24 entry daha
  • the who'nun önceki bölümlerinde

    --
    ----
    ----- (bkz: #100254472)

    önlerinde boş bir sene vardı ve quadrophenia maddi kazanç sağlarken, grubun hayran kitlesini arttırmıştı. söylem kulağa hoş gelse de daha fazla kişiye hitap etmek, uzmanlaşılan konudan uzaklaşıldığına işaret edebilir. mevzu, müzik gibi sanatın bir dalı olunca; dinleyicideki çoğul tabiat daha önemli bir faktör haline geliyor çünkü, yapılan her iş; insandan oluşan her küme için farklı bir istem doğrultusunda ilgi uyandırmakta. bunun diğer olumsuz etkisi ise coldplay örneği üzerinden açıklanabilir. tarzını değiştirip ilk yıllardaki dinleyicilerini kaybeden onlarca grup var. the who da kendisini kısa süre sonra başkalaşım geçirecek sektörde benzeri bir eksen kayması içinde hissediyordu ve 74 'te bir derleme yayınlayarak dna’sını korumak istedi, zira öteki albümlerden tarz olarak ayrılan quadrophenia ve tommy'den herhangi bir parça odds & sods'da bulunmuyor. cousin kevin var fakat bahsedilen amaca yönelik yeniden düzenlendiği için benzer değerlendirilebilir. townshend' in derleme hakkındaki açıklaması " i tried to arrange it like a parallel sort of who career " da görüşü destekliyor. böylesi bir hamle, zamana karşı direnç gösterme adına da gerekliydi.

    buradaki içeriğin çoğunu ise haliyle who' next sağlıyor. albüm, the who'nun faydalı sonuçlar doğuran bir sinerjinin ürünü olduğunu göstermiş, görev paylaşımlarına dair eksiksiz veri sunmuştu. odds and sods'daki düzenlemelerin de aynı çizgi üzerinde hareket ettikleri görülüyor fakat olumsuz tarafları yok değil. naked eye'ın stüdyo kaydı, oradaki canlı versiyonuna nazaran sönük kalmış. time is passing'de de yine her üyenin eş miktardaki ruhsuzluğu dikkat çekici. kayıt esnasında detone olan roger'ın da konu ile ilgili yardımcı olmadığı söylenebilir. aynı albümden uyarlanan diğer parçalar ise bu açıkların üstünü kapatır nitelikte. pure and easy modernize olmuş hali keyif verirken, love ain't for keeping'de moon ve pete görece yardırıyor. baby don't you do it ve young man blues da sevenlerine yapılmış iki güzel jest.

    derleme yalnızca, onların karakterini birebir ifade eden who's next koleksiyonundan oluşmuyor. who sell out 'dan hoş bir pop kaydı glow girl ve orada akustik çalınan mary anne with the shakey hand 'in alternatifi yanı sıra önceden yayınladıkları, altmışlar profilindeki şarkılar da bulunmakta. bunların arasında put the money down bir serseri hikayesinden eğlenceli biçimde bahsederken, little billy / billy was big on the outside but there's an even bigger man insid. ten million cigarettes burning every day / okul arkadaşları tarafından alaya maruz kalan bir çocuk hakkında. orjinali 68'de kaydedilen faith in the someting bigger/ ıt might be cold but the heat of our love will melt, the snow we never felt. we're young and hardy again, we bow to weaker men. - we've gotta be strong men and follow a path again. / 'da alışıldık topluluk ve we close tonight 'da da sevdiği kıza açılamayan çekingen bir mod anlatılıyor. postcard ise yayınladıkları tek john entwistle single'ı olması sebebiyle hem dikkat çeker, hem de stili yönüyle diğerlerinden ayrılır. çeşitli ülkelerdeki seyahat anılarından kesitler sunan parça, 70 yılında çıkarıldı ve albüm dahilinde üstünde değişikliklere gidilerek bas notaları daha geniş kullanıldı. odds and sods'taki bu çalışmalara eddie cochran' dan my way ve stones'dan under my thumb olmak üzere iki cover eşlik ediyor. under my thumb mick jagger ve keith richards ortaklığında, 66' daki aftermath albümü için yazıldı. erkeği, cinsel güç mücadelesini kontrolü altında tutan taraf olarak yansıtırken, kadına ithafen / squirmin' dog / ile / siamese cat of girl/ benzetmeleri, feministlerin olumsuz tepkilerine yol açmıştı. uzun süre rolling stones konserlerin açılışında kullanılan parça, son zamanlarda da çalmayı en sevdiklerinden.

    malzemenin çoğu tek bir albümden toplanmasına rağmen odds and sods, grubun kronolojisini yansıtan çalışmalardan biri oldu, öyle ki high numbers adıyla çıkardıkları i'm the face bile yer vermişler. aynısını, parçaların yerleşimleri hakkında söylemek ise güç. olaya bir morrisey titizliğinde yaklaşmamıdıkları kesin, yoksa daha lezzetli sonuçlar doğurabilecek ayarlamalar yapılabilirmiş. şimdilerin imkanları sayesinde içeriği dilediğimiz gibi dinleyebiliyoruz fakat o dönem için bu mümkün değildi.

    etkileyici albüm kapaklarına burada da devam edildiği son olarak görülüyor.

    tommy, ken russell yönetmenliğinde 75 senesinde filme alındı. müziklerini hazırlayan townshend, akademi ödüllerine ilgili dalda aday gösterildi. tek ödül ise ann-margret aynı yıl düzenlenen altın kürede en iyi kadın oyuncu seçilmesi sayesinde geldi. tommy'nin annesi nora walker karakterini canlandırıyordu, onun ile birlikte jack nicholson, elton john, eric clapton ve tina turner gibi isimleri bir araya toplamış olmasıyla dikkat çekiyor. russelll, senaryosunu pete'in notlarından hareket ile albümdeki akışa sadık kalarak kaleme almıştı ve film, bu doğrultuda absürt sekanslara sahip. marilyn monroe 'yu kutsallaştıran kiliselerde ilahi yerine rock müzik söylenmesini, kutsal su niyetine viski kullanılmasını ve uyuşturucu terapisi yapan çingene şifacıları içeren sahneleri mevcut. roger daltrey ve keith moon da ayrıca rol aldılar. daltrey - tommy - i, moon ise ; - tacizci amca - yı canlandırdı.

    hazırlıklarına aylar öncesinden başladıkları yedinci stüdyo albümleri the who by numbers 'ı aynı yıl çıkardılar. townshend, olumsuzluklara olan yönelimi odağına, bu kez kendi hayatıyla ilgili sorunları aldığı için baya karamsar yapıda bir çalışma. yaşamına dair hayal kırıklıklarını açık sözlülükle, dertleşir gibi kaleme almış. dreaming from the waist, success story, blue red and grey ve how many friends gibi parçalar, bu yapıdalar ve albümü otobiyografi olarak değerlendirmeye müsait kılıyorlar. dreaming from the waist / i'm too old to give up, but too young to rest - feeling social when the world is sleeping / yaşlılığın kadınları etkilemediğini düşünen bir adam hakkında. gitar, onların klasik döneme olan aidiyetini yansıtırken daltrey, orta yaş sendromundan bahsediyor. cinsellikten söz ederken hayali unsurlar kullandığı için fiziksel boyutta bir tatmin içinde olmadığı söylenebilir. pete'in o anki yaşı düşünüldüğünde erken yazılmış bir şarkı olması, ilerisi için fikir verici. içini döktüğü başka bir kayıt da success story. gençlik yılları ile yetişkinlik arasında düştüğü boşluktan söz ediyor. grubun altmışlardaki sound’unu temsil dışında öykülerinin geçmişten o güne özeti gibi. how many friends de benzer profilde ve geldikleri yerin insanı yoran sonuçlarını derinlemesine sorguladıkları bir parça. bu değerlendirmenin sonunda içten karşılayabilecekleri bir avuç insan olduğunu fark ediyorlar. son olarak blue red and grey ise ukulele ve üflemelilerin uyumu, bir beirut şarkısını anımsatacak kadar harika. depresif ve başarısız albümün öne çıkan çalışması denebilir. roger'ın vokalde ne derece aşama kaydettiğine şahitlik için ideal. konusu itibariyle, bir - band- in sürebileceği plansız yaşama ait ayrıcalıkların sunduklarına karşı talepkâr bir ruh halini anlatıyor. günün her anı saatin kaç olduğunu muhtemelen umursamıyorlar ve günlük rutinleri dahilinde, onlar adına tek değişken gökyüzünün rengi. oradan tarafa bir yakarış var.

    akan zamanın getirisi, bir nevi yalnızlık anlatan bu parçalar dışında konusunu gençlerin veya çocukların oluşturduğu hikayeler de yine who by numbers'da da yer almaktalar. squeeze box kelimesi, türkçede akordeon gibi şirin bir çalgıyı karşılasa da / mama's got a squeeze box / 'a / she goes, squeeze me, come on and squeeze me - daddy never sleeps at night - she goes in and out and in and out / 'de ikincil bir anlam katıldığını söylemek yanlış olmaz. annesi ile babasını duyan bir çocuk, işittiği sesleri aynı yöntemi kullanarak / cause she's playing all night and the music's all right / müziğe benzetebiliyor. şarkı ayrıca doğunun güzel yanlarını örnek alan batının gösterildiği şöyle bir klibe sahip. (bkz: ateistlerin uğramadığı videolar) az evvelki linkten sonra zor ama imagine a man tüm o sakil gürültü arasında bir mola yeri gibi huzur verici. pete'in onu, john'un estetik ile eşlik ettiği hopkins'e bıraktığı görülüyor. canlı kaydında ise akustik ve keman yer alır. albüm açılış parçası slip kid de piyanonun öne çıktığı kayıtlar arasında ve imagine man'deki gibi kolayca benimsenebilecek bir melodi üstüne kurulu. savaş içerisinde aktif bulunan bir çocuktan bahsediyor. - slip - sözcüğü irlanda halk dansının bir diğer adı olduğu için parçanın irish republican army hakkında * olduğu ve iç savaşa ithafen yazıldığı düşünülmekte.

    yine benzer dönemde, charlton athletic klubünün sahasında verdikleri bir konser esnasında desibel * rekoru kırarak en gürültülü grup ünvanıyla guinness rekorlar kitabına girdiler. who by numbers ise aşırı boyutlarda taşkınlık gibi grubun temelini oluşturan kavramlardan uzak kalırken, bu duruma ve son üç albüme zıt profil çiziyor zira lirik anlamda sığ ve polifonik düzende kötü bir çalışma. moon her ne kadar davulu hala ağlatsa da onun ruhsal durumundaki gidişat, grubun inişteki çizgisine paralel seyretmişti.

    townshend, bir süredir grubu solo kariyeri önünde engel görüyordu. filmin müzikleriyle uğraşmak da onu epey yormuştu. ailesine vakit ayıramadığı gerekçesiyle ara vermek istediğini gruba çok geçmeden söyledi, nitekim; ayrı geçirdiği süreyi, rough mix adlı albümü üstünde çalışarak ve çeşitli yazılar kaleme alarak değerlendirecekti.

    tekrar bir araya geldiklerinde, ne var ki sorunlar da kaldığı yerden devam etti. roger yeni albümün yapımı aşamasında john ile sürtüşmeye başlamıştı ve bu anlaşmazlık, onlar ile ilgili basında yer alan eleştirilerin kaynağını oluşturuyordu. moon 'un bağımlılığı kontrol altına alınamaz bir hale gelmesi de öte taraftan bir problemdi. yaşına oranla hayli geçkin gösteren fiziğine ek olarak formu da gerilemişti ve roger ile pete onu kovmayı düşünüyordu. the who'nun kendi içindeki meseleleri sıradan akışta ilerlerken, müzik piyasası da çağ atlayıcı bir değişim içerisine girmişti. punk müzik, yetmişlerin ikinci yarısında ingiltere'den yayılarak yeni bir ses dalgası oluşturdu ve trendi lehine çevirdi. bu durum on – on beş yıl öncesini temsil eden klasik gruplar için bir tehdit unsuru görülmeye başlandı. who 'nun müziğe yaklaşımı düşünüldüğünde ise; anarşi ve ona elverişli üsluba daima yatkınlık duymuşlardı. ilk albüm ile birlikte stile dönüştürdükleri asi tavrın; sonraki kuşaklarda karşılık bulduğu açık. the clash , sex pistols gibi öncü veya ardından gelecek green day benzeri alt tür icra eden grupların isimleri önceki entiride bolca geçti ki bu kişilerin onlar hakkında verdikleri demeçlerden de alaka düzeylerini anlayabiliyoruz, dolayısıyla stones'un zamanında muddy waters 'a yaptığı yönde bir vefa gösterisinden çok, bahsi geçen değişim üzerinden nispeten faydalı sonuçlar elde edebilirlerdi.

    sektördeki konumlarını sorguluyor oluşları, 78 yılının ağustos ayında çıkardıkları who are you 'nun temasına da yansıdı. pete, aynı adı taşıyan parçayı yazarken ilgili konular çerçevesinde yaşadığı bir günü referans alıyordu. new york'ta telif haklarını görüşeceği bir toplantıya katılır ve cebinde cömert bir teklif ile ayrıldıktan sonra yakınlardaki soho adlı bara gider. orada sex pistols 'dan steve jones - paul cook ikilisiyle deli gibi içerler. gece bittiğinde kaldığı yere doğru yol alırken bir polise rastlar. adam onu tanıdığı için nazik davranmış, türk usulü - who are you - ile dolu sarhoş sataşmalarına göz yummuştur, hatta; bir müddet sonra onu karakola bile davet etmiştir. pete bu sözleri duyunca aniden ayılır ve odasın varır varmaz olanları kaleme alır. bol haneli çek, abd'deki müzik piyasasının o anki durumu hakkında bir kaç farklı çıkarım yapmaya olanak sağlıyor. aynı yıllara denk verdikleri ohio' konseri esnasında on bir kişinin hayatını kaybetmesi de durumu yine açıklayıcı nitelikte.

    birleşik krallık’ta ise; clash ve sex pistols 'ın uyandırdığı ilgiye paralel olarak kültür de kendisini ifade edecek the exploited ve the damned gibi yeni sesler türetmiş, çoğalma eğilimi göstermişti. townshend'in de who are you özelinde bu duruma karşı tepkisel bir süreç içinde olduğu kesin. music must change 'de de müzik ortamının değişimini kabul ediyor, sahneyi artık başkalarının devralacağını öngörebiliyordu. şarkı, ismi ve sözleri ile bunları ifade ederken; jazz ritmi ve sam cooke 'u anımsatan soft karekteri ile pete'in mevzuya dair hedonist bir yaklaşım geliştirdiğini göstermekte. insanlar, o vakitler who'nun yalnızca eski tarz müzik doğrultusunda alıcı bulabileceğini düşünüyordu. açılış parçası new song da da bu algıdan duyduğu bıkkınlığı ve onda yarattığı yeni malzemeler üretme arzusundan bahsediyor. no road romance'deki/ don't take me too long but there's a danger that ı'll plagiarize something old / ve / this never fails / de benzer şekilde, değişim üzerine hayli kafa yorduğunu gösterirler. burada geçen / my hairline ain't exactly superstar / cümlesinde, dış görünüş anlamında bir bon jovi olmadığını *söylüyor.

    albümün içeriği, yayınlanmayan lifehouse ve john'un zamanla biriktirdiklerinden oluşuyor, öyle ki tarz olarak beli bir standardı yok. yer yer queen albümü dinleniyormuş gibi bir hava hakim. o ana dek yaptıkları en zayıf açılış parça new song, teatral unsurları sebebi ile tommy ve quadrophenia' yaya yakın bir çalışma, zira no road romance ve düz bir ana hat üzerine kurulu guitar and pen de bu profilde değerlendirilebilirler. öyküsel yönden ise who by numbers'daki otobiyografik anlatımın devamı niteliği taşıyorlar. yaşadıkları hayata dair göndermeler her iki kayıtta da mevcut. */ to bring her some money, she's calling you "honey" - you're alone - but when your music proclaims, there's no one can top you - you have something to write -ın your hand you hold your only friend /* / there's never really any romance on the road / townshend'in bir kaç sene sonra çıkaracağı solo albüme ismini verecek olan empty glass'da bu parçalara eklenebilir. grupla çalınan versiyonu ise oradakine nazaran biraz hafif.

    john, yaratıcılığını o güne değin daha çok beste kısmında sergiledi. yazarlık hususunda ise tavanı townshend görülen bir grupta bu denli geri planda kalması şaşırtıcı. geçmişte bu çıkarımın yapılmasını sağlayacak who kapsamında yeterli veriye sahip değiliz, çünkü; edebi becerisini aktif kullandığı tek albüm who sell out. aradaki zaman farkı hesaba katıldığında, john'un bu yönde ne derece olgunlaştığını kestirmek güç. 905 çoğunu kendi yazmayı planladığı ama hayata geçiremediği rock operası için düzenlediği bir parçaydı. / ın suspended animation my childhood passed me by ıf ı speak without emotion - everything ı know is what ı need to know and everything ı do's been done before. every sentence in my head someone else has said - the life that ı'm assigned a life that's been used before a thousand time / devlet memuru zihniyetine sahip hayatın, birbirinden farksız milyonlarca insan ile muhatap olduğu için onların sorunlarını artık çok da siklemediğinden bahseder. gençliğinde herkesin bir miktar kafa yorduğu varoluşsal sorular cevap bulmadıkça, ruhlardaki boşluğun da genişlediği sonucuna varmakta.

    onun elinden çıkmış, en beğenilesi şarkı trick of the light da burada ayrıca yer alıyor. sözleri bir kenara bırakıldığında, temsil ettiği zaman aralığı olan o on senenin; rock müzik adına muazzam işlerin ortaya konduğu yılları ifade ettiğini düşünüyorum. seksenlerin başından doksanlardaki britpop* cu, madchester** independent* tayfadan öncesine kadar olan süreçte üretilmiş malzemenin hayranı değilim. bu kimselerinkiler haricinde o yılarda yayınlanmış albümler arasında " iyi bu " denilebileceklerin sayısı, bana göre hayli sınırlı. şarkıya dönecek olursak; bass'ın parça boyunca elinden tuttuğu ana motif, yerini sonlara doğru gösterişsiz bir soloyo bırakıyor. bir adamın para karşılığında birliktelik yaşadığı kadında daha derin duygusal bağlar araması hakkında. gerçek hislere dair emareler peşinde ve bulabileceği en ufak kırıntıya dahi içtenlikle muhtaç.

    doğuştan yeteneğe sahip diğer bir üye de moon'du. tarihte iz bırakmış grupların çoğunda, bir çok kişi tarafından üstat kabul görülebilecek ve çaldığı yerde
    istikrar yakalamış bateristlere rastlıyoruz. şartları doğrultusunda akla bir çırpıda gelen john bonham, dave grohl veya stewart copeland gibi davulcular, hadise adına örnek teşkil ediyorlar. çaldığı aletin önemli yanı sıra moon'un * etkilerini yalnızca the who nezdinde değerlendirmek yanlış olur. genelde ritim belirleyici olarak algılanan bir enstrüman ile başka neler yapılabileceğini gösterdi. otoriteye saygı duymayan, serseri ve umursamaz kişiliğini müthiş bir özgüven ile birleştirirken, göz önünde yaratığı kendine has imaj; ilerleyen nesil için bir yaşam tarzını ifade etti. londra yakınlarındaki evi* yıllar içinde pek çok uçuk kaçık eğlencenin adresi oldu, öyle ki; son gecesini de bir partide geçirdi. arkadaşının doğum gününü kutlama amacıyla paul mccartney 'in davetine katıldı. alkol ile mücadele için bir süredir tedavi görüyordu. eve dönerken, ilgili ilaçlarım doz aşımından dolayı baygınlık geçirdi ve ertesi sabah ölü bulundu. son albümleri who are you, o esnada henüz bir ayını doldurmamıştı. moon'un kapak fotoğrafında oturduğu sandalyenin üstünde ise - not to be taken away - yazmaktadır.

    small faces 'ta çalan kenney jones da aynı partideydi ve the who, yeni davulcu olması için onun ile anlaştı. jones'u kısa vadeli çalışmalar dahilinde düşünüyorlardı fakat onun takındığı olumsuz tavır, fikirlerini değiştirmelerini sağladı. albüm hazırlıkları doğrultusunda stüdyoya ilk adımlarını ise iki seneyi aşkın bir süre sonra atacaklardı. aradaki vakti turnelere devam ederek ve solo kariyerleri üzerine yoğunlaşarak geçirdiler. roger, banka soygununu konu alan 1980 yapımlı mcvicar adlı filmde başrolü oynadı. müziklerinin kaydı esnasında diğer üyeler ona yardımcı olurken, yaptığı bireysel bazlı çalışmalar arasında dikkat çeker. moon'un yaşamını yitirmesinden yaklaşık bir sene sonra kids are alright başlığı altında bir derleme yayınladılar. albüm, grubun canlı performanslarından kesitler sunuyor. önyüzdeki fotoğrafta; pete, keith, roger ve john, donuk bir arka plan eşliğinde ve yerde uyumaktalar. üstlerine genişçe bir uk bayrağı örtülmesi, oranın soğuk bir ortam olduğunu düşündürtüyor. görsel, zamanla; grubun ismi ile özdeşleşen iki imgeden biri haline geldi. öteki de eskiden askeri uçakların dış kısımlarına kondurulan şu amblem.

    kids are alright için artıları ve eksileri özelinde bir önceki derleme odds and sods'dakinin benzeri yapıda denebilir. o albüme nazaran parçalarını, son on yıl gibi geniş bir havuzdan topladığı için grup ile ilgili daha detaylı bilgi veriyor. bu durum; içeriğin oluşması aşamasında kusursuz tercihlerde bulunulduğu anlamına yine de gelmez. mod yıllarının etkin sound’larını ve sonraki duraklarda bıraktıkları izleri birleştirirken, yaptıkları hatalar dikkat çekici ve uyumsuz. örneğin; tommy albümü, geçirdikleri değişim altını daha net çizebilecek çalışmalara sahip olmasına rağmen oradan can you hear me ve sparks dahil edilmiş. derlemeye eklenen versiyonda pete'in gitarı aksine zorlasa da sparks, bu yönde bir kimliğe sahip değil. yeniden kaydedilecek parçalar dışında konser kaydı ile yer alacak olanlara dair de kısmen yanlış tercihlerde bulunmuşlar. roger'ın, happy jack performansı,meaty beaty big and bounce'dakinin baya altında. young man blues o ve moon'un coşması beklenen bir parçayken he ikisi de live at leeds'tekinin yanına yaklaşamıyor

    özensiz yapılmış seçimlerden etkilenmeyen parçalar da var. magic bus'ın duru mizacı, townshend onu çalmaya başladığı andan itibaren ismine eş sihirli bir ana evrilmekte. canlı versiyonu ile yer alan parça, kimi guns'n rosses şarkılarının akustik çalışmalarını akla getiriyor. long live rock * 'a ve i can't explain' e ilişkin konser kayıtları da bu kez daltrey ve moon üzerinden benzer övgüleri hakediyorlar. moon, my genaration' da saf çılgınken burada iyice tozutmuş hatta " iyi ki şunu çalmadan gitmemiş " dedirtir. woodstock'taki performanstan alınan join together / there's a million ways to laugh and everyone's a path / da olumlu kategoride değer görebilir. cazibesini tamamen dağınıklığına borçlu olduğu için bok edilmesi zor bir şarkı. yap boz biçimindeki soloları ile taşına toprağına yetmişler. sözleri ise, müziğin evrenselliğinden hareketle; tüm farklılıkların önemsiz olduğunu vurgulamakta. dinleyici ile yakınlık kurma adına yazıldığı belli. lifehouse yaşasaydı oranın hiti olacaktı. kısaltılmış hali, (i'm a) road runner adıyla who's next'te yer alıyor.

    derlemenin beraberinde yer verdiği canlı kayıtlar, mevcutlarına da haliyle alternatifler. baba o'riley'deki klavye sentezörü, konu olan performansta daha keskin tonlarda ve ona ilk eşlik eden bu kez john. sonlara doğru çalan keman yerine de mızıka tercih edilmesine rağmen parça kendi odağından sapmamış. my wife da benzer noktada bir farklılık içeriyor. john'un sesi bu düzenlemede, yıllarca viski içip tütün çiğnemiş gibi çıktığı için yazdığı şarkının karakterine eksiksiz oturmakta. my genaration'da da aynı işlevi enstrümanı ile gördüğü söylenebilir. daltrey ise bu parçadaki kekeme taklidini görece sahici gerçekleştiriyor.

    başkalaşan düzen, bir öncekinden farklı kuşakları da geçen zamanın bir koşulu olarak ardından sürükledi. benzeri doğal değişimlerin yaşandığı altmışların sonunda who'nun my generation diye seslendirdiği kimseler de yerini sonraki nesle bırakmıştı.* ** akranları gibi the who da geçmişteki materyali hem kendi dönemine hem de yeni nesle ilham olacak şekilde geliştirip, dönüştürdü. bu etkiyi değerlendirirken, punk müziği; grunge ve britpop akımlarından ayrı tutmak gerekiyor. blur , oasis veya pearl jam gibi grupların klasikler ile münasebeti nispeten formel çerçeveseydi. punk ise bunu koyu bir felsefe eşliğinde yapar. kültürünün temelini oluşturan dadaizm sayesinde salt yeni bir jenerasyonun ürünü olmaktan çıkarak, kendinden bir sonraki kuşaktan bu noktada ayrılıyor. yirmili yıllardaki etkinliğiyle bilinen dadaizm ona tekrar niteliği katarken, kendi özünü pekiştirip daha sert bir tavra dönüşmekte. bu tavır, her görüşe eşit mesafede duruşun da dayak noktası ve dünyayı algılayış biçimleri, ilgi alanları, sosyal yaşam gibi konulara haliyle yansıyor, dolayısıyla yapılan müziğe de sirayet etmekte.

    aslında biri soğuk savaşın son demlerinde diğeri de onun hemen ardından gerçekleşmişti. popüler zamanları düşünüldüğünde; her iki tür de ikinci harbin sonrasına nazaran ılımlı bir politik iklimde yayılmıştı. hal böyle olsa da seksenlerin altmışlar ile arasındaki çizgi, doksanlar ile olana göre daha net. punk müzisyenleri ertesi on yıla rahat uyum sağlarken, altmışların sonunda kurulan gruplar aynısını yapamamıştı kaldı ki kuşaklar arasında çok da yaş farkı yok. who'nun 81' de çıkardığı face dances'in soft yapısını da tüm bunların ışığında değerlendirmek doğru olur. uzaklaştıkları sıkı imajdan ziyade yaşlandıklarının bir itirafı.

    roger'ın albüme de hakim isteksiz vokali bunu destekliyor. buradaki bir çok kayıt gerek yapıları gerekse anlattıkları ile ona ilave edilebilir. bunlardan daily records 'da ihtiyar bir adamın yaşamı ilk ağızdan anlatıyor. another tricky day dünyasını kasvetli bulduğu için heyecan bakan biri hakkında. lou reed harikası charley's girl'e özendiğni düşündüğüm you beter you bet; turnelerle hayatı ve aile kavramı arasındaki ilişkiyi sorgulamakta. don't let go the coat ise hikayesini incilden alırken, gruptaki değişimi az evvelki parçalar ile birlikte kanıtlıyor.

    townshend, içerik hazırlama konusunda son bir kaç albümde somut kalmıştı. face dances'ta olgunlaştığı sonucuna varılabilir. içsel öğeleri bolca kullandığı görülüyor ki moon'un vedası da onu bu yönde etkiledi kuşkusuz. cache cache / did you ever dream of a suicide pill / ve somebody saved me / my friend was dead, stone dead - cause if ı'd seen you for a second, ı'd have wanted to see you forever / bahsi geçen anlamda ön plana çıkmaktalar. albüme canlılık katan tek parça did you steal my money. onu bu açıdan destekleyici ikinci bir kayıt mevcut değil. aksiyon içeren bir hikayeye dayanıyor. pete, tek gecelik bir ilişkinin ardından ingiltere'ye dönmek için uçağa binmiştir. çantasındaki zarfı kontrol eder ve parasının çalındığını anlar.

    keith'in yerini alacak kişi için başta fikir birliğine varamamışlardı. kenney jones; moon kadar akıcı yeteneğine sahip değildi fakat performansının stabil olması, bu açığı kapatıyordu. uzun yıllara dayanan arkadaşlıkları da onu doğal seçim haline getirmişti. birlikte yer aldıkları ilk çalışma olan face dances'ın kayıtları yapılırken, bu kararlarından dolayı maalesef pişmanlık duydular. albüm sade ama yeterli oranda zarif değil ve tanıtımına önem verilmedi. bu olumsuzluklar kenney'nin parelel yöndeki eksikleri ile birleşti ve hayranlarında hayal kırıklığı yaratıtken, eleştirmenlerce yapılan kötü yorumlara neden oldu. hızlı temposu ile the quiet one, ona cömertçe imkan sunsa da kenney jones parçaya ekstra bir katkıda bulunamamış. geneli için de geçerli olmak üzere imzasını attığı veya kendini gösterdiği bir aralık yok. buradaki çoğu kaydın tıpkı jones gibi bekleneni verememesi, dinleyicideki beğeniyi ufak tefek öznel unsurlara çekmekte. vahim halin john dışındaki her üyede bir yansıması aslında var. john'un hazırladığı you sersemletici sololara sahip fakat ortalama altı bir şarkı. onun, another tricky day ile birlikte albümün en kaliteli işlerinden biri olması bile durumu yeterince açıklayıcı.

    bilhassa quadrophenia'nın ardından karşı konulamaz bir düşüş yaşadıkları kesin. soranki çalışmaları arasında; tommy, live at leeds ve who's next' gibi orta dönem albümlerinin yarattığı sükseyi yakalayabilen olmadı. dinleyici talebindeki büyük çaplı değişim de grubun negatif ile olan bağını güçlendiriyordu. görece popüler yaşıtlarından belki de daha fazla... buna ilaveten önemli bir parçalarını kaybetmişlerdi ve artık solo kariyerlerine yoğunlaşmaya başlamışlardı. tüm bu gelişmeler 82'de çıkardıkları it's hard'ın objektif değerlendirilememesine sebep oldu. lirik açıdan zayıf ve one life's enough gibi rahatsız edici melodilere sahip* bir kaç kayıt var albümde, onlar dışındakiler sağlam birer rock tasarımı.

    merkezinde love reign over me' dekine benzer tabirle kimine göre rahatça baş yapıt olarak değerlendirilebilecek eminence front yer almakta. yıllar içerisinde konsol oyunları, tv programları ve filmler gibi çeşitli alanlarda kullanıldığı için hakkettiği değeri görmemiş olan albüme tezatlık içeriyor. pete, onu kaleme aldığında otuzlu yaşlarındaydı, dolayısıyla çevresini daha bilinçli yorumlayabiliyordu. geçmişte bu anlamda yeterince gözlem yapma şansı bulduğu söylenebilir. parça; benlik algısı düşük bireylerden bahsetmekte. bu kişiler bir takım endişelere sahipler ve saygın olma adına seçkin biri gibi gözükmemeye çalışıyorlar. pahalı giyinip hayatı parti tadında yaşarken, başkalarına yukarıdan bakabiliyor ve taşıdıkları yalnızlık korkusunu bu oranda yendikleri düşüncesindeler. eminrence front, uzunca süren bir enstrümantal açılışa sahip. birden fazla aletin elektronik ortamda birleştirilerek ortaya çıkardığı bütüncül ses dizisiyle başlıyor. akabinde gelen davul ve gitardan oluşan ana ritim, townshend'in solosu ile kalıcı bir iz bırakmakta (bkz: girişi mükemmel parçalar) i've known no war 'ın girişinde de sentezör kullanılıyor. savaş karşıtı sözlerde / was deleted / şeklinde anılan albert speer, ikinci dünya savaşı esnasında görev almış bir nazi askeri ve sözlerde de geçtiği üzere 19 mayıs 1945' te ölmüş. bu tarih aynı zamanda pete'in doğum günü. eğlenceli pasajları ve daltrey'in tok sesi sayesinde tavsiye edilesi standart bir rock kaydı . başlıkla aynı adı taşıyan it's hard gibi klasik tonlarda fakat içerdiği heyecan verici ezgiler, onu hareketli ve eğilimli kılıyor. benzer yapıdaki it's your turn de de yine roger'ın parçaya uyum sağladığını söylemek mümkün. john, şarkı üretme yetisini, tipik bir rock'n roll bestesi olan one at a time'da olduğu gibi burada da sergilemiş. eminence front'un ardından bilinen diğer bir parça athena. it's hard yayınlandığı esnada ona dair radyolarda en sık dönen kayıttı, özellikle abd'de. düzeni yönüyle kendini sürekli tekrar içinde. townshend, ince perdeden vokali ile daltrey arasında ayrıca gidip geliyor. a man is a man de ise pete benzer tonda bu kez nakarata eşlik ediyor. şarkının maskülen değerler üzerinden aktardığı hissiyat hayli yüksek.

    ertesi yıl, 83 ' te pete townshend the who ile olan birlikteliğini noktaladığını açıkladı. bu aynı zamanda grubun etkin biçimde sonlandığı anlamına geliyordu. aynı sene düzenlenen brit ödülleri' nde yaşam boyu başarı ünvanına layık görüldü. the who, 90 yılında rock'n roll hall of fame 'e seçildi. quadrophenia 96 yılında 25.senesini doldurdu. pete ve roger bu sebeple çıkacakları uzun turne kapsamında buluşacaklarını söylediler, ardından ise sonsuza dek mutlu yaşadılar. entiriyi paylaştığım tarihten yaklaşık bir buçuk ay önce de nur topu gibi bir albümleri dünyaya geldi.

    2006_endless wire_ mirror door / fire and fear in a suicide eye golden stairway to a zeppelin heaven rolling thunder under new york sky frank 'n' ella, ray 'what'd ı say' johnny cash and johnnie ray amadeus and ludvig van henry, johann and the doo dah band. we are here in celebration
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap