2 entry daha
  • bu gece hangisiydi hatırlamıyorum bir ana haber bülteninde, ciddi haberlerden sonra fason ve alabildiğine mevsimsiz, magazinel ve laf olsun diye zikredilen, iletilen bir haberde bir kez daha anladım ki; doğa dediğimiz yani doğduğumuz, yaşamaya giriştiğimiz, bir şekilde yaşama sürecimizin ölme sürecine dönüştüğü bu kütleyle aynı zamanda pek stoacı bir zihniyetle olabildiğince; convenientia yani uyumlu olmamız gerekmekte. aksi halde böylesi saçma haberlerin metinlerinde; satır aralarındaki umutsuz vakaları görüp de hislenmemek mümkün mü?
    eminim haber neydi diye merak etmişsinizdir, en azından şu satırları okuma zahmetine katlananlar;
    haber şu; 'kadınların cildi, erkeklerinkine göre daha erken bozuluyormuş. son dönem araştırmalar bu gerçeği ortaya koyuyormuş.'
    şimdi diyeceksiniz ki ne var bunda; neden bu haber, kara bulut gibi çöktü senin üstüne?
    evvela şunu da söylemeliyim; haber "kadınlara üzücü haber" başlığıyla verildi. düşünebiliyor musunuz; kadınların ve erkeklerin doğasına göre, son bilimsel araştırmalar bir veri ortaya koymuş, bir yargı söz konusu. fakat bu zaten yaşama sürecini devam ettiren kadınlara üzücü haber diye sunulmakta. i.s. 2006 'da ulusal yayın yapan bir tv kanalının anahaber bülteninde bir haberin textinde; zaten kadının yaşadığı bir hakikat 'üzüntü verici bir haber' başlığıyla yeniden kadınlara sunuluyor.
    'biliyor musunuz, aslında insanlar yaşlanan varlıklardır.' veya 'size bir kötü haberim var, hiçbir zaman gençlik çağımızdaki gibi diri ve temiz kalamayacağız. sürekli yaşlanıyoruz. sakın, siz bilmiyor muydunuz bunu? nasıl olur üzüntü verici bir haber.' veya 'biliyor muydunuz bir gün biz öleceğiz!' veya 'erkekler doğum yapamıyormuş.' veya 'kadınlardan her ay düzenli olarak kan akmakta, üzüntü verici bir haber.' bunların hepsi ne kadar saçma ve yersiz değil mi? çünkü natura yani tabiatın kendisine göre zaten yaşamaktayız biz. ister stoik düşünün ister peripatetik ister islami pencereden bakın ister hiristiyan olun ister deist ister theist ister ateist ister epikurosçu ister septik ister ampirik ister pragmatist nereden bakarsanız bakın insan sürekli doğanın bütün maddeleri gibi değişen bir varlık, yaşayan canlıların içinde yok olmayacak olan var mı? dönüşüm sürecini farklı adlandırabiliyor olmanız durumun ağırlığını değiştirmez; örneğin bu yok olma değil bir değişmedir, diyebilirsiniz hatta değişim sonrası yine sizin ruhunuzu barındıran yeni vücudun yaşamını sürdürdüğünden de bahsedebilirsiniz ama, maddenin, canlı varlığın önceki halinin, statüsünü koruduğunu iddia edemezsiniz.

    içinizde "benim düşünce yapıma göre canlı bir varlık doğadan yok olmayacak" diyebilen var mı? dediğim gibi adını ne koyarsanız koyun sürecin, yok olma süreciniz işliyor. en mutlu anlarınızı düşünün, bu en mutlu anlar aslında mutlu anların bitiş sürecidir, paris ile helena 'nın aşkını düşünün, bu aslında troya 'nın yıkılış sürecidir. mutluluk deyince aklıma bu iki aptalın aşkı geldi, hani şu troya 'nın yıkımına sebep olan aşk.
    dedim ya en mutlu anlarınızı düşünün diye; biraz da en mutsuz olduğunuz anları düşünün; kaybedecek daha fazla bir şeyiniz olmadığından dolayı, artık yükselişe geçme sürecinizdir bu yaşanan. topun yerden sekip yukarı, hatta boyunuzu aşacak kadar yükselmesini düşünün, top artık düşüş sürecinden yükselme sürecine girmiştir, aynı zamanda, topa uygulanan kuvvet ve hıza doğru orantılı şekilde birkaç saniye içinde, bu yükseliş de tekrar düşüşe yönelir. bu sefer süreç düşüş süreci oluyor. işte bu noktada cato 'yu düşünün, onun o övgüye değer cesareti ve muhafazakar boyutta roma sevgisi aslında onun intihara götüren yoldur. julius caesar karşısında cato senatusta kükrerken aslında bu kükreme bitecek, artık bütün kudretini yitirip, caesar haşmeti karşısında kendi kılıcıyla intihar edecektir. demek ki herakleitos 'un zıtlıklar teorisine göz atmak lazım; göz atalım ki; zaten derisini kaybetme süreci yaşayan, bunu yaşayarak öğrenen kadına, yaşadığı şeyin haberini "üzüntü verici" başlığıyla veren zihniyetin pespayeliği daha iyi anlaşılsın.

    varlık için güzide bir tespittir; "inen ve çıkan yol bir ve aynıdır." yani "kozmik açıdan bakıldığında, inen ya da aşağı giden yol (bkz: kato) ateşin sırasıyla hava, su ve toprağa dönüşmesidir. yukarı giden yol (bkz: ano) ise toprağın suya ve havaya dönüşmesidir. bu iki yolun birlikte işlemesi, kozmik düzen içindeki oluş ve bozuluş süreçlerinin ortaya çıkmasına neden olur. bir yandan nesneler bozulur ve ölürken diğer yandan başka nesneler oluşa gelir ve yaşam kazanır. inen ve çıkan yolun bir ve aynı olması bu iki sürecin kozmik düzende bir bütün oluşturmasından dolayıdır." (çeviri ve açıklama cengiz çakmak hocama aittir; her. fragmanlar)

    çok net değil mi, herakleitosçu zihniyeti göz önünde tutarak; kadının doğduğu, yaşadığı, kazandıkları, kaybettikleri aslında kadının kendisidir, yaşadığı şeydir. tabi örnekte kadın geçtiği için, kadın üzerinden konuşuyorum yoksa tüm yaşayan varlıkların bir bütün halinde, geceyle gündüzü yaşadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
    sadece yaşayan varlığın kendisi değildir, aynı zamanda yaşayan varlıkların birbirleriyle uyumu, doğanın kendisiyle olan uyumları da bir bütünlük gösterir. ve bu bütünlüğün kaynağında da algı vardır aslında; düşünsenize algılamasanız, farkında olmasanız gece diye bir şey yoktur. ama düşünüyorsunuz, ortaya koyuyorsunuz, karanlığı anımsıyorsunuz, kaç yaşında, hangi tecrübelerde zamanında olmuş olursanız olun, sonuçta gece diye bildiğiniz şey sizin algınızla alakalıdır, diğer bütün şeyler gibi.

    bir tyrannus yani tiranı düşünün; herkes korkabilir; zorbadır, silah doludur, adamları vardır, zamanında başkalarına uyguladığı şiddeti anımsarsınız, sonuç olarak korkarsınız. ama bir çocuk ondan korkmaz, onun mekanına girer, istediği gibi ordan oraya koşuşturur durur, hatta o zorba ve silahlı adamlarıyla oyun oynamaya çalışır, kılıçlarını ister, vermedikleri zaman ağlar, tyrannus 'un saçını çeker, bilinçsizdir, bilmiyordur. düşünmediği için, anı biriktirme kapasitesi sınırlı olduğu için, mantık yürütemediği için daha önemlisi tecrübesi olmadığı için korkmaz. o halde tecrübe edilen şeye karşı beslenen hisler, tecrübeyle doğru orantılı olarak değişebilir.
    seviyorken, sevmeyebiliriz. nefret ediyorken, tam tersi şekilde kanımız ısınmaya başlayabilir. önceden yıldızlara bakmak hoşumuza gidiyorsa, artık bundan sıkılmış olabiliriz, bilgilenmiş olabiliriz, evvelden mangal başında tatmin olurken, etin zararlarını, hayvanlara yapılanları biraz da abartılmış şekilde bilgi olarak kafamıza aldığımız zaman artık sadece bitkilerle, otlarla beslenip, hayvan eti yememe kararı alabiliriz. yani tecrübe ve bilgi de değişimin faktörlerinden. o halde;

    zaten değişmekte olan kadın vücuduyla ilgili, hele ki insan bilincinin en dolu şekilde kavrulduğu yani insanların çok kolay bir şekilde iletişim içinde olduğu, tedavi görebildiği bir çağda, binlerce yıllık insan yaşamı geleneğinin en temel taşlarından birini, insan vücudunun eski tazeliğini koruyamaması hakikatini, sanki yeni edinilmiş bir bilgi gibi; sunmak ve bunu 'üzüntü verici' olarak sunmak, sanki 'erkeklerin cildinin kadınlarınkinden daha geç bozulması' bilgisinin erkekler için çok büyük, mutlu bir haber olarak sunulması gerekiyormuş gibi, sanki öyle olsa, bu haber iletilse erkeklere, erkekler o an yaşadıklarından, o bilgiye kavuşmamış hallerinden daha mutlu olacaklarmış gibi, saçmasapan durumlar mevzubahis edilemezdi.

    o halde şunda karar kılalım;
    doğayla uyum içinde yaşayan insan hakikatini zaten yaşamaktadır. onun için bu üzüntü verici veyahut mutluluk verici değildir, yaşıyor olmak başlı başına trajedi idiyse de; asla varlığın kendisine ait öz bilgi başlı başına o varlığın kendisidir zaten; bir bütün ve o bütünün hakikati.

    bu trajik bulunabilir, fakat asla üzüntü verici olamaz.
8 entry daha
hesabın var mı? giriş yap