7 entry daha
  • bir tane bile boş/sıkıcı şarkı bulundurmayan harika albüm.

    alışmaya başladığım dönemlerde bu albüm nedense içimde a perfect circle ortalamasının daha az mistiği ve fakat daha melankoliği ve daha bireyseli olduğu gibi bir izlenim uyandırmıştı. anlamaya başladığım şu dönemde ise bu alakanın neredeyse sıfırlandığını görüyorum.

    kimi albümlerde sezdiğim bir şey var: çok çok iyi müzisyenlerin elinden çıktığını anlıyorsunuz ve fakat adamlar becerebilecekleri halde gayet yerinde bir tercihle çok zor çalınabilecek komplike şarkılar üretme gibi bir kaygı gütmeden, sadece ve tamamen anlamlı ve ender rastlanabilecek bestlere yöneliyor. işte benim için in absentia, bu eğilimin doruk noktasını temsil ediyor.

    albümün manevi yoğunluğu baş döndürücü, o kadar bireysel alınabilecek sözlere ve melodilere sahip ki, kişisel kronolojide yer almasına neredeyse engel olunamıyor; ya da ben olamadım. sözlerin ve çoğunda en az iki ana melodi barındıran şarkıların düzenlemeleri öyle iyi kurgulanmış ki, kulağın duymak istediği ve sarhoşluğunu garanti altına alan geçişler alternatifsizlikleri ile beraber tüketiliyor. yani, daha iyisinin olamayacağını dahi düşünmüyor insan; başka bir şey konamazdı'yı, belki. bunun sonucu olarak, albümü özetlediğini düşünüp ifade edebileceğimiz bir şarkı bulunmuyor. en azından ben bulamıyor, olduğunu -zevkle- sanmıyorum.

    albümün müzikal yapısı değişken seyrediyor; iki şarkı arasında "aynı"lık sezemiyorsunuz, hatta soundu birbirini en şok yakınsamış şarkılar arasında bile bu koşutluk kurulamıyor ki, bu da yukarıda bahsettiğim geçişlerden kaynaklanıyor. çok iyi seçilmiş distortion tonu, kimi şarkıda gereken kaosu, kimi şarkıda gereken gazı, kimi şarkıda gereken saldırgan melankoliyi hayvanlar gibi sunuyor dinleyiciye. akustik tonlar öyle farklı ruh halleri yaratacak şekilde kullanılmış ki, albümün o yoğun melankolik havası içinde bile, dinleyicide kimi yerde -özellikle trains'te- bakmasını bilene aslında sihir gibi görünecek bu evrenin çayırında çimeninde sevdicekle göğü izleme, kimi yerde düşünme eyleminin kirlenme ya da masumiyeti yitirme yolundan ziyade, bir çeşit elzem zemberek de olabileceğini kabul etme hissiyatı yaratıyor. şarkılara neredeyse oya gibi işlenerek yerleştirilmiş sololar da albümün genel karakteriyle ve şarkıların müzikal gidişatıyla muazzam bir uyum içerisinde. sanki şarkının anlattığı tüm öyküyü tek başına bir iki tel dile gelip ifade ediyor, siz de dizlerine oturup hayal falan kuruyorsunuz; tuhaflık, vapurlar... hele hele zaman zaman acımasızcasına hüzünlü, zaman zaman şaşırtacak kadar neşeli, zaman zaman da tuhaflık sınırlarında gezen kendi kendinelik arzeden steven wilson vokali ile bir çok duyguyu konsantre olarak yaşayabiliyorsunuz. albümün tüm yapıtaşlarının bir araya gelerek oluşturduğu psychedelic hava, yakalamayı bildiğiniz sürece, alışkanlık yaratacak türden; başka bir örneği görülmemiş türden. progressive öğelerden ya da albümün progressive karakterinden özellikle detaylı bahsetmek istemiyorum ki, karmaşık yapı ya da adamın kıçından kan alacak armoniler olmadan da bu işin kotarılabileceğine tanıklık edebile, keşfi önceye almamdan sebep bana küfretmeyesiniz.

    nihayetinde in absentia kulaklara şenlik bir romandır dostlar romalılar. dinleyin, dinletin da.
17 entry daha
hesabın var mı? giriş yap