyordum. tek düze ilişkiler, arkadaşlık ilişkilerinin zayıflığı benim için tam bir hayal kırıklığı idi. fakat ingilizce yetersizliğinin de bunda etkisi büyüktü, sohbet edebileceğimiz konular sınırlıydı. sen anlatsan karşındaki anlamıyor, o anlatsa sen anlamıyordun.
    günler geçti, ingilizcem hem ders çalışmam hem de türklerle çok takılmamam sayesinde ilerledi. ( bu gözler 6 ayda beginner'dan başlayıp elementary'den mezun olan çok türk gördü, türkçe konuşma aşkından ötürü. ) sınıfta da artık çoğu insan değişmiş, yerine yenileri gelmişti. o sırada ben sınıfın demirbaşı olmuştum . rahattım, ev sahibi konumuna geçmiştim.
    -----
    evet hikayenin benim yazmak için en çok can attığım kısmına geldik.. şu andan sonrasındaki bölümde yüksek duygusallık ve süslü cümleler okuyacaksınız.
    -----
    her pazartesi sınavla üst sınıfa çıkanlar veya mezun olanların yerine yeni öğrenciler gelirdi. bir gün harika bir şey oldu.. sınıfa yeni bir öğrenci geldi.. koreli bir kızdı. normalde okulun çoğunluğu asyalı , bu yüzden sınıflarda genelde 1 türk, 2-3 isviçreli, bir kaç güney amerikalı ve 6-7 asyalı olurdu. ama bu kız farklıydı.. yüzü o kadar duru ve güzeldi ki bana bahar ayını hatırlattı. bahar ayı benim en sevdiğim aydı. karanlık, bulutlu, kar içinde geçen kasvetli kış mevsiminin ardından gelen o yenilenme hissi, doğanın tekrar yeşile boyanması, ağaçların ve yeni açan çiçeklerin kokusunun havaya karışması.. ona baktığımda tam anlamıyla böyle hissetmiştim. pamuklu krem rengi t-shirtü, kumaş açık renk pantolonu, sade çok ince altın bir bilekliği, dalgalı uzun saçları, hafif ama hoş makyajı vardı. tam bir iş kadını görüntüsü vardı, tarzı hoş ve güzelliği çok duruydu. kendime dedim ki bu kadın yanlız olamaz, kesinlikle evli veya nişanlıdır. böyle bir kadın yanlız olamaz. en iyisi ben normal hayatıma devam edeyim... ılerleyen günlerde sadece bir "merhaba, nasılsın" sorum dışında başka bir sohbetimiz olmadı.. ikinci hafta ise sınıfa gelmemişti, ismi listede de yoktu. meğer sınıfına alışamamamış gruplaşma yüzünden sınıfını değiştirmişti.. üzülmüştüm, içim bir garip olmuştu. ama hayat devam ediyordu.. bu sırada ben sınavımı geçememiş ve sınıfımda 5 hafta daha mahsur kalmıştım. fakat seviyem daha yeni kıvama geliyordu, hak etmeden çıkmak istemiyordum. ama bir yandan da insanlarla iyi ilişkiler kurmaya başlamıştım. ısviçreli kızlarla muhabbetimiz kalmamişti, artık amacım sadece keyifli zaman geçirmek ve arkadaş edinmekti. anladım ki burda insanların birbirini umursadığı ilişkileri bulmak zordu. bir çok arkadaş ortamım vardı ve sürekli onlarla vakit geçirmeye devam ediyordum. bu arada türkiye'den getirdiğim sigara bitmiş, 5 dolara kaçak vietnam sigarası içiyordum , sigara içmeyi azaltmaya çalışıyordum bu da kilo almamı hızlandırmaya başlamıştı. bir türlü bırakamasam da azaltmak beni biraz gergin bir insan yapmıştı. ama ingilizce dışında kendime kattığım bir şey henüz yoktu..
    gel zaman git zaman ağustos ayını getirmiştim. vancouver'da ağustos ayında havai fişek yarışması oluyordu. bu sene hindistan, çin ve kanada yarışıyordu. sahilde denizin içinde kurulan platformda havai fişekler atılıyor, insanlar sahilde izliyordu. yaklaşık 1 saat süren, uzun şovlar bunlar. koreli yakın arkadaşım sahilde onlara katılmamı teklif etmişti. öğleden sonra 2-3 gibikitsilano beach 'e gelmiştim. arkadaşım beni sokaktan aldı oturdukları yere, sahile dogru gittik. vardığımda gözlerime inanamadim, ulan ne şanslı çocuksun be diye kendime haykırdım. çünkü o güzelliği ile beni farklı dünyalara götüren kız tam karşımda oturuyordu.. hep brilikte çimenlere oturmuş oyun oynuyorlardı. bir yandan da gizli gizli içiyorlardı. bazı arkadaşlar sarhoş olmuş, ortamda herkes eğlenecek kıvama gelmişti. en son ne zaman öpüştün, en son kimle seks yaptın sorularının sorulduğu oyunlar oynanmaya başlanmıştı. hemen oyuna dahil oldum, hiç kaybetmediğim için hiç cevaplamadım ama başkalarına hep ters köşe sorular sordum. tabi bu sırada millet benden önce aynı seks'li sorulardan sıkılmış, ortama soluk getirmiştim. bu arada seks'li dediysem sapık sorular tabiki sormadım, flört edenleri birbirine yaklaştıracak yardımcı sorulardı sadece. benim hoşlandığım kız ise ara ara yaptığım şakaları arkadaşına tekrarlıyor, " şöyle şöyle dedi, hahahaa" şeklinde arkadaşına iletiyordu. hoşuma gitmişti bu durum, dikkatini çekmiştim. odak noktam oydu, sohbetin, şakalaşlamaların arasında çaktırmadan ona bakıyordum. özlediğim o saf duyguları yaşıyordum, flörtleşmenin keyfini çıkarıyordum. onunda benden bir elektrik aldığını hissettim. bu da beni daha motive etti.. harika bir akşamın ve havai fişek gösterisinin ardından, ikinci havai fişek gösterisi için grupca sözleşip evlerimize dağıldık.. gece instagramımdan bir bildirim geldi, mesaj ondandı.. hayat ne kadar komik, 26 yaşında bir adam bir mesaj ile lisedeki duygularına geri dönüyor.. tam anlamıyla böyle bir heyecan vardı içimde.. sohbetimize küçük şakalar ile başladık. birbirini tanımaya çalışan ama utangaç , hislerini belli etmemeye çalışan iki insan gibi sohbet ettik ve ikinci havai fişek gösterisini izlemek için sözleştik. onu kendi arkadaş grubumla birlikte izlemeye davet etmiştim.

    ikinci havai fişek gösterisi için english bay beach'e gittik. koreli yakın arkadaşım onun biraz sonra geleceğini söyledi. ben ise onunla 30 dakika önce ınstagram'dan konuşmuştum... dakikalar geçiyordu, benim gözüm yollardaydı. benimle iletişim kuramayacaktı çünkü fakirliğimden sim kartım yoktu. aylık 55 dolar çok paraydı, bu yüzden ömrümü starbucks ve benzeri free wifi ile sürdürüyordum.. toplanma günleri her zaman buluşma mekanlarına ilk giden ben olurdum çünkü risk alamazdım. ben wifi bulamadan kimse benimle iletişim kuramıyordu. ama o gün içim rahatti yanımdaki koreli arkadaşımla yazışır ve ona nerdesiniz diye sorar sanmıştım, çünkü yakın arkadaştılar .. arkadaşıma dedim "nerede kaldı, sorar mısın?" aldığım cevap ise beni dumura uğratmıştı. bizden haber alamayınca sahilde bulunan kız arkadaşlarının yanına gitmişti. benim mesajımı beklemiş ama atamayınca böyle bir karar almıştı. bu beni o akşam üzmüştü.. güzel haber ise benden mesaj beklemesi ve benimle vakit geçiremediği için onun da üzüldüğünü söylemesi idi.. bu demekti ki hislerim karşılıksız değildi.. ertesi günkü son havai fişek gösterisi için planımızı yaptık, bu sefer tam doğru zamanda buluşup arkadaşlarımızla keyfini çıkardık. artık birlikte zaman geçirmeye başlamıştık.. sonraki günler için planlar yapmaya başladık. bir gün arkadaşlarla bir japon restaurantında yemek yiyorduk. ben artık dayanamamış ve koreli arkadaşıma demiştim ki " çaktırmadan ağzını arasana benim hakkımda ne düşünüyor." ama işte sağolsun koreli kankam saflığını konuşturmuş kıza benim sorduğum soruyu direk söylemişti. kızdan gelen cevap ise bir hayli moral bozucuydu " öyle bir şey olması mümkün değil" demişti. sebebi ise beni başka bir koreli kızdan kıskanması idi. sinirlenmişti ve eskisi gibi pas vermiyordu. ama arada laf sokuyordu, bu iyiye işaretti..kıskançlığına hakim olamıyordu.. o akşam onunla çok iyi iletişim kurdum, ve yanlış düşüncelerinin düzeltmesine yardımcı olmaya çalıştım. ertesi gün tırmanış yapmaya deep cove'a gittik. tepeye tırmanış uzun sürüyordu. (1 saat 20 dakika civarı) tırmanış sırasında ben başka arkadaşlarımızla sohbet ediyordum ve ara ara onun ne yaptığını kontrol ediyordum. zaman zaman yanına yaklaşıp sohbet kurmaya çalışıyordum. fakat o benim yanıma hiç gelmiyordu. tepeye vardığımızda fotoğraflarımızı çektik. bizim çocuklar bir kaya bulup ona oturdu ama benim kız eşyalarımızı koyduğumuz ağacın altına tek başına oturmuştu, daha gölge bir yer seçmişti kendine. hemen fırsat bu fırsat yanına gittim, artık dayanamıyordum. bu kaçak ilişkiyi bir resmiyete dökecek adımı atmam lazımdı.. dün restaurantta neden öyle dediğini sordum , bana güvenmediğini ve kendisinin böyle ilişkiler kurmak istemediğini söyledi. hoşuma gitmişti, sonunda eğlenme dışında ciddi şeyler konuşan biri ile muhattap oluyordum. elimden geldiğince kendimi ona açıkça ifade ettim ve onun düşüncelerini bir nebze değiştirdim. ılerleyen günlerde barda arkadaş ortamında bir anda yanlız bırakıldık. ve ondan başkasını önemsediğime dair son konuşmamı yaptım.. sonunda ikna olmuştu. artık daha samimiydik. günler sonra bir mekanın öğrenciler için düzenlediği bir parti'de buluştuk. arkadaşlarımız bizden ayrı eğleniyordu. o ise ilk öpücüğü bekliyordu.. bense arkadaşlarımızın görebileceğinden ve onu zor duruma sokmak istemediğinden bu konuda çekingendim. bana beni neden öpmüyorsun diye sorduğunda bu cevabı vermistim.. akabinde ise ona küçük bir öpücük vermiştim.. ama bu yetersizdi hem benim için hem de onun için.. gecenin sonunda kapıda arkadaşlarımızı beklerken bir anda başbaşa kalmış ve bu sefer ona istediği o anlamli öpücüğü sonunda bırakmıştım. artık birlikteliğimiz resmileşmişti, duygularımız ortaktı.. onunla sadece başbaşa olmak istiyordum ama ingilizcemizin yetersizliğinden ötürü emin değildim. konuşabilmek istiyordum onunla, paylaşmak istiyordum her şeyi.. tanımak istiyordum en başından... bu sırada sonunda intermediate'a yükselmiştim. kelime ve grammar bilgim sınıfımdan üstündü, çalışma ve pratikler işe yarıyordu . aynı şekilde o da benim gibiydi bu yüzden korkularım kısa sürdü. buluşmak için sözleştik ve buluştuk.. harikaydı, birbirimizi tanıdık, tahmin ettiğimin aksine bir çok şey paylaştık.

    o da 26 yaşındaydı, 5 yıllık genetik teknisyeni idi. kariyeri için ingilizce öğremeyi seçmiş bir anda kanada'ya gelme kararı alıp gelmiş güçlü bir kızdı. asil, akıllı, mantıklı hareket ediyordu. havalıydı ama aynı anda da çok alçak gönüllüydü. 2 dolara ucuz hot dog'da yiyip " aaa, harikaymis " dediği de olurdu. yerine göre giyinmesini de bilirdi, salaş bir tarzı da vardi. hayat tecrübesi yüksekti, ortak şeyler konuşuyorduk. hayata dair düşüncelerimi anlıyor bunlara katılabiliyordu. ailesi de mutlu, hayattan zevk almaya çalışan, hala romantik kalabilmiş. birlikte bisiklete binen, tırmanış yapan, hobileri bol bir aile idi. çok hoşuma gitmişti, yaşam dolu bir aile , başarılı ve olgun bir kadın. coğu koreli ve japon bizim gibi değildir. türkiye her anlamda aksiyonu bol bir ulke olduğundan biz her türlü hayat tecrübesi yüksek insanlarız. bu yüzden bu konu önemliydi. bazıları hayatta hiç bir şey tecrübe etmemiş, akvaryumda yaşamış tipler. tabi o ülkelerde her şey stabil, ekonomik sıkıntılar yok, herkes gününü gün ediyor. gerçekten hayatı yaşıyor..normal..

    gel zaman git zaman biz paylaşımlarımızı artırdık, iletişimimiz güçlendi. her şey harikaydı. ben ona bakmaya doyamıyordum. o da bana hoş duygularla geliyordu. ama ben hala kontrollüydüm, aşık olmak istemiyordum. olursam biterdim. çünkü çok değer vereceğimi biliyordum ve türkiye'de geri dönecektim.. bu yüzden hislerimi kontrol altında tutuyordum, zaten bir süre öncesine kadar eller havaya modunda bir adamdım. bir anda ciddi bir ilişkiye istesem de geçemezdim. bana "okula ilk geldiğim gün benim ilgimi çekmiştin, kibardın. bana sorular sordun, tanımak istedin. bu hoşuma gitti o günden beri ben de okulda seni takip ediyordum. " demişti, meğersem onunda ilk etkileşimi benim gibiydi. bu cümle beni ona karşı iki adım daha yaklaştırmıştı

    yine de kontrollü olmam gerekti.. taki bir gün coal harbour'da bir banka oturmuş denizi izlerken bana " sana aşık olmaktan korkuyorum " diyene kadar. bu öyle bir cümledir ki hoslandığınız kadın size bunu söylerse ayvayı yersiniz. ben yedim oradan biliyorum. "ben yahu, ben! kadın bana aşık olmaktan korktuğunu söyledi, nasıl yaa!!" evet bunlar kafamdaki inanamama, şok olma durumunda sarf ettiğim cümlelerdi. ışte o an o mantıklı ben gittim, herkes ellerini salladı ve onu uğurladık. yerine bambaşka biri geldi. resmen bir cümle ile nakavt olmuştum. ışte o an benim hayatımın değiştiği an oldu arkadaşlar. o andan itibaren o kadını mutlu etmek için her şeyi yaptım. kanada'da gelecek planları yapmaya başladım, bir yandan onu da teşvik ediyor, burda kalmaya motive ediyordum , ama o zaten motiveydi bu duruma. okul düşünmeye başladım, kendi işimi aramaya başladım. bir yandan farklı yerlere gittik, farklı lezzetler tattık.. türk fırınına götürüp, damla sakızlı türk kahvesi, fıstıklı baklava, poğaça , simit denettim. pide yedirdim. o bizim yemeklerimize bayıldı, ben onun kendisine.. ben de kore yemekleri yemeye başladım, çöp stick kullanımında geliştirmeye çalıştım kendimi, kore'nin meşhur içkisi soju dışında başka alkol almamaya başladım. korece kelimeler öğrenmeye başladım. alfabeyi öğrenmeye çalıştım.birlikte ders çalışıyorduk, gündüz kütüphanedeydik akşam birlikte sosyal hayatın içindeydik. her şey o kadar güzeldi ki sizlere anlatamam, resmen hayalimi yaşıyordum. romantik bir film izlediğinizde vay be dediğiniz ilişkiler olur ya, işte ben o filmin içindeydim.. zaman ilerledi biz kendimizi geliştirdik, sınıflar atlanmaya başladı. upper intermediate oldum, sonra pre-advanced oldum. hedeflerime ulaşmıştım. artık 26 kasım yaklaşıyordu, sevgilim bana bensiz kalacağında üzüleceğini söylediğinde, ona sadece bu ilişkiden keyif almasını belki de son kez böylesine çalışma hayatından, stresten uzak olduğumuz bu bölümde sevginin, aşkın tadını çıkarmamız gerektiğini söyleyen o olgun, mantıklı ben tamamen değişmiştim. duygusallaştım, mantığımı kaybetmeye başladım. diyordum ki kendime "böyle bir aşk üzülmeyi de hak ediyor, ben bu aşkın her şeyini yasamaya hazırım üzüntüsünü de!" sevgilim ise tam tersi benim rolüme bürünmüştü , ben ise günden güne eriyordum. bir şeyler yapmam lazımdı, bırakamazdım. bırakıp gidemezdim. nasıl bırakıp gideyim? nasıl giderdim? ınsan bir daha göremeyeceğini bile bile nasıl veda eder ki? bu düşünce , bu belirsizlik bu süreçte psikolojimi bozdu. tartışmalarımız arttı, alınganlaştım, inatçılaştım. o da inatçılaşmıştı.bazen anlamsızca yapıyordu ama onun durumu hak verilirdi. çok mücadele etti, yaptığım yanlışlarda beni uyardı, nedenini açıkladı haklıydı da. ben de kendime göre haklıydım. bir tartışmadan sonra ona kendimi açıklıyordum o da hak veriyordu. bencil değildi, tartışmalarımız güzel noktalanıyordu ama sayıları arttıkça durum zorlaşmaya başladı. bir gün arkadaşlarımızla buluşmadan önce anlamsızca tartıştık. akşam boyunca hiç birbirimize pas vermedik, ben vermeyince o daha da sinirlendi ve mekanı erken terk etti. o gittikten sonra her şey rakı oldu bende içindeki balık oldum. sarhoş olup yağmurlu bir gecede parkta ağaç altında uyudum. resmen kendimi cezalandırdım. millet kaldırımda eroin vuruyor ben parkta uyuyordum, gereksiz cesaretim yersiz şekilde ortaya çıkmıştı. bir gün yine bir akşam tartışmıştık ki o tartışma beni pes ettiren tartışma olmuştu. artık hayatımdaki belirsizlikler bir yandan nedenini anlamadığımız anlamsızca tartışmalar bir yandan pes etmiştim. sokakta birbirimizle tartışırken, konuşmak için köşede durmuş kendimi ifade etmeye başlamıştım. bir anda göz yaşları içinde kalıp hıçkıra hıçkıra aglamaya basladım. şok olmuştu , bir anda pişmanlık duyup sarılmaya başladı ben ise kafamı omzuna koymuş hala ağlıyor bir yandan gururu elden bırakmayıp ona yüzümü göstermiyordum. ben bile kendime şok olmuştum, benim ağladığımı annem babam dışında gören yoktur ki böyle ağladığımı onlar bile görmemiştir. o gece kendimden son ödünümü verdim. bir yandan sevdiğim kadın benim her halimi görsün demiştim. ama saçmalıktı. erkek dediğin dağ gibi duracaktı. yıkılmayacaktı, ağladı mı tüm karizması giderdi. güçsüz görülürdü.. ama olan olmuştu bir kere artık.. sonrasında düşünmeye başladım; dedim kendime nasıl olabilir böyle bir şey , ne oldu da her şey değişti bi anda? onun artık beni sevmediğini düşündüm, hatta onunla da paylaştım, o ise saçmaladığımı söyledi.haklıydı saçmalıyordum, sürekli birlikteydik nasıl böyle bir şey olabilirdi ki? bir şeyler yapmam lazımdı, bu durumu düzeltmem gerekliydi. çünkü biliyordum bu sıradan bir ilişki değildi. daha önce yaşadığım şeylerden çook çok daha farklıydı. uğruna savaşmamı sonuna kadar hak ediyordu, bunu yapacaktım ve azim ile, istek ile, can-ı gönülden yapacaktım. resmen her şey gözümde çocuk oyuncağı gibiydi. öncesinde iş imkanlarına baktım, nerelerde ne yapabilirdim. çalışan arkadaşlarıma sordum, bilgiler topladım. sonunda önümde iki seçenek vardı birisi inşaat ustası digeri pizzacı olmaktı. inşaat ustası olmak hiç sorun değildi, parası pizzacılıktan daha fazlaydı tek sorun yorucu bu işi yaparsam onunla vakit geçiremeyecektim, param yoktu ama onsuz da paranın önemi yoktu. fikirlerimi ailemle paylaştım. onlara vize uzatmayı düşündüğümü, uzattığım sürede pratik yapabileceğimi söyledim. benim için daha fazla masraf yapmayacaklarını, iş bulacağımı onlara bu konuda rahat olmalarını, eski ben'in değiştiğini, artık yeni bir ben olduğumu söyledim. onlarda desteklediler. tek başıma, limitli olan ingilizcem ile vize işlemlerini kendim hallettim. türkiye'den belge alma, taratma, form doldurma, hatta niyet mektubunu bile ben yazdım.
    bu karar beni rahatlatmıştı, onunla bir süre daha birlikte olacağımı bilmem ruhuma su serpmişti. tek sıkıntım öğrenci vizemi uzatmaya çalışıyordum fakat artık öğrenci olmayacaktım, niyet mektubumda ajans araştıracağımı kolej bakacağımı, eğitimim nedeniyle turistik faaliyetlerimi de tamamlayamadığımı söylemiştim . aslında bunlar doğruydu, hepsini yapacaktım ama öncelikli olan burada huzurumu sağlamaktı.. vizem belirsizdi ama ben biletimi 9 ocağa almıştım bile, red yesem bile 90 gün içinde terk edebilme hakkım vardı ve bu bana yetiyordu. red yemekten korkan ben, insallah red yerim de uzun kalırım diye dua ediyordum.
    bu sırada pizzacı ile görüşmeye gittim ve numaramı verdim. numaramı verdiğim gün kız arkadaşımla bir restaurantta yemek yerken anlık bir hata ile telefonum çalındı. bu da resmen dengesiz giden hayatıma şerbet oldu. ekonomik sıkıntıların , ruhsal çöküntülerin , bir çok belirsizliğin yanında bir de bu çıkmıştı.. o gün sevgilim çok üzüldü , en az benim kadar.. ve ben bunu çok rahat fark ettim. benimle sokakta homeless aradı , etrafa bakti. evine çağırdı bana bilgisayarını verdi ki bu önemliydi çünkü bilgisayarını çok kullanan biriydi, resmen kendinden ödün verdi. ertesi gün mekan ile iletişime geçtim fakat kameralara baktığımızda yüzünü saklayan bir homeless vardı ve bulmak imkansızdı. polise de rapor etmeme rağmen bulunamadı. bulunamaması önemli değildi, tek üzüldüğüm şeyler fotoğraflardı. yeni bir telefon alabilirsin fakat ya anılar? onları kaybetmiştim. neyse ki eski telefonumu yanımda getirmiştim, bataryası 40 dakka dayansa da iş görürdü. ne banka app'ine, ne whatsapp'a bağlanabildim. koreli'lerin kalaotalk'u var, ona kuzenimin numarası ile kayıt olabildim. ılerleyen günlerde bu telefon hayatımı sınırladı. powerbanksiz gezemiyordum. sürekli bir kablo çıkıyordu ceketimin içinden. hatta kız arkadaşımın doğum gününü ilk kutlayan ben olayım diye gece evinin önüne gitmeye karar verdim. ıçimdeki anlık sevgi patlaması sebep olmuştu buna. ona 23.40 da kapının önünde olursan birinin onu bekliyor olacağını söylemiştim. şarabını kaptım evine gitmek üzere skytrain'e (metro) binerken bir de ne olmasın.. metro bakımı vardi.. otobüs aradım bulamadım tekrar metro istasyonuna döndüm, uzun bekleyiş sonunda metroya bindim derken telefonumun şarjı da bitmişti. zaten 20 dakika kullanabildiysem kullanmıştım, hepsi oydu. koşa koşa evinin önüne vardım ama tabiki kimse yoktu. ama ben emindim o beklemişti. camının önünde kısık sesle seslenip, duyması için dua ettim. duymuştu ve aşağı gelmişti. evin önüne geldiğinde çok sinirliydi, beni 1 saat beklemişti. hem hastaydı hem de sırf ben ulaşamamam diye beni dişarıda beklemişti. 1 saat sonrasında benim dalga geçtiğimi bile düşünüp bana tam duygu ve sinir dolu bir mesaj atarken ben gelmiştim. harika ve saf hislerle yapılan bir plan imkansızlıklar yüzünden ızdıraba dönmüştü. gönlünü zor da olsa almıştım, ama kendime de yemin etmiştim. artık bu imkansızlıklara son verecektim. hayatı yaprak dökümü dizisi kıvamında yaşamak artık benim de canıma tak etmişti. akşam ona doğum günü için sade, onun seveceği tarzda zarif bir zincir almıştım. çok beğenmişti. bu güne kadar da asla çıkarmayacaktı. artık itibarı toparlama zamanı gelmişti.
    pizzaciya kız arkadaşımın numarasını bırakmıştım, iki gün sonra kahve içtiğimiz bir anda iletişime geçtiler ve training için çağırdılar. harika haberdi bir yandan da heyecanlıydım. eski üşengeç halim olsa " amaaaaan, bir iki gün sonra giderim " derdi ama ben gün sayıyordum. başlayacağım şube kadar yoğundu ki 2.75cad'e bir dilim pizza satan dükkan günde 10.000cad ciro yapıyordu. kasiyer olarak başlayacaktım. hayatımda yapmadığım bir işti, mesleğim halkla ilişkiler ve reklamcılık olduğundan kasiyerlik bir yandan alakasız da değildi aslında, düz mantık halkla ilişki kuracaktık. tek sorun hızlı olmam gerekiyordu, hızlı konuşup, hızlı problem çözmem gerekiyordu. ve bunları ingilizce yapmam gerekiyordu. emin değildim.. ilk günüm çok yoğundu 3 saatlik training diye başlatılıp tam 14 saat çalıştım fakat 14 saatin sonunda beni training den çıkartıp işe aldılar. adamların aradığı eleman çıktım resmen, kasiyerlikten sonra malzeme yapılan arka kısma da aldılar. sabah 7'de kalkıp, hazırlanıp, 1 saat yol gidip 9'da arka kısımda çalışıyordum. ömründe taze soğan yememiş ben, taze soğan kesiyor, hamur açıyor saat 11'den 5'e kadar kasiyerlik yapıyordum. ( soğana takılan çok olmuş arkadaşlar , mevzu sogan değil mevzu ilkleri, bilmediğin şeyleri yapiyor olmak. yoksa soğan kesmekte tabiki bir şey yok. ) çuval çuval un yaşıyordum. katı bir yönetim vardı 1 dakka boş kalana iş veriyorlardı. akşam 5'te çıkıp 1 saat eve gidip hemen duş alıp kız arkadaşımı okuldan alıyordum. enerjimin, motivasyonunun limiti yoktu. az uyuyordum gece uyumadan önce veya işten sonra kısa egzersizler yapıyordum. her anımı kendimi geliştirmeye harcıyordum. ama bir yandan bel ağrısından ölüyordum. restaurantta agır kaldırmaların sonu yoktu. un, içecek, hamur kazanı, et, peynir derken resmen gym'de çalışır gibiydim. sevgilimle yemek yerken zaman zaman hem ağrıdan kıvranıyor hemde uykudan ölüyordum. mutsuz muydum? zor muydu? asla.. 26 yıllık hayatımın en güzel günlerini yaşıyordum. yanımda desteğini hissettiğim insan varken her şey çocuk oyuncaği idi. tam tersine zevk alıyordum, işim vardı, psikolojim düzeliyordu ve kanada'da kalmıştım. restaurantta seviliyordum, çalışma günlerim artıyordu. bir hafta önce training alan ben ertesi hafta 7 gün shift aldım. biri gelmese beni ariyorlardi.
    ılişkimiz tekrar eski günlerine geri dönmeye başlıyordu. bu arada ben bana yapılan iyilikler konusunda hassas biriyimdir bana bir gelene iki bazen üç gelmişimdir. zor günlerimde bana destek olan, benim için endişelenen, tartışmalarımıza ve imkansızlıklarıma rağmen benden vazgeçmeyen, kendi imkanlarını hiç düşünmeden bana sunan, gerektiğinde hesabımı bile ödeyen sevgilimi anladım, atlattığımız o zor süreçte haksızlık ettiğimi fark ettim. çünkü bunları yapmak zorunda değildi. ve o günden sonra onun bana sevgisinden zerre kuşku duymadım. anlayışlı, sabırlı, onu düşünen, inatçılığını torpülemiş bahane sunmadan özür dileyen insana dönüştüm. her gün şükrettim,böyle bir insana böyle bir ülkede denk geldiğim için. türkiye'de aynı dili konuştuğum insanlarla böyle duygular yaşayamamış ben burada ingilizce konuşarak hayatımın insanını buldum. türk, kore fark etmez kaderimiz buymuş.
    bu sırada kendisi kore'de hayatın zorluğundan, aynı istanbul gibi olan azılı rekabetten kaçmış, burada bir sayfa açmak icin gelmiş olsa da zamanla bu işin zor olduğunu anlamış ve kore'ye dönmeyi kabullenmeye başlamıştı. ılişkimizin ikinci ayından itibaren onu çok ikna etmeye çalışmış. sahip olduğu imkanları, tecrübeyi rahatça kullanabileceğini söylemiştim. ama gerçekte haklıydı..gerçekten kanada'da kalmak okuduğumuz o başarı öyküleri kadar kolay değildi. benim pizza restaurantında birlikte hamur açtığım 37 yasindaki muhendis arkadaşım türkiye'de ferrari'de çalışmış, f1 ceo'su ile tanışmış bir adamdı ama şimdi benle hamur açıyordu. kanada'ya dışarıdan gelmek demek hayatınızı 0'lamanız demekti bir yandan. aldığı geri dönme kararı beni negatif etkilememiş degildi, çünkü ben burada kalma planlarına çoktan başlamıştım. ama bu planlar ileride kore'ye gitme planlarına dönüşecekti.
    bu sırada düzenini oturttuğum, restaurantımda bir dedikodu yapma kaynaklı işten çıkarılma oldu. bu çıkarılma ile restaurant devlete raporlanma ile tehdit edildi ve bir çok işçi istenmese de çıkarılmak zorunda kalındı. onlardan biri de bendim. yine bir aksilik ortaya çıkmıştı. ama bu sefer zerre etkilenmemiştim. daha ne kadar saçmalık yaşanır ki edasıyla sadece gülüyordum. ama sorun yoktu, çalıştığım süreçte gidecegim zamana kadar olan süre (2ay)' ın kirasını çoktan kazanmıştım. bu kadarı da en kötü ihtimalle yeterdi ama ben yine de iş soruşturmaya devam ettim. parasız kalmak istemiyordum. hedeflerim büyüktü. başka bir pizzacıda iş buldum. bu şube ilki kadar yoğun da degildi. burada da shiftlerim kendiliğinden artmaya başlamıştı, cıraklığımın sağlam bir restaurantta geçmesi avantajım olmuş, resmen onlar huzura ermiş ben shift yağmuruna tutulmaya başlamıştım. kasiyerlik dışında da ekstra insanlara yardım ediyor, pizza yapmak haricinde herkesin işini kolaylaştırıyordum. bu benim için hiçbir şeydi. çalışmak bana koyan bir şey degildi.türkiye'de ajansta çalışırken badana boya, klozet tamiri, elektrikli süpürge tamiri dahil ne varsa yapıyorduk. mevzu calıştığın yeri benimsemekte idi. ışletmeci aile kültüründen gelince de böyle sıkıntıları kendin halletmeyi öğrenmiş oluyorsun. shiftlerim akşam saatleriydi, bu durum biraz kötü olmuştu bazi günlerim onu görmeden gececekti. çünkü gündüz saatlerinde de o okulda idi. akşam çalışmak istemediğimden haftada 3 akşam 1 gündüz çalışıyordum. akşam çalıştığım günler nasılsa günüm öldü diyerek double'da çalışıyordum. ekonomik sıkıntılarımı aşmış , paralı olmanın etkisi ile de keyifler yerine ekstra gelmişti. her zaman destekçim olmasına dair tüm şükran duygularımı paylaşıyor bir yandan sıkıntılı günlerin acısını çıkarırcasına geziyor, eğleniyorduk. ona yemek ısmarladığımda gurur yapar digerini o ısmarlardı. bu yüzden bir şey ısmarladığımda inşallah unutur diye çok umduğum olmuştur.
    bu süreçleri yaşarken ilişkimizin 4. ayı dolmuştu. 4 ay böyle büyük düşünmek şeyler için belki size kısa bir zaman olarak gelebilir ama aslında öyle değildi. burada yeni bir ülkede, yeni bir şehirde, bilmediğiniz bir dili biri ile öğreniyorsunuz. her gün gerek hayat ile gerek ingilizce ile ilgili tecrübeler paylaşıyorsunuz. her öğrendiğiniz yeni kelime veya yeni grammar sayesinde ilişkiniz güçleniyor. çok konuşuyor, çok çabalıyorsunuz. resmen yeni konuşmaya başlayan bir bebek gibi baslayip birlikte büyüdük diyebiliriz. şu an anlatmak isteyip başaramadığımız bir şey kalmadı desek yeridir. bu yüzden bu 4 ay sanki 1 yıl gibi geçti. anlamı ve anısı o kadar fazla ki.. o kadar birbirimizi benimsemiştik ki ben ona ait değil diye ingilizce takma adını kullanmıyordum. orjinal adını kullanıyordum. o ise türkçe konuşuyordu. benim kore yemeği yemem , korece konuşmam veya konuştuğunda tepkilerini anlamam çok normal geliyordu . beni kimse yadırgamıyordu artık.
    hayat motivasyonumun artması, keyiflerin yerinde olması ile yaşam enerjisi dolmuştum. egzersizlerim salon sporu kıvamına gelmiş kum ve 2lt'lik su sisesi ile yaptığım agirliklarla bölge bölge evde egzersiz yapmaya başlamıştım. 3 beden küçülmüş, 30 beden olup vücudu da düzeltmiştim. kirli sakal seven ben yavaş yavaş inceltmeye başlamış en sonunda 18 yaşından sonra ilk defa sevdiğim kadin kültürü gereği baby face seviyor diye jiletli tras olmuştum. tabi cildim " noluyor lan!? " edasıyla kabarmıştı ama o çok beğendiyse gerisi boştu bundan sonra böyleydi. zaten uzun zamandır istiyordu ama ben istemiyordum. sonunda başarmıştı anlayacağınız. bu arada kendimden bahsetmedim, aslında gerek duymadım ama buraya kadar okumayı başardınız bari bilin; kısa saç seven, tipi, eli-yüzü düzgün, kirpikleri haddinden fazla uzun kendine olabildiğince bakmaya çalışan. beyaz tenli bir adamım. sevdiğim kadını hak etmek, onu mutlu ve gurur dolu hissettirmek için yaptığım güncellemeler beni her anlamda hedeflerime ulaştırdı. bu kadına olan sevgim resmen bir enkazı her anlamda düzeltti diyebiliriz.
    bu arada bir süre önce çalınan telefonumun pro'sunu aldım ve eski günlerden intikam alırcasına kanada hattımı da açtırdım. artık benimle istediği zaman iletişim kurabiliyor. bir hafta önce vize basvurumdan cevap geldi ( 55 gün sonra) 2 şubata kadar vizem uzatıldı, red yememiş oldum neyseki. yılbaşında ona almak istediğim bir buket gülünü de aldım. o da bunu hediye sanıp bahane ile eve gidip bana veda hediyesini yılbaşında verdi. (( canım benim, o da bana samsung kablosuz kulaklık almış, biraz milliyetçi samsung kullanacaksın bundan sonra diyor:) ))
    bu sefer ayrılacağımız güne yaklaşmak ikimizi de ilkinden geç etkiledi. o biraz duygularını göstermeye çekinen bu konularda asyanın o meşhur utangaçlığına sahip biri olduğundan pek belli etmedi, ben de elimden gelenin yapmanın rahatlığı ile çok etkilenmedimmmm.. diyordum ki son 2 haftadır çok yine çok derin duygular içindeyiz. ama bu sefer çok mutluyuz, tartışmaların aksine yaşadığımız onlarca , size anlatamadığım veya unuttuğum veya atladığım bir çok anıyı yâd edip seviniyoruz, mutlu oluyoruz, birbirimize gülümsüyoruz. ben hala onu , onun gülümsemesini izlemekten zevk alıyorum. ılişkimizin başından beri zaman zaman onu izler, güzelliğinin içinde kaybolurum. söylediğim gibi bahar ayını severim :) o ise hala "ne oldu, bir şey mi oldu" diye soruyor, bir türlü alışamadı onu izlemeye doyamamama. o beni bambaşka biri yaptı. ben buraya gelirken hayata bakış açımın genişleyecegini biliyordum ama onunla resmen yeni bir pencere açtım.
    bu hafta ona onunla kore'de yaşamak istediğimi söyledim, onun için mücadele etmekten korkmadığımı, onunla her şeyi başarabilecegimi söyledim. ona olan duygularımın hep aynı kalacağını, gerçek sevgiyi onda bulduğumu. orada türk şirketlerin olduğunu , yapabileceğimi söyledim . aslında buna inanmak istiyordum, çok zor biliyorum ama neden olmasın? şu ana kadar başardıklarımı kim tahmin edebilirdi? ben edemezdim. ama malesef onu inandıramadım. çok zor olduğunu ve imkansızlıkların çok olacağını söyledi. evet haklıydı, belki de ben ondan bir umut ışığı beklemiştim o ışıkla birlikte her zorluğa tekrar balıklama dalabilirdim. ama o benden daha gerçekçi çıktı. bilemiyorum, ben de yavaş yavaş kanada'da yaşama hayalinden vazgeçiyorum. onsuz napabilirim ki burada? onun anıları burda kalsın, ben bu ülkenin anlamını değiştirmek istemiyorum, burayı onunla anmak istiyorum. keşke kore'de çalışabilseydim keşke imkanlar olsa diyorum ama çok da zorlayamıyorum. bu konu da haluk leventin yetki alanına giriyor mu, buna da bir el atabiliyor mu?

    ben aşk denen o uğruna şarkılar yazılan harika duyguyu 16 yaşımdan sonra tekrar yaşadım. 16 yaşındayken saftık, temizdik, hayata dair fikrimiz azdı. şimdi ise tercihlerimiz daha katı, tecrübelerimiz güçlü, beklentilerimiz fazla ve aşklarımız devasa.
    ben hayalini kurduğum kadını buldum, onunda hayalinin kurduğu erkek olmak için çabaladım. başardığım her şey onun içindi..
    siz de böyle bir aşkı tadıyorsanız, bu kardeşiniz'den size tavsiye olsun. savaşın,mücadele edin eğer savaşıyorsanız, mücadele ediyorsanız da pes etmeyin. bunları da yapıyorsanız o zaman size kocaman bir helal olsun! umarım her şey hepiniz için harika olur. umarım herkes benden daha mutlu bile olur. ben pes etmedim ama etmek zorunda kaldım. keşke böyle olmasaydı keşke kore'ye gidebilseydim. ama olmadı, olduramadık. benim hikayem muhtemelen buraya kadar, siz hikayenizi bitirmeyin.

    bu arada bu hikaye hala tam olarak bitmedi 9.1.2020 tarihine kadar hikaye devam edecek. benim bu sırada ona bir mektup yazmam lazım ( ara ara birbirimize aşk dolu mektuplar yazmayı severiz de) sonra ona harika, beni hatırlayacağı bir hediye almam lazım. tabi ki bunun dışında onunla her dakikamın tadını çıkarmam lazım..

    bilemeyiz belki de bitti sandığımız o hikaye bitmez. hayat sürprizlerle dolu. hala o başarı öykülerine inanmalı mıyız?
65 entry daha
hesabın var mı? giriş yap